• Sonuç bulunamadı

Ah şu gönül şarkıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ah şu gönül şarkıları"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Geçmiş Zam an Olur kı

Mı f i

■■

m

şaK r

Neveser Vapuru’nun kaptan köşkünden

manzarayı kesiyorum. Hafif yandan çark

edip, yalı güzellerine gönderdiğim gönül

şarkıları, dudaklardan yankılanıp geri

dönüyor. Hem de “Dönülmez bir akşamın

sabahında”... Yaşadığımı hissediyorum

yaşayanlarla...

•' ' ♦

t i t*

o , •T*

B a y a n Lebibe'nin 1 9 3 9 'd a çektirdiği fotoğrafidir. Altta ise 1909'un G a la t a s a r a y 'ı ve P e ra 'd a n u m um i bir m anzara...

er yatağından sedire,

ardından da yaylı som­ yaya yeni terfi etmiş­ tik. Perdelerimiz s ık ı. sıkıya kap alıy d ı ve

“karartma geceleri”

bölüyordu uykularımı­ zı. Bir tek rüyalarımız ve umut­ lanınız kalmıştı bize ait olan.

Neveser henüz jile t olma­

mış, Kaptan Sadi de emekliliği­ ni istememişti.

İkinci Cihan Harbi’nin solu­

ğunu sadece ensesinde hisset­ meyen, seferberlik uğultuları ile büyüyen 1940 kuşağı, buna rağ­ men “Mesut İnsanlar Fotoğraf-

hanesi”den mütebessim çehrey­

le bakıyordu.

Radyo Gazetesi’nin ciddi ve

ağır sesi, günlük ahvali verir ve Cumhuriyetimizin harbin deh­ şetine rağm en dim dik ayakta durduğunu ifade ederdi.

Kuru ekm ekle yaşanabili­ yordu... Ne Dimyat kalmıştı, ne pirinç... Kurtlu bulgurla “ihti­

kar” aynı oranda büyüm üştü. Mehmet Efendi’nin kurukahve-

si yerini nohuta terketm iş, Al-

pullu şekeri kaybolmuştu. Kuru

üzümle tat veriliyordu bir tutam çaya. Tabii ki herşey tatlı değil­ di. Tek parti despotizminin açı­ şım çekiyordu. Osman Bölükba- şı’yı fazilet ve namus timsali bir siyasetçi olarak Kadiköy’de ta­ nıdığımda henüz “ufaklık”tım.

Süt içememiş ve yeterli besi­ ni alamamış bir “beden yoksu­

lu” olarak büyüyecek ve “fikri zenginlik” peşinde koşacaktık.

“Birinci vazifemin Türk İs­ tiklal ve Cumhuriyetini koru­ mak” olduğunu bilen, “Mevcu­ diyetinin yegane temeli”nin bu

olduğunu düşünen, milyonlar­ dan bir zerreydim.

“Yahu Haşan Fehmi Bey, boğazım ızdan haram lokma geçmiyor. Peki bu çocukları neyle besliyoruz ki, gözleri böy- lesine gülüyor?” dediğinde ba­

bam ın Osman Bey’e “umutla

başkanım umutla” dediğini ha­

tırlıyorum. Doğruydu, um udu sadece soframızın değil, hayatı­ mızın bir parçası olarak telakki etmiş ve bütün imkansızlıklara rağmen yaşamayı sevmiştik.

“Umut fakirin ekmeği” idi

ve biz Mehmet’ler onu yiyor­ duk. Bu sofranın başka güzel ta­ rafları da vardı ve “umut sofra­ s ı n a müzikten, edebiyattan ve­ ya tiyatrodan lezzet katıyorduk.

Yıllar sonra Orhan Avşar

Tango Orkestrası veya Erdo­ ğan Çaplı ve arkadaşları, hem “Daldan Dala”, hem de pazar

günlerine birer dost gibi kona­ caktı.

“Suna” piyano tuşlarında ve­

ya bir kemanın tellerinde gezi­ nen bir tango değildi. Onlarca

Suna’mn kalbinde ve “bir ileri, bir geri” hareketle Panosyan’m

Beyoğlu’ndaki dans dershane­ sinde atıyordu. Necip Celal

suaı

İşte ayak izlerimin olduğu sadece sırtımın değil yüreğimin hayli yan 1930 resmıgeçidi. Kenarda "Tokalon krem i" reklamı görünüyor, reklam a ihtiyacı olmayan bir eski zaman güzeli "bütün mevcudiyeti'

endam etmektedir... (N.Başgelen'in koleksiy

Bey’in b estesi, Seyyan Ha- nım’m sesiyle, ne de güzel bir­

leşmişti.

Müzikte bir ayrım yoktu ve güzel seçilerek sunuluyordu. Yürekten ifade edilen besteler­ de hakiki müziği buluyorduk. Sözler, hissen ve mantıken basit am a hem Türkçe’ye hem de müziğin ana hatlarına uygundu.

“Eveleme, geveleme, deve- lem e” gibi laflarla müziğe ve Türkçe’ye hakaret edenler için

sanat meydanı bu kadar boş de­ ğildi. Takdir ölçüleri mevcuttu ve bir şarkıcının sanat gücü fi­ zik gücünden önde giderdi...

“Sabret gönül, birgün olur bu hasret biter” gibi büyük bes­

teler sadece 1950’lerin değil, ge­ leceğin de şarkısı olarak kalabi­ liyordu. Besteleyen, söyleyen ve dinleyen de müziği ciddiye alı­ yordu. Daha doğrusu insanın in­ sanı ciddiye aldığı geçmişte, Sa­

di Bey “Hoşses” soyadına layık

bir müzik ömrü sürüyordu. Hüzzam’ın, Nihavent’in, Hi­ caz’ın velhasıl Türk musikisinin bu hakiki çehresi ilk bestesini 17 yaşında yapmıştı.

“Ağlamakla inlemekle öm­ rüm geçip gidiyor” ya da “Gül­ medi bahtım, gülmedi gitti...”

ile hüzünlerden dem etler su­ nup, Behçet Kemal Çağlar’ın dizeleriyle “Şarap mahzende

yıllanır, aşkın kalbimde yıllanı­ yor” diye musikiye gülleri kalp­

ten serpiyordu.

Sadi Hoşses’in sese, Şemsi Yastıman’m saza ne verdiğini

anlamamız için onları kaybet­ memiz mi gerekiyor? Onları ha­

ınundan)..

yattayken niye yaşatmıyoruz ki? Geçmişte Hafız Burhan’dan

Tamburi C em il’e, Udi Hı-

r a n t ’tan, S e la h a ttin P ın a r’a,

Aşık Veysel’den Ruhi Su’ya ka­

dar uzanan yüzlerce kültür mi­ saline gereken hürmeti ve değe­ ri verebildik mi? R auf Yekta Bey’in tek başına bu memleke­ tin müziğine verdiği ömrün yüz­ de birini devletin sorumluları verebildi mi?

“Sabret Gönül, birgün olur bu hasret biter/Çekilen acılar canım, gün olur geçer” diyerek,

bu hasreti çekmeye devam edi­ yoruz. Çektiğimiz hasret, yaşa­ dığımız müthiş güzellikteki ha­ yat ile bunu terennüm eden in­ sanlara duyduğumuz bağlılıktır.

Colombia P lak ları’nda “Türkiye’nin en tatlı sesli ve bilgili ses san’atkarı” olarak ta­

nıtılan Arif Sami Toker, bırakın diğer şarkılarını sadece ve sade­ ce “Gam çekme güzel n’olsa ba­

harın sonu yazdır” ve “Kadına Kanma” ile bu tanımlara layık

olmuştur. Zaman zaman şeref­ len d ird iğ i benim G alatasa­

ray’daki Pera Orient isimli fa­

kirhanemde, kalakalmış bu mu­ siki abideleriyle geçmişi 78’lik- lerde döndürmekteyim.

Münir Nurettin Bey, “Deli­ sin deli gönlüm” ile Selahattin Pmar’dan, “O benim son eşim- di” ile İzmirli Rakım Elkutlu Bey’den misaller veriyor...

Mahmure Handan Hanım, Dramalı Hasan’m “Bak şu gü­ zel dilbere” şarkısı ile odamda

dolaşıyor.

► ►►

ıc ığı Florya C rfada ise ile arz-ı

(2)

Geçmiş Zam an Olur ki

sin Engin'den kartpostal­ lara geçen İstanbul'dan bir müzikli hatıra. Mr. Lange ve takımı biraz sonra sessizliği dağıtacak. Tıpkı benim bir dizede söylediğim gibi: ' "Laternacı sessizliği dağıtm ak için çaldı /Laternasızlar, later­ nacının laternasını çaldı..."

^ - J • f... - j-■

Uğurluel, Çetin İnöntepe, Do­ ruk Onatkut, Durul Gence, Sel­ çuk Alagöz, Kanat Gür, İbra­ him Solmaz, Müfit Kiper, Erol Büyükburç mikrofonsuz günle­

rimizin birer yadigarı yanıbaşı- mızda yer alıyorlar.

Orhan Sezener’in, Mesut Aytunca, Siluetler’in ve Mavi Işıklar’ın, Haramiler’in, Moğol- lar’ın sunduğu müzik, geçmiş

zamanın değil, bütün zamanla­ rın sesi olarak yankılanm ıyor mu? Muammer Yeşil ve Disko-

tek’in ilk yayın mimarı Erkan Özmen gibi fahri müzik profe­

sörleri 45’liklere sığmıyor, Ali

Çetinkaya, Salim Ağırbaş gibi

ustalar solo ile kulak değil, da­ vul patlatıyor. Ama ne var ki,

Turgay Noyan’ın ve Taki’nin

akordeonundan yükselen İstan­

bul güzelliği, yerini kuru bir gü­

rültüye bırakmış durumda. Ben n’apayım böyle hayatı? Kimler beyaz perdeme geç­ mişin bütün güzel renklerini bil­ hassa Türkan Şoray Hanıme­

fendi gibi getirebilir. Nevin Ay- par, Cahide Sonku, Ayten Çan­ kaya, Nedret Güvenç, Gülistan Güzey, Sezer Sezin, Belgin Do­

ruk, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Lale Belkıs’ın

artık sadace birer fotoğraf olma­ dığını, şu sinemanın halini gö­ rünce daha bir anlıyoruz...

Sadece İstanbul Saray’ında değil, Bafra'nın Kibaroğlu, Bat-

m an’m Seyran, T okat’ın Ali Sabri sinemalarında Muhterem Nur yoksa eğer o filmde kaç se­

yirciyi ağlatabilirsiniz? Altan

Karındaş ve Aliye Rona’sız nasfi

hayatın filmini çekebileceksi­ niz? Çolpan Ilhan’ın yürekler dağlayan manalı bakışım hangi

“yüzsüz” bir vücutta bulacak, Pola Morelli, Bakiye Fayazof, Neşe Yulaç ve Gülsüm Ka- mu’yu hangi zayi ilam ile “hü­ kümsüz” addedebileceksiniz?.

Nerede Cem’in, Münif Fe-

him’in, Salih’in, Ratip Tahir’in, Cafer Zorlu’nun, Eflatun Nu­ ri’nin, Oğuz Aral’ın, Semih Bal- cıoğlu’nun, Nehar Tüblek’in, Turhan’ın sayfalara iz bırakan

şaheserlerini hangi “silgi” sile­ bildi ki?... Hangi gaddar grayder yıktı Tamburi Cemil’in, İslam

Çupi’nin, Orhan Menemencioğ- lu’nun ve Yılmaz Şen’in meyha­

nelerini?

Herşey Esin Avşar’ın sesin­ den hakikati anlatıp duruyor:

“Dedi yoh yoh...”

Taş plaklar depolarda çatır çatır kırılırken, yabancılar biz­ den daha fazla Türk olabilmiş­ lerdir. HollandalI Hugo Strötba-

um senelerce Türkiye’yi dolaştı,

tozlu depolara girip kalakalmış plaklar arasında gezindi. Yazdığı

“Favorite Talking Machines and Records” bana ulaştığında

neredeyse yüzyıllık bir geziden dönmüş gibi bir müzik yorgu­ nuydum. Neden ülkemizde bin­ lerinin çıkıp, bunları araştırma­ dığını ve devletin neden bunu desteklem ediğini düşündüm . Niçin Hugo’lar kadar duyarlı olamadığımızı sorup durdum.

Tamburi Cemil Bey’den Su- ruri’ye, Matmazel Rosalie’den Hafız Burhan’a kadar uzanan

bu kültüre sahip çıkmayacaksın da neye sahip çıkacaksın?

Her yerin karanlık olduğu şu dönemde hangi ses, hangi resim, hangi film ve hangi oyun hayatı­ mızı aydınlatabiliyor söyler misi­ niz?

“Belki bir sabah geleceksin, lâkin vakit geçmiş olacak...”

Ben ayın güneşle öpüştüğü her sabah yeniden doğuyorum. Vakit her ne kadar şarkıdaki gi­ bi “geçmiş” de olsa, maziyi seve­ cenlik ve hasretle karşılıyorum.

Darülaceze’ye düşm üş sa­

natçılar, bir kenara atılmış sevda y o rg u n la r ı ve ne kadar u n u tu lm u ş varsa onları “Ah şu gö­ nül şarkıla­ rı” ile anıyo­ rum.

E r g u n

H İ Ç

YILMAZ

► ►►

Benim sevgili Müzeyyen’im ile Hamiyet’im (Senar ve Yüce- ses), Zeki Duygulu ile Mısırlı İb­

rahim Efendi’den Hicaz geçiyor­

lar. Süheyla Bedriye Şenses, “Köy D üğünü” ve “Bağlarında ot biçeyim”, Nezihe Yıldırır Ha­

nım da “Ey benim fındık kur­ dum” ve “Hercai Kadın” ile kar­

şıma çıkıyorlar. Odeon Plakla­ rın d an çıkıp geliyor yanıbaşıma

Bedriye Süheyla ve Lebibe Ha­ nım... Safiye Ayla musiki susuz­

luğumu gideriyor o m üthiş se­ siyle.

M alatyalI Fahri Bey ile “Mecnunum Leyla’mı gördüm”

diye m ırıldanıyor, Muzaffer

Kandur ve Beşiktaşlı Kemal ile Üsküdar’a geçiyorum.. Pic Os­ man’ın tek parti döneminde ça­

lınması yasaklanan kemençesini dinliyorum. Ne kazı kazan, ne de başka bir şeyden amorti bek­ lediğim yok. Koreli’den veya

Ç.arşıkapı’da N aşit B ey’den, “isa b e t G işesi”nden Büyük Tayyare Piyangosu almanın ha­

yal yollarına sapıyorum.

1930 Florya P la jı’nda tek parçalı bir mayodan uzanan kül- kedısi ayaklı bir cumhuriyet ka­ dının gezindiği kum sala yatıp kalm ışım . Uyuyor düm eniyle gözlerimi kırpıştırıp, kollarımın üstünden etrafı kesiyorum. İçim ısınıyor, yüzüne “Tokalon”, du­ dağına “Vander”, tırnağına da

“Cutex” sürmüş güzelleri görün­

ce. Aman dikkat, Son Posta Ga­

zetesinin verdiği havadis gayet

mühim. Zabıta kabinlerdeki bu­ dak deliklerine dadanan rönt­ gencilere savaş açmış.

Florya “Gözünü budaktan esirgemeyen” afilli gençlerin is­

tilasına uğramış durumda. Yaka­ lanan zampara ve röntgencilerin saçları polis marifetiyle kesiliyor ve bu haber günün hadisesi ola­ rak veriliyor. Bir haber daha dik­ katimi çekiyor. Arama taramada üzerinde çakı bulunan bir genç yakalanmış... Parmaklıklar ara­ sında yüzünü saklayan, son de­ rece perişan vaziyetteki gencin fotoğrafı da birinci sayfada yer alıyor. Çakısı iki parmak arasım

HEM

H u g o S trö tb au m 'u n k ita b ın d a yer a la n İsm a il A k ç a / ın k o le k siy o n u n d a n 1911-12 tarihli p la k katalogu...

... -

?

■ '

-Foto Süreyya’nın objektifinden Fatma ve Nevzat Hanımlar..

geçtiğinden nezaret altına alın­ m ış. Zam anım ızda bak an ve milletvekillerinin, siyasetçilerin ve babaların düğünlerde aşka gelip uluorta takır tukur silah boşaltması ve bu konuda efkar-ı umumiyenin sessiz davranması karşısında, medeniyetin ne ka­ dar ilerlediğini anlıyorum.

Bu insanlarla beraber yaşa­ dığım dan dolayı utanıyorum . M antar tabanca ve çatapatın patladığı geçmiş, “ar damarı” patlayan geleceğe ne kadar da sessiz bakıyor.

Geçelim...

Şimdi de haftalık Büyük Ga-

zete’nin sayfalanndayım... Zeki Müren’e ölen bir genç kızın ha­

tıra s ın a h ü rm e te n G.Görgül adında bir okuyucu, bestelen­ mesi için bir şiir göndermiş...

Zeki Müren Bey’in köşesinde

elem satırları yer alıyor: “Aşkın­

dan verem oldum/Zeki Müren diye diye/Çok geceler bekle- dim/Rüyama girer diye diye?”

Garip bir duygu... Sanatçıya meftun olup, onun için ölebilen- ler oluyormuş dem ek ki. De­ mek ki yaşamanın değer ölçüle­ rinde sadece rüşvet, yolsuzluk veya köşe dönmecilik kol gez- miyormuş.

Bunu sadece okuduğum o eski satır aralarında değil, dinle­

diğim her şarkının makamında buluyorum.

Esin Engin onca zorluklara

rağmen hala müzik deryasında gezmesi ve bitm ek tükenm ek bilmeyen sanat hürmeti ile geç­ mişten günümüze çıkıp geliyor.

Hicaz Peşrevi dinliyorum. “Seni sevda çiçeğim” diyerek “Pencerenin perdesini” aralıyo­

rum. “Ada sahillerinde” gezip,

“Sazlar çalınırken”, ayrılıkların

birkaç gözyaşı damlası “Uşşak” eserlerin üstüne düşüyor. “Yal­

nız bırakıp gitm e” diyorum ,

hepsi bir dünya güzeli olan Kan­

dilli ve Çamlıca Yatılı Kız lise­

lerinin eski “ateş böcekleri”ne...

“Bu akşam gün batarken”, “Siyah ebrulerin”, “Esir-i zülfü­ nüm” diyerek üç ayrı şarkıyı

sanki bir arada terennüm ediyo­ rum. Esin vasıtasıyla, yaşanmış ve bir o kadar yaşanacak güze­ lim hayatın insanlarına hakiki müziğin nağmelerini gönderiyo­ rum . Zam an zam an yaptığım pazar ziyaretlerinde vitrinine sa­ dece eski değil dostluk ve hür­ met de koyan Turgay Saçlı önü­ me Esin’in 33’lüğünü koyuyor. Buyrun bakalım... Esin Engin’in yorumuyla E rkin’in Şaşkm’ını dinliyor ve tabiri caizse “Şaş-

km”a dönüyorum.

Kadıköy’ün eski levanten

m ekanına kapağı atan ve so­ nunda, çok seneler önce bile “İş­

te deve, işte hendek” diyebilen Barış Manço, sadece mazinin

değil, geleceğin de “şükran pla-

keti”ni bizden almış bulunuyor. Cem Karaca, Timur Selçuk, Ozdemir Erdoğan, Bülent Or- taçgil, Zülfü Livaneli, Sezen Aksu’nun, ağız ve ellerine fer­

m uar çeksem yine de kudretli müziğe mani olamam diye dü­ şünüyorum... Doğan Canku, Ali

Kocatepe, Mazhar Fuat Özkan

geçm işin tak v im le rin e “Ja-

pon”la değil, müzik kültürü ile

yapışm adı mı? Celal İnce, IMÇ’den değil de Chicago Kon-

servatuvarı’ndan çıkmadı mı? Erkin Koray’ı yakalasam ve

ona ‘Yahu bin yıl önce yaptığın

şu Şaşkın’ı, Sokak Çocuğu’nu taklit bile edemiyorlar” desem

çok mu sert kaçar. Verda Sü- m e r’li, Ayten Alpman’lı, Şe-

nay’lı, Banu’lu, Selda’lı bir geç­

m işe y e n i­ lerden kim “do re m i” isimli haki­ ki bir nota çiçeği olabi­ lir ki? V a s f i Uç aroğl u, Ş e v k e t

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

gözlerin senin dizlerimde bağ bırakmaz binlerce ordu tuzak kurar alnıma atlarıyla üzerime yığılır gözlerinden umrunda değil karanlık.

Aku- punktur yaln›zca daha sa¤l›kl› bir yaflam sürebil- mek, a¤r› gidermek ve dengeye gelmek için uy- gulanan bir yöntem.. Zay›flamada dolayl›

Çünkü Enver paşa da Alman- j larm bu vaziyeti karşısında harbe j girişimizin tehlikesini takdir edi­ yordu. Amiral Suşonun raporile Hafız Hakkı beyin verdiği

Bu yılki İstanbul Müzik Festivaii’nde neyzen Kudsi Erguner bir ney sanatçısı olmanın ötesinde bir müzik araştırmacısı olarak yaptığı çalışmalan..

Serbest tarzda şiirler yazarak ölçü, uyak gibi öğelerden uzak kalmıştır” diye tanımlanan Nâzım Hikmet, Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu döneminde

zuhsuzluk yazıldıkları zamanın sosyal şartlarının karışıklığını, vuzuhsuzluğunu, bu şartlar altında ferdin içine düştüğü şaşkınlığı,

Transfer harcamaları ülkelerin bütçelerinde farklı adlarla yer alabilmektedir. Ancak, genel olarak transfer harcaması mantığı çerçevesinde düşünüldüğünde ülkelerin

Müziği, estetik fenomen olarak ortaya sunması şeklindeki tüm devrimci yaklaşımına rağmen, Aristo asırlarca süregelen müzik Ethosu ile ilgili geleneksel anlayışı