ASDÜLCANBAZ
Turhan
Selçuk
xa±ıu
2
aazktan
CÜ
2 £
K t & f c f t 'i V / E f c îi» , 0 ÎF^ P E F O T E H K - U f e .-TuLMU^TwKL* ^»
mOÎDE JE vi^ 'î tM -
Z-ALANtf» İ?ÎN
D*WTEN
KM INTUIA
-
ftiLİD -il.
>%
AFE
îU
iM, AFERİN L. A-EMEL K.ÜLTÜfUİMÜZ.
R E Y t L E k lE M İV - bOĞ-RU, VAfiîDETTİH
kA<TI A
n\ A , f t î l K.A 4M A V A C A Ğ 1Z .
PADİŞAHIMIZ E F E H D i M iZ
VÂ-Hı-DETTİN O
e nÎ
zVOE
uVLA
K A c r ı . m u h a t a
KEM AL DE, DEMİZ.
m u Y L A 4AM-
^UM 'A Z
iKTH
ft İ Z k A D A V O L u N U T £ k - cİM EDECE _
G i z .
16
O
r h a n
P
a m u k
ENTELLEKTUEL BAKIŞ
Her zaman
öfkeli,
her zaman
Milliyet Çarşamba 1 2 Temmuz 1 9 95
H
ABERİ bakkalda dalgın dalgın gazeteye bakarken öğren dim. Oysa iki saat önce aynı gazeteyi evde okumuştum, a- ma haber yoktu orada. Alışve rişimi yaptım, elimde plastik torbalar yazıhaneye girdim: Plastik torbaları koltuğa değil,mutfağa koymalıydım, ceplerimi boşaltmalı saatimi çıkarmalıydım, faks makinasma ba
kacaktım, ama orada kalakalmışım. Ağla maya başladım.
Bu işi öyle sık yapan biri değilim. Kendi
me şaştım, sinirlerimin bozuk olduğunu, öf keli olduğumu, buna benzer şeyleri düşün düm, ama başka şeyler vardı aklımda. Faks makinesindeki kağıt bu yazıyı hemen yaza bileceğimi söylüyordu. Masaya oturdum.
Aziz Nesin’i ilk gördüğümde sekiz yaşın
daydım. Ankara’daki Bilgi Kitabevi’nde k i taplarını imzalıyordu. Annem ağabeyimle beni, kitapçmm olduğu Sakarya Caddesi’ne alışverişe götürmüştü. Orada, çarşının gü rültüsünden ve erken gelen sonbahar akşa mının karanlığından uzakta arkada bir yer de, çekici ve güven verici kitap kokusu içe risinde insanların arasmda bir adam kitap larını imzalıyordu. İleride ben de bir yazar olacaktım.
Evimizde kitapları okunurdu, ben de o-
kumaya başladım. Türkiye’nin nasıl bir yer olduğunu, burada yaşayanların nasıl insan lar olduğunu erken yaşta hayattan ve gaze telerden öğrendiğim kadar ondan öğrendim. Hayatlarımızda büyük, derin bir yarayı an dırır bir eksiklik vardı.
Bunun ruhsal bir acı gibi farkındaydı, a-
ma çocuklar gibi örtbas etmeye, bir yamayla yamamaya, milli bir gururla parlatmaya, hatta bilerek seçilmiş bir özellik gibi onunla övünmeye hazırdık. Bir kenara itilmişliği mizin, yoksulluğumuzun ve birbirimize kar şı gaddarlığa varan acımasızlığımızın arka sında da bu eksikliğin, bir çeşit hamlığın ve öfkenin olduğunu da seziyorduk. Hayatm her çeşnesinde, günün her saatinde kendini hatırlatan bu eziklik ve öfke bize önce, “Biz
adam olmayız” dedirtir, sonra da mahalle
mize Amerikalılar misafir geldiğinde gençle rimizi konuk ağırlanan evin penceresi önün de toplattırır, İstiklal Marşı söylettirirdi.
En hurda ayrıntısına kad ar...
Aziz Nesin kitaplarında bu kırılganlığın
ve bir gün kolayca, kurnazca, kestirmeden bu eziklikten kurtulma umudunun her ren gini, her belirtisini, her sonucunu, her tu haflığını bize zevkle anlatıyordu.
Çocukluğumda onun hikayelerini okur
ken İstanbul’un ve bütün Türkiye’nin her türlü günlük hayat rengi, dolmuş kapısının nasıl açılacağından, genel helaların seyrekli ğine ilişkin sokak gözlemi, dikiş makinesin den oturağa, düdüklü tencereden ütüye ev eşyalarının canlılığı, bizi kısa yoldan açığa vuran dil ve konuşma alışkanlıklarımız, kaynanalar, emekliler, çocuklar, kediler, bir şehri şehir yapan bütün o aileler, hayatlar, dükkanlar ve devlet daireleri en hurda ay rıntısına kadar, bende derin bir gerçeklik duygusu uyandırarak canlanırdı.
Daha sonraki yıllarda da dönüp dönüp ye
niden okuduğum hikayeleri, orasından bura sından karıştırarak ve çoğu zaman en bekle mediğim anda gülerek hatırladığım kitapla rı, beni her seferinde Aziz
Nesin’in dikkatinin ve göz lem gücünün bitip tüken meyen canlılığına, oynaklı ğına, çeşitliliğine imrendi- rirdi.
Onun en büyük başarısı
da budur: Dünya edebiya tında yaşadığı şehrin ve ül kenin hayatma ve insanla rına bütün ayrıntılarıyla bu derecede tanıklık eden ve bu kadar da rahat oku nan çok az yazar vardır.
Özellikle Demokrat Par-
ti’nin ilk yıllarından başla yarak, yetmişli yılların so nuna kadarki otuz yıllık dönemin İstanbul ve Ana dolu hayatmın bütün kah ramanları, bütün o idare memurları, yeni zenginler, işsizler, üçkağıtçı politika
cılar, taksi şoförleri, sosyete kadınları, as kerler, askeri darbeciler, tutuktular, mah kumlar, suçlular, ırz düşmanları, pavyon ka dınları, köy muhtarları, futbolcular, aydın lar, ağalar, şeyhler, imamlar, eskiciler, do landırıcılar, hırsızlar ve akla hayale gelebile cek her meslekten, her cinsten, her huydan insan, tıpkı bazı OsmanlI sumamelerinde ol duğu gibi onun kitaplarından geçerler.
gülümseyen
Şahin Alpay - Nilüfer Kuyaş
Fax: (212) 505 62 5 5
-aa,
O bütün bunları sabırla,
çalışkanlıkla, gayret ve zevkle
yaparken, ortaya eşi benzeri
modern Türk edebiyatında
olmayacak kadar geniş,
kapsayıcı, zengin ve okunması
zevkli bir yazı çıkardı. Her
zaman öfkeli, her zaman
gülümseyen bir yazı, g g
Düşündüğünü açıkça
ifade etme ayrıcalığının
yalnızca cesurlara bırakıldığı
bir ülkede Aziz Nesin pek az
yazara nasip olmuş bir keyifle
cesaretinin tadını çıkarırdı.
Kendi sustuğu zaman
başkalarının da sustuğunu ya
da sesinin duyulmadığını
görüyordu, gjg
Düşünmek ile
cesaretin yavaş yavaş
birbirine karıştırıldığı bir
ülkede düşünceden
önce cesareti
harekete geçirm ek
gerektiğini ve başkalan
söyleyince kulak
asılm ayan pek çok
sözü kendisi
söylediğinde
düşüncenin şu veya bu
şekilde harekete
geçtiğini biliyordu
j j
Hiçbir Türk yazarı bu otuz yıllık dönemin
İstanbul hayatının ayrıntılarına Aziz Ne sin’in gösterdiği kapsayıcı ve akıllı dikkati göstermemiştir. Romandan çok kısa hikaye yazması Aziz Nesin’i hayattan doğrudan al dığı malzemeyi bir büyük hikayeye bütün sellik ilişkileri içersinde bağlama zorunlulu ğundan kurtarmış ve böylece ilgisini çeken, severek ve zekice anlatabileceği herşeyi; her durumda yazıya dökebilmiştir.
Kitaplarım yeniden okur, karıştırırken -
ki bunu sık yaparım - onun günlük hayatm her ayrıntı sına, her konuya çabucana girebilmiş olmasına şaşa rım en çok. Bir de bu kadar kolay okunabilir olmasına, her türlü oturun dikkatini çekecek geniş bir merak unsurunu sürekli canlı tu tabilmesine...
Altıncı parm ak
Bu büyük yaratıcılığın
arkasında, yazarlığın esin lenmekten çok çalışmakla ilgili bir iş olduğunu anla mış herkesin göreceği gibi, benzersiz bir çalışma gücü ve isteği olduğunu biliyo rum. Aziz Nesin her zaman her durumda sürekli yazar dı ve yazı hayatının büyük kısmında yaratıcılığının matbaaların ve bas kı makinalarmm hareketine yetişmek zo runda olmasının yazılarının değerinden vaz geçmek için bir özür olamayacağına karar vermişti.
Bir keresinde Fransa’da birlikte yolculuk
etmiştik. Bir otele girdik, yanyana olan oda larımıza yerleştik, uç - beş dakika sonra, bir bahaneyle çaldığım kapısını açtığında, elin
de oturup hemen kullanmaya başladığı bir kalem vardı. Kapıyı açmadan önce kalemi niye masaya bırakmadı da elinde kalemle' kapıyı açtı? diye uzun uzun düşündüğümü hatırlıyorum. Daha sonra eski bir köşe yazı sında, eski ve unutulmuş köşe yazarlarından
Mahmut Sadık’ı anlatan bir cümlenin Aziz
Nesin’in beynine “çakıldığım” okuyacak tım: “Mahmut Sadık’m elinde kalem al
tıncı parmak olmuştu.” “Ne zaman bu benzetişi ansısam,” diye ekliyordu aynı ya
zısında, “elimdeki kaleme bakarım, içim
burkulur.”
Ama çalışmak onun için iç burkucu bir
şeyden çok hayatm acımasızlığına karşı bir inada, hayata karşı kazanılmış bir zafere dö nüşmüştü. En kötü zamanlarda bile onu ya pılabilecek şeyleri araştırmaya yönelten u- mudu ve akıllı düşmanlarının da hayran ol duğu cesaret ve özgüvenini de kendi çalışma gücünü tanımaya borçlu olduğunu düşünü yorum. Sürekli çalışabildiği ve bazı insanla rın makinalara ya da aşka inanabilmesi gibi o da yazıya inandığı için hayatm anlamı ve amacı onun için hep pırıl pırıl açık kaldı.
Bu yüzden başkalarının karasız kaldığı,
gördüklerine inanmadıkları, başka dostların ya da örgütlerin tanıklığını ya da desteğini arayarak bocaladığı durumlarda o öne çıkıp kendine güvenle ilk tepkiyi verirdi. Düşün düğünü açıkça ifade etme ayrıcalığının yal nızca cesurlara bırakıldığı bir ülkede Aziz Nesin pek az yazara nasip olmuş bir keyifle cesaretinin tadını çıkarırdı.
Kendi sustuğu zam an.,.
Kendi sustuğu zaman başkalarının da sus
tuğunu ya da sesinin duyulmadığını, kendi hak edilmiş cesaretinin başkalarında haklı ve yararlı bir utanç uyandırdığını görüyor du. Düşünmek ile cesaretin yavaş yavaş bir birine karıştırıldığı bir ülkede düşünceden
önce cesareti harekete geçirmek gerektiğini ve başkaları söyleyince kulak asılmayan pek çok sözü kendisi söylediğinde düşüncenin şu veya bü şekilde harekete geçtiğini biliyordu. Toplumsal hayatta ilgili pek çok derdin do ğal bir teslimiyetçilikle devletçe çözümlen mesinin beklenmesi gibi, düşünsel ve siyasal hayatla ilgili bütün sorunların da benzer bir vekalet anlayışıyla kendisi gibi olanlara, ba zen de yalnızca kendisine bırakıldığını his sediyordu. Kısa hikayelerinde cesur yazara daha da cesaret öneren, ondan daha da ileri gitmesini isteyen, onu ölçüsüzce öven ama kendisi etliye sütlüye karışmayan, sesini hiç çıkarmayan vatandaş örneklerinden pek çok kereler söz eder.
Herşeyi yapm ak isteği!
Pekçokları gibi, açıksözlülüğünün ve ya ratıcı kışkırtıcılığının çağrıştırdığı cesaret ve onur sorunlarıyla zaman zaman heyecan lı bir şekilde ilgilensem de beni ona asıl bağ layan şeyin, bazan saplantılantılı hale giren ilgimin onun yazarlığından, yazarlık tutu mundan kaynaklandığını biliyorum. Herşeyi yazmak isteği! Arkada büyük bir eser bırak ma tutkusu! Herkesin bildiği, ama bildiğini bilmediği gerçeği parlak bir şekilde, bir hamlede söyleyebilme hayali... Bütün bunla rı kitapları kitapçı raflarına taşıma zevki...
Aziz Nesin’in ve çalışma ayrıntılarını öğ renmekten hoşlandığım günlük hayat alışkan lıklarının, saklamanın, biriktirmenin, dosya lamanın, bir gün bir işe yarar diye bir kenara koymanm, yazıya iyimser ve yararcı açıdan yaklaşmanın arkasında bu istekler olduğunu hayal ettim hep. O bütün bunları sabırla, ça lışkanlıkla, gayret ve zevkle yaparken, ortaya eşi benzeri modern Türk edebiyatında olma yacak kadar geniş, kapsayıcı, zengin ve okun ması zevkli bir yazı çıkardı. Her zaman öfkeli, her zaman gülümseyen bir yazı.
Yağmura teslim olduk
B
İR yağmur, bakın İstanbul'u ne hale getirdi!.. Med ya Plaza yani A TV ile Sabah'ın bulundukları o muhteşem binalar, sular altında perişan kalırsa... Şehrin kenar mahallelerindeki villamsı gecekondular hiç bu afetten nasibini almaz olur mu?..Asya'yı Avrupa'ya bağlayan otoban dedikleri ünlü TEM yolunda otomobillerin sular altında kalması, insan ların yarı bellerine kadar yine sular altında hem malları nı, hem canlarını kurtarmaya çalışmaları ne müthiş ve ne acayip!..
Fatih Köprüsü'nden Yeşilköy'e kadar uzanan yerli, ya bancı yolcuları havaalanına, uçaklarına ulaştıracak olan otoyol!.. Üstelik saatlerce tıkalı!..
Oraya ulaşabilmek için ikinci bir yol daha var, o ka dar. Orası da kapanınca kıskıvrak ortada kalıyorsunuz!..
Böylece görülüyor ki, İstanbul yol ve yerleşim olarak, altyapı olarak sınıfta kalmıştır!..
Şehrin merkezinden... Asya yakasından veya diğer semtlerinden havaalanına, Edirne sınırına Avrupa'ya çıkış kapısına sadece iki ana yol olur mu?..
Bu şehri bu hale getirenler, hele ülkenin sınırları dışına onlarca çıkış yolu yapıldığını, yapılması gerektiğini acaba yaşamlarında hiç gezip görmediler mi?.. Okumadılar mı?..
Maazallah bir savaş veya bir askeri harekat gerekse, göç olsa, zelzele vb. felaketlerle karşılaşıldığında 11 m il yon insan adeta muhasara altında kalmaz mı?..
Bu yağmur baskınından sonra Karayolları veya Bayın dırlık Bakanlığı; yetkili her kimse, bu felaketlere karşı uy garlığın gereğini yerine getirmelidir...
TEM gibi, E - 5 gibi en aşağı 2 - 3 otoyol, İstanbul'u her yönden bir yay gibi ortasına almalı, İstanbul'a soluk aldırmalıdır.
Birçok, görkemli binalar yapmışız... içerlerini en mo dern cihazlarla donatmışız... Ama bir su baskınında sula rı dışarıya atacak pompa teşkilatı yok.
Birçok görkemli binalar yapmışız ama Allah korusun bir yangına karşı ne gibi önlemleri var?., insanların kurta rılması için yeterli teknik yerleştirilmiş mi?.. Bilemiyoruz.
Şiddetli depremi sormayın... Orada yaşamın ve binala rın kaderinin Allah'a kaldığından da hiç şüphemiz yok!..
Ya koskoca Borsa binası, 55 milyon dolarlık bina ne de kolay yağmura teslim oldu?.. Bu olay, cilaya ne kadar önem verdiğimizi gösteriyor!.. Sen trilyonlar harca tesis ler kur, oradan trilyonlar geçsin ama su basmaya önlem alınmasın, yeterli izolasyon yapılmamış olsun!.. Pes doğ rusu!..
İKİTELLİNİN DERELERİ
İkitelli sanayi bölgesi kuruldu ve kurulmasına hala de vam ediliyor. Yahu, siz oralara bina kondurma izni vere ceğinize önce altyapıyı hazırlatsanıza!..
İlk k e j duyuyoruz, semti yeni tanıdığımız için!.. Dere ler varmış ikiteİli'de!.. Anlaşılan bugüne kadar yavaş ya vaş akan bu dereler yağmurdan güç alıp kükreyiverince, ne sanayi bölgesi, ne şu, ne bu dinlemiyor, silip götürü yor!..
Peki, ya İstanbul'un yer yer her semtinde yıllardır gö rev yapan, yapmayan, suyu yutacak ızgaralar?.. Siz, bun lardan tıkanmayan, tıkanmamış olan bir tanesine rastladı nız mı?..
Bu nedenle, çaresiz, talihsiz İstanbullu, günlerdir semt semt dizboyu gölcüklerden geçiyor.
İstanbul'un altyapısı mutlaka yapılm alı... Daha büyük bir felaketle karşılaşmadan önlemler alınmalıdır-.
Asıl problem bu değil
Kardeşim bir daire satın aldı, dairenin kira sözleşmesi 1996 yılında son bulacak. Ben kardeşimden vekaletna me alarak kiracıya satın alma tarihinden hemen sonra ihtarname çektim ve yeni malik olduğumuzu bildirdim. Kardeşim görevle Doğu'ya gitti. Şimdi tahliye kararı çı karsa ve kardeşim de daha Doğu'dan dönmemiş olursa biz burayı kiraya veremeyecek miyiz?
Vekil olarak ben davayı takip edebilecek miyim?
H. A. - Ankara
Aslında tek probleminiz sorduğunuz soru değil baş ka probleminiz var. Diyorsunuz ki kardeşim görevle Doğu'ya gitti, peki kardeşiniz Doğu'da görev yaparken kendisinin Batı'da bir eve ihtiyacı bulunduğunu nasıl ispatlayacaksınız. Çünkü yeni malik dahi tahliye davası açarken sadece zaman yönünden bir şansa sahiptir ya ni kira döneminin sonunu 1996 yılını beklemez, süre sinde ihtarını yapıp altı ay sonra davasını açar ama aç tığı davada da ihtiyacını ispatlamak zorundadır. Şimdi siz kardeşiniz için dava açtığınızda, kardeşinizin avu katının, kardeşinizin bu eve ihtiyacı bulunduğunu is patlamaya çalışacak ama kardeşiniz Doğu'da görevli, öyleyse mahkeme kardeşinizin ihtiyacını kabul etmeye cek. Asıl probleminiz burada.
Şayet ihtiyaç nedeni ile tahliye davasını kazanırsanız üç yıl için bir başkasına kiraya veremezsiniz ama ne o- lur? Böyle bir karar çıktığında kiracınız icradan süre ta lep eder, siz de kendisine yine dosyada kardeşinizin döneceği tarihe kadar süre verirsiniz. İki taraf da mem nun kalır.
Siz, vekalet almakla kardeşinizin davasını takip ede mezsiniz bir avukata işi havale etmeniz gerekeceidir.
Yıl: 45
IM İllİtfn t
12 Tem m u z 1995 S a yı: 17117 I V I I I I I y G & Ç arşam b aMilliyet Gazetecilik A.Ş. adına sahibi
A Y D I N D O Ğ A N
Murahhas Üye
DOĞAN H EPER
Y a yın Koordinatörü: HİKMET BİLA
Sorumlu Müdür: EREN GÜVENER
Y a z ı İşleri Müdürleri
• SALİM ALPASLAN • YILMAZ ÖZDİL •MURAT KÖPRÜ* ZEKİ SÖZER • ERCÜMENT ERKUL
• İHSAN TOPALOĞLU (Spor) MİL-HA Genel Müdürü: TANER ATİLLA
Sayfa düzeni: TAMER ÜNER
Bölüm Şefleri_______________________ ___
Ankara Haber-Araştırm a Ekonom i Eğitim
FİKRET BİLÂ ERKAN YİĞİT ŞEREF OĞUZ ABBAS GÜÇLÜ
Magazin Yurt Dışı Baskı: İstihbarat: Reklam Müdürü
HALUK AKTAR VOLKAN KARSAN TUNCA BENGİN AYNUR KOÇ PAL T e m silcilikle r--- ---
---ANKARA: DERYA SAZAK GÜNEYDOĞU: ERTUĞRUL PİRİNÇÇİOĞLU Tel:419 14 0 0 (7 h at)Fa*:41738 78 Diyarbakır; Tel: 221 1821 -221 81 41
İZMİR : RIFAT AKKAYA KARADENİZ: İSMAİL BAŞARAN Tel: 464 20 00 Fa*: 464 14 02 Samsun: Tal: 4310023-4318176
ADANA MUZAFFER BAL AVRUPA: BÜLENT ZARİF
J e l: 431 54 54 (3 h al) Fax: 4 3 1 54 60 Frankfurt; Tel- 069169 70 00 10 Fa»: 069*69 70 00 20
Doğan Medya Center, BAĞ CILA R 34554 İSTAN BUL Tel: 505 61 11 Fax: Haber Merkezi: 505 62 33 MİL-HA:505 62 80
[BA SILD IĞ I Y E R : MİLLİYET O F S E T T E S İS L E R İ]
M illiyet, B asın Meslek llkeleri’ne uymaya söz vermiştir Başkan Yardımcısı
MEHMET ALİ YALÇINDAĞ
I İcra Kurulu Üyeleri
I İBRAHİM SEZER i DİNÇ ÜNER M E D Y A - D G enel Müdür ERGİN ÜNAL Genel Müdür Yardımcıları ERCÜMENT PAL SELÇUK TUNA