• Sonuç bulunamadı

10 saat süren dünkü duruşmada B. Hasan Ali Yücel dün "dava"sını anlattı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "10 saat süren dünkü duruşmada B. Hasan Ali Yücel dün "dava"sını anlattı"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

10 saat süren dünkü duruşmada

f ı

B. Hasan Âli Yücel

”dâva„ sini anlattı

Başı 1 İnci sayfada nl, solcu temayüllü olarak tanınan Katların Bakanlığı «İrasında bir va­ zifeye tâyin edilirlerken veya ken­ dilerine bir İş verilirken takip edilen usuller hakkında geniş İzahat ver­ miştir.

B. Haşan ÂH, 11 oturum süren dâvasında karşı ta raf m*t anık olarak dinlettiği şahısların neden kendi a- leyhlnde şahaletto bulunduklarını, neden bunların bitaraf oiamıyacakla- rına inandığını bunlarla olan münasebetlerine ait resmi vesikala­ rı ve yayınları geniş ölçüde ortaya koyarak bildirmiştir.

B. Yücel bundan sonra duruşma­ lar sırasında Bakanlıklar ve diğer resmi dairelerin adalet makamına tevdi ettikjerl vesikalara geçmiş bu vesikalarda kendisini itham edecek hiçbir noktaya rastlamadığını belirt nıiş ve gene kendisinin komünistle­ ri himaye ettiğine delil diye ileri sü­ rülen türlü yayınlara temas etmiş bunlardan örnekler vermiştir.

Duruşma .sılasında dedikodu ma­ hiyetinde ortaya atılan işkence rae- selehine sözü getiren B. Yücel dedi­ kodu veya değil durum her ne olur­ sa olsun kendisinin bu işle hiçbir ilgisi bulunmadığının muhakeme sı­ rasında meydana çıktığım belirtmiş­ tir.

Sanık B, Kenan öner’in mahke­ meye sunduğu vesikalara geçen B. Yücel-bütün bunların İçinde kendi yazısiyle yazılmış bir mektup ve kendisinin komonist dostluğunu an­ latır bir yazı bulunsaydı ancak o- vakit bunların mahkemeye verilebi­

lecek birer vesika olacağını söyle­ miştir.

Netice olarak B. Yücel kendisine çok ağır isnatlarda bulunan sanığın bunları ispat edememiş durumda ol­ duğunu ve buna göre suçlu vaziye­ tinde kaldığım ve cezalandırılmasını

istemiştir.

B. Haşan Âli Yücel’iıı bir bu çok dikkate değer ve önemli vesikalara dayanan müdafaasını bugünden itlba ren okuyuculaımıza veriyoruz.

B. Yücel iddianamesini bitirdiği zaman saat 18 olmuştu. Yargıçtan söz alan sanık B. Kenan Öner kal­ karak şöyle demiştir:

“— Savcılık mevkiini işgal eden zat, duyduğuma göre İddiana-nesin: henüz hazırlamamı/, gerek Savcının gerek dâvacı avukatının iddialarını okuması- için duruşmanın başka bir güne bırakılmasını istiyorum.”

Bunun üzerine d&vacı vekili Prof. B. Bülent Nuri Esen söz almış, sa­ nığın isteğine uyulmamasını, kendi iddiasını bu celsede serdetmenin çok yerinde olacağını, şimdi okuyacağı iddianamesinin birer suretini de iki giin içinde sanıklara takdim edece­ ğini bildirmiştir.

Yargıç bu dileği kabıfl etmiş ve Bülent Esen hukukî bakımdan dâva­ yı geniş ölçüde teşrih ederek iddia­ larını serdetmiştir.

B. Bülent Esen saat 19.20 de id­ dianamesini okumaya ’devam ettiği sırada sanık B. Kenan Öner ayağa kalkarak:*

Efendim şimendiferimi kaçı­ racağını. dalıa fazla dinliyemiyece- ceğim” demiş ve mahkeme salonuna terketmiştir. Salondaki dinleyiciler, o sırada kalabalık kadrosunu aynen muhafaza ediyor ve bütün samiin, dâ vacı vekilinin çok dikkate değer o- lan iddianamesini dinliyordu.

Bundan sonra C. Savcısı iddiasını serdetmek üzere dosyayı _ istemiş, dosya kendisine verilmiştir. Duruş­ ma sanıklarının müdafaalarını yan­ maları.için ı 8.'io . 947 cumartesi gü­ nü saat 9.45 e bırakıldı. 10 saatlik bir duruşmadan sonra oturuma son verildiği zaman saat 20 yi bulmuştu.

B. Yücel'in iddianamesi

"Sayın Yargıç!

iddianameme, görmekte bulundu­ ğunuz hakaret dâvasının neden ve nasıl çıktığım anlatmakla bağlıyaca­ ğım:

Eski içişleri Baltanı Şükrü Sök- mensüer, Büyük Millet 'Meclisinde 29JL1947 günü, İstanbul Sıkıyöne­ tim Komutanlığınca yapılmış olan araştırma ve kovuşturmalar netice­ sinde elde edilmiş belgeleri toplıyan ve komünizmin Türkiye’deki safha­ larını hülâsa eden bir demeçte bu­ lundu. Bunda ismi geçen Mareşal Fevzi Çakmak, Büyük Millet Mec­ lisinde hiçbir tepki göstermiyerek 5.2.1947 tarihinde gazetelere verdiği bir demeçte kendini müdafaa etti. O demeçte, Genelkurmay Başkam iken komünizm ile yaptığı mücade­ leden bahsederken şöyle diyordu:

“Ben daha is başında iken eski bir Millî Eğitim Bakanının bu faaliye­ ti destekliyen hareketinden dolayı hükümeti resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünist yuva­ sından bahsettiler.' ’

Bu satırları okuyunca ve o dem»* cin neşredildiğt Kuvvet gazetesmiâ aynı mevzuu işliyen başmakalesin­ de kendi ismimi birçok kereler zik­ redilmiş görünce bu ağır ithamın millet ve memleket önünde açıklan­ masının bir zaruret haline geldiğini düşündüm. Mareşal Fevzi Çakmak’a açık bir mektup yazarak "komünist faaliyetlerini destekliyen eski bir” Milli Eğitim Bakanının ben nıi oi* duğumu ve o komünistlerin kim. fa* aliyetleı'lmn neler olduğunu, hükü­ mette bu hususta kimi İkaz ettiği­ ni” sordum. Bunun karşılığı, d erli bir sükût oldu. Biı- hafta bekledim. Sonra ikinci bir açık mektup neşret­ tim. Bunda, Mareşal’in, sade (va­ tandaşlık) sıfatiyle değil, bir hü­ kümet adamı hakkında bu derece a- ğır bir ithamda bulunduğuna göre (milletvekili) sorumluluğuyla banıl Büyük Millet Meclisinde sual tevcih etmelerini İstedim. Bekledim. Gör­ düğüm mukabele, gene aynı sessiz­ lik oldu.

işte bu intizar günlerinde idi ki 11.2.047 tarihli Yeni Sabah gazete­ sinde, sayfanın bütün abımı kaplı* yan iri harflerle "Evet, o Maarif Ve­ kili, sîzsiniz..." başlıklı ve Kenan öner tarafından yazılmış bir açık mektup yayınlandı. Bilâhare neşret­ tiği kitabı okuduktan sonra anla­ dım ki açık mektup yazarı, perva­ sızlıkla vasıflandırdığı bu mütevazı, fakat belki biraz cesur sual karşı* sında hakikaten "çıldırmamak kaâ- bil” olmadığını İspat etmiş ve o buk­ ran içerisinde kaleme sarılıp o açılt hakaıetnameyi yazmıştır, (öner —• Yücel dâvası; sayfa: 11. "Hakikate^ pervasızlığın bir nümunesl olan bu mektubu okuduktan sonra çıldırma­ mak kaabll değildi”).

Mareşal’e tevcih zaruretinde kal­ dığım sorulara onun susup, Kenan öner’in cevap vermesini izaha hacet görmüyorum. Beni 'ilgilendiren şu­ rası idi ki, bu yazının ilk cümlesi, nasıl bir niyetin onu yazdırdığını güzelce sezdiriyordu. Yücel - ö n e i dâvasının sanığı, Maveşal’e yazdı* ğım açık mektubun "Ulus’tan İstan­ bul gazetelerine intikal eden kırınla* larını” hayretle okuduğunu söylü­ yordu. Bu "kırıntılar” sözü, sanığıâ bana yaptığı hücumların en kibarı ve en naziği olmakla beraber, ha­ karet kastının ilk yumuşak İşareti­ dir. “Kırıntılar" kelimesinin nere­ sinde hakaret var? diyenler buluna­ caktır. Bunu bilirim. "Ekmeğin de küçük parçalarına kırıntı denmez mi? Ekmek ki, en aziz bir nimet­ tir. bunda alınacak ne v ar?” deni­ lecektir. Fakat hakaretlerin bu tür­ lü. tefsirini yapanlar, ancak kelime­ lerle oynıyanlardır. Halbuki niyet

(2)

B. Hasan Ali Yücel dün

“dâva,, sini anlattı

«Ar Başı S im cü sayfada v« maksat, hareketlerin doğmasın­ da İlk müessir olduğuna göre, keli­ melerin sathında kalıp mânalarına varmaksızın verilecek hükümlerde isabet aranamaz. Değil söz ve yazı, hattâ yerinde ve şartları iğinde ya­ pılmış bir işaret bile, bu maksat ve niyet unsurunu İhtiva etmesi bakı­ mından, pek kuvvetli bir hakaret olabilir. Şüphe edilemez ki âmme vicdanı ve onun, milletimizin şuu­ runda İfade vasıtası olan Tiiık dili, bu kelime oynamalarının mânasını pek güzel anlamaktadır. Bu düşü­ nüşte ne kadar haklı olduğumu, huzurunuzda sarf edilmiş olan (rezili kelimesi, haykıran bir delildir.

Sanık, Mareşal'den sual sorma­ mı bir cüret olarak vasıflandırırken 6u hareketimin “deliye taş atar gi- ¡01” olduğunu da saldırgan üslubuyla beyan ediyor ki, taş attığım bu •‘deli" nin kim olduğunu, aradan geçen aylarca zamana rağmen, he­ nüz tâyin etmiş değilim. Açıklarlar­ sa memnun olurum. . Fakat şunu söyliyeyim ki içinde bulunduğum mücadeleyi kim ve kimimle yaptı­ ğımın pek güzel farkındayım. Bu mücadeleye beni mecbur eden hü­ cumlar, şahsiyetimin her cephesine yöneltilmiştir. Benimle uğraşanla­ rın ağızdan ağıza tekrar ettikleri, sanığın kullanmakta tekâsül göster­ mediği (.sıfır) meselesi, bunlardan biridir.

Söylenilen o (sıfır) — evet — Atatürk’e nispetle (ben) İm. Fakat dikkat buyurulsun ki benim alimli­ ğim, Atatürk'e nispetledir. Kendi­ ni mühim kemmiyet sayan öyle in­ sanlar bulunabilir ki bu nâçiz sıfır, onlara nazaran .haylice ağır basan bir rakam olur. Ben Atatürk’ü dal­ ma böyle büyük gördüm ve ölümün­ den soma ise bu görüşümün bile yeter olmadığını, onu daha da büyük görmek gerektiğini anladım. Bu be­ nim tevazuum değil, şerefim ve gu­ rurumdur. Sırası gelince nçıklıya- cağun veçhile, aksi kanaatte bulu­ nanları müdafaa eden huzurunuzda­ ki sanığın, Atatürk’ü büyük tammış olan bana bu tarizi yapması, iıâdisa- tın bir cilvesi, fakat ne kadar hazin bir cilvesidir? Yoksa sanık da en büyük Türk kahramanının, Atatürk veya başkası olmayıp Kurşad oldu- ğru kanaatinde midir? ( 1 ).

Şikâyetimizin konusu olan bu açık mektup, tecrübeli bir avukatın maharetle yanyana getirdiği bir tezadı ifade ederek mevzuuna gir­ mektedir. Mareşalin işaret ettiği Millî Eğitim Bakanının ben olup ol­ madığımı söylemenin kendine düş­ mesini mümkün görmekle beraber •’bunları bilmediğini” ifadeden son­ ra, bu meseleden tanıamiyle ayrı İmiş gibi, Bakanlığım zamanında komünistleri nasıl desteklediğimi an­ latacağını söylüyor. Herhangi bir edebiyat mensubu kadar ben de bu “t'arüfil câhiline.” ye hayran ol­ maktan kendimi alamadım. Eğer' sanık, beğenmediği Mantık kitabımı okumuş olsaydı veya doğum tarihi müsait olup da talebelerim arasında bulunsaydı, “hem bilirim, hem bil­ mem” gibi açık -tezatlara düşmek­ ten kendini daha kolay kurtarırdı.

Halbuki mektupta tezatlar devam etmekte ve hakaret genişlemektedir, “bizim tarafımızdan yazılan, Maarif hesabına basıları, Üniversite kürsü­ lerinde okuttuğumuz kitaplarla” “Irkçılık ve Turancılığı” da destek­ lediğimiz beyan ediliyor; bunun ya­ nı başında ise “Bakanlığımızı ko­ münist yatağı” haline getirdiğimiz zikrolunuyor. Bu da “ârifane bir tecahül” olsa gerek!

Sanık, edebî sanatlarla bezenmiş bu hücumlariyle, senelerce Devlet hizmetinde bulunmuş bir vatandaşa tevcih edilmiş, ucu zehirli okun, onun yüreğini nasıl yaraladığını, her vicdan sahibi İnsan, en az benim kadar hissetmez mi, sanıyor?

Mektup, 1Ş44 deki Nihal Adsız meselesine intikal ediyor. “Milliyet­ çi” adsız .aleyhine “komünist” Saba­ hattin Ali'yi dâva açmağa teşvik ettiğim ve kendisine Ulus avukatını bulduğum söyleniyor. Ankara’daki malum nümayiş günü, benim, genç­ ler hakkında “Vur.... ” emri verdi­ ğim, “telkinimin tevlit ettiği hava tesiriyle” Devlet Reisine olmıyanlan olmuş gibi göstererek “Yurdun ada­ let havasını bozdurduğum”, “Türk adalet tarihinde bu havayı yaratan­ lar için ve benim İçin ebedî bir hi­ cap” olan, Sıkıyönetime verdiğimiz Irkçı ve Turancılar dâvasında “za­ bıta tahkikatını istediğim şekle

soktuğum” yazılıyor. Bu yirmi Uç genel “hücre veya tabutluklara koy­ durduğum, bir seneden fazla inim i- nim inlettiğim” anlatılıyor, “ica t etti ğim" bu hâdisede son tahkikata ka­ dar geçen safhada yapılan, hatıra gelmez İşkencelerden bahsolunuyor. İnkılâp tarihi dersleri ve kitapla­ rıyla “Türk gençliğini Türkçülükten ırkçılığa ve Turancılığa kadar sü- rükliyen Partimiz ve Bakanlığımız” olduğu, “Câmilerden, Sertel’lerden vüz bin kat komünist olan bir ada- mı” himaye için milliyetçi gençleıi “işkenceler altında ezen, harap e- den” gene ben olduğum açıklanıyor.

Hülâsa etmeğe ve hakaret nokta­ lanın kendiliğinden belirmesine ça­ lıştığım bu açık mektubun sahibi nazarında komünistlik ölçüsünün ne olduğu üstünde durmamak kaabıl değildir. Sanık, nıüdafaanamesinde Sabahattin Ali'ye nisbeten Cami Baykurt ile Zekerlya Sertel’l birer komünistlik miyarı olarak kullanı­ yor. Belki bu kadariyle yetinmesi, insan Hakları Derneğinin okumaya fırsat ve vakit, bulamadığım tüzüğü­ ne uymaktan ileri gelmiştir. Her halde bunların ne derece ve ne mer­ tebe komünist olduklarını biliyor kı böyle bir mukayeseye kendinde salâ­ hiyet görüyor.

Şimdi bu mektubun sonuna geliyo­ rum ve şu fıkrayı aynen naklediyo­ rum. Sanık, gözünü kırpmadan, âm­ me önünde benim yüzüme şunları haykırıyor:

“Siz. yalnız komünistleri Bakan­ lığınızda beslemekle, Uğradıkları hücumlara karşı onları müdafaa et­ mekle de kalmadınız. Bakanlığınızın

’(1) Kürşad; S. 1 (8 nisan 1047)

telkinleriyle milliyetçilik belâsına başlarım soktuğunuz tam 23 genci İspanyolların engizisyonlarına rah­ met okutacak İşkencelerle ezdiniz, harap ettiniz ve hırpalattınız.”

Sayın Yargıç;

Bu açık mektubu kızarak, hır­ çınlaşarak, nefretle, İstikrahla oku­ yabilirdim. Fakat geçirdiğini haleti ruhiye, asla bu olmadı. Derin bir teessür duydum. Bu kadar sene e- liınden gelen gayreti sarfederek ça­ lıştıktan sonra, memleketin münev­ ver bellenen bir insanı, Mecliste tek muhalif partinin İstanbul gibi mü­ him bir bölgesinin başı, aynı parti­ nin kongresine başkan, imzasının üstüne profesörlüğü yazılı bir va­ tandaş tarafından böyle bir hakare­ te uğrayışımm bende uyandırdığı ıstırabı tahmin etmek güç değildir. Sadece siyasi bir tenkld yazısı olsay­ dı onu yu bir cevap yazarak veya birçoklarına yaptığını gibi susarak karşılardım. Öyle yapmadım yapa­ madım.

Allah şahidlmdlr ki, bunları oku­ yunca hiç kimseye bir şey söyleme, den, hiç kimseden bir fikir sormadan hemen telefona sarıldım ve Profesör Bülent Esen’i aradım. Düşündüğüm şıı İdi:

Bu mektupta söylenilen şeylerin İliç bilini yapmamıştım. El - bette kendime karşı samimi idim. Herkesten iyi ben, kendimi ve yap­ tıklarımı biliyordum. Ben işkence yapacak veya yaptıracak bir insan mıyırıi? Ben, Vur! emri verecek bir kudrette ve kaabiliyette miyim? Ben, adam aldatacak bir tıynette miyim? Ben komünist miyim Ko­ münistleri destekler miyim? Bütün bu suallerin cevabım kendim bili­ yordum ve biliyorum. Sanığın bah­ settiğim açık mektubu, bunlar 1- çlndir kİ baştan başa bir lıakeretfi. O halde kime iltica edecektim, ne­ reye sığınacaktım? Bütün ömrüm­ de yüksek ideallerden biri bellediğim adalete... Hukukçu değildim, büyük m asraflar ederek hukuki istişareler yapacak malî kudretim yoktu. Kime sorabilir, İdinden bu hususta yardım istiyebiiirdiuı ? Yusuf İleri dâvasında beni müdafaa eden, yirmi iki yıl ön­ ce Galatasaray sıralarından tanıdı­ ğım, sevip takdir ettiğim Bülend’e rica edeyim, dedim. Maalesef aradı­ ğım Bülent’ Buraadaynuş. Bir arka­ daşıma sordum, acaba başka kime ınüıacat edebilirdim; Doçent Hikmet Belbez’i tavsiye etti. Onu vazifesin­ den tanıyordum. Aynı gün kendisini aradım. Ayağından rahatsız olduğu için evinde olduğunu öğrenince ziya­ retine gittim ve Kenan öner’in bıf makalesini kendisine verip okuttum. Hukuki mütalâasını sorduktan sonra Bülent gelinceye kadar, kendisi ecza­ cı olmadığı için bu konu ile meşgul arkadaşlarıyla da istişare edeceğini ve o andaki kanaatine göre, dâva aç­ manın mümkün olduğunu ifade etti. Ayrıca da B uısa’da bulunan meslek- flaşına telefonla haber vereceğini söyledi.

Kıymetli doçenti aile münasebet­ leri bakımından kimlere yakındır, bilmiyordum. Bu ziyaretimden belki lâ - 20 gün sonra Adalet Bakanı Şi- nasl Devrin'in kayınbiraderi olduğu­ nu öğrendim. Her hareketimize men­ fi mâna verenlerin bulunması ihtima­ lini düşünerek, oııu avukatlıktan alı­ koyacak kanunî ve mantıki bir en­ gel olmamasına rağmen, mahkeme­ ye çıkmak istiyen bu vekillimden bu­ nu yapmamasını rica ettim. Nitekim buraya hiç gelmedi.

Devamı şimdi, yalnız başına Prof. Bülent Esen takibetmektedlr. Beni en ağır İthamlarla mahkemeye ve­ ren, B.M, Meclisinde siyasi tazyika misal olarak Hikmet Bayur tarafın­ dan adı zikredilip bu hususta ben­ den sual sorulmasını istediğim hal­ de, hakkmdaki bu davetim İcabetsiz kalan, nihayet evime kadar gelerek beni dâva etmekle düştüğü vicdan azabından kurtulmak için özür dile­ yerek elimi öpen ve benim de en mü- lâyim bir duygu İle karşıladığım Yusuf îlerl’nin dâvasînda hukukumu iyi müdafaa etmiş olmasını şükran­ la anacağım vekilim, aynı zamanda flljir ve kanat arkadaşımdır.

Bu izahları yapışınım sebebi, mah­ keme dosyasında gördüğüm sanık Kenan Öner tarafından verilmiş ve avukatlarımın yakınlıkları bulunan mevki sahihi İnsanlara nispetlerine dair olan dilekçedir.

Muhakeme esnasında töhmet veya şüphe ifade eden hiçbir noktanın karanlık kalmamasını zarurî gördü­ ğüm için bu izahlarımla mahkeme­ nizi işgale mecbur oldu. Bu sözle­ rimle yalnız kendimi değil, Türkiye Cumhuriyeti adalet cihazım da, sa­ dece dâvacı sıfatiyle olmayıp mil­ letvekilliği görevimle de müdafaa ettiğim kanaatindeyim. Sanığın 18 ni san 1947 tarihli yüksek mahkemeni­ ze sunulmuş ve dosyada mevcut is­ tidasındaki şu ağır İthamı, teddiip ederek huzurunuzda okuyacağımı O- rada sanık Kenan öner şöyle diyor:

“Görülüyor ki, sayın hasınım (ya­ ni ben), sonuna, kadar devam etmek emrini aldığı bu dâvada haksız bir muvaffakiyete erişebilmek için her şeydeı> evvel vekilini tâyin ederken adaleti altüst edecek bir plânla işe girişmiş, bili Adalet Bakanının sıhıi karini, diğeri de Yargıtay Başıeisi- niıı karini olan İki avukat tayin et­ mekle memlekette zulmü adalet ci­ hazına kadar sirayet ettirmese de hâkim kılacak bir vasıtaya müracaat etmiştir.,,

Kenen önerin bu saldırgan sözle­ rinde yalnız bir doğru cihet vardır ki. o da benim bu dâvaya sonuna kadar devam etmek emrini aldığım- dır. Bu keşfinden dolayı kendisini tebrik edelim. Acaba, billyot* mu kl aldığım bu devam eınıinl kayıtsız şartsız bana veren', ancak ve ancak (vicdanım) dır. Bunu söylemek İste­ mişse İlk defa kendisini takdir ede­ ceğim. F akat o kadar!... O kadar; çünkü Türkiye’de adaleti altüst et­ menin ne kendisinin, ne benim ve ne de başkalarının iktidarında olmadığı­ nı bllmiyecek derecede derin bir gaf­ let içerisinde bulunduğunu gördük­ ten sonra, fazla takdir kâr olmak ki­ min elinden gelebilir? Hele son cüm­ lesinin mânası i«0 aşeak kailinin karnında saktanrâı? gibidir. HUMflu

adalet cihazına sirayet eürmnden o- na hâkim Kılmak nasıl

mümkün

o- lur, İnsan aklı bu kadar çetrefil bir hareketi tasavvur dahi edemiyor. Hangi zulüm, hangi adalet cihazı, haııgl tesir, hangi hâkimiyet? Bütün bunları sanığın içinde toplu hakaret kaselinin birer tezahürü saymaktan başka bir mânaya atfetmek kabil inidir?

Ne sanık Kenan ön erin bu ihbar istidasının, ne de benim bu açıklama­ larımın yüksek mahkemenizin duru­ muna en küçük bir etkisi odmıyaca- ğını ve olamıyacağım bilmez deği­ lim. Bunları söylemekte nıuztar bı- rakılışımdan dolayı beni mazur göre­ ceklerini ümit edeılnı.

işte avukat Kenan Öner’i arzetti- ğim gibi başlıyan bir hâdiseler sil­ silesi neticesine ve açıklamaya ça­ lıştığım zaruretlerle, bana hakaret etmiş olarak Cumhuriyet adaletine havale etmiş bulunuyorum.

Bu bahsi bitirmeden önce hak­ kımda yapılmış bir isnada da işaret etmeyi vicdanım emrediyor, Cumhu- diyet Gazetesinin 23 şubat 1947 ta ­ rihli nüshasında Kenan öner’in şu beyanatını görüyorum:

“Hasan-Âli Yücel’in vaziyetini kurtarmak için, buraya' geldiğini ve hakkımda bir dâva ikamesi esbabını temine uğraştığını ve muvaffak ola­ mayınca avdet ettiğini haber almış bulunuyorum. Avdetten sonra da bu muhterem eski bakanın hakkımda bir dâva ikamesine kalkarak kendi­ sini müdafaa edecek avukat arama­ ğa başladığını da günlerden heri işit­ mekte idini. Kendileri için yollan a- çık olmasını dilerim. Bundan sonra vâki olacak ifşaatların mesuliyeti da bana değil, bu dâvayı ikame eden ve ettirenlere ıaci kalacaktır. Ga­ riptir ki, on iki gündenberi kendile­ ri hakındakt neşriyatı lâkaydî ile kar şılıyan eski Maarif Vekilinin Meclis kapandıktan sonra dâva etmeği ha­ tırlaması bana üzerinde yürüdükleri tâbiye yolunun mânasını ifade ede­ cek kadar vazıh görünüyor. Ne ya- pa¡farsa yapsınlar, hen memleket kuvvei adliyesinin adalet ve bitaraf­ lık hislerinden emin bulunuyorum vo bu emniyetim, devam ettiği müddet­ çe de husumeti kabul eden müşarü­ nileyhe memleket için hayırlı başa­ rılar diliyorum.,,

Bu beyanatı okuyunca, bir taraf­ tan hayret, diğer cihetten de eski bir adalet müsteşarının hak ve lıah- kikat mefhumuna bu kadar lâuball bir tavır alışı karşısında hicap duy­ dum. Şüphe yok ki, hu hicap bana düşmezdi, 25 şubat 1947 tarihinde şu cevabı verdim;

“Bugün bazı gazetelerde avukat Kenan öner’in hakkında . dâva aç­ manı doiayısiyle yaptığı beyanatı gördüm. Aylardanberl Ankara’dan ayrılmadığıma göre, dediği gibi İstanbul’a gelip gittiğim ve “hakkın­ da dâva İkamesini temine uğraştı­ ğını ve muvaffak olamayınca İstan­ bul'dan Ankara’ya dönmüş olduğum,, külliyeli " yalandır. Namuslu bir a- daınsa iddiasını isbat etsin. Ben hakkın ve hakikatin meydana çık­ ması için kendisini mahkemeye ver­ dim ve Büyük Millet Meclisi kapan­ madan önce verdim. Eğer Büyük Millet Meclisinde hakkımda bir ha­ reket yapmayı düşünenler varsa ta­ til sonunda kendilerini bekliyorum, Avukat Kenan öner'in ifşa edeceği­ ni söylediği hususlara da aynı şe­ kilde muntazırım. Dediği gibi bu dâvayı (açtıran) yoktur, dâvayı Ça­ çan) vardır. O da benim Avukat Ke­ nan Öner de, her hangi bir hareket için herhangi bir kimse tarafından zorlanılmıyacak bir adanı olduğumu anlıyac.aktır. Dâvamın müdafaasını alan Bülent Esen ve Hikmet Belbez, Ankara Hukuk Fakültesinin iki genç öğretim üyesidir. İstişarede bu­ lunduğum bu hak ve hakikat dostu meslektaşlarını, avukat Kenan öner, Cumhuriyet adaletinin önünde göre­ cektir. Türk Milleti, yalan ve iftira ile aldatılacak bir millet değildir.,,

Cumhuriyet Gazetesinin 24 şubat 1947 tarihli nüshasında kenar sütun­ larından birinde şöyle bir küçük tek­ zip İntişar etti:

Kenan öner’in bir tavzihi: Kenan öner’in gazetemizde çıkan beyanatıftda Hasan-Âli Yücel’in va­ ziyetini kurtarmak için İstanbul’a geldiği yazılmıştı. Kenan Öneı-’ln bil­ dirdiğine göre Haşan Âli’nin vazi­ yetini kıfl-tamak için gelen Şükrü Sökmensüer’dtr. Ve içişleri Bakanı­ nın son İstanbul sayahati bu işle il­ gilidir.,,

Sanık, bu tavzihle Haşan Âli’nin vaziyetini kurtarmak için İstanbul’ a gelen Haşan Âli değil, Şükrü Sök- censcüer’dir diyor. Hangi vaziyeti? O da belli değil. Fakat ertesi günü gazetelerde Şükrü Sökmensiler’in ya­ lanlaması çıkınca İçişleri Bakanının İstanbul’a gidişinin benimle İliç bir alâkası olmadığı taayyün etti. Kenan Öner’in yeni tavzihini bekle - diııı. Eski adalet müsteşarı, acaba bu defa kimi benim vaziyetimi kur- tannıya memur edecekti? Halbuki nedense sustu. Teselsülün batıl oldu­ ğunu bildiğinden mi yoksa başka­ larım da bulaştırmayı maslahata uy­ gun görmediğinden mi bilemem. Her söylediğini, her ithamını isbat iddi­ asında bulunan bu tecrübeli avukat, tabiî içişleri Bakanının da İstanbul da benim durumumu düzeltmek için geldiğine kim bilir ne kuvvetli delil­ ler ikame edecektir? Bu delilleri i- şltmekten sandece zevk alacağım.

O beyanat ile bu tekzip arasındaki fark ve münasebeti halkımızın sağ­ duyusu her halde tesbit etmiştir. Başka ne söyliyeyim. Sanık bir ta ­ raftan İfşaat tehditlevl savuruyor; benim, tekzipten sonra da İçişleri Bakamımı adalet üstüne tesirlerimi­ zi iddia ediyor. Bundan sonra yap­ tığım şu oldu: Subaylıkla başlıyan, Devlet kapısında ve millet* yolunda 30 senelik hizmetin kazandırdığı te­ enni ile, şahsım etrafında yapılan bu ve buna benzer yayınlar ve pro­ pagandaları. sabır ve sükûn içinde karşılamak ve Cumhuriyet adaletinin kararını beklemek.

Dâva ve şikâyet istidamın tarihi 17.2.1947 dlr. Kuvvetle inanıyorum ki Türk M illeti,’velev en naçizi de ol­ sa, namuslu evlâtlarından birini if- fejra ve tezvir dalagalavt İçinde

boğ-dunnıyacak ve hillıass.ı «dyasi mua­ rızlarının ayakları altında çiğmıtıtü- yecektir.

Sayın yargıç;

Bu maruzatımla: belirin İştir ki, B a­ kanlık vazifesinden İstila etlikten sonra geçen aylar içerisinde vazife bildiğim konularla sakin ve

münze­

vi

meşgul olurken eski Genelkurmay Başkam Mareşal Fevzi Çakmakla cevapsız ve isbâtsız kalan ağır İt­ hamlarına; daha sonra da şu aııcta hu zurunuzda bulunan sanığın, Yeni Sa­ bah gezicisinde Mareşa'1'ln fuzuli, ve ya sahih vekâletiyle mi bilbiyoıum bana hitabım yazdığı açık mektubuy­ la hazmedilmez hakaretine uğramış bulunuyorum. Muhterem savcım» ve vekilimin kanaati hilâfına olarak, kendisini (hakikati maddenin) islm- tına davet etmeği karar nltına al­ dığınız için size bütün kalbimle te­ şekkür ederim. Esasen Mareşale yazdığım üçüncü açık mektubumda Kenan Öner aleyhine açtığını dâ­ vanın sebebini söylerken ve biraz önce okuduğum, aamğm Cumhuriyet gazetesindeki demecine cevabı ya-, zarkel hakikatin meydana çıkması dileğinde bulunduğumu da sarih o- larak belirtmiştim. Kararınızla ar­ zum yerine getirilmiş oluyor.

Valnız şunu da arzetmeden geç- miyeyim ki, sanığın yüksek maka­ mınıza sunduğu ve müteakip baskı­ ları da piyasada satılmakta olan müdafaa kitabının başında söylediği gibi bu dâvanın “bir parti kavgası, yahut şahıslar mücadelesi olmadığı,, fikrini doğru bulmuyorum. Fakat dâvamızda bir rejim meselesi ve bir Anayasa dâvası olduğu hu- i susundaki fikrine ben de İştirak e-; derim. Gerçekten bu dâva, rejim me­ selesiyle ilgilidir; çünkü demokrasi ve geniş hürriyet sisteminde ferd hukuk ve hürriyetlerinin, bilhassa matbuatta emniyet altına alınmama­ sı, no domokraslden eser, ne de hür­ riyetten küçük bir iz bırakmıyacağı İçin, bu masuniyetlerin varlığı veya

klıığu Tüı-k cemiyetinin halini ve İstikbalini ilgilenliren esaslı nokta­ lardan biri haline gelmiştir.

Yazı ile yapılmış suçların çabuk muhakemesi,' sürüncemeyo uğratıl­ maması hakkında kanun koyanların kaygıları ve dikkatleri, biran gözden uzak tutulmıyacak bir cihettir ve malızı isabettir.

Bu dâva ile bir anayasa meselesi de ortaya çıkmıştır. Ö da doğru!.. Çünkü bir bakanın memul olup ol­ maması ve memuriyetinden mütevel­ lit suçu doiayısiyle iıumı ynrgıhyacak görevli mahkemenin hangisi olduğu ve yargılama yeri ve tarzı, anayasa ile doğrudan doğruya ilgilidir. Yük­ sek mahkemenizin ceza kanununa u- yarak verdiği karara rağmen anaya­ sa bakımından açık bir nokta kal­ mıştır. Ve yine yüksek mahkemeni­ zin Devlet Reisine “iğfal edilmiş o- lup„ olmadıklarım,, sormamanız ve sanığın bu talebini reddetmenizle bu i açıklık meydana çıkmıştır. Binneti- ue ne Dcvtet Başlvârnmı. iğfal edil ’ miş olması isnadı vnahkema yoliyje; karşılanmış, ne ile Hükümetin bir i'ı- yesi olan Bakan, iğfal etme sanısın­ dan kurtarılmış değildir. Çünkü id­ dia, efkârı umumiye önünde serdedil- miş, yayın vasıtalariyle ilân oluu- muş; fakat 19 mayıs 1947 de Sayın İnönü’nün irat buyurduğu nutuk, bu noktaya cevap olmakla beraber şüp­ heli zihinlerde doğrulan istifham işa­ reti, çöreklenmiş bir yılan olmaktan

kurtarılamamıştır.

Bu cihetin hallini zamana ve ye­ rine bırakarak dâvanın, olmadığı id­ dia edilen vasıflarına geleyim. Dâ­ va şüphe edihniyecek şekilde bir parti dâvası şekline sokulmuştur. Bu­ nu ispat külfetini benden, kendi i- fadeleriyle almış olan sanığa müte­ şekkirim.

Hele “şahıslar mücadelesi olmadı­ ğı., hususuna gelince, bunda hiç bir İnsaf sahibi; sanığın savunma tanığı olarak şahadetine müracaat •ettiği vatandaşların benim siyasi hasımla- nm olduklarını ve şeflerinin ise ö- lünıümü istiyen bir İnsan bulunduğu­ nu gözden kaçınmamıştır. Bu haki­ katleri bİlmiyen vatandaşlarım ise biraz sonra bunun nc kadar böyle olduğunu anlıyacaklardır.

Sayın yargıç,

işte böyle bir anayasa ve rejim meselesi karışmış, siyasi parti kav­ galarına ve böyle şahsi dedikodulara bulaştırılmış bir dâvayı görmektesi­ niz. Eminim ki, vicdannımz, adalet kürsüsündeki bu kadar yıllık tecrü­ beniz ve bilginiz; bu karma karışık manzaranın içinden varlığıma yapış­ tırılmış simsiyah hakaret ahtapotu­ nu söküp atacaktır.

Ben güya bu dâvada müşteki ve müdahil "mevkiinde bulunuyorum. F akat bu, sırf dış görünüşten ibaret­ tir. Hakikatte tecavüz edilen ben ol­ duğum gibi dâva /Aüüeıı de benim. Nitekim sanık, kitabının, bir “VflUdft fa a ” dan ziyade “bir İddia” olduğu nu başlangıçta açık olarak söyle­ mektedir. Oflun için sizin, yüksek a- dalet şuurunuza sığınıyorum. Halk huzurunda nasıl kötü bir mevkie dii-j şürülmek İstendiğimi görüyorsunuz. Halin ve istikbalin, gelmiş ve gelecek Türk nesillerinin husumet ve buğzu- na uğratılmam arzu ediliyor. Mad­ disi yapılmayan bir suikasdiıı mâne­ visi nıuvacthesinde bulunduğumu si­ ze arzediyonun. Komünist, İşkence­ ler yaptıracak kadar katı yürekli bir zalim, bir müstebit, btr hunhar adam halinde tasvir edilerek bu su­ ikasta siyasî hayatım hedef küllü­ yor.

Maruzatımın uzunca olmasını ma­ zur görmenizi bilhassa rica ederim,,

(Sonu yarın)

Referanslar

Benzer Belgeler

(Lac Léman) m etrafını geceleri nura gark eden yine bu beyaz kömür dür. Honoré diyor ki « bir kaç manetle mü­ zeyyen bir mermer levhanın arkasına 10,000 ve

Araflt›rmac›lar, daha önce bir morötesi (dalgaboylar›nda parlayan) halka ve optik (görünür) ›fl›kta parlayan s›cak noktalarla ayn› yerde bir X-›fl›n›

Neyzen çok içki içerdi, ben ağzıma koymam; Neyzen sigarayı yutardı, ben tadını bilmiyorum, ama ikimizin bir müştereği var: İkimiz de dilimizi tutamıyoruz. O

[r]

Fakat o tarihlerde de kayık bütün bu vasıtalar İçinde halk tara­ fından kâh ucuzluğu, kâh her an j emre hazır oluşu bakımından ve yük­ s e k sınıf

Mesleki müzik eğitimi öğrencilerinin konser kaygılan ile kişilik özellikleri arasında bir ilişki olup olmadığını saptamak amacıyla Durumluk Kaygı Ölçeği

lej’de ve Almanya’nuı Magdeburg şehrinde yüksek tahsilini ise An­ kara Hukuk Fakültesinde yap­ mıştır. 17 Nisan 1927 de Dışişleri Bakanlığına intisap

Çiçekleri neredeyse tamamen kapalı sikonyum’lar içerisinde hap- sedilen dişi incir ağaçlarının tozlaşmasına ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve