• Sonuç bulunamadı

Prens Sabahaddin’den Tâhirü’l-Mevlevî’ye “Teşebbüs-i Şahsî”

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Prens Sabahaddin’den Tâhirü’l-Mevlevî’ye “Teşebbüs-i Şahsî”"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yakup Öztürk

*

TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ “TEŞEBBÜS-İ ŞAHSΔ OF PRINCE SABAHADDIN

ÖZ: Teşebbüs-i Şahsî ve adem-i merkeziyet, son dönem Osmanlı muhalif aydınla-rından Prens Sabahaddin’in Fransız sosyolog Le Play’den hareketle biçimlendir-diği düşüncelerdir. II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte bir grup entelektüel arasında karşılık bulan bu düşünce, devrin ilk yıllarında ardı ardına çıkarılan gazete ve mecmualar ile görünür hâle getirilmiştir. Şahsî girişimlerin popüler bir hâl aldığı bu dönemde Türk edebiyatına telif ve tercüme eserlerle katkı sağlamış bir sanatçı olan Tâhirü’l-Mevlevî, arkadaşlarıyla birlikte başarısızlıkla sonuçlanan bir gazete çıkarmıştır. Bu hadiseyi Teşebbüs-i Şahsî adıyla yayımladığı otobiyografik bir romanda anlatmıştır. Roman, Osmanlı düşünce tarihinde önemli bir yer edinen, sonradan Cumhuriyet yıllarında da itibar gören Prens Sabahaddin’in fikirlerini edebiyat merkezinde tahlil eden ve bu düşüncelerin ehil olmayan insanlar elinde ne türden sonuçlar doğuracağını gösteren bir metindir. Bu çalışmada, edebiyatın aktüel ve siyasî meseleler karşısındaki tavrı, Prens Sabahaddin’in pozitivist dünyası ile Mevlevî bir sanatçının çatışması ele alınmaktadır. Makalede, Tâhirü’l-Mevlevî’nin, serbest girişimcilik adı altında tasnif edilen teşebbüs-i şahsî hareketliliğine kendi hayat tecrübesini kurgusal bir metne aktararak ve dönemin toplum ve siyasî ya-pısını tahlil ederek karşı çıkması üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Teşebbüs-i Şahsî, Adem-i Merkeziyet, Türk romanı, II. Meşrutiyet.

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 20, Ekim 2019, s. 209-229.

* Dr. Öğr. Üyesi, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı

(2)

ABSTRACT: One of the late Ottoman dissident intellectuals, Prince Sabahaddin’s ideas of private enterprise and decentralization, were shaped by the French socio-logist Le Play. With the proclamation of the Second Constitutional Monarchy, this idea, which was found among a group of intellectuals, was brought into account with the newspapers and magazines published one after the other in the first years of the era. At a time when personal initiatives became popular,Tâhir’ül-Mevlevî, an artist who contributed to Turkish literature with original works and translations, published a failed newspaper with his friends. He described this adventure in an autobiographical novel which he published under the name of Teşebbüs-i Şahsî. The novel interprets the ideas of Prince Sabahaddin, who has gained an important place in the history of Ottoman thought and is well known in the Republican ye-ars, in the literature axis. It shows what kind of results these thoughts will have in the hands of unqualified people. In this study, the attitude of literature towards current and political issues is discussed. The conflict between Prince Sabahaddin and a Mevlevi artist is described. Analyzing the social and political structure of the period, this article focuses on Tahir’ül Mevlevi opposition to free enterprise by transferring his own life experience to a fictional text.

Keywords: Teşebbüs-i Şahsî, Private Enterprise and Decentralization, Turkish Novel, Second Constitutional Era.

...

Giriş

Tanzimat’ın ilanından sonra devrin değişen sosyolojik yapısı ve toplum refleksleri, Batılı bir tür olarak Türk edebiyatına giren romanın muhtevasını şekillendirmiştir. Namık Kemal, Şemseddin Sâmi, Ahmet Mithat Efendi sonraları Recaizade Mahmud Ekrem, batılılaşma çabalarının eksik ve aksayan taraflarını romanları üzerinden ifade etmeye çalışmışlar, Türk romanının ilk metinlerini politik, sosyolojik bir gerçeklik etrafında biçimlendirmişlerdir. Servet-i Fünûn yıllarında edebiyatın sanat dairesi içerisinde kalan hususiyetleri öncelikli kılınarak, roman türünün toplumdan daha çok bireye ve daha da önemlisi romanın teknik imkânlarının iyileştirilmesine yönlendirildiği görülür. Bu yönelimi devrin siyasî iktidarı tarafından baskılanmış romancıların bir kaçışı olarak değerlendirmek mümkündür ancak bu iddia, devrin romancılarındaki estetik kaygılar göz ardı edilerek ortaya atıldığında hatalı ve eksik olacaktır. II. Meşrutiyet’in ilanı, romancıların üzerlerinde hissettikleri “istibdat” korkusunu ortadan kaldırmış ve devrin ilk yıllarında ardı ardına gazete, mecmua ve romanlar yayımlanmıştır. Pek çoğu bir sayıdan öteye gidemeyen bu süreli yayınlar, II. Meşrutiyet yıllarında matbuat hayatını zenginleştiren ve hareketlendiren adımlar olarak değerlendirilmiş, bu hareketliliğin ardında Türkiye sosyoloji tarihinin önemli bir teorisi olduğu söz konusu edilmiştir.

(3)

Prens Sabahaddin’in muhalif bir Osmanlı aydını olarak Batı düşüncesinden ilhamla biçimlendirdiği teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet düşüncesi II. Meşrutiyet yılla-rında matbuat hayatında görülen girişimlerin destekleyicisi olmuştur.

II. Abdülhamid’in, Osmanlı devletinin bekası için aldığı birtakım önlemler, zaman içerisinde edebiyatın politik ve sosyolojik cephesini kıyıma uğratmış, romancılar, şairler toplum meselelerine odaklanan metinler kaleme almaktan uzak durmuşlardır. Sadece roman ve şiir değil, tiyatro da II. Abdülhamid’in politikaları neticesinde üre-tilen, sahnelenen bir uğraş olmaktan çıkmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Batı’da örgütlenerek büyümesi ve II. Abdülhamid’e Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koyduracak bir güce erişmesiyle Osmanlı tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. II. Meşrutiyet dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, geçmişte yazarak ve yayıncılık yaparak kendilerini ifade etme imkânı bulamayan sanatçılar, herhangi bir yazı kabiliyeti ve merakı olmayan kişiler bir anda matbuat hayatına atılmıştır. “İstibdat”a olan nefret, hareketliliği getir-miştir. Bununla birlikte Prens Sabahaddin’in sosyolojisi bu girişimleri meşrulaştıran ve destekleyen bir kimlik inşa etmiştir. Bu sosyolojinin temel hususiyeti, toplumun aksine bireyi öne çıkarması, devletin imkânlarından istifade ederek adım atan kişilerin yerine şahsî çabalarla üreten insanları talep etmesidir. Adem-i merkeziyet düşüncesi ise devlet yerine mahallî idarelerin karar alabilme gücüne kavuşturulmasını önceleyerek, devletin gerilemesini ve hatta yıkılmasını engellemeyi ilk edinir.

Prens Sabahaddin bu düşüncelerini, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? kitabı en meşhuru olmak üzere üç kitapta tasnif etmiştir. Düşüncelerinin arka planında pozitivist felsefeden izler vardır. Paris’te bir tesadüf neticesinde tanıştığı Le Play’in, maddeci-liberal düşünce-lerini Türk toplumuna uygulamak istemiş, ilk gençliğinden bu yana tanık olduğu devletin gerilemesinin önüne geçecek bir düşünce geliştirmiştir. II. Abdülhamid iktidarına karşı Paris’te örgütlenen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılmış, çok önemli görülen I. ve II. Jön Türk Kongrelerinin toplanmasını sağlamış, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönmüş ancak İttihatçıların milliyetçi politikaları ile uzlaşamayarak onlardan ayrılmış ve Türkiye’nin ilk liberal girişimi olan Ahrar Fırkası’nın kurulmasına öncülük etmiş bir şahsiyet olan Prens Sabahaddin’in fikirleri, dönemin gazetelerinde birtakım eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerden biri de Türk edebiyatı tarihine çeviri ve telif eserlerle katkı sağlamış, şair bir Mevlevî olan Tâhirü’l-Mevlevî’den gelmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında matbuat hayatındaki hareketliliğe ve arkadaşlarının teşviki ile şahsî teşebbüs modasına uyarak bir gazete çıkarma girişiminde bulunmuştur. Rehber-i Vatan adıyla iki sayı çıkabilen bu gazete, gazetecilik sahasında herhangi bir tecrübesi olmayan ancak zamanın moda söylemlerine kapılarak harekete geçen bir grup gencin başarısızlıkla sonuçlanan çabası olarak Türk basın tarihinin küçük bir parçası hâlinde kalmıştır. Ancak, Tâhirü’l-Mevlevî’nin şahsî hayatında yer edinen bu hadise, Teşebbüs-i Şahsî adıyla bir romana aktarılarak Türk edebiyatının bir meselesi olmuştur.

(4)

Tâhirü’l-Mevlevî, “Dede” unvanına sahip, ömrünü Mesnevihânlık icrasıyla ge-çirmiş, Şapka Kanunu’na muhalefetten İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanmış bir şahsiyettir. Onun Müslüman kimliği ve hadiselere bakışında taviz vermediği İslâm itikadı, pozitivist bir felsefe üzerine kurulmuş Prens Sabahaddin düşüncesine ihtiyatla yaklaşacağını düşünmemiz için yeterlidir. Kimi kaynaklarda, Tâhirü’l-Mevlevî’nin, devrin şahsî girişimcilik ortamına kapılarak bir gazete çıkardığının söylenmesi bu açıdan hatalıdır. Tâhirü’l-Mevlevî, dostlarının teşviki ile sonunun başarısızlık olaca-ğını bile bile bir gazete çıkarmaya talip olmuştur. Nitekim beklediği gibi gazete yayın hayatında yer edememiştir. Romanın sonunda, toplumun pek çok kavram ve kelimeleri lafzen öğrenip, bu kavramların hakikatine vâkıf olamadığını, teşebbüs-i şahsînin de mahiyetini anlamadan kimilerinin bakkal açtığını, kimilerinin tahvil almaya koştuğunu söyler. Kendilerinin de bir gazete çıkarmak teşebbüsünde bulunduğunu itiraf eder. Herkesin ehli olduğu, yapabileceği işlere teşebbüs etmesi gerektiğini vurgulayarak, kendi içimizden çıkmayan, toplum yapısına aykırı fikirleri uygulama sahasına alırken bilgi ve tecrübe sahibi olmak gerektiğine işaret eder. Prens Sabahaddin’in teşebbüs-i şahsî düşüncesi ile Tâhirü’l-Mevlevî’nin bir roman çerçevesi içerisinde tahlil ettiği teşebbüs-i şahsî, siyaset, toplum ve edebiyat ilişkisinin dikkate değer bir numunesi olarak okunmalıdır. Bu çalışmada, söz konusu iki şahsiyetin biyografilerinden kısaca bahsedilmiştir ancak öncelik düşünce yapılarının mukayesesine dayandığı için bu kısımlar ayrıntılı verilmemiştir. Prens Sabahaddin’in bir cemiyet altında örgütlediği düşüncelerinin kaynağı ve bu düşüncelere getirilen eleştirilerden de söz edilmiştir. Çalışmanın ikinci aşamasında Teşebbüs-i Şahsî romanında geçen olaylar ve karakterler üzerinde durulmuştur.

1. Prens Sabahaddin’in Hayatı ve Siyasî Faaliyetleri

Siyasî tarih içerisinde Prens Sabahaddin olarak bilinen Mehmed Sabahaddin, Damad Mahmud Celaleddin Paşa’nın oğludur. Annesi Sultan Abdülmecid’in kızı, II. Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’dır. Batılı kaynaklarda “Prens” olarak anılmış, literatüre bu isimle girmiştir ancak yerli kaynaklarda annesinden dolayı “Sultanzâde” olarak bilinir.1 Ailevî bir meseleden dolayı babasının padişahla arası açılınca babası ve kardeşi Lutfullah’la birlikte 1899’da Paris’e kaçmış, orda II. Abdülhamid’e muhalif Jön Türklere katılmıştır.

Prens Sabahaddin 1899’da Paris’te bir kütüphanenin vitrininde Edmond Demolins’in Aquoi tient la superiorite des Anglo-Saxon2 başlıklı bir eseri ile

karşı-1 Hayatı hakkında daha geniş bilgi için: Abdullah Uçman, “Prens Sabahaddin”, DİA, Cilt 34, 2007, s.

341-342.

(5)

laşmış, eseri bir gecede okumuştur. Sabahaddin Bey, Anglo Saksonların üstünlüklerinin sebebinin anlatıldığı bu kitap için “o zamana kadar sosyoloji neşriyatında tesadüf etmediğim, müspet ilimlerin metodlarına benzeyen bir ilmi metodun mevcudiyetini sezmiştim.”3 diyerek kitabın kendisi için önemini vurgular. Ertesi gün kütüphaneye giderek Demolins’in bütün eserlerini almış, az sonra bu yazarla dostluk kurmuştur. Prens Sabahaddin’in Demolins’in La Science Sociale Cemiyeti’ne intisabı da böyle gerçekleşir. Prens Sabahaddin, Fransa’daki Le Play’in takipçilerinin heterodoks bir kolu olan Science Sociale okulunu takip etmiştir.4 Türkçeye “İlm-i İctima” olarak aktarılan cemiyetin görüşleri, Prens Sabahaddin tarafından teşebbüs-i şahsî ve adem- merkeziyet kavramlarına tercüme edilerek sosyal bir teori hâline getirilmiştir. Bu teori, “soyut bir toplum yerine”5 birey ve aileyi öne çıkarır.

Prens Sabahaddin, Paris’te, Damat Mahmud Paşa, Ahmed Lütfullah imzası ile birlikte Jön Türklere para yardımı yaparak 1902’de I. Jön Türk Kongresi’ni toplamış-tır.6 Kongreye II. Abdülhamid’in “istibdadına” karşı duran bütün Osmanlılar çağrıl-mıştır.7 Bu kongrede “istibat”ın sona ermesi için İttihatçıların lideri Ahmed Rıza ile Prens Sabahaddin arasında, yabancı devletlerin müdahalesinin gerekli olup olmadığı hususunda anlaşmazlık çıkmış, Prens Sabahaddin bu müdahalenin gerekli olduğunu savunmuştur.8 Kongreden uzlaşmanın çıkmaması, II. Abdülhamid’e karşı muhalefetin durumunu “siyasî bir tıkanıklık”a dönüşmüştür.9 Prens Sabahaddin, ihtilal karışıklığı içerisinde yabancı devletlerin kendi çıkarları için Osmanlı içişlerine müdahalesini önlemek adına bu devletlerle önceden bir anlaşma yapılması ve bundan sonra ihtilal hareketine kalkışılması gerektiğini düşünmüştür.10 Ahmed Rıza, İttihatçıların lideri olarak böylesine bir müdahalenin karşısında durmuştur. Ancak bu anlaşmazlık, II. Abdülhamid karşısındaki ittifakı dağıtamamıştır.

3 Mehmed Özden, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”,

Kebikeç, Sayı 20, 2005, s. 27.

4 Atilla Doğan, Haluk Alkan, “Perception of Society and Democracy in Ottoman Liberal and Socialist

Thought”, İnsan ve Toplum, Cilt 5, Sayı 10, 2016, s. 9.

5 Mehmed Özden, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”, s. 28.

6 Bu kongre müsait salon tedarikinde güçlük çekildiği için, Fransız Akademisi azasından Lefevr - Pontalis’in , Trocadero’daki evinde yapılmıştır. Taha Toros, “Doğumunun 100. Yılında Gurbette Ölen Fikir Ada-mımız: Prens Sabahattin”, Milliyet, 18 Şubat 1978, s. 5.

7 Cenk Reyhan, “Jön Türk Hareketi Üzerine Kavramsal Bir Çerçeve”, Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı 2,

2008, s. 124.

8 Nilüfer Erdem, “II. Meşrutiyetin İlânı Sonrası Helenlerin Prens Sabahattin’e Gösterdikleri İlginin Yunan Basınındaki Yansımaları”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı 21, 2015, s. 38.

9 Rukiye Akkaya Kia, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet

Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, 2015, s. 317.

(6)

Prens Sabahaddin Paris’te Le Play düşüncesinin tesiri altında kalarak Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini kurmuştur. Cemiyetin yayın organı olarak 1906’da Paris’te Ahmed Agayef, Reşad Mehdiyef ve Emir Hüseyinof ile birlikte Te-rakki gazetesini çıkarmaya başlamıştır.11

27 Aralık 1907’de II. Jön Türk Kongresi, Ahmed Rıza, Prens Sabahaddin ve K. Malumyan’ın başkanlığında toplanmıştır. Kongre sonunda bir beyannâme yayımla-narak II. Abdülhamid’in tahttan feragati için zorlanmasına, idarenin değişmesine ve Meşrutiyet’in Ayan ve Mebusan meclisi kurularak tesisine karar verilir.12 Bu kongreye katılanlar arasında Birleşik Ermeni İhtilâl Topluluğu, Daşnaksutyon, Mısır’da Musevi Cemiyeti yayın organı Lavara, Londra’da Türkçe ve Arapça yayın yapan Hilâfet, Marsilya’da yayımlanan Armina, Balkanlar’da çıkarılan “ihtilâlci” Razmik, Amerika’da görülen “ihtilâlci” Hayrenik gazeteleri ve Mısır’daki Ahd-i Osmanî Cemiyeti de bulu-nur.13 Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, Sabahaddin Bey’in İstanbul’a dönüşüne kadar faaliyetini sürdürmüştür. II. Jön Türk Kongresi’ndeki uzlaşmadan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşme kararı alınır. Ancak bu kararın yürürlüğe girdiği görülememiştir. Sabahaddin Bey’in İstanbul’a dönüşünden sonra adem-i merkeziyet taraftarlarının yayınları engellenmiş, cemiyete destek verenlerin çoğu tutuklanmıştır. Prens Sabahaddin, II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra İstanbul’a dönmüştür. Dönüş yolunda Atina’da kalabalık bir kafile tarafından karşılanmıştır. 1903’ten beri Paris’teki bir mezarlıkta medfun olan babasının naaşını taşıyan tabutla Atina’ya ulaşmıştır. Yunan basını Prens Sabahaddin’in babası Damat Mahmud Paşa’dan “içten bir Helen dostu” olarak söz etmiştir. Prens Sabahaddin’i Pire Limanı’nda, Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin genel sekreteri Fazıl Bey’le birlikte Jön Türk, Yunan ve Avrupa gazetelerinden temsilciler, Atina’daki Trakyalılar Cemiyeti üyeleri ve Osmanlı Devleti’nin Pire konsolosu ve kalabalık bir topluluk karşılamıştır. Bu, Sabahaddin Bey’e büyük teveccühü gösterir. O, “Dost komşu ulusun Rönesansı’nın emekçisi” olarak selamlanmıştır.14 İstanbul’a girişinde ise, Rumlar on dört buharlı gemiyi tama-men doldurmuş, Prens Sabahaddin görüldüğünde tüm buharlı gemiler aydınlatılmıştır. Patrikhane Damat Mahmud Paşa’nın naaşının defin törenine bir heyet göndermiştir.15

11 Bu dergi iki yıl düzensiz olarak Paris ve Kahire’de Türkçe yayımlanmıştır. Prens Sabahaddin’in Türkiye Nasıl Kurtulabilir? ve İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar’da öne sürdüğü fikirler ilk defa bu dergide kamuoyuna duyurulmuştur. Rukiye Akkaya Kia, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, 2015, s. 317-318.

12 Cenk Reyhan, “Jön Türk Hareketi Üzerine Kavramsal Bir Çerçeve”, s. 125.

13 Taha Toros, “Doğumunun 100. Yılında Gurbette Ölen Fikir Adamımız: Prens Sabahattin”, Milliyet, 19

Şubat 1978, s. 5.

14 Nilüfer Erdem, “II. Meşrutiyetin İlânı Sonrası Helenlerin Prens Sabahattin’e Gösterdikleri İlginin Yunan Basınındaki Yansımaları”, s. 45-47.

(7)

İstanbul’da binlerce kişi ile karşılanan, Patrikhane ile irtibata geçen Prens Sabahaddin, “tehlikeli bir rakip” olarak görülmüştür.16 Basın, Prens Sabahaddin’in tutumunu tartıştığı sıralarda, Sabahaddin Bey, ilkelerini kamuoyuna açıklamak için hazırlığa başlamış, 1908’in Eylül ayında Varyete Tiyatrosu’nda bir konferans vererek “idarî adem-i mer-keziyet” taraftarı olduğunu Kanun-ı Esasî’nin 108. maddesine dayandırarak anlatmıştır. Sabahaddin Bey, eleştirilere cevap olarak 1908’in Aralık ayında Fevzipaşa Kıraathanesi’nde bir konferans daha vermiş orada, Kanun-ı Esasi’nin Fransızca met-nindeki “desentralizasyon” kavramını, “adem-i merkeziyet” şeklinde çevirebildiği için bu tabiri kullandığını söylemiştir. Bu kavramın siyasî değil idarî olduğunu bir kere daha hatırlatmıştır. Siyasî değil idarî adem-i merkeziyetçiliği savunduğunu, “heyet-i mümtaze ya da muhtariyet-i idare usulleri”ne taraftar olmadığını defalarca söylemesine rağmen İttihat ve Terakki Cemiyeti bunu itibara almamıştır.17

Meşrutiyet’in hemen ardından Prens Sabahaddin taraftarı gençler Nesl-i Cedid adlı bir cemiyet kurmuşlardır. İTC’den anlaşmazlık yaşayarak ayrılan Prens Sabahaddin, Ah-rar Fırkası’nda yer almış ancak seçimlerde başarısız olunca Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na geçmiştir.18 Teşebbüs-i Şahsî Cemiyeti, taraftar toplamak için farklı şehirlerde şubeler açmak istemiştir. Cemiyet’in programını destekleyen, Vefa İdadisi talebelerinden Satfet Lutfi’nin girişimleri ile kurulan Cemiyet-i İnkılabiye ile temasa geçilmiştir. Cemiyet-i İnkılabiye, 1876 Anayasası’nı yürürlüğe koymayı amaçlayan küçük bir gruptur. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, bu grup, çalışmalarını Nesl-i Cedid Kulübü adı altında sürdürmüştür. Nesl-i Cedid Kulübü, kendini liberal olarak tanımlayan ve Sabahaddin Bey’in görüşlerini destekleyen Ahrar Fırkası’na zemin hazırlamıştır.19 1909’da iktidara gelen İttihat ve Terakki yönetimine muhalefet etmiştir. 31 Mart Vak’asına karıştığı gerekçesiyle hapsedilmiş, ancak annesinin, Mahmud Şevket Paşa ve Hurşid Paşa’nın araya girmesiyle serbest bırakılmıştır.20 Nihayetinde tekrar Avrupa’ya kaçmıştır. Prens Sabahaddin’in adem-i merkeziyetçi görüşü Osmanlı Ahrar Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası programlarına alınmıştır ancak bu görüşün politikada bir karşılığı olmamıştır.21 Ahrar Fırkası, 1908 seçimlerini kaybetmiştir. Sadece bir sandalye kazanabilmiştir.22

16 Murat Burgaç, “Osmanlı Devleti’nde Adem-i Merkeziyetçilik Tartışması (1876-1913)”, AİD, Cilt 51,

Sayı 2, 2018, s. 153.

17 Murat Burgaç, “Osmanlı Devleti’nde Adem-i Merkeziyetçilik Tartışması (1876-1913)”, s. 170.

18 Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı İdaresinde Adem-i Merkeziyet ve İmtiyazlı Eyâletler”, Türk Hukuk

tarihi Araştırmaları, Sayı 6, 2008, s. 39.

19 Rukiye Akkaya Kia, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet

Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, 2015, s. 318.

20 Abdullah Uçman, “Prens Sabahaddin”, DİA, Cilt 34, 2007, s. 341.

21 Şerif Mardin, “Adem-i Merkeziyet”, DİA, Cilt 1, 1988, s. 365.

22 Nobuyoshi Fujinami, “Decentralizing Centralists, or the Political Language on Provincial Administration in the Second Ottoman Constitutional Period”, Middle Eastern Studies, Cilt 49, Sayı 6, 2013, s. 881.

(8)

II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti, idareyi devralmıştır. Prens Sabahaddin’in görüşleri ise İttihatçılar tarafından devleti bölünmeye götürecek iddialar biçiminde değerlendirilmiştir. Ancak, İttihatçıların daha sonraki uygulamaları Prens Sabahaddin’le aynı çizgiye geldiklerini gösterir. 1913’te “vilayetlerin tüzel kişiliğini kabul eden ve idarî alanda adem-i merkeziyetçiliğin önünü açan hükümler içeren bir kanun” çıkarmışlardır.23

Balkan Savaşı yıllarında Sultan Reşad’a hitaben yazdığı bir makalede düşmanın dışarıda değil toplumun tembelliği ve merkeziyetçi yönetimde olduğunu vurgulamıştır. Bu yazı ile birlikte adının Mahmud Şevket Paşa suikastına karışması tekrar tutuklanma-sına sebep olmuş, serbest kalınca 1913’te Paris’e kaçmıştır. 1919’da tekrar İstanbul’a gelmiştir. Millî Mücadele’yi desteklemiştir. Mütareke yıllarında ismi sadrazam ve nazır adayları arasında geçmiştir. Sultan Vahdeddin, Prens Sabahaddin’e sadrazamlık teklif etmeye niyetlendi ise de Sabahaddin Bey bu teklife sıcak bakmamıştır.24

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hanedan mensuplarını yurtdışına çıkaran kanunun yürürlüğe girmesi 1924’te yurdu son defa terk etmesine sebep olmuştur. Ömrünün son yıllarını İsviçre’de yokluk içerisinde geçirmiştir. 30 Haziran 1948’de misafirlik için bulunduğu bir evde vefat etmiştir. Naaşı sonradan İstanbul’a getirilerek Eyüp’teki aile kabristanına defnedilmiştir. Eserlerinin tamamı Gönüllü Sürgünden Zorunlu Sürgüne adıyla Mehmet Ö. Alkan tarafından tek bir ciltte yayımlanmıştır.

2. Prens Sabahaddin Sosyolojisine Dair Genel Çerçeve

Prens Sabahaddin, son dönemlerde popüler kültür kanallarıyla yeniden gündeme gelmiş, ancak düşüncelerinden çok ihanet içerisinde kötülükle yâd edilen bir figüre indirgenmiştir. Oysa, Osmanlı iktidarı karşısında ya da yanında yer alan düşünürlerin hemen tamamının temel kaygısı devletin kurtuluşu ve ihyasının nasıl gerçekleşebi-leceğidir. Prens Sabahaddin de, Osmanlı Devleti’nin toplum sorunlarını tahlil etmiş, batıda tanıştığı birtakım düşünceleri Türk düşüncesine aktararak çıkış yolu aramıştır. Gündelik hayat ve doğrudan insana temas eden teşebbüs-i şahsî, devletin yeniden güçlenmesini sağlayacak adem-i merkeziyet teorileri bu yollardandır.

Prens Sabahaddin, 1899’da Paris’e kaçarak, Jön Türk Hareketi içerisinde yer almıştır. Bir tesadüf neticesinde Fransız sosyolog Le Play’in25 “ilm-i içtima” adıyla

23 Murat Burgaç, “Osmanlı Devleti’nde Adem-i Merkeziyetçilik Tartışması (1876-1913)”, s. 148.

24 Taha Toros, “Doğumunun 100. Yılında Gurbette Ölen Fikir Adamımız: Prens Sabahattin”, Milliyet, 21

Şubat 1978, s. 5.

25 Frederic Le Play, Fransız pozitivist sosyologlarındandır. Science Sociale okulunun kurucusudur. Doğa

(9)

Türkçe aktarılan sosyal bilim düşüncesiyle tanışmıştır. Bu düşüncelerini Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet adıyla bir cemiyet kurarak ve kitaplar yayımlayarak teorik bir zemine oturtmuştur. Türkiye sosyolojisinde Ziya Gökalp’ın takip ettiği Durkheim teorisine karşı Le Play ekolünün takipçisi olmuş, bireyci anlayışı Türkiye’de yerleştir-meye çalışmıştır. İlyas Sucu, Prens Sabahaddin’in sosyal bilim okulu ile tanışıklığını, I. Jön Türk Kongresi’nin ve uğraş verdiği bazı ihtilal girişimlerinin başarısız olmasına ve kendisini fikren yeterli hissetmemesinden dolayı girdiği arayışın neticesi olarak değerlendirmiştir.26

Adem-i merkeziyet [décentralisation] kavramı, Osmanlı Devleti’ne tercüme yolu ile girmiştir. Teşebbüs-i şahsî idarî bir kavram olarak, bir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olanların millî meselelerde olduğu gibi yerel/mahallî meselelerde de fikir beyan edebilmesi anlamına gelir.27 Tanzimat devriyle birlikte Batı’nın devlet anlayışı takip edilerek “devlet gücünün doğrudan kullanılması” ile bu kavram Osmanlı Devleti için anlam kazanmıştır fakat devletin yapısı, Batı’nın feodal yapısından farklı olduğu için adem-i merkeziyetin kendi tarihimize uygulanması mümkün değildir.28 Bu kavram Prens Sabahaddin’den önce de Osmanlı entelektüelleri tarafından bilinen bir kavramdır.29 Daha öncesinde 1876 Anayasası’nın 108. maddesi,30 adem-i merkeziyetin idarî bir kavram olarak geçtiği ilk Osmanlı devlet kararıdır. Bu kavram, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra siyasî bir anlam da kazanmıştır. Kavrama bu siyasî anlamı kazandıran Prens Sabahaddin olmuştur. Prens Sabahaddin, Osmanlı Devleti’nin bir “memurlar” devleti olduğunu ve iktisadî gücün devlet tarafından kontrol edildiği iddiasıyla çağdaş medeniyetlerde kolektivizmin değil individüalizmin değer ifade ettiğini savunmuştur.31 Ona göre, her şeyi devletten bekleyen, kamucu Osmanlı toplumunun ilerleyebilmesi için ferdiyetçiliğe geçilmesi gerekiyordur. Yeni doğacak burjuva sınıfının teşebbüsçülüğü, ancak İngiliz ve Amerikan modeli bir

birimin aile olduğunu iddia ederek onun bütün toplumsal hayatın özünü meydana getirdiğini iddia etmiştir. Mehmet Ali Sarı, “Türkiye’de Pozitivizm ve İlk Yansımaları”, Turkish Studies, Cilt 10/14, 2015, s. 650.

26 İlyas Sucu, Prens Sabahaddin, Açılım Kitap, 2018, s. 125.

27 Şerif Mardin, “Adem-i Merkeziyet”, DİA, Cilt 1, 1988, s. 364.

28 Şerif Mardin, “Adem-i Merkeziyet”, DİA, s. 364.

29 Taha Toros Türkler içinde Le Play düşüncesiyle meşgul olan ilk fikir adamının Ali Suavi olduğunu

söyler. İzmirli Tevfik Nevzad da bu düşüncenin teorisyenlerindendir. Taha Toros, “Doğumunun 100. Yılında Gurbette Ölen Fikir Adamımız: Prens Sabahattin”, Milliyet, 17 Şubat 1978, s. 5.

30 108. madde şöyledir: “Vilâyâtın usûI-i idâresi tevsî-i me’zûniyyet ve tefrîk-i vezâif kaidesi üzerine müesses olup derecâtı nizâm-ı mahsûs ile ta’yin kılınacaktır.”

31 “Prens Sabahaddin sosyolojisinde ise ne Diyarbakır’dan, ne de mensubu olduğu saray çevresinden

ilhamlar yer alır. Osmanlı cemiyeti, onun nazarında, gelişme imkanları memurlarca rehin alınan bir cemiyettir.” Mehmed Özden, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”, Kebikeç, Sayı 20, 2005, s. 32.

(10)

adem-i merkeziyetçilik ile olacaktır.32 Prens Sabahaddin, bu düşüncelerini ilk defa Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin programında açıklamıştır.

Bu görüşler Türk Komünist Partisi’nin ve Osmanlı sosyalistlerinin arka planını oluşturan görüşler olarak da değerlendirilmiş33 İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden pek çok kişi tarafından devleti bölünmeye götüreceği iddiasıyla eleştirilmiştir. Prens Sabahaddin devlet yerine bireye, devlet yapısı yerine topluma vurgu yapan fikirler ileri sürmüş, bu fikirler Jön Türklerin anayasa tekliflerini görmezden gelmiştir. Mehmet Özden’e göre bu, Jön Türklerin sebep saydığı unsurların Sabahaddin Bey için sonuç olduğu anlamına gelir.34

Prens Sabahaddin ve kurucusu olduğu cemiyetin, Avrupa’da burjuva ihtilalleri ile iktida-rı elde etme geleneğinin yani liberalizmin Türkiye’deki yansıması olduğu görüşü önemlidir. Cenk Reyhan, bu tespitini bir farkı göstererek başka bir boyuta taşımıştır. Reyhan’a göre “Batı’daki gelişimin aksine, burjuva ihtilalini gerçekleştirecek geleneksel-tarihi birikimi ve toplumsal altyapıyı Osmanlı bünyesinde bulamayan Prens Sabahaddin, bu şartları, kurduğu Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin “liberal-modernleşme programı” ve “science sociale metodu” aracılığıyla, yapay olarak yaratmaya çalışmıştır.”35

Sabahaddin Bey için adem-i merkeziyet bir idarî modeldir. Bununla birlikte bu kavram, ekonomik refahı destekleyen bir toplum biçimidir. Türkiye, insanın kurtuluşu için eğitim ve bireyciliğe, devletin bekası için adem-i merkeziyetçiliğe muhtaçtır.36 Prens Sabahaddin’in kendi teorisini savunurken hatırlattığı bir gerçek dikkati çekmek-tedir. Osmanlı toplumundaki gayrimüslimler ve azınlıklar elde ettikleri haklarla adem-i merkeziyete fiilî olarak zaten geçmişlerdir. Buna mukabil, yerel yönetimler merkezden bağımsızlaşmamış, kurucu unsular için herhangi bir “hak” söz konusu olmamıştır. Her millet kendi komisyonlarında nizamnâmeler hazırlamıştır. 1862 Rum Patrikliği, 1863 Ermeni Gregoryan, 1865 Yahudi Cemaati nizamnâmeleri gayrimüslimlerin bağımsız-lığına yardım etmiştir. Bunlar, dinî kimliklerin ötesinde Osmanlı millet sistemi altında herkesi eşitleyen nizamnâmeler olmuştur. 1876 Anayasası ile mümtaz eyaletlere ve dinî cemaatlere kazandırılan statüler anayasal zemine oturtulmuştur.37 Oysa, kurucu unsurların taleplerine herhangi bir şekilde karşılık verilmemiştir.

32 Şerif Mardin, “Adem-i Merkeziyet”, DİA, s. 365.

33 Atilla Doğan, Haluk Alkan, “Perception of Society and Democracy in Ottoman Liberal and Socialist

Thought”, İnsan ve Toplum, Cilt 5, Sayı 10, 2016, s. 8.

34 Mehmed Özden, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”,

Kebikeç, Sayı 20, 2005, s. 28.

35 Cenk Reyhan, Türkiye’de Liberalizmin Kökenleri, İmge Kitabevi, 2008, s. 75.

36 Rukiye Akkaya Kia, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet

Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, 2015, s. 323.

37 Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı İdaresinde Adem-i Merkeziyet ve İmtiyazlı Eyâletler”, Türk Hukuk

(11)

Prens Sabahaddin’in düşüncelerinin ardında sosyal Darwinizm’le açıklanacak yorumlar da vardır. Bu teoriye göre, sosyal hayat, biyolojik hayat ve organlarla ilişki-lendirilerek açıklanabilir. İnsan, sosyal yasaların rehberliğinde hareket eden olgulara bağımlıdır. Sosyal ve biyolojik hayatı bir araya getiren sosyal yeteneğin işlevi, insan sinir sisteminin işlevine benzer bir yapıya sahiptir.38

Prens Sabahaddin, II. Abdülhamid “istibdat”ının ortadan kalmasını, Meşrutiyet’in ilan edilmesini, Anayasa’nın tekrar yürürlüğe girmesini yeterli görmemiştir. O, istibdat idaresinin toplumsal şartların bir sonucu olduğunu düşünmüştür.39

Prens Sabahaddin’in millî burjuvazi oluşturularak devletin ekonomik tasarrufla-rının devre dışı bırakılmasına dair fikirleri Cumhuriyet döneminde ilgi görmüş, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “millî bir burjuvazi oluşturulması” yönünde karar alınmıştır. 1950’lerde ise Türkiye’de bir sanayi burjuvasından bahsetmek mümkün hâle gelmiştir.40

2.1. Eleştiriler

Prens Sabahaddin’e çağdaşlarından ve günümüzden birtakım eleştiriler yöneltil-miştir. Hüseyin Cahid’in İttihatçıların sözcülüğünü yaparak getirdiği eleştiriler dışında daha nesnel yorumlar da yapılmıştır. Cevdet Paşa, daha eski tarihli adem-i merkeziyet fikrini, Osmanlı tebaasının bölünmüş olması sebebiyle sakıncalı görmüştür. Prens Sabahaddin’i eleştirenler arasında Filibeli Ahmed Hilmi, Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk İnkılabı kitabıyla Celal Nuri ve milletve-kili Yunus Nadi de vardır. Prens Sabahaddin’e yöneltilen çağdaş eleştirilerden birinde onun Anglo-Saksonlara duyguyu sevgiden kaynaklanan bir taraf ileri sürülür. Bireye önem verdiği iddia edilen Anglo-Amerikanlar, bu hususiyetleri dolayısıyla insanlık suçu işlemeyeceklerdir. Prens Sabahaddin ve destekçileri bu sebepten emperyalist ta-sarruflarda “Anglo-Sakson hikmetini” bulmuşlardır. Bununla birlikte endüstri çağında tarımı ön plana almak fikri de problemli görülmüştür.41 Rukiye Akkaya Kia da, Prens Sabahaddin’e birtakım eleştiriler getirmiş, onun “dava adamı” olabilecek bir seviyede güçlü bir figüre neden dönüşemediğini yorumlamıştır:

38 Atilla Doğan, Haluk Alkan, “Perception of Society and Democracy in Ottoman Liberal and Socialist

Thought”, İnsan ve Toplum, Cilt 5, Sayı 10, 2016, s. 10.

39 Abdullah Uçman, “Prens Sabahaddin”, DİA, Cilt 34, 2007, s. 341.

40 Ömer Aytaç, “Türk Sosyolojisinde Bir Öncü İsim: Prens Sabahattin”, Çekmece İZÜ Sosyal Bilimler

Dergisi, Cilt 6, Sayı 12, s. 114.

41 Mehmed Özden, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”,

(12)

Özel eğitim ile büyümüş, yaşamının çok büyük kısmında hemen hemen küçük aile çev-resinden hiç ayrılmamış bir saraylı muhalif olarak, örgütlenmenin siyaseten ne anlama geldiğini iyi değerlendirememiştir. İttihatçıların yaşamları izlendiğinde, genel olarak ahlâki ilkelerinde ve karakterlerinde gözlemlediğimiz “dava adamı” olma gibi bir düsturu da yoktur. Bununla birlikte kişisel yarar ya da mevki adına belli bir grubun, belli bir odağın temsilcisi olmadığı kanaatindeyiz. Kendisi halkın gündelik hayatını bilmemek ve bilmediği bu konu hakkında fikir yürütmekle de suçlanmıştır. Gerçi O’nun sunduğu sosyal değişim programında, öncelikle bir seçkinler grubunun çok iyi eğitim aldıktan sonra topluma

dağılıp, onları yerinde eğitebileceğine olan inancını inkâr edemeyiz.42

Devri içerisinde onu ihanetle, vatanın bölünmesine öncülük etmekle suçlayanlar olmuştur. Bilhassa I. Jön Türk Kongresi’nde, II. Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılması için yabancı devletlerin müdahalesini gerekli görmesi bu eleştirilerin temelini oluşturur. Azınlıklara haklar verilmesi hususunda en ağır eleştirileri almıştır. Eleştirilere cevap olarak, bu görüşlerinin azınlıklara muhtariyet verilmesi anlamına gelmediğini söyleyen Prens Sabahaddin, Kanun-i Esasî’nin 108. maddesini tanık göstererek, kendisinden önce de bunun bahsinin edildiğini göstermiştir. İttihat ve Terakki idaresi, teşebbüs-i şahsî ilkesine sahip çıkarken adem-i merkeziyet düşüncesini reddetmiştir. İttihatçılar, merkeziyetçiliği savunurken, onların muhalifi mevkiinde olan Prens Sabahaddin ve düşüncelerini gayrimüslimler ve Türk olmayan etnik unsurlar desteklemiştir.43 Prens Sabahaddin’in bazı Türk olmayan unsurlarla işbirliği yaptığı doğrudur, ancak İttihat-çılar da bu işbirliğinin içinde olmuştur. Prens Sabahaddin, imparatorluğun dağılmasını önlemek için merkeziyetçiliği gerekli görmüştür. İngiltere’nin aynı yıllarda Prens Sabahaddin’in düşüncelerine paralel bir politika izlemesi, onun İttihat ve Terakki Fırkası içinde eleştirilmesine sebep olmuştur.44

Ahmed Rıza’nın düşünceleri literatüre “pozitivist merkeziyetçi” olarak geçmiş, Prens Sabahaddin’in düşüncelerini savunanlar ise “liberalist federalci” olarak adlan-dırılmıştır. Pozitivizmin Türkiye’ye girişine dair yapılan araştırmalarda yekpare bir pozitivist anlayış olmadığı, Osmanlı aydınlarının devletin sorunlarına çare bulmak için farklı pozitivist görüşlere yöneldikleri görülür. Sözgelimi İttihat ve Terakki Cemiyeti Fransız pozitivizmini takip ederken, Prens Sabahaddin, Anglosakson pozitivizmine ve İngiliz liberalizmine yakın durmuştur. Ahmed Rıza kanadının merkeziyetçi, otori-ter anlayışlarının aksine, Prens Sabahaddin, deneyimci, pragmatist ve liberal siyaset

42 Rukiye Akkaya Kia, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet

Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, 2015, s. 336. 43 Nobuyoshi Fujinami, “Decentralizing Centralists, or the Political Language on Provincial Administration

in the Second Ottoman Constitutional Period”, Middle Eastern Studies, Cilt 49, Sayı 6, 2013, s. 880.

44 Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı İdaresinde Adem-i Merkeziyet ve İmtiyazlı Eyâletler”, Türk Hukuk

(13)

anlayışının takipçisi olmuştur. İngiliz tarzı meşrutiyet, merkezî hükûmetin asgari derecesi için yeterlidir.45

3. Tâhirü’l-Mevlevî ve “Teşebbüs-i Şahsî” Romanı

Mevlevîliğe intisabından dolayı Tâhirü’l-Mevlevî adıyla bilinen Mehmed Tâhir, Soyadı Kanunu’ndan sonra Olgun soyadını almıştır. Saray hizmetlerine mensup bir anne-babanın oğlu olarak 1877’de İstanbul’da doğmuş, hayatını Mevlevîlik tarikatı içerisinde, bir yandan müderrislik ve öğretmenlik yaparak geçirmiştir. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Tâhirü’l-Mevlevî, aralarında Galata Mevlevihanesi Şeyhi Esad Dede ve Mehmed Akif Ersoy gibi âlim ve edebiyatçıların olduğu isimlerden Arapça, Farsça dersleri almış, bu dilleri İslâmî ilimlerin ve Fars edebiyatının klasik metinlerini okuyabilecek bir seviyeye gelmiştir. Dede unvanına ve mesnevihan destarı sarma icazeti sahibidir. Müderrislik hayatı 1925’te medreselerin kapatılmasına, öğretmenlik hayatı ise 1943’te, sağlık sebepleriyle ayrılmak durumunda kaldığı Daruşşafaka Lisesi’ndeki görevine kadar devam etmiştir.46 1925’te şapka inkılabına karşı oldukları gerekçesiyle tutuklanan yirmi beş kişi arasında Tâhirü’l-Mevlevî de vardır. Yargılanmak üzere Ankara’ya İstiklâl Mahkemeleri’ne götürülmüştür. Suçunun, İskilipli Âtıf Efendi’nin Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı kitabının dağıtımına yardım etmek ve Teâlî-i İslâm Cemiyeti’ne üyeliği olduğu iddia edilmiştir.47

Tâhirü’l-Mevlevî, memuriyeti ile beraber matbuatta da yer almıştır. 1899’da Tâhir Baba Kütüphanesi’ni kurmuş, kitap yayıncılığı yapmıştır. Şiirler yayımlamış, yayınev-leri kurmuş, gazete ve dergiler çıkararak yazı hayatını şekillendirmiştir. 1951’de vefat eden Tâhirü’l-Mevlevî, Yenikapı Mevlevihanesi’nde annesinin yanına defnedilmiştir.

3.1. “Teşebbüs-i Şahsî” Romanı

Tâhirü’l-Mevlevî’nin 1912 yılında yayımladığı Teşebbüs-i Şahsî adlı romanı, otobiyografik bir metindir. Müellifin roman sahasındaki tek eseri de budur. Ressam Hâlid Bey’in çizimleriyle musavver bir hâlde yayımlanmıştır.48 II. Meşrutiyet’in ilanından sonra dostlarından bir grubun teklifiyle Rehber-i Vatan adında bir gazete çıkarma teşebbüsünde bulunan Tâhirü’l-Mevlevî, bu gazetenin hikâyesini ve yaşa-dıklarını Teşebbüs-i Şahsî romanında anlatmıştır. Onun ilk gazetecilik tecrübesi daha

45 Mehmet Ali Sarı, “Türkiye’de Pozitivizm ve İlk Yansımaları”, Turkish Studies, Cilt 10/14, 2015, s. 650.

46 Zülfikar Güngör, “Son Mesnevîhânlardan Tâhirü’l-Mevlevî ve Mevlevîlik Hakkındaki Bazı Görüşleri”,

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt 9, Sayı 3, 2009, s. 175.

47 Âlim Kahraman, “Tâhir’ülmevlevî”, DİA, Cilt 39, 2010, s. 408.

(14)

geriye giderek 1899’da Karabet Efendi’nin Resimli Gazetesi’ni kiralaması ile başlar. Bu gazete 19. sayıya kadar Tâhirü’l-Mevlevî’nin idaresinde çıkmıştır. Ermeni bir mürettibin Türkçede, kendisinin de musahhihlikteki acemilikleri dolayısıyla gazetenin çıkması gecikmiş, bu gecikmenin telafisi için Tâhirü’l-Mevlevî üstün bir çaba sarf etmiş, gazete dağıtıma verildikten sonra yazım hatalarından kaynaklı siyasî sebepler-le gazete padişahın emriysebepler-le lağvedilmiştir. Sorgulanması sırasında zaptiye nazırının Tâhirü’l-Mevlevî’ye derviş olduğu hâlde neden kitapçılığa ve gazeteciliğe tevessül ettiğine dair sorduğu bir soruya o, kalemiyle geçinmek için matbuata atıldığını, çalı-şarak yaşamayı “vakıf lokmasına göz dikmekten evlâ” gördüğünü söyleyerek cevap vermiştir. Altı ay kadar matbuat âleminde bulunduğu bu ilk tecrübe, sattığı evin bede-line denk gelen 80-90 liraya mal olmuştur. Resimli Gazete’den sonra, romanda sözü edilen Rehber-i Vatan gazetesini çıkararak arkadaş grubuna katılmıştır. Bu girişimi “10 Temmuz 1324’teki [1908] İlan-ı Meşrutiyet üzerine matbuata birdenbire, fakat kemiyet itibariyle bir bolluk gelmişti. Her gün, yeni yeni gazeteler ve mecmualar, kitaplar ve risaleler matbaa kapılarından Bâbıâli yokuşuna adeta akıyordu.” sözleriyle anlatmaya başlayan Tâhirü’l-Mevlevî, dostlarının “Herkesin şahsî teşebbüslerde bulunacağı böyle bir zamanda biz niye duralım? Hissesi beş lira olmak üzere bir gazetecilik şirketi tesis edelim, bu haftadan itibaren de mecmuayı çıkaralım.” teklifi ve teşviki ile Rehber-i Vatan’ı çıkarmaya karar vermiştir. Ancak gazete, romanda da birebir anlatıldığı üzere Ermeni mürettiplerin müsveddeleri okuyamamalarından, tekrar tekrar yapılan tashih hatalarından bir türlü hazırlanamamış, nihayetinde gecikmeli olarak yine bir yığın hata ile çıkmıştır. İkinci sayı da daha dikkatli olalım sesleriyle çıkarılmaya çalışılmış ancak yine aynı hatalar tekerrür etmiştir. İkinci sayı o derece kötü bir hâldedir ki baskı makineden alınmış ve durdurulmuştur. Rehber-i Vatan gazetesi Tâhirü’l-Mevlevî’nin ifadesiyle bir buçuk nüsha ile yok olup gitmiştir. “Bu komedinin tafsilatını almak için Teşebbüs-i Şahsî ismindeki eser-i acizanemin mütalaası lazımdır.” diyerek romanın bu gazetenin hikâyesinden ibaret olduğunu göstermiştir.49 Tâhirü’l-Mevlevî, macerasının bir kısmını “Gazetecilik” başlığı altında Nekregû gazetesinde de yazmıştır.

Teşebbüs-i Şahsî, II. Meşrutiyet’le ilk defa kamunun gündemine giren liberalizm, girişimcilik ve serbest ekonomi düşüncesinin üzerine yazılmış, devrin özgün düşünce-lerinden birini edebiyatın sınırları içerisinde kayıt altına almış bir metindir. Teşebbüs-i Şahsî bu hususiyetinin yanında Küçük Paşa ve Hamiyyetli Bir Genç romanlarıyla bir-likte II. Meşrutiyet döneminin sosyal ve siyasî durumu hakkında ayrıntılı bilgi veren ve Ahmet Mithat Efendi ve Hüseyin Rahmi’nin sokağın renkli dünyasını romana taşıyan

49 Tâhirü’l-Mevlevî’nin burada sözünü ettiğimiz ilk gazetecilik tecrübeleri müellifin Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemesi Hatıraları adıyla yayımlanan kitabına dayanır. Roman kahramanlarının gerçek kimlikleri ve daha ayrıntılı bilgi için: Tâhirü’l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım - İstiklâl Mahkemesi Hatıraları, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, haz. Nurcan Boşdurmaz, 2012.

(15)

üslubunu sürdüren romanlar arasında sayılmıştır.50 Kahramanlarının gerçek kişiler ol-ması hatta gerçek isimleriyle romanda yer alol-ması metni belgesel bir niteliğe taşımıştır. II. Meşrutiyet’le birlikte devlet kadrolarındaki yapılanmaların memurlar üzerindeki tesiri, Tâhirü’l-Mevlevî’nin biyografisi ile paralel okunduğunda devrin bürokratik iş-leyişini ortaya çıkarır. Biyografi söz konusu olduğunda bu roman, ömrünü tasavvuf kültürü içerisinde geçirmiş bir ilim adamının aynı zamanda mizahî bir üsluba ve dünya hayatının gerçekliğine hâkim bir mizaca sahip olduğunu gösterir. Teşebbüs-i Şahsî’nin II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında İstanbul’daki belediyecilik ve imar çalışmalarının takip edilebileceği bir roman olduğu da söylenmelidir. İstanbul’un toz, toprak içindeki ba-kımsızlığı sıkça vurgulanır. İstanbul şiddetli yağmurlarda mahalle içlerindeki konakları bile “sahilhaneye” çeviren bir şehirdir. Roman, öte yandan, eski kitap müzesini andırır. Tâhirü’l-Mevlevi’nin yeni çıkan bir kitabı romanda dolaylı bir biçimde yer alır.

Vak’a zamanı Meşrutiyet’in ilanından birkaç gün önceye tesadüf eden Teşebbüs-i Şahsî’nin yansıtıcı kahramanı Neşati Efendi, muhtelif meşgaleleri olan, evinden çıkıp kalemdeki memuriyetine gidene kadar yüzlerce kişi ile selamlaşan meşhur bir zâttır. Beş seneden beri bir özel okulda ücretini alamadan öğretmenlik yapar. Âli tarikatlar-dan birine mensuptur. Bütün şeyh ve dervişler ile tanışır. Dairelerden birinde kâtiplik vazifesini sürdürdüğü için nezaretteki memurları da bilir. Farsçaya ve edebiyata merakı olduğundan Farisîlerle muhabbet hâlindedir. Her güzel sözün edebiyattan sayılacağını düşünerek, edebiyatın eski ve yeni biçiminde tasnif edilmesini doğru bulmaz. Ancak, Nefi’den daha çok Eşref’in takipçisidir.

Meşrutiyet’in ilanından sonra devletin kadro düzenlemelerinden faydalanacağını ümit ederken Maarif Nezareti’ndeki işten çıkarmaları duymuş, çalıştığı dairenin de bu muameleye tâbi olacağını anlamış ve Nekregû gazetesinde bunun önünü almayı umacak manzumeler yazmıştır. Bu manzumelerde memurların atılma korkusuyla yaşadıkları anlatılır. Romanda kıtalarla verilen bu vak’alar Tâhirü’l-Mevlevî’nin memuriyette yaşadıklarını anlatması bakımından otobiyografik önem taşır. “Enîn-i Memurîn” başlıklı beyitte “Gerçi yoktu şeref ü kıymeti memurînin / Bu sefer kalmadı haysiyeti memurînin” denir.51 Burada memurların sınav yapanlara güveni kalmadığı, oğlunu, dostunu işe alanların ortaya çıktığı, memurların yetkinliğinin kaybolduğu vurgulanır. Neşati Efendi, kıt kanaat geçinebilen, Yüksekkaldırım’da babasından kalan bir evde yaşayıp Ayasofya’daki işine yayan giden biridir. Uğradığı Yeşil Tulumba

kah-50 Osman Gündüz, “Geleneksel Anlatma Formlarından Çağdaş Romana”, Turkish Studies, Cilt 4, Sayı 1,

2009, s. 784-785.

51 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsi, Bursa: Emin Yayınları, haz. Levent Ali Çanaklı, Sacit Ayhan, s.

26, 2017.

(16)

velerinde cebindeki parasını bölüşerek bir ahbabına kahve ısmarlayan, “İnsan paranın Kâbe’si olmalı, gelip tavaf ettikten sonra gitmelidir.”52 diye düşünen Neşati Efendi, parası olmadığı zamanlarda iktisada riayet eder. Ahlâken hassasiyet sahibidir. İzlediği oyunlarda öpüşme sahnelerinden rahatsız olur. Bir defasında Carmen operasını izle-mek için Beyoğlu’na götürülmüş, önceden Kristal’de çalınan alafranga havalardan “başı kazan gibi olduğu için”53 uzaklaşmıştır. Ancak yeniliklere karşı değildir. Şeh-zadebaşı’ndaki tiyatrolara sinematograf kumpanyalarının gelmesiyle onlara devama başlamıştır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin hazırladığı edebiyat lügatleri bu romanda da yaşatılır, Neşati Efendi’nin bir lügatin hazırlıkları ile meşgul olduğu ve bu kitabın Türkçede müsta’mel Farisî kelime ve terkipleri ihtiva edeceği söylenir.

Romanın bir diğer kahramanı İrfan’dır. İrfan yaşı tahmin edilemeyen ancak 20’li yaşlarda bir gençtir. Ekonomik imkânları yerinde olduğu hâlde cebinde para bulunma-sı nadirdir. İdadiden öte okumamış olmabulunma-sına rağmen yüksek ilimlerden bahsetmeyi sever. Felsefeye meraklıdır. Schopenhauer’a dair bilgisi Ahmet Mithat Efendi tercü-mesinden gelir. Edebiyat-ı Cedide taraftarıdır, Hâmid Bey’in Divaneliklerim eserini tanzire çalışır ancak “ha” ve hı” harflerini ayırt edemeyecek kadar imladan uzaktır. Coğrafya mütehassısıdır. Beş kıtanın meşhur şehirlerini, kasaba ve köylerine kadar bilir de Kandilli’de bir yalıda oturduğu hâlde Şirket-i Hayriye vapurlarının sırasıyla hangi iskelelere uğradığını sayamaz.

Romancı, ikinci dereceden kahramanı İrfan’ı da okura tanıttıktan sonra onun bir gün Neşati Efendi’nin evine çıkageldiğini söyleyerek vak’a takdimine geçer. İrfan, Neşati’ye bir gazete çıkarma düşüncesiyle gelir. Bu ziyaret aynı zamanda gazeteyi çıkaracak gruba Neşati’yi davet ziyaretidir. Gazete çıkaracaklarını, imtiyazı aldıktan sonra masraftan kaçınmayacağını, iyi kâğıt kullanıp renkli resimler yaptıracağını söy-ler. Haftada üç defa yayımlanacak bu gazetenin her bir sayısı 10 bin nüsha olacaktır. Dostlarından bir diğeri Ferdi, Neşati ile gazetenin muhabirliğini yürütecektir. Ancak yazı ücreti vermeyecektir. Neşati, gazete çıkarma fikrini mizahî bir üslupla yerecektir. Konuşma sırasında gazeteye Zirzop, Ecinni gibi isimler teklif edeceklerdir. Romanın devamında bu fikri, Ferdi’ye de açmak üzere evden çıkarlar. Ferdi, otuzlu yaşlarının başında, malumat sahibi, neşeli, güzel konuşmayı bilen bir kişidir. Resmî okullardan birinde tarih, hususî mekteplerden birinde kavaid-i Osmaniye okutur. Ancak kendine mahsus fikirleri bu sahada yetkin olmadığını gösterir. Bir başka mektepte ise Ermenice dersleri verir.

Teşebbüs-i Şahsî, II. Meşrutiyet döneminde, herkesin bir anda kalem sahibi olmaya kalkışmasını Ferdi’nin gazete çıkarma teklifine hemen tamam demesi üzerinden anlatır: “Biraz yazı yazabilenlerin hepsinde olduğu gibi Ferdi’nin de saha-i matbuatta kalem

52 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsi, s. 28. 53 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsi, s. 29.

(17)

oynatmaya hevesi vardı.”54 Ancak heveslerini saklamayan bu karakterler karşısında Neşati Efendi, ihtiyatı elden bırakmaz, gazetenin çıkacağına da emin değildir. O, “Emin olduğum bir şey varsa ilk nüshadan evvel kavga çıkacağıdır.”55 diyerek aralarındaki ilişkinin mahiyetini de hissettirir. Gazete, edebî, fennî, siyasî, coğrafî hatta tedafüi (savunmacı) ve tecavüzî alanlarda yayın yapacaktır. İrfan, hakkı müdafaa edecek, haksıza “mütecavizane” davranacak bir gazete hayal eder. Neşati Efendi, kendilerinin tecavüze uğraması durumunda ne yapacaklarını sorduğunda İrfan, kalemle kendilerini savunacaklarını söyler. Neşati Efendi, kalem kavgası yerine sopa ile kavga baş göster-mesi durumunda ne olacağını sorduğunda İrfan’ın “Ne demek? Kalemler hür olmadı mı?”56 diye cevap vermesi “istibdat dönemine” bir gönderme olarak anlaşılabilir.

Gazetenin çıkışının duyurulması için reklam çalışmalarına başlanır. Hatta ilanla birlikte bedava limonata dağıtılarak promosyon yapılır. Fonograf yardımıyla gazetenin içeriği hakkında insanlara sesli bilgi verilmesi sağlanır. Neşati Efendi, arkadaşlarının bu düşüncelerini gazetelerden birinde “Yeni Bir Gazetecinin Çukur Düşünceleri” başlığı altında mizahî bir dille tenkit eder. Yazısına imza yerine kendi rumuzu olan “nun” harfini koymuştur.

Gazete çıkarma fikrini İrfan getirdiği hâlde, Ferdi, kendi arkadaş çevresinden birkaç kişi ile “Rehnüma-yı Memleket” adıyla bir gazetenin imtiyazını alır. Roman-cı, şahsî girişimlerin arkadaş sözünün önüne geçtiğini ve iş ahlâkının kaybolduğunu göstermek ister. Öte yandan gazetenin imtiyazının tek kişi üzerine olması, neden or-taklaşa çıkarılmadığı tartışmasını başlatmış, Ferdi, teşebbüs-i şahsî yani özel girişimin bu gibi şeyler olduğunu söyleyerek attığı adımın meşruluğunu savunmuştur. Ancak nihayetinde herkesin bir miktar para koyarak gazetede kendi mesleğine uygun yazılar yazması kararlaştırılmıştır. “Hissedar ne kadar çok olursa sermaye de o nispette artar.”57 denilerek serbest ekonomiye gönderme yapılmıştır. Gazete çıkarma fikrini İrfan ortaya attığı hâlde diğerleri sadarete giderek imtiyazı kendi üzerlerine almıştır. Onu teskin etmeye çalışanlar, imtiyaz sahipliğinin bir önemi olmadığını gazeteyi “şirket”in idare edeceğini söylemişlerdir. Şirket, kapitalist bir kurum olarak romanda karşımıza çıkar. İrfan, şirkete girerse, gazetenin sahibi kadar hak sahibi olacaktır. Burada, adem-i mer-keziyet düşüncesi hatıra gelir. Gazetenin bir patronu yoktur. Herkes yönetimde şirkete dahil olduğu nispette söz sahibidir.

Bütün meşrutiyet romanlarında olduğu gibi arka planda “istibdat”ın gölgesi hissedilir. Gazetenin sahibi Halis, istibdatın zorlamasıyla dört kişinin toplanıp bir cemiyet

yapa-54 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 57. 55 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 59. 56 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 60. 57 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 77.

(18)

madığını, şirketin ne olduğunun bilinmediğini söyler. Romancı bu cümlelerin ardından “istibdat”ta her perşembe bir araya gelindiğini ve Şirket-i Hayriye’nin varlığını hatırlatır. Gazeteye iştirak etmek isteyen herkes beşer lira vermek zorundadır. Kıt kanaat geçinen Neşati Efendi bu parayı bulabilmek için çareler arar hatta kütüphanesindeki kitaplardan bazılarını satmayı dahi düşünür. Kalemde odacılık yapan, tefeci ve faiz-ciliği ile nam salmış İbrahim Ağa’ya gitmeyi kararlaştırır. İbrahim Ağa dahi, gazete çıkarmak fikri karşısında “Gazete mi yok ki bir de sen çıkarmak istiyorsun? Akşam sabah türlü türlüsü çıkıyor.”58 diye tepki gösterir. Neşati’nin gazetenin hazırlıklarını başka gazetelerde söz konusu eden yazılar yazması ve ironik bir biçimde manzarayı ele alması dikkat çekicidir. Teşebbüs-i şahsînin eleştirildiği bir başka kısım hattat, musıki-şinas, çıkacak gazetenin levhasını da hazırlayacak bir karakter olan Resmî Bey’in bir tartışma sırasında “Canım! Siz teşebbüs-i şahside bulunacağız diye bu kadar masrafa girip gazete çıkarmıyor musunuz? Ben de o teşebbüsü yapmak için bilamasraf hatta ücret mukabilinde adam çıkarıyorum. Aramızda ne fark var.” demesi üzerine teşebbüs-i şahsînin böyle bir yönü olduğu kabul edilir.59

Yeni Postane Caddesi’ne yakın bir yerde oda kiralanır. Gazetenin çok satması için içlerinden bir karakter olan Şakir’e “meraklı bir roman”ın tercümesi sipariş edi-lir. Neşati Efendi “Şu sırada millî hikâyelere daha ziyade rağbet gösteriliyor. Şakir’e tercüme ettireceğiniz roman yerine benim yazıp bitirdiğim bir hikâyeyi dercediniz.”60 teklifinde bulunur. Burada II. Meşrutiyet sonrasında bilhassa Ziya Gökalp liderliğinde millî edebiyat hareketliliğine gönderme yapılmıştır. Nihayetinde matbaa ve mürettip ile anlaşılarak gazete son hâline getirilir ancak hem matbaacının hem de sermürettibin işini ciddiyetle yapmamasından dolayı gazete hatalarla dolu bir şekilde basılır. “Har” kelimesinin “hür” biçiminde dizilmesi bunlardan biridir.61 Gazete bu sebeplerden bir türlü kararlaştırılan zamanda çıkamaz. Matbaanın sahibi hata kendilerinden kaynaklan-mamış gibi her hazırlıkta tekrar para talep eder. Neyse ki gazete bir gece sabahlanarak basılmış ancak bu sefer de dağıtıma verilememiştir. Çünkü bu işle görevli şirket or-taklarından İzzet Bey, gazetelerin üzerinde uyuyakalmıştır. Gazete okunmaz derecede kötü basılmıştır. Çünkü matbaada Türkçe bilmez bir mürettip vardır. Tashihler kâğıtlar üzerinde kalmış sayfalara işlenmemiştir. Para peşinen çok miktarda ödendiği için ga-zeteyi ikinci defa hazırlamışlardır. Ancak bu baskı da dört sayfa “serâpâ hata-âlud”62 çıkmıştır. Roman kahramanları arka arkaya gelen beceriksizlerden sonra gazeteciliğin yalnız yazı yazıp matbaada bastırmaktan ibaret olmadığını anlamışlardır.63

58 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 102. 59 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 153. 60 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 171. 61 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 204. 62 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 217. 63 Tâhirü’l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsî, s. 210.

(19)

Klasik edebiyatın kıssadan hisse geleneğine vâkıf bir sanatçı olan Tâhirü’l Mevlevî, kahramanı Neşati Efendi’nin ağzından teşebbüslerinin neden hayal kırıklığı ile neti-celendiğini anlatır:

Bidayet-i Meşrutiyet’te evvelce bilmediğimiz birçok kelimat ve tabiratı lafzen öğrendik, lafzen diyorum çünkü mana-yı hakikilerine tamamıyla bigâne bulunuyorduk. Bunlardan biri de “teşebbüs-i şahsî’ idi. Bu terkip şüyu bulunca herkes tatbike kalkıştı. Kimi bakkal dükkanı açtı, kimi tahvil almaya koştu. Biz de gazete çıkarmak teşebbüsünde bulunduk. Bu işin ehli olup olmadığımızı düşünmeye lüzum görmeden emsalimiz gibi işe atıldık. (...) Bi’t-tecrübe şunu anladık ki teşebbüs-i şahside ehliyetsizlik muvaffakiyetsizliğini intaç ediyor. Artık bunu hatırımızda tutalım da bâdema yapabileceğimiz işlere teşebbüs

edelim ve şu gazeteciliği de erbabına bırakarak işin içinden çıkalım.64

Teşebbüs-i Şahsî, politik ve sosyolojik bir kavram olarak II. Meşrutiyet yıllarında popüler bir hâle gelen, ancak mahiyeti hakkında yeterli malumata sahip olunmayan teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet kavramlarını tenkit eden bir roman olarak Türk edebiyatındaki yerini almıştır. Yansıtıcı kahraman Neşati Efendi, romanın sonunda kavram ve terkipler karşısında lafızda kalıp hakikate geçemeyenlerin çok olduğu bir memlekette teşebbüs-i şahsînin de anlaşılamadığını vurgulamıştır.

Sonuç

Osmanlı hanedanına mensup bir genç olarak 1899’da Paris’e kaçan Prens Saba-haddin, burada Jön Türk Hareketi’nin önemli bir figürü hâline gelmesinin yanında bir tesadüf neticesinde tanıştığı Le Play’in sosyal bilim ekolünü ve bu ekolün düşüncelerini Türk sosyolojisini anlamada kullanmak istemesiyle tanınmıştır. Avrupa’da II. Abdülha-mid karşısındaki muhalefet çalışmalarına katılan hatta bunları tertip eden Prens Saba-haddin, Le Play’in pozitivizm temelli sosyoloji anlayışından yola çıkarak Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Cemiyetin beyannâmesinde bireylerin devletten destek bekleyerek yükselemeyeceklerini, şahsî girişimleri ile yol almaları ve memur-devlet anlayışının sona ererek liberal ve serbest ekonominin yerleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Adem-i merkeziyet düşüncesinde de merkezî hükümetin yetkilerinin sınırlanmasını, yerel idarelerin kendileri ile ilgili kararları almalarında hür bırakılmalarını teklif eder. Bu düşüncelerinden ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde yabancı devletlerin müdahalesini meşru görmesinden dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti ile fikir ayrılığına düşmüştür. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönen Prens Sabahaddin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Açık Mektuplar adlarıyla kaleme aldığı eserlerinde Meşrutiyet

(20)

yıllarında destekçiler bulmuş, İttihatçıların karşısında bir muhalefet partisi olarak Ahrar Fırkası’nı kurmuştur. Türkiye’de liberalizmin tanınmasını ve yerleşmesini amaçlayan Prens Sabahaddin, İttihat ve Terakki Partisi mensuplarının ve destekçile-rinin ağır eleştirilerine maruz kalmış, birkaç defa tutuklanmıştır. Mütareke yıllarında millî mücadeleyi desteklemiş olsa da 1924’te Osmanlı hanedanına mensup kişilerin yurtdışına sürülmeleri ile Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmıştır. 1948’de İsviçre’de yokluk içerisinde vefat etmiştir.

Prens Sabahaddin’in teşebbüs-i şahsî düşüncesi, II. Meşrutiyet yıllarının hemen başında matbuat hayatında kendisini göstermiştir. II. Abdülhamid döneminde yayın faaliyetlerini sansür endişesiyle sürdüremeyenler Meşrutiyet’in ilanı ile ardı ardına onlarca gazete ve dergi çıkarmıştır. Türk edebiyatına telif ve tercüme eserlerle büyük katkılar sunan Tâhirü’l-Mevlevî, arkadaşlarının teşviki ile bu dönemde gazeteciliğe teşebbüs etmiştir. Her yerde, her köşe başında özel teşebbüsün, şirketleşmenin konu-şulduğu Meşrutiyet toplumunda, Tâhirü’l-Mevlevî ve arkadaşları da Rehber-i Vatan adıyla bir gazete çıkarmışlardır. Gazete, yeterli tecrübe ve bilgiye sahip olmayan bu gençler için bir hayal kırıklığı olmuş, çıkarılan iki sayısı da okura ulaşamadan yok olup gitmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, Rehber-i Vatan gazetesinin sergüzeştini Teşebbüs-i Şahsî adıyla yayımladığı bir romanda anlatmıştır. Bu roman, otobiyografik bir metindir ve hem yazarının hayat hikâyesini destekler hem de II. Meşrutiyet’in toplum, edebiyat ve siyaset meselelerini sayfalarına taşıyan belgesel bir eserdir.

Tâhirü’l-Mevlevî, toplumda birtakım kavram ve kelimelerin hakiki manaları bilinmeden ve anlaşılmadan lafza bakılarak yorumlanmaya ve sahiplenilmeye kal-kışıldığını düşünen, teşebbüs-i şahsî hususunda da aynı hataları yaşayan bir toplum olduğumuzu Teşebbüs-i Şahsî romanında iddia eden bir isimdir. Bu roman, sosyolojik ve siyasî bir kavram olarak teşebbüs-i şahsîyi edebiyat içerisinde yorumlayan önemli bir metindir. II. Meşrutiyet, Türkiye’de sivil toplumun ve vatandaş kavramının biçim-lendiği, Tanzimat düşüncesinin Osmanlıcılık, batıcılık ya da İslâmcılık düşüncelerine milliyetçilik, Turancılık ve adem-i merkeziyet gibi düşünceler eklendiği bir dönemdir. Milliyetçilik, millî edebiyat metinlerinde, Ziya Gökalp’ın liderliğinde Genç Kalemler hareketinde, Halide Edib, Ahmed Hikmet gibi hikâye ve romancıların kaleminde sıkça yazılmıştır. Ancak, II. Meşrutiyet dönemine özgü Prens Sabahaddin düşüncesinin edebiyat sahasında yazılması Tâhirü’l-Mevlevî’nin kaleminden olmuştur.

(21)

KAYNAKLAR

Akkaya Kia, Rukiye, “Saraylı Bir Muhalifin Siyasi Mücadelesi: Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”, Mehmet Akif Aydın’a Armağan Hukuk Araştırmaları Dergisi Özel Sayı, İstanbul: 2015.

Aytaç, Ömer, “ Türk Sosyolojisinde Bir Öncü İsim: Prens Sabahattin”, Çekmece İZÜ Sosyal Bilimler Dergisi, İstanbul: Cilt 6, Sayı 12, 2018.

Burgaç, Murat, “Osmanlı Devleti’nde Adem-i Merkeziyetçilik Tartışması (1876-1913)”, AİD, Ankara: Cilt 51, Sayı 2, 2018.

Doğan, Atilla, Alkan, Haluk, “Perception of Society and Democracy in Ottoman Liberal and Socialist Thought”, İnsan ve Toplum, İstanbul: Cilt 5, Sayı 10, 2016.

Ekinci, Ekrem Buğra, “Osmanlı İdaresinde Adem-i Merkeziyet ve İmtiyazlı Eyâletler”, Türk Hukuk tarihi Araştırmaları, İstanbul: Sayı 6, 2008.

Erdem, Nilüfer, “II. Meşrutiyetin İlânı Sonrası Helenlerin Prens Sabahattin’e Gösterdikleri İlginin Yunan Basınındaki Yansımaları”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Ankara: Sayı 21, 2015.

Fujinami, Nobuyoshi, “Decentralizing Centralists, or the Political Language on Provincial Administration in the Second Ottoman Constitutional Period”, Middle Eastern Studies, Londra: Cilt 49, Sayı 6, 2013.

Gündüz, Osman, “Geleneksel Anlatma Formlarından Çağdaş Romana”, Turkish Studies, Cilt 4, Sayı 1, 2009.

Güngör, Zülfikar, “Son Mesnevîhânlardan Tâhirü’l-Mevlevî ve Mevlevîlik Hakkındaki Bazı Görüşleri”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Samsun: Cilt 9, Sayı 3, 2009. Kahraman, Âlim, “Tâhir’ülmevlevî”, DİA, İstanbul: Cilt 39, 2010.

Mardin, Şerif, “Adem-i Merkeziyet”, DİA, İstanbul: Cilt 1, 1988.

Özden, Mehmed, “Mütareke Döneminde Sabahaddincilik: Meslek-i İçtimaî Dergisi (1919-1920)”, Kebikeç, Ankara: Sayı 20, 2005.

Reyhan, Cenk, Türkiye’de Liberalizmin Kökenleri, Ankara: İmge Kitabevi, 2008.

, “Jön Türk Hareketi Üzerine Kavramsal Bir Çerçeve”, Akademik Bakış, Celalabad: Cilt 1, Sayı 2, 2008.

Sarı, Mehmet Ali, “Türkiye’de Pozitivizm ve İlk Yansımaları”, Turkish Studies, Cilt 10/14, 2015. Sucu, İlyas, Prens Sabahaddin, İstanbul: Açılım Kitap, 2018.

Şentürk, Ahmet Atilla, Tahir’ül Mevlevi, İstanbul: Nehir Yayınları, 1991.

Toros, Taha, “Doğumunun 100. Yılında Gurbette Ölen Fikir Adamımız: Prens Sabahattin”, Milliyet, İstanbul: 16-21 Şubat 1978.

Tâhirü’l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım - İstiklâl Mahkemesi Hatıraları, haz. Nurcan Boşdurmaz, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, , 2012.

, Teşebbüs-i Şahsi, haz. Levent Ali Çanaklı, Sacit Ayhan, Bursa: Emin Yayınları, 2017. Uçman, Abdullah, “Prens Sabahaddin”, DİA, İstanbul: Cilt 34, 2007.

(22)

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Heykel Müzesinde bulunan Tira- j e ’ye, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde 1930’lardan sonra çok sayıda ressamı etkileyen ve yetiştiren Leopold Levy ölürken

Stimulation Thresholds and Response Parameters of the Facial Nerve as Prognostic Factors in Facial Nerve

Ataç’ın sırrı oradaymış: Ciddîye alınmış yazdığı dönemde, bu sırrı alıp götürmüş, yazdıkları bugün dünkü kadar etkili olamıyorsa, gerekçeyi içe-

Osmanlı’nın sosyal yapısını tanımlayan Prens bir sosyolog, adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi kavramlarına verdiği önemle ise ilk liberal aydın olarak

ILO’nun 1919 yılında kurulması, iş ve işçi bulma hizmetlerinin gelişimine ivme kazandırmıştır. İlk kez toplanan Washington Konferansı 2 Sayılı İşsizlik Sözleşmesini

A Sporu sever ve ilgilenirdi A Yurtta genel yas ilan edildi p- Tiirk sporuna büyük hizmetleri Dulunan m er- Profesyonel Futbolcular D erneği’niri yarın ak- ■ hum

Dünya Savaşı’nda pek çok cephede siper savaşı yaşanmış olmasına karşın bunların hiç birinin Batı cephe- si kadar uzun siperlere ve neredeyse dört yıl süren