• Sonuç bulunamadı

Latife Tekin’in “Manves City” Adlı Romanında Toplumsal Cinsiyet ve Kadına Yönelik Duygusal Şiddet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Latife Tekin’in “Manves City” Adlı Romanında Toplumsal Cinsiyet ve Kadına Yönelik Duygusal Şiddet"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Serap Aslan Cobutoğlu

*

GENDER AND EMOTIONAL VIOLENCE AGAINST WOMEN IN LATİFE TEKİN’S NOVEL NAMED “MANVES CITY”

ÖZ: Latife Tekin, ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm’den (1983) başlamak üzere son romanı Sürüklenme’ye (2018) kadar hemen bütün eserlerinde, kadın konusuna özel bir hassasiyetle eğilmiş, kadını ev içinde, sosyal hayatta ve çalışma hayatındaki kuşatılmışlığıyla ele almış, toplum tarafından anlaşılmayan kadın, cinsellik, aile içi iletişim sorunları, günümüz toplumunda kadının yeri gibi konulara ağırlık vermiştir. Eril tahakküm yüzünden yok sayılan, ötelenen, hayatları kâbusa dönen kadınların problemlerine kayıtsız kalmayan Tekin, pek çok eserinde, daha çok kadınların maruz kaldığı “çağın hastalığı” görünümündeki şiddet konusunu da türlü boyutlarıyla işlemiştir. Bu perspektiften hareketle bu çalışmada, eserlerinde kadın konusuna getirdiği yeni bakış açıları ile dikkat çeken Latife Tekin’in Manves City (2018) adlı romanı, kadınların en sık karşılaştığı şiddet türü olan duygusal şiddet olgusu etrafında incelenmiş ve bu şiddet türünün toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan kaynakları ve sonuçları üzerinde durulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, kadın, şiddet, duygusal şiddet, Manves City.

ABSTRACT: Latife Tekin focuses on women with a special sensitivity in almost all of her works, from her fi rst novel, Sevgili Arsız Ölüm (Dear Shameless Death, 1983) to her latest novel, Sürüklenme (Drift, 2018). She deals with women at home, in social life and business life in her works. She focused on issues such as sexuality,

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 22, Ekim 2020, s. 79-102.

* Dr. Öğr. Ü., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,

(as-lanserap34@gmail.com), ORCID: 0000-0002-0394-5005. Yazı Geliş Tarihi: 22.10.2020. Kabul Tarihi: 03.11.2020.

(2)

familial communication problems, the place of women in today’s society, and women that are not understood by society. She did not remain indifferent to the problems of women who were ignored, excluded, and whose lives turned into a nightmare due to their masculine rule. In many of his works, Tekin has dealt with the issue of violence, which seems to be the “disease of the age”, which women are exposed to, in various dimensions. From this point of view, in this study, Latife Tekin’s no-vel Manves City (2018), which draws attention with her new perspectives on women in her works, is examined around the phenomenon of emotional violence, which is the type of violence women encounter the most. The sources and consequences of this type of violence based on gender inequality are highlighted.

Keywords: Gender, woman, violence, emotional violence, Manves City.

...

Giriş

İnsanlık tarihi ile birlikte var olan şiddet olgusu, içinde bireysel ve toplumsal temaları barındırması bakımından karmaşık ve anlaşılması güç bir yapı arz etmekte ve günümüzde dünyanın önde gelen sorunlarından birini teşkil etmektedir.

Genel bir tanımlama ile şiddet, “sertlik, katı ve kaba davranış, bedene zor uygulama, bedensel zedelenmeye neden olma, kişisel özgürlüğünü zor yoluyla kısıtlama, büyük güç, haşinlik, rahatça gelişmesini ya da tamamlanmasını engellemek üzere bazı doğal süreçlere, alışkanlıklara yersiz kısıtlamalar getirme” olarak tanımlanmaktadır. Şiddetin yol açtığı zarar ise kişisel ya da toplumsal boyutta yok etme sonucuna kadar varabilmektedir.1

Evrensel bir sorun olan şiddet olgusu tarihten günümüze çok farklı türlerde ve boyutlarda ortaya çıkmakla birlikte, olgunun ortaya çıkma sebeplerinden biri top-lumdaki eşitsiz güç ilişkileri olarak dikkat çeker. Bu ilişkilerden en çok etkilenenler çocuklar, yaşlılar ve toplumda ikincil konumdaki kadınlardır. Aile kurumunu korumak ve devamlılığını sağlamanın, üretim süreçlerinin, önemli şirketlerin, iktidarın büyük çoğunluğunun erkeklerin denetiminde olması sonucu ortaya çıkan ataerkil sistem, kadına şiddetin en önemli sorumlusu olarak görülmektedir.2

Şiddetin bir uzantısı, bir alt başlığı olarak karşımıza çıkan “kadına yönelik şiddet”, bir kişinin cinsiyeti ya da bulunduğu sosyal düzende tanımlanmış rolü dolayısıyla uğradığı fi ziksel, cinsel, psikolojik ya da ekonomik zarar görme anlamına gelen her türlü eylemdir. Kadın olmak şiddete maruz kalmak açısından başlı başına bir risk fak-törüdür.3 Kadına yönelik şiddet, kadının fi ziksel güç kullanılarak ya da korkutularak

1 Atman, “Kadına Yönelik Şiddet: Cinsel Taciz/Irza Geçme”, s. 333.

2 Vural, “Sosyal Politika ve Toplumsal Cinsiyet”, s. 116.

(3)

yıldırılmasıdır ve kadınlara, kız çocuklarına cinsiyetleri nedeniyle yönlendirilen zarar verici çok çeşitli davranışların tümünü kapsamaktadır.4 Birleşmiş Milletler Ekonomik

ve Sosyal Konsey Kadının Statüsü Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Çalışma Gru-bu, aile içi şiddet, toplumsal alanda şiddet ve kamusal alandaki şiddet olmak üzere şiddetin üç tipi olduğunu belirtir.5 Bununla birlikte Birleşmiş Milletler Kadına Karşı

Şiddetin Bertaraf Edilmesi Bildirgesi’nde (1993), kadına yönelik şiddetin kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç dağılımından kaynaklandığı ve birçok kadının genel şid-det kavramı altında farklı şidşid-det tiplerine maruz kalma riski olduğu belirtilmiştir. Bu bildirgede kadına yönelik şiddet şu şekilde tanımlanmaktadır:

Kadına yönelik şiddet, ister kamusal alanda ister özel yaşamda olsun, kadınların fi ziksel, cinsel veya psikolojik hasar görmesine veya acı çekmesine yol açan veya yol açabilecek olan, toplumsal cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi veya bu tür eylemlerle tehdit etme,

keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakma, zorlamadır.6

Toplumsal cinsiyet (gender) fi ziksel farklılıklarımızı (“kadınlık” ve “erkeklik”) ortaya koyan biyolojik cinsiyetten ayrı olarak, sosyokültürel temelli farkları temsil etmektedir. Toplumun kadın ve erkek olmaya yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder. Toplumsal cinsiyete bağlı olarak toplumun kadın ve erkekten yapmasını beklediği kalıplaşmış sosyal roller de toplumsal cinsiyet rolleri olarak adlandırılmak-tadır.7 Toplumun kadına biçtiği roller toplumda kadının sosyal, kültürel, politik ve

ekonomik alanlarda erkeğe göre düşük konumda olmasına yol açmaktadır ki bunun adı cinsiyet ayrımcılığıdır (cinsiyetçilik). Cinsiyetçilik, kadını yönetme, kontrol etme, değersizleştirme veya seks objesi olarak görme gibi düşmanca bir bakış açısına sahip olabileceği gibi, kadını yardıma muhtaç ve güçsüz gören korumacı cinsiyetçilik olarak da karşımıza çıkmaktadır.8 Ataerkil düzenin kadınlara biçtiği bu düşük statü, cinsiyete

dayalı şiddetin ortaya çıkmasında etkendir. Cinsiyete dayalı şiddet, fetüs cinsiyetine göre doğuma karar verme, başlık parası ile evlendirme, okula göndermeme, fi ziksel, duygusal, cinsel, ekonomik istismar, ihmal, tecavüz ya da namus cinayetleri şeklinde görülebilmektedir.9

4 A. Aktaş-Mavili, Aile İçi Şiddet: Kadının ve Çocuğun Korunması, (Elma Yayınevi, İstanbul, 2006). Ayrıca bk. S. Yörük, Kadına Yönelik Şiddet: Antalya Örneği, (YL Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Antalya, 2010).

5 akt. Tekeli, Toplumsal Cinsiyet Çerçevesinde Kadın Mağduriyeti, s. 40.

6 Ertürk, “Kadın Haklarının Uluslararası Hukuki Çerçevesi”, s. 56. Ayrıca bk. Kılıç, Kadına Yönelik

Şiddet, Sosyo-Psikolojik Arka Plan, Manevi Boyut, Hukuki Yaptırımlar, s. 16.

7 Sivri, İşcan, “Kate Chopin’in The Story Of An Hour (Bir Saatin Öyküsü) ve Charlotte Perkins Gilman’ın

The Yellow Wall Paper (Sarı Duvar Kâğıdı) Adlı Öykülerinde Duygusal Şiddet ve Kadın Karakterlerin Kimlik Yansımaları”, s. 35.

8 Ayrıntılı bilgi için bk. Z. Dökmen, Toplumsal Cinsiyet, (Remzi Kitabevi İstanbul, 2009).

(4)

Toplumda cinsiyet eşitsizliği kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında ve tek-rarlanmasında en temel etmenlerden biridir. Bu nedenle gerek kamusal gerek özel alandaki kadına yönelik şiddet, toplumun her alanında var olan cinsiyet eşitsizliğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.10

Kaufman “erkek kaynaklı şiddet davranışlarını yedi farklı açıdan” ele almaktadır. Bunlar “ataerkil yapı”, erkeklerin kadına göre belirli ayrıcalıklara sahip olmasının normal kabul edilmesi anlamına gelen “ayrıcalıklı olma hissi”, birbirinden farklı toplumlarda erkeklerin kadına karşı uyguladığı şiddet eylemlerinin suç olarak görülmesine üstü kapalı bir şekilde değinilmesi ya da hiç yokmuş gibi bahsedilmemesi anlamına gelen “müsaade etme (izin verme)”, erkeklerin kendilerini kadına karşı üstün hissedip, otoriteyi elinde bulundurmak için kadına karşı güç kullanması, yani “erkeklerin güçlü olduğu çelişkisi”, başkalarıyla arasında duygusal mesafe oluşturma isteği olarak ifade edilen “psikolojik erkeklik zırhı”, toplumdaki öğretilerden kaynaklı erkek çocuklarının duygularını gizle-meyi öğrenmesi anlamına gelen “ruhsal bir düdüklü tencere olarak erkeklik” ve toplumun kadına karşı uygulanan erkek egemen şiddeti kabul etmesi, çocuğun ailesinde şiddete tanık olması ya da kendisine uygulanmasını kapsayan “geçmiş deneyimler”dir.11

Tüm bu özellikler toplum tarafından bireylere öğretilen toplumsal cinsiyet öğre-tileriyle ilgili özelliklerdir. Dinç-Kahraman, cinsiyete dayalı ayrımcılığın aile içinde başladığından, kültürel değerlere bağlı olarak kız ve erkek çocukların farklı yön-lendirildiği için toplumsal cinsiyet eşitsizliğine onay veren kadınlar ve erkeklerin yetiştirilmekte olduğundan bahsetmiştir.12 Toplumun kadına atfettiği rol ve beklentiler

yüzünden, kadınlar eğitim, evlilik ve çalışma hayatını etkileyecek konularda karar verip kararlarını uygulayamamaktadırlar. Toplumsal cinsiyet kültürel açıdan erkeği yüceltip kadını daha az değerli kılmaktadır.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne göre kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da kadınları orantısız olarak etkileyen şiddet”13 olarak tanımlanmaktadır. Bu açıdan

bakıldığında kadına yönelik şiddetin en önemli sebebini toplumsal yapıdaki erkek egemen bakış oluşturmaktadır. Söz konusu erkek egemen ideoloji, siyasal, sosyal, ekonomik vb. yapılarda şiddeti doğurmakta, beslemekte ve en önemlisi de kadınların yardım almalarını engelleyerek şiddetin sürmesini sağlamaktadır.14 Diğer bir deyişle

kadına yönelik şiddeti üreten dinamikler, yalnızca aile içinde değil, toplumun

hukuk-10 Bilican-Gökkaya, “Türkiye’de Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri”, s. 169-170.

11 akt. Pehlivan, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet Algısı, s. 46-47.

12 Dinç-Kahraman, “Kadınların Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Yönelik Görüşlerinin Belirlenmesi”, s.

30-35.

13 akt. Pehlivan, a.g.e., s. 66; Demirgöz-Bal, “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış”, s. 23. 14 Başar, Demirci, “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet”, s. 43.

(5)

sal, sosyal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısındaki ayrımcı ve kadını erkeğe bağımlı kılan mekanizmalarından kaynaklanmaktadır.15 Bu bağımlılık durumu

ise çoğu kez kadınları eril şiddet olgusu ile karşı karşıya bırakır. Eril şiddet, “yaş, sınıf, cinsiyet ve etnisiteye dayalı hiyerarşilerle yapılandırılmış ve en güçlünün kazanacağı biçimde örgütlenmiş davranışlar bütünü olarak tanımlanabilir. ‘Düzen’, ‘disiplin’, ‘terbiye’, ‘namus-şeref’ gibi ahlaki değerleri merkezine alan ve en temel tekniği her türden şiddet olan toplumsal ve siyasal ilişkiler biçimi”dir.16

Kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle mücadele için imza-lanan ilk uluslararası sözleşme İstanbul Sözleşmesi’dir. 2016’da yürürlüğe giren bu sözleşmenin ilk imzacısı Türkiye’dir. İstanbul Sözleşmesi toplumsal olarak kadın ve erkeklerce inşa edilen roller, kadın-erkek eşitsizlikleri ve kadına şiddet ile mücadele edilmesi gerektiğini vurgular. Sözleşme, kadına şiddeti önlemeyi, kadını korumayı, fail-lerinin cezalandırılmasını ve politikalar ile şiddetin sonlandırılmasını amaçlamaktadır.17

Kadına yönelik şiddet dendiğinde ilk akla gelen genellikle fi ziksel şiddet olmakla birlikte cinsel, ekonomik, sözel şiddeti de kapsayan psikolojik şiddet de şiddet döngü-sünde yer almaktadır. Duygusal şiddet kadınların en sık karşılaştığı şiddet türüdür ve çoğunlukta şiddetin ruhsal anlamda kadını zayıfl atan, ezen, baskılayan ve gelişimini engelleyen yönüne vurgu yapar.

Duygusal şiddet, başlı başına bir şiddet türü olup tek başına uygulanabildiği gibi aynı zamanda farklı şiddet türlerinin de bir sonucu olabilmektedir. Örneğin fi ziksel şiddet gören bireyin ruh haline bakıldığında, gördüğü şiddet sonucunda değersiz olduğu hissine kapılması, özgüveninin kırılması, depresyona girmesi ya da sosyal ortamlardan soyutlanması olasılığı yüksektir. Benzer şekilde cinsel şiddet gören biri için de bu şiddetin fi ziksel boyutundan ziyade psikolojik boyutu daha ağır olmakta ve kişide onarılması uzun zaman gerektiren etkiler bırakabilmektedir.18

Psikolojik olarak da adlandırılan duygusal şiddet, bir kişinin sosyal itibarını, özgüvenini yok etme, kişiyi değersizleştirme, sosyal ortamlardan dışlama, taciz etme gibi etik değerler içermeyen ve ahlaki olmayan davranışlardır ve kişiye ruhsal yönden baskı yaparak kişinin duygu ve düşüncelerinin, duygusal isteklerinin yok sayılması anlamına gelmektedir.19 Kadınlar üzerinde en çok tahribat bırakan şiddet türü

özelli-ğiyle dikkat çeker. Kadının duygu, düşünce ve isteklerinin önemsenmemesi, kadına söz hakkı verilmemesi, psikolojik baskı ve zorbalık yapılması, kadını zorla evde tutma,

15 Bilican-Gökkaya, a.g.m., s. 170. 16 Sancar, Erkeklik: İmkânsız İktidar, s. 216. 17 Vural, a.g.m., s. 116.

18 akt. Bulut, Şiddete Maruz Kalan Kadınların Neoliberal Feminizm ve Kültürel Feminizm Bağlamında

Hayata Tutunma Biçimleri, s. 13.

(6)

sosyal yaşamına müdahale etme, arkadaşlarıyla ve ailesiyle görüştürmeme, duygu ve düşüncelerini değersiz görerek kadını ezme, aşağılama, sözle, jest ve mimiklerle korkutma, sindirme, yüksek sesle konuşma, hakaret etme, incitici sözler söyleme, sevgi göstermeme, reddetme, küsme, göz dağı verme, yaptığı her şeyi aşağılama, de-ğersizleştirme, fi ziksel görüntüsüyle ilgili hoş olmayan şeyler söyleme, giyim, saç ve davranışlarına müdahale etme, kadını sürekli olarak eleştirip beğenmeme, konuştuğunda onu dinlememe, düşüncesini açıklamak istediğinde baskıyla onu durdurma, çocukları ile tehdit etme en çok maruz kalınan psikolojik şiddet uygulamaları arasındadır.20

Duygusal şiddet bireyleri yavaş yavaş öldüren bir şiddet ya da istismar türüdür. Bazı kaynaklarda sözel şiddet olarak da açıklanmaktadır. Pek çok kişinin yaşadığı, ancak boyutlarının farkına varamadığı sözlü saldırı kişinin konuşarak ya da yüz hareketle-riyle karşısındaki bireyi ürkütmeye çalışması, korkutması, eziyet etmesi, maksadıyla uygulanır. Günümüzde hemen her yerde karşılaşılan sözel saldırı durumları, bireyin önem verdiği şeyleri görmezden gelmek, bireyin onurunu kırıcı sözler söylemek, bireye takma isimler, sıfatlar koymak, sürekli olumsuz cümleler ve hakaretlere yer vermek gibi sözel şiddet davranışlarını kapsamaktadır.21

Duygusal bir saldırı ve taciz türü olan psikolojik şiddeti hayatın hemen her ala-nında, evlerde, iş yerlerinde, hastanelerde, okullarda, sosyal ortamlarda ve hatta toplu taşımalarda görmek mümkündür.22 Bu kadar sık maruz kalınan bir şiddet türünün yasal

düzenlemelerle kontrol altına alınması ise diğer şiddet türlerine oranla, ispatının çok daha zor olması sebebiyle çok da mümkün olamamaktadır.23

Kadına yönelik şiddet açısından dünyada 9. sırada görülen ülkemizde yapılan araştırmalar, kadınların %39’unun fi ziksel şiddet, %15’inin ise cinsel şiddet mağduru olduğunu göstermiştir24 Yine ülke genelinde evli kadınların %44’ünün hayatlarının

herhangi bir döneminde duygusal istismar eylemlerinden en az birine maruz kaldığı 2009’da KSGM tarafından yapılan bir araştırmada tespit edilmiştir. Ayrıca kadınların %37’si eşlerinin küfür ettiğinden, %25’i aşağılanıp küçük düşürüldüğünden ve %19’u korkutulduğundan ya da tehdit edildiğinden bahsetmiştir.25 Bu verilere evli olmayan

20 Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, T.C. Başbakanlık Aile

Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s. 20; Akın, “Aile İçi Şiddet ve İç Hukuktaki Yerinin İncelenmesi”, s. 32; Aytaç vd., “Kadına Yönelik Şiddetin Dünü Bugünü Yarını: Kestirim Tabanlı Bir Araştırma”, s. 280-282; Turan, “Kadına Yönelik Şiddet”, s. 143-144; Ünal, “Aile içi şiddet”, s. 2. 21 Yetim, Şahin, a.g.m., s. 49.

22 Bulut, a.g.e., s. 13.

23 Aka, Neoliberal Zamanlarda Kadına Yönelik Şiddet, s. 75.

24 akt. Taşkale, Soygüt, “Kadın Sığınma Evlerinde Kalan Şiddet Mağduru Kadınlar: Demografi k ve

Sosyoekonomik Bir İnceleme”, s. 4.

25 Ayrıntılı bilgi için bk. D. Şenol, S. Yıldız, Kadına Yönelik Şiddet Algısı: Kadın ve Erkek Bakış Açılarıyla, (Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları, Ankara, 2013).

(7)

kadınlar ve kız çocuklarının gerek özel (aile içi), gerekse kamusal (okul, iş, sokak, ortak alanlar vb.) alanda maruz kaldıkları duygusal şiddet de eklendiğinde ülkemizde görülen psikolojik şiddetin boyutları üzücü bir şekilde açığa çıkmaktadır.

Günümüzde tüm dünyada kadına yönelik şiddetin, bireysel bir sorun değil, tüm toplumu ilgilendiren evrensel bir sorun olduğuna ilişkin bakış açısının izdüşümleri, bilimden sanata hemen her alanda varlığını hissettirmektedir. Bu bakımdan “çağın hastalığı” konumundaki şiddet olgusunun yansımalarının edebiyatta da görülmesi ka-çınılmazdır. Gerek dünyada gerek ülkemizde pek çok yazar edebi metinleri aracılığıyla kadına, çocuğa şiddet temalarının altını çizmekte, kadın sorunlarını, kadının ataerkil toplumdaki ezilmişliğini, maruz kaldığı psikolojik şiddeti ve kadının iç dünyasını eser-lerinde gözler önüne sermektedir. Türk edebiyatında erken dönem metineser-lerinde (İntibah, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Sergüzeşt, Çengi, Muhadarat, Yolpalas Cinayeti, Acımak, Kiralık Konak, Yaprak Dökümü, Dikmen Yıldızı, Mev’ud Hüküm gibi) şiddet olgusuna, eğitim, aile kurumu ve esaret temleri altında yer verilmeye çalışılmış olmakla birlikte şiddet olgusu bu metinlerde daha çok “entrik unsur”26 görünümüyle dikkat çekmiştir.

1980 sonrası yazınında ise kadına yönelik şiddet olgusu entrik bir unsur olmaktan çıkıp bireysel, toplumsal bir sorun olarak görülmeye başlanır. Bunda elbette kadına yönelik şiddet olgusunun Türkiye’de daha çok 1980’li yıllardan itibaren tartışılagelmesinin de payı büyüktür. Bu süreçte Latife Tekin, Leyla Erbil, Ayla Kutlu, İnci Aral, Erendiz Atasü, Feride Çiçekoğlu, Nezihe Meriç, Pınar Kür, Sevinç Çokum gibi özellikle pek çok kadın yazarımızın eserlerinde kadın sorunlarının, ataerkil sistemin dayatmalarının, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının, kadına yönelik şiddet olgusunun tartışıldığı görülür. Bu açıdan Türk edebiyatı Tanzimat’tan günümüze kadın, kadın sorunları, kadına şiddet konularında araştırma yapacaklar için oldukça verimli bir mecraya sahiptir.

Bu bağlamda bu çalışmada, kadın konusuna eserlerinde özel bir hassasiyetle eği-len, kadını ev içinde, sosyal hayatta ve çalışma hayatındaki kuşatılmışlığıyla ele alan, eserlerinde toplum tarafından anlaşılmayan kadın, cinsellik, aile içi iletişim sorunları, günümüz toplumunda kadının yeri gibi konulara ağırlık veren Latife Tekin’in Man-ves City27 (2018) adlı romanı üzerinden kadınların en sık karşılaştığı şiddet türü olan

duygusal şiddet olgusu toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında değerlendirilmiştir. Romanda ayrı bir çalışmayı gerektirecek kapsama sahip fi ziksel, cinsel, ekonomik şiddet türleri de görülmekle birlikte en yoğun olarak işlenen şiddet türü duygusal şiddet olarak dikkat çeker. Bu bakımdan çalışmada kadına yönelik duygusal şiddetin toplumsal cinsiyet temelli nedenleri üzerinde durulmaya çalışılacaktır.

26 Yılmaz, “Türk Romanında Aile İçi Şiddet Teması”, s. 146.

27 Çalışmada eserin Can Yayınları’ndan çıkan 2. baskısından yararlanılmış olup, eserden yapılan alıntılarda sadece sayfa numarası bilgisi verilmiştir.

(8)

I. Romanın Konusu

Manves City, Türkiye’nin büyük şirketlere teslim olan bir beldesinde, Erice’de ya-şananları gözler önüne sermektedir. Romanda, ikisi de çocuk yaştan itibaren anneleriyle işe giden, yetişkinliklerine kadar birbirlerine yol arkadaşlığı yapmış iki dostun Ersel ve Nergis’in macerasına, onların tükenen geçmişine, sanayi ve fabrikalaşma sonucu Manves City’e dönüşen Erice’nin yok oluş sürecine tanık oluruz. Elbette bu yok oluş sürecinde özellikle kadınların mağduriyeti, çaresizliği, ezilmişliği, kadına yönelik toplumsal cinsiyet temelli bakış açıları ve eşitsiz güç ilişkilerinden doğan baskılar ön plana çıkmaktadır. Romanda kadın sorunları ve kadınların maruz kaldıkları şiddet konusu daha çok roman karakteri Nergis’in köşe yazıları, Ersel’e yazdığı mektuplar, Zeynur’un not defteri ve Ersel’in hapisten çıktıktan sonra üvey kızı Eda’yı ararken gördüğü, işittiği hadiseler aracılığıyla okura aktarılır.

Romanın ana kahramanı Nergis, çocukluğu Erice tarlalarında, saman balyaları-nın üzerinde geçmiş, eşinden boşanmış, iki çocuğu ile yaşam mücadelesi veren bir kadındır. Tarlalarda, çeşitli fabrikalarda, tezgahlarda çalıştıktan sonra bakım evinde iş bulmuştur. Aynı zamanda “Erice Postası” adlı gazetede on beş günde bir köşe yazısı yazmakta ve gazetenin reklam işleri ile uğraşmaktadır. Boşandıktan sonra çocukluk arkadaşı Ersel’in üvey amcası Serco ile birlikte yaşamış, ancak Serco, Nergis’i terk ederek Ersel’in sevgilisi Zeynur’la kaçmıştır. Nergis terkediliş, işsizlik ve günden güne olumsuz anlamda değişen Erice dolayısıyla kendisini duygusal bir çöküşün içinde bulur. Bu süreçte yeni bir yaşam umuduyla Erice’yi terk eder, ancak umduğunu bulamayarak yeniden Erice’ye döner. Döndükten sonra hayatı paylaşabileceğini düşündüğü bir adamla nikahsız olarak yaşamaya başlar. Adamın gerçek yüzünü görmesi ise zaman almaz. Bu adam da Nergis’i aldatır ve birlikte yaşadıkları eve başka kadınlar getirmeye başlar. Nergis artık tek başınadır ve Veysi Bey’in yardımıyla bulduğu hastabakıcılık işinde ve gazetede çalışmaktadır. Ersel romanda Nergis’in çocukluk arkadaşı ve gençlik aşkı olmakla birlikte daha çok Zeynur’un kızı Eda’nın üvey babası olarak karşımıza çıkar. Fabrikadaki bir direnişte iftiraya uğrayarak beş yıl hapis yatmıştır. O hapisteyken nikahsız yaşadığı Zeynur, kendisinin üvey amcası Serco ile kaçmıştır. Ersel hapisten çıktıktan sonra bir taraftan iş bir taraftan da kayıp üvey kızı Eda’yı aramaktadır. Eda’yı ararken Erice’nin ve insanların değişimine bizzat o da tanık olur. Zeynur, kocası hapse girdikten sonra bir çocuğunu kocasının ailesinin yanında bırakarak karnındaki diğer bebeğiyle Erice’ye kaçmıştır. Ersel’le tarlada çalışırken geçirdiği bir kriz sırasında ta-nışırlar. Ersel, Zeynur’a ve doğacak bebeğine (Eda) sahip çıkar. Ersel hapse girdiğinde Zeynur’un kızı 9 yaşındadır ve o hapisteyken Zeynur kızını Nergis’e bırakarak Nergis’in birlikte yaşadığı Serco ile kaçar. Bir kaç ay sonra ise Zeynur da Serco tarafından terk edilir ve romanın sonunda Zeynur’un bir akıl hastanesinde olduğu bilgisine ulaşılır. Eda annesinin kendisini terk etmesinden sonra Nergis’in himayesindedir. Nergis onu

(9)

kendi evlatlarından ayırmasa da Eda hem annesi hem babası tarafından terk edilmiş bir çocuk olmanın travmasını yaşar. Bu travma onun yaşayacağı sonraki olayları da tetikleyecektir. Hayatındaki boşluklar onu sömürüye açık bir çocuk haline getirir. Okumada gözü olmayan, internete merak salan Eda, kısa süre içinde Zeynur ortadan kaybolduktan sonra ortaya çıkan üvey teyzesinin ve genç kızları tuzağına düşürüp para karşılığı çıplak fotoğrafl arını çeken fotoğrafçı Gökçay’ın etkisiyle uyuşturucu ve porno tuzağına düşecektir. Eda romanda kayıptır, kendisini arayan Ersel’den habersizdir. Tüm Erice’nin Eda’yı arama konusundaki uyarısına aldırış etmeyen Ersel, romanın sonunda Eda’yı elinde tutan fabrika sahibi Vedat Bey’in ailesinin tuzağına düşer. Vedat Bey lüks villasında ölü bulunmuştur ve katil zanlısı olarak Ersel tutuklanmıştır. Eda ise yüzü, boğazı parçalanarak öldürülmüş ve bir tarlanın kenarına atılmıştır. Romanda zamandizimsel unsurlar geriye dönüş tekniği ile verilmiştir. Bu nedenle olayın akışında Nergis hasta bakıcıdır ve gazetede çalışmaktadır, Ersel hapisten çıkmıştır ve Eda’yı aramaktadır, Eda kayıptır, bedeni ve ruhu meta haline getirilmiştir, Zeynur ise akıl hastanesindedir. Ersel’in, Zeynur’un, Nergis’in ve onların etrafındaki kişilerin geçmişi ise geriye dönüş tekniği ile çoğunlukta da köşe yazılarında, mektuplarda ve Zeynur’un defterinde dile getirilmektedir. Romanda bir taraftan da Nergis’in köşe yazılarında yer bulan tabiat harikası Erice’nin geçmişi saklıdır.

II. Manves City’de Toplumsal Cinsiyet ve Duygusal Şiddetin Yansımaları

Kişinin bedeninden çok ruh sağlığını hedef alan duygusal şiddette, kadın duygu-sal yaralar alır: “Elbette duyguduygu-sal şiddetten dolayı ölmeyiz en azından fi ziksel olarak ama hasar oradadır, çok gerçektir ve acı vericidir. Eğer tanınmaz ya da ilgilenilemez ise tedavi edilemez”.28 Yaşanan bu duygular arasında eksiklik, güçsüzlük, korku,

utanma, suçluluk, tükenme, kızgınlık, yabancılaşma ve yalnızlık başı çeker. Değişen yaşam koşullarında değişmeyen rollerin eşitsizlik yarattığı, toplumsal cinsiyete dayalı rollerin kadınları kuşattığı, kadının başarılı olmasına izin verilmediği Manves City’de, “biyolojik farklılıkların toplumsal algılara göre şekillendiği ve özgür bir insan olarak var olma şansının bile çoğu kez olmadığı durumlarda yaşamaya yazgılı kadınlar”29,

bu duyguların hemen hepsini derinden yaşarlar.

Manves City, diğer şiddet türleri ile birlikte psikolojik şiddetin çok daha ön planda olduğu bir romandır. Gerek fi ziksel, ekonomik şiddet, gerek sosyal koşulların, yaşama koşullarının ağırlığı, gerekse toplumsal cinsiyete dayalı erkek egemen bakış ve geçmiş

28 Akt. Kartal-Güngör (2018), “Eliette Abécassis’in La Répudiée (Boşanılan Kadın) Adlı Romanında

Toplumsal Cinsiyet ve Kadına Yönelik Duygusal Şiddet”, s. 205.

29 Türkyılmaz, “Maya Angelou’nun I Know Why The Caged Bird Sings (Kafesteki Kuş Neden Şakır,

(10)

deneyimler romanda psikolojik şiddeti doğurmaktadır. Eserde şiddetin bu türünün boyutları daha çok Nergis’in mektuplarından, köşe yazılarından ve Eda’nın annesi Zeynur’un defterine tuttuğu notlardan yansıtılmaktadır. Bunlarda ise Erice kadınlarının yaşadığı buhran, açmaz, çaresizlik, yoksunluk, mücadele çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Aslında bütün bir toplum (Erice halkı) aynı tükenişin kıskacındadır. Erice’nin ileri teknoloji fabrikalarla Manves City’e dönüşmesinin, bu dönüşümün Erice halkı, özellikle de kadınları üzerindeki yıkıcı, yozlaştırıcı etkisinin anlatıldığı romanda, ağır çalışma koşulları altında giderek içine kapanmaya ve sessizleşmeye başlayan Nergis, “gecesinden gündüzünden artırdığı vakitlerde” (s. 11). Ersel’e yazdığı mektuplarında ve gazetedeki köşe yazılarında nasıl bir yıkıma uğradıklarını anlatır. Bu bakımdan ümidi tükenen Nergis, Erice’den çıkmanın yollarını aramaktadır. Tu-tunmak, ayakta kalmak için bir hayatı yaşıyor gibidir. Aslında Nergis’in nezdinde tüm Erice kadınları benzer duygular içindedirler. Kaderlerine boyun eğiş söz konusudur. Kaderlerinde avutmayan sözü dinlemek yoktur: “Acıyı sızıyı dindirmeyen söz kulağa işlemez, savrulup gider” (s. 12).

Nergis’in köşe yazılarından Erice’nin uğradığı çevresel tahribata paralel bir biçimde Erice’deki insanların da içinde bulundukları bunalımın, üzerlerindeki baskının, şiddet uygulamalarının arttığı anlaşılır. Şiddet toplum yapısına göre farklılık göstermekle birlikte aynı toplum yapısında da şiddetin niteliği ve niceliği konusunda zaman içinde değişiklik görülebilir. Balcıoğlu, bu durumun sosyal değişme süresi ile alakalı olduğunu söyler.30 Bu bakımdan Erice’de görülen duygusal şiddette ve boyutlarında Erice’nin

Manves City’e dönüşmesi ve buna bağlı olarak Erice halkının geçirdiği sosyal değişimin etkisi büyüktür. Erice’deki fi ziksel değişim, alışılmış geleneksel değerlerle çatışır. Bu yeni düzen ise değişen boyutuyla psikolojik şiddeti beraberinde getirir. “Kadınların adak yeri, dilek pınarı Üç Oluk kuruduktan sonra dünya dönse bize ne, dönmese ne?” (s. 33). Çarşısı yalan olan Erice gibi Nergis’in de çocukluğu yalan olmuştur. “Kadına yaşamak istediği ayrıcalıkları çok görmen doğru mu? Benim Erice’m” (s. 45).

Erice insan yığınları ile dolup taşmadan önce sabahları, tarlaya, fabrikaya gülü-şerek giden kadınlarla doludur. Ancak bu değişim seline en çok da kadınlar hazırlıksız yakalanmışlardır. Zira işe gitmek için asfaltta minibüs beklerken kamyonetlerden, ara-balardan bakışlar onlara doğru uzanmaktadır. Kadınlar, pazara ayakkabı, parça kumaş getirip döken satıcıların kornalarına maruz kalırlar. Alışveriş sırasında taciz edilirler. Bu noktada kadınlara sırf kadın oldukları için olumsuz davranışlarda bulunulduğundan ve kadınların toplumsal cinsiyete dayalı bir “ayrımcılık”a maruz bırakıldıklarından söz etmek mümkündür. “Ayrımcılığın yaratılmasında ve sürdürülmesinde kullanılan araçların başında, şiddet gelmektedir.”31 Nitekim sataşmalar yüzünden kadınların

psi-30 Balcıoğlu, Şiddet ve Toplum, s. 19.

(11)

kolojileri bozulmuştur. Yardımlarına koşacak bir psikiyatrist de yoktur. Nergis çalışıp kendi paralarını harcayan kadınlar olmalarının erkekleri utanılacak davranışlara sevk ettiğini düşünür. Bakıldığında “Evlilikte şiddete başvurmanın güçsüzlük, yetersizlik duygularını yenme ve özsaygıyı koruma çabası olduğu belirtilmektedir”.32 Şiddete

başvuran erkeklerin çoğunluğunun ise yetersiz kişilik gösteren, iletişim yeteneği olma-yan, ruhsal gelişimini tamamlamamış kişiler olduğu ileri sürülür. Bu açıdan Nergis’in de sözlerinde ifadesini bulduğu gibi romanda, kocası/sevgilisi ile aynı konuma gelen yahut ekonomik anlamda ona “bağımlı” olmaktan kurtulan çalışan kadınlar, kendilerini bu durum karşısında güçsüz ve yetersiz hisseden erkekler tarafından şiddete maruz bırakılırlar. Bununla birlikte beraberliği bitmiş yalnız kadınlar vaktiyle serbestçe do-laştıkları huzurlu günlerini özlemektedirler. Eskiden geceleri dışarıda serbestçe dolaşan kadınlara ıslık bile çalınmazken artık kadınlar tek başlarına sokağa çıkmaktan korkar olmuşlardır. Onlar için yaşadıkları hayatın bir kıymeti kalmamıştır. Ümitsizdirler. Bu bakımdan Erice geçmişte kadınlar için güvenlik ve huzur çağrışımları ile romanda yer alırken artık tüm cazibesini yitirmiş, “tekinsiz” bir “bölge”ye dönüşmüştür: “(...) ümitsizliğimizi aşmak için hepimiz adına sorup hatırlatmak istiyorum. Kadınlar için şirin bir ilçe değil miydin sen? Beni Erice’m” (s. 32).

Özellikle Nergis çocukluk anılarının getirdiği yoğun duygularla bağlı olduğu bu değişen/dönüşen Erice’de kendini kuşatılmış hisseder ve Erice’den çıkış yolu arar. Bu durum bize kahramanın mekân ve duyguları arasında, yaşamı ve dünyası arasındaki sıkışmışlığını gösterir. Zira Erice onun hem iç hem dış dünyasıdır. Hem sığındığı, hem kaçmak istediği yuvasıdır, “ev”idir. Bu durum dış dünyanın da etkileriyle birlikte üzerindeki baskıyı yoğunlaştırır.

Romanda duygusal şiddetin ortaya çıktığı alanlardan biri özel alan olarak nitelen-dirilen aile içidir. Aile içi şiddet “aile üyelerinden biri tarafından aynı ailedeki bir diğer üyenin yaşamını, fi zik veya psikolojik bütünlüğü veya bağımsızlığını tehlikeye sokan, kişiliğine veya kişilik gelişimine ciddi boyutlarda zarar veren eylem veya ihmal”33

olarak tanımlanmaktadır. Romanda Manves’e dönüşen Erice’de yaşayan kadınların halihazırdaki sorunlarının temelinde aileleri tarafından maruz bırakıldıkları duygusal şiddet bulunmaktadır. Hemen hepsi anne yahut babaları tarafından terk edilmiş, ebe-veynleri tarafından yeterince sevgi ve ilgi görmemiş, aile bağları kuvvetli olmayan, fi ziksel olduğu kadar duygusal anlamda da aidiyet problemi yaşayan kimselerdir. Bu nedenle hayat karşısında kendilerini yenik hissederler. Bu ezilmişlik duygusu kadınların koca, sevgili evinde ve iş yerlerinde uğradıkları şiddeti kaderlerinin bir parçası olarak görüp normalleştirmelerine neden olur. Zira onlar için kaderden kaçış olmadığı gibi şiddetten de kaçış yoktur. Bu nedenle romandaki kadın karakterlerden Vedanur, Zeynur

32 Balcıoğlu, a.g.e., s. 22. 33 Ünal, a.g.m., 2.

(12)

ve Nergis’e şiddet uygulayan Suriyeli kadın gibi bazıları şiddetin üreticisi konumuna gelirler. Yapılan araştırmalar da şiddet olgusunun sosyalleşme süreci içinde öğreni-lerek içselleştirildiğini ve kuşaktan kuşağa aktarıldığını, özellikle aile içinde şiddet davranışlarına maruz kalan çocukların ileriki hayatlarında şiddet davranışı gösterme olasılıklarının yüksek olduğunu göstermektedir.34

Nergis, annesiyle işe giden, mevsimlik çadırlarda hasatçı kadınların elinde eteğinde büyüyen (“etekçi”), annesinin hatırına hayatta kalan, baba hasretiyle kavrulan ve an-nesine kötü laf getirmekten korkan çocuklardandır. Babası, üçüncü karısı ve yüzlerini bile görmediği üvey kardeşleri ile yaşamaktadır. Kitaba, dergiye düşkün olan Nergis, annesinin Erice Halk Kütüphanesi’nde temizlikçi olarak çalıştığı yıllarda okumaya heves eder. Ancak bu umut Nergis’i okutma sözü veren ve annesinin aylığını ödeyen Nazik Hanım’ın ölümü ile son bulur. Çocukluğu Erice tarlalarında, pırasa balyalarının, mısır koçanlarının üzerinde geçen Nergis, belediyenin açtığı kursta tanıştığı Çağdaş’la çocuk denecek yaşta evlenir ve iki çocuğu (Celil, Cesur) olur. Çocuklarının babası, döverek ve eve kilitleyerek fi ziksel şiddet uyguladığı çocuklarına “bir gofret parasını bile” (s. 38) çok gören, kumar peşinde koşan bir babadır ve çocuklarıyla sekiz yıldır görüşmemektedir. Romanda eşinden ayrılma aşamaları verilmemekle birlikte Nergis çocukluk arkadaşı ve aslında gerçekten gönlünü kaptırdığı Ersel’in üvey amcası Ser-co ile nikahsız yaşamış ve onun tarafından da terkedilmiştir. SerSer-co Eda’nın annesi, Ersel’in ise sevgilisi Zeynur ile kaçmıştır. Giderken Zeynur’un kızı Eda’yı Nergis’e bırakmışlardır. Nergis Serco’nun gidişinin ardından iki çocuğu ve Eda ile bir başına kalmıştır. Bu terkedilişin ardından benliği zedelenmiş ve özgüven duygusunu yitirmiş Nergis’in bir kadın olarak korkularına, kaygılarına tanık oluruz. Bu kaygıların odağında ise erkek bakış açısı vardır. Zira Nergis, “hatalı ürün deposundan Erice pazarına indi-rilen ucuz mala dönmekten” (s. 16) korkmaktadır. Bu korkunun temelinde toplumsal cinsiyet süreçleri içerisinde yer alan toplumsal cinsiyet kalıp yargıları yatmaktadır. Kalıp yargı kadın ve erkeklerin barındırması gerektiği düşünülen davranışlara ilişkin genellenmiş katı düşüncelerdir.35 Bu açıdan romandaki bu durum dul kalan, boşanan ya

da ayrılan kadınlara erkek egemen toplumun bakış açısını yansıtan eleştirel bir geçiştir. Erkek egemen dünyada kadını meta olarak, nesne olarak gören bakışın ifadesidir. Hele kadının başı bozulmuşsa, “erkeksiz” kalmışsa, ona kol kanat gerecek “kimsesi” yoksa durum daha da içler acısı hal alır. Bu anlamda Nergis’in korkusu tam da erkek egemen dünyada kadının nesneleştirilme, her açıdan sömürülme ve düş(ürül)me, tutunamama korkusuna tekabül etmektedir. Zira kadından beklenen tam da bu “düşüş”tür.

Benzer şekilde Nergis, Serco’nun Zeynur’la gidişinin ardından kendisinin “uygun-suz teklifl ere açık” (s. 46) hale geldiğini de düşünmektedir. “Serco gidip de yatağı boş

34 İçli, Türkiye’de Kadın Suçluluğunun Aile İçi İlişkiler ve Aile Yapısı Açısından İncelenmesi, s. 151. 35 akt. Tekeli, a.g.e., s. 18.

(13)

kalınca Erice’nin vatanperverleri onu öyle daraltmıştı ki, kalbine soracak olsa hiçbir erkeğe tahammül etmesine izin çıkmazdı” (s. 46). Nergis’in kendisini bu yollu algılama biçiminde çevrenin etkisi büyüktür. Bakıldığında “benlik gelişimi, çevrenin büyük ölçüde belirlediği sosyal bir olgudur. Çünkü birey benliğini, kendini diğer insanların gözleriyle görüp, onların kendisine olan tepki, tutum ve davranışlardan çıkardığı so-nuçla algılar. Bunlar da kendini algılama yoluyla birey tarafından yorumlanarak benlik kavramının içlemini, değerler sistemini oluşturur.”36 Bu bakımdan Nergis’in kendini

algılama biçimi de tanımdakine paralel biçimde gelişir. Erice’de gerek sosyal alanda gerekse kamusal alan olan iş ortamında erkeklerin, şefl erin, patronların bakışı Nergis’in kendini algılama biçimini şekillendirmiştir. Nergis’in “ucuz mala dönme” korkusunun altında erkeğin kadına olan olumsuz bakışı yatar. Nergis bu algının etkisiyle üzerin-deki baskıyı çok daha yoğun hisseder. Buna iş ortamındaki baskılar da eklendiğinde yaşadığı duygusal şiddet sonucu çevresiyle birlikte kendi kimliğine de yabancılaşır.

Ayakaltına itelenen, yüzü gözü çarpılıp da yüreği her şeye, herkese karşı soğuyana kadar iyilik aranarak orta yerde yalnızlaşıyor, acı bir boşanışla ifadesi çöküyordu sonunda, ken-dini yedirdikçe yedirmeye başlıyordu artık. Mevlam kimseye kuyunun dibi yok dedirtecek korku yüzü göstermesin (s. 20).

“Kadınların özgürleşmesi, her şeyden önce sahip oldukları ve uygun buldukları araçlarla kendilerini özgürleştirme iradelerine”37 bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında

romanda kadınlar için çalışma hayatı bir anlamda özgürleşme alanı gibi düşünülse de burada da “efendi”lerin baskısı yoğun olarak hissedilir. Zira romanda iş ortamı duygusal şiddetin en çok görüldüğü yerlerden biri olarak dikkat çeker. “İş yerinde psikolojik şiddet” ifadesini ilk kez kullanan Brodsky’e göre psikolojik şiddet, başka-larını yıpratmak, eziyet etmek, engellemek ve tepki almak amacıyla tekrarlanan ve süreklilik gösteren ve yöneldiği kişi üzerinde baskı yaratan, kişiyi korkutan ve yıldıran davranışlardır.38 Leymann ise iş yaşamında bir veya daha fazla kişiye yönelik sistematik

olan düşmanca ve etik dışı iletişim kurma biçimini “psikolojik terör” olarak tanım-lar.39 Romanda özellikle iş yeri olarak beliren fabrikalarda bu tanımlardakine benzer

biçimde kişiyi korkutmak ve yıldırmak adına âdeta “psikolojik terör” uygulanmakta-dır. Zira Nergis gibi çalışanlar üzerindeki baskı o kadar yoğundur ki “inciltilmenin, kırılmanın da ötesinde kelimelerin yetersiz kaldığı bir durum yaşanıyor”dur (s. 17). Manves fabrikalarında ihtiyaç molası aşıldığında çay molası izni kaldırılır, suiistimal

36 akt. Sivri, İşcan, a.g.m., s. 39.

37 Collin, Kaufer, Feminist Güzergah, s. 207.

38 akt. Çobanoğlu, İş Yerlerinde Duygusal Saldırı ve Mücadele Yöntemleri, (Timaş Yayınları, İstanbul,

2005).

39 akt. Turan, İş Yerinde Psikolojik Şiddet (Mobbing): Kişilik Özellikleri ile İş Yükü Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, s. 5.

(14)

bahanesiyle on beş dakikalık dinlenme saatleri iptal edilir, dövmesi olanlara mesai hakkı tanınmaz, sendikalaşmaya karar veren işçiler tehdit ve çeşitli vaatlerle istifaya zorlanır. Sürekli sayısı artan kameralarla izlenen kadınların hiçbir özel alanı kalmaz. Gerektiği kadar su içemezler, yeteri kadar süre verilmediği için tuvalet ihtiyaçlarını gideremezler. Bağırıp çağırmalar, aşağılamalar, bezdirerek kaçırmaya çalışmalar, atılan tokatlar onları yıpratmakta, öz benliklerini zedelemekte, insan olduklarını unutturarak kendi öz saygılarını yitirmelerine sebep olmaktadır.

(...) hayallerin de sona erdiği düşme noktasından geri çekilmeye uğraşıyordu Nergis. Yaşanmaz bir ömür verilmişti onlara, (...) işten atıldıkları anda kendi gözlerinde bile kıymetleri kalmıyordu” (s. 19).

Mobbing iş yerlerinde bireylere işverenleri, amirleri ya da meslektaşları tarafın-dan tekrarlanarak uygulanan duygusal saldırılardır.40 Bir veya daha fazla kişiye, isteği

dışında, kasıtlı olarak yöneltilmiş olan, açıkça utandırmaya, incitmeye, sıkıntı vermeye ve üzüntü duymasına neden olan, iş performansına zarar verici veya hoş olmayan iş ortamı yaratan, tekrarlı davranışlar şeklinde görülür. Bu tekrarlı davranışların psiko-lojik şiddet sayılabilmesi için o davranışın en az altı ay ve haftada bir kez tekrarlan-ması gerekmektedir.41 Çalışma ortamlarında duygusal şiddete maruz kalan ve kendini

koruyamayan mağdurlar genellikle saldırgandan düşük pozisyondaki kimselerdir. İş yerlerindeki şiddetin sebepleri ise yaşam tarzındaki değişmeler, teknolojik gelişmeler, değerlere bağlılığın azalması olarak görülebilir. Kapitalist kültürün egemen kıldığı aşırı rekabet, verimlilik baskısı, bencillik, bireysellik, ahlaki ilke ve değer kaybı, devamlı değişim ve yenilik gibi değerler duygusal şiddeti tetiklemekte artan oranda fi ziksel ve duygusal tahribat yaratmaktadır.42 Romanda diğer çalışanlarla birlikte kadınlar da âdeta

makinelerle yarıştırılmaktadırlar. Onların bedenleri de makinelerin, üretim bantlarının birer parçası gibi görülmektedir. Kimi zaman günlerce evlerine gidemedikleri, gün yüzü görmeden, saatlerce uyumadan çalıştıkları için dikkatleri dağınık olan işçiler, uzuvlarını her an makineye kaptırma riskiyle tehlikeli makinelerde çalışmakta, yorgun bedenlerinin ve iş yerindeki ağır koşulların yarattığı duygusal baskıyı daha yoğun his-setmektedirler. Ayrıca bu durum, Cumartesi Pazar da dahil olmak üzere haftanın her günü aylarca devam etmektedir. Bu bakımdan romanda birden fazla kadına verimlilik, rekabet adı altında sistematik olarak duygusal şiddet uygulanmakta, bu durum hoş olmayan çalışma ortamında kadınları korkutup yıldırmakta, beden ve ruh sağlıklarını olumsuz yönde etkilemektedir.

40 Bulut, Göktürk, “Mobbing: İşyerinde Psikolojik Taciz”, s. 55. 41 Turan, a.g.e., s. 10.

42 Ayrıntılı bilgi için bk. Kök-Bayrak, “İş Yaşamında Psiko-Şiddet Sarmalı Olarak Yıldırma Olgusu

(15)

Romanda kadınların çalıştığı iş yerlerindeki “Psikolojik şiddetin aracı çoğu zaman dildir. Dilsel ifadeler yardımıyla güçsüz olan kişiye şiddet uygulanmaktadır”.43 Sözel

şiddet, Bingölçe’nin deyimiyle “dil dayakları”44, kadına yönelik şiddette erkeğin bir

diğer silahı olarak görülmektedir. Çoğunlukla aile içinde görülebileceği gibi çalışma ortamlarında da şiddetin bu türü ile karşılaşmak mümkündür. Duygusal şiddetin bu boyutuyla yapılmak istenen kadını yıpratmak, kadının kendine olan güvenini yıkmak, öz saygı kaybına sebep olmaktır. Bu saldırılar, bireyin özgüvenini kırıcı şakalar, alaylar, imalar, aşağılayıcı, küçük düşürücü sözler şeklinde gerçekleşebilmektedir. Hakaret, tehdit içerikli sözler, küfür, itibar kaybına neden olan sözler, başkalarının yanında küçük düşürme, hor görme, aşağılama, taciz türünden eylemleri içeren dilsel şiddet, romanda psikolojik şiddetin özellikle kamusal alanda daha çok dil boyutuyla yansıdığını göstermektedir. İşçilerin, dilek-şikâyet kutusuna ilettikleri, cam bardak talepleri, klima odasında namaz kılmak istememe talepleri, gece vardiyasında dört zeytin ve bir domatesle doymadıkları için fazladan yiyecek talepleri, 4-5 saat servis bekleyenlerin servis talepleri, psikolog talepleri vb. reddedilir. CEO’lar dolayısıy-la kimin adına çalıştıkdolayısıy-larından haberleri yoktur. HİKİ (Her İşe Koşan İşçi) odolayısıy-larak “damga”lanmışlardır. Bu nedenle hak aramaları da imkânsız hale gelmiştir. Bunun yanında kadınlara toplumsal cinsiyet rollerinden dolayı fi ziksel ve cinsel şiddete de kapı aralayan sözlü tacizler söz konusudur. Romanda iş yerlerinde “Seni gözüm tuttu. Mim Koydum. Üretim bölümüne alacağım”, “Üretimde benim emrindesin”, “Kız aptal bu çağda ne gece korkusuymuş. Elim ne güne duruyor uzanır tutarsın” diyen, “İstediğimi verirsen hay hay. Sen bana yardımcı olacak mısın?” (s. 37) sözleriyle ah-laksız teklifte bulunan şefl er, gece vardiyaya kalmaktan ve uğradıkları tacize kimseyi inandıramamaktan korkan genç kızlar vardır.

Tüm bunlar Nergis’i başka bir yere gitmeye orada yeniden hayat bulmaya sevk eder. Ancak işler, bir zaman sonra çocuklarını da yanına almayı planlayan Nergis’in umduğu gibi gitmez. Gittiği yerde de her şey her geçen gün kötüye gider ve dönmek zorunda kalır. Döndükten sonra bir süre işsiz kalan Nergis, daha sonra çalıştığı kâğıt fabrikasında tacizci bir ustanın “açık seçik şakaları, bağırmaları, küfürleri(...)” (s. 35) ile mücadele eder. Üstelik çalıştığı fabrikada işçilerin en ufak bir dikkat dağınıklığı, ellerini, kollarını bıçağa kaptırmalarıyla sonuçlanmaktadır. İnsanlar insanlıktan çık-mıştır. Nergis savunmasız birini koruduğu için usta tarafından tehlikeli bir makinede çalışmaya zorlanır. İşçi kızı korumak isterken kendi elini bıçağa kaptırmasına ramak kalmıştır, sol kolunu da bıçak sıyırır. Nergis Erice’ye döndükten sonra “hayatının

43 akt. Koşmak, “Alfred Döblin’in Die Beıden Freundınnen Und Ihr Giftmord (İki Arkadaş ve Onların

Zehirlenme Olayı) Adlı Eserinde Aile İçi Şiddet”, s. 188.

44 Ayrıntılı bilgi için bk. Bingölçe, Dil Dayakları/Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Ortak Dili, (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Ankara, 2006).

(16)

karardığı yerde gelecek arayanların kaybolacağını” (s. 13) anlar. Nergisle birlikte Erice’de kimseye özellikle de kadınlara hayat ve gelecek yoktur. Buradan atıldıktan sonra seralarda, pazarlarda “sürünür”. Bu noktada üç çocukla yalnız bir kadın olmanın zorluklarını yaşayan ve kendisini aciz, çaresiz, tükenmiş hisseden Nergis, evde bir erkek olmasının iyi olacağı düşüncesiyle hareket eder ve Gülyaz Abla’nın ona uygun gördüğü kişi ile nikahsız olarak yaşamaya başlar. Ancak bu kişi hastalık derecesinde “kadın düşkünü”dür, eve önce Tunuslu bir kadın, ardından Suriyeli bir anne-kız getirir. Tek başına yaşamını sürdürme cesaretine henüz erişemeyen Nergis’in bu tavrı, toplumsal cinsiyet ayrımını kabullendiğini göstermektedir. Bu nedenle “öğrenilmiş çaresizlik” duygusuyla erkeği yüceltir ve efendi konumuna yerleştirir. Toplumda ve ailede kadın, hayatının kontrolünü elinde tutamadığında yaşamına ilişkin algısı “öğrenilmiş çaresiz-lik” içermektedir. Ekonomik güvencesi ve sosyal desteği de olmayan kadının şiddete sessiz kalması çoğunlukla bu çaresizliğinin bir sonucudur.45 Bu nedenle kadınların

kendileri ve çocukları için yaşamsal, sosyal ve ekonomik güvenceleri olmadığında şiddet içerikli ilişkilerde kalarak yaşamaya devam ettikleri görülür.46 Nitekim nikahsız

yaşadığı adamın eve getirdiği kadınlardan biri, erkeğe boyun eğmeyi, ikinci derecede kalmayı kabullenen Nergis’in yüzünü keser. “Kadının kendi kaderini kabullenişi... ka-çınılmazdır, çünkü kadınlık durumunun kaçınılmaz alınyazısıdır.”47 Nergis bu aşamada

edilgendir, neredeyse dış dünyayla bağını koparmak ister. “Kendilerini alçaltma ve yok saymaya eğilimli bir toplumsallaşma uğraşına boyun eğdirilen kadınlar, feragat, teslim ve sessizlik gibi olumsuz erdemleri öğrenirler.”48

Çalışma ortamlarındaki türlü adaletsizliklerin ve şiddetin devam ettiğini gören Nergis, bir yıl boyunca Erice Drama Merkezi’nde yemek pişirip çay servisi yapar. Ar-dından iki farklı işte birden çalışmaya başlar. “Erice Postası” adlı bir gazeteye reklam bulmakta, aynı gazetede on beş günde bir “Gönül Penceresi” başlığı altında köşe yazısı yazmakta ve bakımevinde çalışmaktadır. Bu işlerinde Nergis’e, Veysi Bey yardımcı olmuştur. Kadınlara öngörülen, onları sınırlayan rol ve davranış kalıpları doğal ya da biyolojik değil, kültürel ve sosyal bir olgudur. Bu yapı içinde yaşamın “öznesi” ola-mayan kadın, varlığını hep kendine biçilen alanlarda ve şekillerde sürdürmek zorunda bırakılır.49 Romanda Nergis de çoğu zaman toplumsal konumunun kendisi dışında,

toplumsal ilişkiler ve bu ilişkiler içindeki çeşitli kurumlar aracılığı ile belirlendiğinin farkındadır. Nitekim Nergis, erkek egemen sistemin kendisine biçtiği eşit olmayan,

45 Yaşar, “İki Şiddet Arasında Kadın”, s. 15.

46 Kaşoğlu, “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Bir Şiddet Örneği: Antabus”, s. 21.

47 Akyıldız-Ercan, Cinsiyetin Toplumsal Rol’deki Yeri: Elfriede Jelinek’in Seçilmiş Romanlarında Kadınlık, s. 16.

48 Bourdieu, Eril Tahakküm, s. 67. 49 Sivri, İşcan, a.g.m., s. 35.

(17)

kısıtlayıcı değer ve rollerin kuşatılmışlığı içindedir. Duygusal şiddete maruz kalmıştır. Veysi Bey’le tanışana kadar çevresi ve birlikte olduğu erkek tarafından sevgi, ilgi ve destek gibi duygusal gereksinimleri göz ardı edilmiştir. Gülyaz Abla’nın, Nergis’in “dost hayatı” (s. 66) yaşadığını düşündüğü Veysi Bey, sempati beslediği Nergis’e el uzatır. “Gücünü zorlaya zorlaya süpürülme sınırına, o ölümcül noktaya kadar sürük-lenmiş” (s. 19) Nergis için uzatılan bu el bir umut olur.

Nergis’in köşe yazıları çoğunlukla Erice’nin geçmişi, tabiatı ve kendi çocukluğu üzerinedir. Eski Erice ile şimdiki mukayese edilerek hem mekândaki hem şahıslardaki değişme ve bozulma anlatılmaya çalışılır. Bu bakımdan Nergis, en azından geride ka-lanlara sahip çıkılması mesajı vererek Erice halkında farkındalık yaratmaya çalışır. Bir anlamda bertaraf etmek adına Erice’deki kötülüğü görünür hale getirir. Bu yazılar aynı zamanda Nergis’in içinde bulunduğu ruhi durumu ve bunalımı yansıtırlar. Nergis bu aşamada, geçmişte fabrikalardaki direnişlerde ön safl arda yer alırken yaşadıklarından sonra özgüven sorunu yaşayan bir kadın olarak kendisi için değerli olan bir şey yapar ve kendini gerçekleştirmek için gazetedeki köşesiyle kendisine alan yaratır. Kendini gerçekleştirme aşamasına karşılık gelen bu durum yeni bir benlik, kimlik arayışı ile ilintilidir. Kadına yönelik her türlü şiddetin sonucunda, kadının üretkenliğinin, ruh sağlığının ve yaşam döngüselliğinin bozulduğu görülür.50 Nergis bu döngüyü kırmak

ister. Kendi köşesine taşıdığı mücadelesi aracılığıyla “kendisini özne olarak yaratmayı arzulayan, dişil dünya üzerinde yükselen söylem ve değerlerine inanan ve cinsiyet ayrımı temelinde kodlanan değerleri aşmaya çalışan kadın, işkence eden, şiddet uygu-layan ve üzerinde egemenlik kuran erkeğe meydan oku”yan51 kadın fi gürü ile belirir.

Romanda duygusal şiddetin bir başka yansıması Zeynur üzerinden verilir. Zeynur, kızı Eda’yı geride bırakarak nikahsız yaşadığı Ersel’in üvey amcası, Nergis’in ise bir-likte yaşadığı Serco ile kaçar. Onların bıraktıkları kıyafetleri yakan Nergis, Zeynur’un hırkasının cebinde onun aşk ve evlilikle ilgili düşüncelerine dair bir not bulur. Romanda bu notlardan oluşan defter sayesinde Zeynur’un macerasına tanık olur ve onu anlama fırsatı buluruz. Zeynur’un yaşadığı psikolojik şiddetin temelinde ailesi vardır. Ailenin yaşadığı ifl aslarla birlikte Zeynur alkolik bir babaya, “otorite manyağı ama kadın si-luetinde erkeksi güdülerle annelik yapmaya çalışan” (s. 93) bir anneye sahiptir. Anne ayrı baba bir üç üvey kız kardeşi vardır. Aynı sıkıntıları yaşamalarına rağmen kardeşler yakınlaşamamış, birbirlerine uzak düşmüşlerdir. Başından bir evlilik geçen Zeynur’un bu evliliği beş yıl sürer. Bu da bir yılı kaçak, iki yılı askerlik yolu gözleyerek, bir yılı ayrılıklarla, kalan bir yıl ise günaşırı dayakla yaşanmış bir evliliktir. Kocası Zeynur hamileyken hırsızlık yapmış ve hamile karısını telefonunu çaldığı market sahibiyle bir başına bırakarak kaçmıştır: “(...) hatırladığım ve sanırım unutamayacağım o sahne

50 Türkyılmaz, a.g.m., s. 68. 51 a.g.m., s. 67.

(18)

koşarak kaçan ve arkasına bakmadan hamile karısını o silahlı adamın yanında bırakan bir kocacık” (s. 97). Eski kocası ceza evinde olan Zeynur’un erkeklere güveni kalmaz, bu nedenle evlenmek istese de evlenemeyeceğini düşünür. Zira tüm Erice kadınları gibi onun için de “raylar yerinden çıkmış tren devrilmiştir” (s. 93). İçinde hep yarı yolda bırakılmak korkusu vardır. Korkularının temelinde ise ailedeki şiddet olgusu merkezi bir rol oynar: “Bir kız çocuğu olarak senin önüne sunulan baba fi gürü ofsayt zaten sonrası pabuç tutmaz” (s. 93-94). Hamile Zeynur karakola gider, sorguya alınır, halinden utanır ve kimsesiz olduğunu ilk kez burada içine kadar hisseder. Çaresizdir, küçük düşmüştür ve üzerindeki duygusal baskı son derece yoğundur. Bu nedenle o da kendisini kadere teslime eder. Kötünün iyisini seçmek zorunda hisseden, zira iyi bir alternatifi de olmayan Zeynur, Eda’dan büyük oğlunu kocasının ailesine bıraka-rak, 4,5 aylık hamile iken kocasının ailesinden kaçıp Erice’ye gelir. Yaşadıklarından sonra “dibine kadar psikolojik ve ekonomik şiddet dolu aile bireyleri”ne (s. 98) de sığınmak yerine karnı burnunda tarla işinde çalışmaya başlar, ancak ruh sağlığı pek yerinde değildir. Ersel’le burada geçirdiği bir korku nöbeti sırasında tanışır. Uzunca bir süre korku nöbetlerine karşı ilaç kullanır. Psikoloğun teşvikiyle de bugünlerde yazmaya başlar. Serco ile kaçarken bıraktığı notlar bu günlerden kalmadır. Bu notlar Zeynur’un nasıl bir ruhsal açmaz içinde olduğunu gösterir niteliktedir. Ölü gibi yaşadığı o günlerde korkusunu yenmek için aklına en mutlu olduğu anları getirmeye çalışır. En büyük korkusu delirip kızına zarar verme korkusudur. Gelecekle ilgili umudu, beklentisi olmayan, kendisini “zombi” gibi gören Zeynur Ersel’e tutunur. Ersel’le birlikteyken çalıştığı fabrika müdürlerinden biriyle adı çıkar. İşten ayrıldıktan sonra içerdeki parasının tamamını alması ve işçi kadınlar arasında adı “Takipçi”ye (s. 40) çıkmış müdürle işten ayrıldıktan sonra da görüşmeye devam etmesi iddiaları doğru çıkarır. Ersel hapse girince bu sefer de kızı Eda’yı bırakıp Nergis’in sevgilisi Serco ile kaçar. Kaçtıktan birkaç ay sonra Serco da onu terk edecektir. Üstelik Serco, Zeynur’u akıl hastanesinde, doktorun odasında bırakıp kaçmıştır.

Bilindiği gibi toplumda “eril” ve “dişil” kavramların en önemli belirleyicisi anne ve baba ile ilgili yaşantı ve algılardır. Çocuk doğduktan sonra en yakın temas kurdu-ğu kişi annesidir. Bu yüzden benlik ve öteki arasında ayrımı yaptığı bu zamanlarda duygusal olarak en yakın olduğu kişiden, annesinden etkilenmektedir. Anne burada birinci fi gürdür. Çocuk belli bir süre sonra baba fi gürü ile tanışır ve baba korunma duygusunu tattığı kişi olarak belirir.52 Zeynur’un ailesine bakıldığında rollerin tanımında

bir aksaklık olduğu görülmektedir. Anne şefkat ve ilgiden yoksun, otorite fi gürlü bir kadındır, baba ise koruma duygusundan yoksundur. Bu bakımdan tanımlanmış roller içerisinden anne ve babasından göremediği ilgiyi Zeynur da kızı Eda’ya göstermez ve kızını, sevgilisini alıp kaçtığı Nergis’e bırakarak terk eder. Kendi yaşadığı kimsesizlik

(19)

ve yoksunluk duygusunu kızına da yaşatır. Yoksun bırakma da kimi durumlarda duy-gusal şiddet tanımının içerisinde yer almaktadır. Elle tutulur sonuçları olmadığı için diğer şiddet türlerine göre ispatlanması daha zordur. Ancak yarattığı sonuçlar çok daha kalıcıdır ve kişide derin izler bırakabilmektedir.53 Bu açıdan romanda Zeynur Eda’yı

terk ederek çocuğunu anne sevgisinden, ilgisinden yoksun bırakmış ve kızına duygusal şiddet uygulamıştır. Ancak benzer şekilde Zeynur da vaktiyle anne baba ilgisinden mahrum kalmıştır. Bu bakımdan sonraki hayatında uğradığı şiddet uygulamalarında kendi geçmişindeki öğrenilmişliklerin etkisi bulunmaktadır.

Şiddeti kabullenmenin temelinde cinsiyetçilikle birlikte “öğrenilmiş çaresizlik” de yatmaktadır. “(...) şiddetin sıradanlaşması ve şiddetten kurtulmak için yapılan hamle-lerin sonuçsuz kalıp kaçınılmaz bir hal alması sebebiyle, şiddet mağduru kadın şiddeti kabullenmekte, ayrıca bu kadınlarda özgüven eksikliği, uğranılan şiddetin sorumlulu-ğunu kendinde arama ve kendini suçlama gibi kişilik özellikleri görülmekte, depresyon, kaygı, korku ve yaygın bir şüphecilik hali gelişmektedir.”54 Nitekim kimsesizlik, utanç

ve çaresizlik girdabında türlü korkularla mücadele eden Zeynur’un romanın sonunda akıl hastanesinde olduğunu öğreniriz. O da kaderde yazanı yaşamaya şartlandırılmıştır. Sevgi, şefkat görmesi gereken yuvada şiddet görmüş, bu durum sevgi ve şiddet gibi iki karşıt olgunun iç içe geçmesine, bir sığınak olarak algılanan ailenin çelişkiler uzamına dönüşmesine ve şiddetin öğrenilerek içselleştirilmesine neden olmuştur.

Bununla birlikte tıpkı Nergis’in köşe yazılarında olduğu gibi Zeynur’un iç dünya-sının da notlar, bir bakıma metinler aracılığı ile aktarılması ilginçtir. Bu durum, “öteki” olarak görülen, değersizleştirilen, nesne konumuna indirgenen kadının “özne” olma, kendi “ben”ini bulma çabaları olarak okunabilir:

Ötekiliği içselleştirmek, tanım itibariyle neredeyse benin dilini konuşamamaktır... Kadınlar yalnızca erkekler tarafından adlandırılmakla kalmamışlardır; tanımlanmışlar, tehdit edici bir “yoksa” imasıyla onlara ne olmaları gerektiği anlatılmıştır... Bir Öteki olmayı yaşamak, çoğunlukla kendini şizofren bir biçimde parçalanmış hissetmektir; öyle ki, gizlice özgün

olabilmiş bir “Ben” bile onun hakkında konuşmaya cesaret edemez.55

Romanda şiddetin kaynaklarından biri de Manves City olarak dikkat çeker. Erice’de sanayileşme ile başlayan bozulma, en çok da kadınlar üzerinde baskı yaratmaktadır. Bu anlamda doğal dünyanın sömürülmesi ile kadınların baskı altına alınmaları arasındaki koşutluğu vurgulamak isterken ekofeminizme56 kapı aralayan yazar, çevre sorunlarının

53 Kolektif, Kadına Yönelik Şiddet Kitapçığı, s. 5.

54 Doğan, “Hukuki Bir Kavram Olarak Şiddet Mağduru Kadınlarda Öğrenilmiş Çaresizlik Sendromu ve

İngiliz Haksız Tahrik Hukuku Üzerindeki Etkileri”, s. 179-180. 55 Donovan, Feminist Teori: Entelektüel Gelenekler, s. 263.

56 Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Mary Mellor, Sınırları Yıkmak: Feminist Yeşil Bir Sosyalizme Doğru, (Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993); Pelin Kümbet, “Ekofeminizm: Kadın, Kimlik ve Doğa”,

(20)

kaynağının da erkek egemen anlayış olduğunu ileri sürer. Kadını baskılayan erkek ege-men anlayışı doğayı da kendi isteği doğrultusunda dönüştürme arzusundadır. Bu noktada tıpkı kadın gibi doğa da metalaştırılmış, sömürü aracı haline getirilmiştir. Bu durumun en güzel eleştirisini Nergis’in köşe yazılarında görmek mümkündür. Kadınların ev, yuva olarak gördükleri Erice artık onların sığındıkları bir yuva olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle küçük bir kız çocuğu iken bir evlerinin olmadığından yakınan Nergis, gelinen noktada Erice’nin yuva olmaktan çıkışına üzülür. Bu nedenle toplumda farkındalık yaratmak ve kendi özlemini dile getirmek adına neredeyse bütün köşe yazılarını “hani ev, hani yuva” sözleri ile bitirir. Tabiat harikası Erice’nin değişen yapısı özellikle kadınlarda köksüzlük, yersiz/yurtsuzluk problemini açığa çıkarır. Zira bütün geçmişleri doğa harikası Erice’de kalmıştır. Kadınlar, doğasıyla birlikte insanıyla da değişen, dahası bozulan/yozlaşan Erice’ye karşılık gelen Manves’e kendilerini ait hissetmezler. Fabrikalarda onlara kendi paralarını kazanmayı vaad eden bu sistemle, ileri teknoloji ile barışık değillerdir. Aksine üst seviyedeki sanayileşme vurgusu romanda aidiyet sorununu gündeme taşır. Kimin için, ne için çalıştıklarını bilmeden, patronların, müdürlerin, şefl erin, ustabaşıların tahakkümü altında çalışmak Nergis gibi birçok kadını günden güne ruhen, bedenen tükenişe götür-mektedir. Bu bakımdan Manves City ve dayattığı yaşam şekli kadınlar üzerinde baskılayıcı bir rol oynamakta ve duygusal şiddeti perçinlemektedir. Bununla birlikte ekonomik ve cinsel şiddetin getirdiği duygusal baskılar da romanda hissedilmektedir. Çalışan kesimin maaşlarını alamamaları, işten çıkarılma korkuları, işsizlik kaygıya sebep olmakta ve herkesle birlikte en çok da kadınları duygusal anlamda zorlamaktadır. Gerek Nergis’in gerek Eda’nın maruz kaldıkları cinsel sömürü neticesinde yaşadıkları duygusal travma ise birinin evlenmeye mecbur kalmasına diğerinin cinayete kurban gitmesine neden olmuştur.

Sonuç

Latife Tekin, kadının özellikle sosyopsikolojik konumunu ele aldığı Manves City adlı romanında, büyük şehirlerde yaşanan şiddet eylemlerinden ziyade küçük bir muhitte yaşanan şiddet temasını açığa çıkarmış, teknolojik gelişmelere ve çevresel bozulmaya bağlı olarak artan şiddet olaylarını anlatmış, şiddet uygulamalarındaki hiyerarşiyi (evde baba, koca, sevgili; işte patron, iş veren, müdür, şef, usta; dışarıda düşene tekme vuran yozlaşmış toplum) gözler önüne sermiştir. Sınıfl ararası farklara dikkat çektiği romanında kadın olmanın çoğunlukla olumsuz yönlerine vurgu yaparak şiddet olgusunu ve türlerini dişil kimlik üzerinden aktarmıştır.

Ekoeleştiri: Çevre ve Edebiyat, ed. S. Opperman, (Phoneix Yayınları, Ankara, 2012), s. 171-206; Oya B. Çetin, “Ekofeminizm: Kadın-Doğa İlişkisi ve Ataerkillik”, SosyoEkonomi, S. 1 (2005), s. 61-76; Fatmagül Berktay, “Ekofeminizm ya da Yüreğin İyimserliği”, Kadın Araştırmaları Dergisi, S. 4 (2012), s. 73-76; Seda Topgül, “Kadın ve Doğa İlişkisi: Ekofeminizm”, Sosyoloji Dergisi, S. 27, (2012), 71-83.

(21)

Manves City’de kadına yönelik şiddet etkenleri genel olarak erkekten, kadından kaynaklı etkenler, devletten/hukuktan kaynaklı etkenler, ekonomik hayattan kaynaklı etkenler ve medya kaynaklı etkenler olarak belirmektedir. Bu bağlamda romanda şiddet olgusu tek bir faktörle açıklanmamaktadır. Şiddet romanda bireyin, ilişkisinin, sosyal, kültürel, çevresel faktörlerin bileşiminin bir sonucu olarak yansıtılır. Bu bakımdan en üstte toplumsal yapı olacak şekilde topluluk, ilişki ve bireyi kapsayan “ekolojik model” romandaki şiddet olgusunun açıklanmasına katkı sunmaktadır. Daha özelde ise çocuk denecek yaşta gerçekleştirilen evlilikler, sosyal çevre, ekonomik problemler, sosyo-kültürel inanışlar, toplumsal cinsiyet temelli öğrenmeler ve geçmiş yaşantılar romanda kadına yönelik şiddetin ortaya çıkmasında rol oynayan etmenler olarak gösterilmektedir.

Eserde, değişen sosyoekonomik koşullar nedeniyle kadınlar kendilerini güçsüz, çaresiz hissetmektedirler. Değişen koşullar, bozulan fi ziksel ve sosyal çevrenin ruh ve beden üzerindeki olumsuz etkileri şiddet yansıması olarak dikkat çeker. Bununla birlikte toplumda kadına bakıştaki geleneksel yönelimler, erkek merkezli bilinç, ro-manda kadınların dışlanmalarına neden olmaktadır. Kırılgan, zayıf kadınlar üzerinde otoriteye sahip erkek, “öteki” üzerindeki baskı ve egemenliğini sürdürmüş, bu da kadınlar üzerindeki duygusal şiddeti yoğunlaştırmıştır.

Manves City’de kadın karakterler kendilerine biçilen rol ve beklentiler dolayısıyla birçok hakkından mahrum kalmaktadırlar. Bu durum onların kısır bir şiddet döngü-sünün içinde yer almalarına neden olmuştur. Romanda psikolojik şiddet içerisinde iftira, taciz, mobbing, sağlığı tehlikeye sokan liderlik, zorbalık gibi kavramlara karşılık gelen uygulamalara rastlamak mümkündür. Özellikle şiddet karşısında tüm savunma mekanizmasını felç eden psikolojik şiddetin yol açtığı travma ve sonuçların gözler önüne serildiği romanda, duygusal şiddet, şiddete maruz kalan kadınlarda, edilgenlik, özgüven kırıklığı, öz saygı kaybı, işten soğuma, iş performansında düşüş, depresyon, korku, kaygı, endişe, tükenmişlik, değersizlik, utanç, itaat gibi sonuçlara sebebiyet vermiştir. Nergis ve Zeynur örneğinde görüldüğü üzere depresyon, anksiyete ve saplantı gibi psikolojik sonuçlar ortaya çıkarmıştır.

Latife Tekin, eserinde, toplumsal cinsiyet açısından gerek sosyal hayatta gerekse iş hayatında ataerkil yapıların devam ettiği günümüzde kadına yönelik şiddetin yeni biçimler alarak devam ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda yazar, eserinde ezilen sömürülen kadın fi gürü üzerinden eril tahakküm yüzünden yok sayılan, ötelenen, ha-yatları kabusa dönen kadınların problemlerine kayıtsız kalmamış ve yaşanan duygusal şiddetin kaynaklarını ve sonuçlarını anlatmıştır. Romanda şiddet karşısında önerilen çözüm ise insanın da öz dengesini bulması adına her anlamda doğaya dönüş olarak belirmektedir.

(22)

KAYNAKLAR

Aka, A., Neoliberal Zamanlarda Kadına Yönelik Şiddet, Gece Akademi Ankara, 2019. Akın, M., “Aile İçi Şiddet ve İç Hukuktaki Yerinin İncelenmesi”, İÜHFM, S. LXXI/28 (2013),

s. 27-42.

Aktaş Mavili, A., Aile İçi Şiddet: Kadının ve Çocuğun Korunması, Elma Yayınevi, İstanbul, 2006. Akyıldız-Ercan, C., Cinsiyetin Toplumsal Rol’deki Yeri/Elfriede Jelinek’in Seçilmiş

Romanla-rında Kadınlık, Çizgi Kitabevi, Konya, 2014.

Aslan, Ş., Akarçay, D., “Psikolojik Şiddetin Genel ve Örgütsel Sinizme Etkileri”, Erciyes

Üni-versitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, S. 41 (2013), 25-44.

Atman, Ü. C., “Kadına Yönelik Şiddet: Cinsel Taciz/Irza Geçme”, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, S. 12/4 (2003), s. 333-335.

Aytaç, S. vd., “Kadına Yönelik Şiddetin Dünü Bugünü Yarını: Kestirim Tabanlı Bir Araştırma”,

Sosyoloji Konferansları, S. 54/2 (2016), s. 275-297.

Balcıoğlu, İ., Şiddet ve Toplum, Bilge Yayıncılık, İstanbul, 2001.

Başar, F., Demirci, N., “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddet”, KASHED, S. 2/1 (2015), s. 41-52.

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1998.

Berktay, Fatmagül, “Ekofeminizm ya da Yüreğin İyimserliği”, Kadın Araştırmaları Dergisi, S. 4 (2012), s. 73-76.

Bilican-Gökkaya, V., “Türkiye’de Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri”, C.Ü. İktisadi ve İdari

Bilimler Dergisi, S. 10/2 (2009), s. 167-179.

Bingölçe, F., Dil Dayakları / Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Ortak Dili, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Ankara, 2006.

Bourdieu, P., Eril Tahakküm, (Çev. B. Yılmaz), Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2018.

Bulut, B., Şiddete Maruz Kalan Kadınların Neoliberal Feminizm ve Kültürel Feminizm

Bağ-lamında Hayata Tutunma Biçimleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale

Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale, 2019.

Bulut, S., Göktürk, G. Y., “Mobbing: İşyerinde Psikolojik Taciz”, Bolu Abant İzzet Baysal

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 12/1 (2012), s. 53-70.

Collin, F., Kaufer, I., Feminist Güzergah, (Çev. G. A. Savran), Dipnot Yayınları, Ankara, 2016. Çetin, Oya B., “Ekofeminizm: Kadın-Doğa İlişkisi ve Ataerkillik”, SosyoEkonomi, S. 1 (2005),

s. 61-76.

Çobanoğlu, Ş., İş Yerlerinde Duygusal Saldırı ve Mücadele Yöntemleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005.

Demirgöz-Bal, M., “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış”, KASHED, S. 1/1 (2014), s. 15-28.

Dinç-Kahraman S., “Kadınların Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Yönelik Görüşlerinin Be-lirlenmesi”, DEÜ Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, S. 3/1 (2010), s. 30-35.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştır- ması (2014) verilerine göre; kadınlar yaşamlarının bir döneminde %44 duygusal, %36 fiziksel, %30 ekonomik, %12

davranışlar üzerinde benzer etkileri bulunmaktadır. Bu ve benzeri yasadışı maddelerin kullanılması saldırgan ve kriminal davranışlara neden olma yanında

In the study, it is stated that the most important risk factors are insufficient family control, the combination of various negative family conditions neglects of

İnsan onuruna saygı, ayrımcılık yasağı, özel yaşama saygı, sosyal refah hizmetlerinden yararlanma hakkı, kanun karşısında eşit korunma hakkı, eşitlik, toplumsal cinsiyet

Şiddet, her yerde karşımıza çıkmaktadır. Şiddet, ceza hukukunun ilgi duyduğu temel konulardan bir tanesidir. Kriminoloji de bu konuya çok zaman ayırmış ve bu konu

Ataerkil anlayış temelinde oluşan sosyal ilişkiler ağının ürettiği farklı egemen erkeklikler ile toplumsal cinsiyet temelli kadına yönelik ev içi şiddet

Bu nedenle çalışmamızda kadın sağlık çalışanının şiddetin herhangi birine maruz kalma durumlarını ve kadına şiddet vakalarına yaklaşım hakkındaki bilgi, tutum ve

Aile politikalarının temelini kadın oluşturduğu için, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik pozitif ayrımcılık, kadına yönelik her türlü şidde- tin