• Sonuç bulunamadı

Ve Türk sineması yaşamaya karar verdi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ve Türk sineması yaşamaya karar verdi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

iis! ENTELLEKTUEL BAKIŞ

Şahin Alpay - Nilüfer Kuyaş

Milliyet Cuma 5 Mayıs 1995

rr-

Ç f r l I j Ö O

Fax: (212) 505 62 55

Çeşitliliğe

inanmak

vv _

Günümüz dünyasında film yapılmayan bir ülke düşünülebilir mi? Türk sinem ası bu açıdan önemli bir yol kavşağında. Ya, Amerikan filmlerinin hakimiyetine boyun eğip, ölümünü bekleyecek, ya da bugün Avrupa’da olduğu gibi etkin bir kültürel savunma ve yaşama mücadelesi verecek. Öyle görünüyor ki, Türk sinem ası yaşamakta kararlı.

Bunun en somut örneği, kuruluşu bu hafta açıklanan Sinema Vakfı. Sinemanın on saygın

yönetmeni, bu sanatın Türkiye’de üretim ve özgür­ lük alanlarını genişletm ek amacıyla dört aydır yoğun bir çalışm a içindeler. Sivil örgütlenmenin giderek yoğunlaştığı bir dönemde, sanatçılar da kurumsallaşma ve kendi kaderlerini tayin etme yönünde güçlü bir irade gösteriyorlar.

Kamuoyunda önemli bir etkisi olacağına inandığımız Sinema Vakfı’nın iki kurucusunu Entelelktüel Bakış’a konuk ediyoruz.

Bu gidişle ulusal

kültür kalm ayacak

A tıf Yılmaz ın Türk sinem asına büyük hiz­ m etleri ve katkısı tartışılm az. Türk sine­ m asının b ir çok ism i onun yanında ye tişti. Hala üretim e devam ettiği gibi. Sinema

Vakfı'nın da fikir babalığını yapan o. Bu­ günlerde Türkan Şoray ve A li Poyrazoğ-

lu 'yla ye n i bir film hazırlığında. Söylemek Güzeldir adlı anı kitabı da Afa Yayınların­ dan çıkm ak üzere. Kitap, önüm üzdeki günlerde M illiyet gazetesinde d izi olarak yayınlanacak. Ustayla, Vakıf için beklenti­

lerini konuştuk.

V

ak ıf geçiren için sizi hareketeneydi? Üretim yapamamak. Temel so­ run bu. Aşağı yukarı neredeyse sıfıra düştü. Bunun çeşitli ne­ denleri var. Sinemanın asıl se­ yircisi orta sınıf, Batüılarm küçük bur­ juva dedikleri kesim. O sınıf 1980’ler ön­ cesinin anarşik ortamı, televizyonun ge­ lişmesi ve ekonomik sıkıntılar yüzün­ den evlerine kapandılar, o seyirci gitti. Sokakta kalan seyircinin yüzde sekseni de 16 ile 25 yaş arasında insanlar, biraz da özel sinema meraklıları var, yani ay­ dınlar. Onlar da Amerikan tekellerinin girmesiyle bir beyin yıkama bombardı­ manına uğrayıp, yavaş yavaş Türk sine­ masını unutmaya başladılar, bu arada ü- retim de gittikçe azaldı. Bir de tabii si­ nemada bir değişim oldu, filmlerin tar­ zında değişim oldu. Sokaktaki seyirciye hitap eden filmler, bir de dış pazara yö­ nelik film yapma telaşı başladı, aynı za­ manda daha bireysel filmler yapılmaya başlandı. Bu da belki biraz insanları u- zaklaştırdı ve şu anda seyircisi çok az bir sinema haline geldi Türk sineması. Onun için de belli bir desteğe ihtiyacı var, yani sadece seyirciden kazanılan parayla film yapma imkanı kalmadı.

Sinemanın evrensel dili

Bu durum düzelebilir mi?

Hayır artık mümkün değil. Ama bu ülkede sinemanın yapılmaması da müm­ kün değil. Hem ulusal kültürün yaşatıl- masıyla, hem de Türkiye’nin dış dünya­ ya tanıtılmasıyla ilgili bir sorun. Sine­ ma öbür sanatlar gibi değil, kullandığı dil evrensel bir dil olduğu için ve dün­ yada 500’e yakm festival olduğu için, bu festivaller de Türk sinemasına talep gös­ terdikleri için, dünyada ülkeyi tanıtan tek sanat dalı diyebiliriz. Bu durumda bizim devletin Türkiyeyi tanıtma çaba­ ları boş bir çaba gibi kalıyor doğrusu, işte örnek, Amerikan sinemasının gücü bütün hayatımızı değiştirdi, yememizi içmemizi, bütün tüketim taleplerimizi belirliyor. Bilinen bir öyküdür: Türki­ ye’de bir yasa tasarısı vardı, Türk sine­ masına sinemalarda yüzde on beş kota ayrılacak diye bir madde vardı. Döne­ min başbakanı rahmetli Özal o günkü ABD başkanı Bush ile görüştüğünde,

Bush’un ilk sözü, böyle bir madde geçi­ rirseniz meclisten, tekstil ürünleriniz A- merika’ya giremez şeklinde oldu. Adam­ lar için sinemanın önemini bundan iyi hiç bir şey anlatamaz.

Avrupa şimdi bunun için çaba gös­ term iyor mu?

Tabii. Son on yıl için Amerikan sine­ masına karşı kotalar, tedbirler getirdiler ve 500 milyon dolara yakm da bir destek fonu ayırdılar. Almanya kendi sineması­ na 200 milyon dolar ayırıyor, Fransa bu­ nun üç katı. Televizyonların desteği var.Amerikan tekellerine karşı başka türlü Avrupa kültürünü korumanın im­ kanı yok, bizim de kendi kültürümüzü korumamıza imkan yok. Yavaş yavaş bu bir kültür erozyonuna neden olacak ve ulusal kültür diye bir şey kalmayacak diye korkuyorum ben.

Kültürel bilinç

Sizin türk sinemasını geliştirmek için çabalarınız ne olacak?

Bir kere, bir süre önce girişimleri baş­ layan devlet desteğinin hayata geçiril­ mesi lazım, başka bir çözüm yok. İkinci­ si televizyonlarla bir işbirliği yapıyor­ duk ama ekonomik kriz nedeniyle bu da durdu. Bunun belli bir baskıyla, hatta halkın talebiyle hayata geçirilmesi la­ zım. Bunun için de sinemacıların bir ka­ muoyu oluşturması lazım. Bir de maale­ sef uyuşuk bir milletiz. Protesto etmeyi bilmiyoruz. Ben her konuşmaya çağrıl­ dığımda. aynı şeyi söylüyorum. Niçin Kültür Bakanlığı na, Başbakana mek­ tuplar yazıp Türk filmi istiyoruz demi­ yorsunuz. Niçin televizyonlara faks yağ­ dırıp biz yeni Türk filmleri görmek isti­ yoruz demiyorsunuz; bunu da yapmaları lazım insanların. Her şeye silahsız tes­ lim olan bir ülkeyiz, hiç bir kültürel bi­ lincimiz olmadığı için.

K urucuları birleştiren bir ortak payda var mı?

Vakfa gelenlerin Türk sinemasma ka­ liteli filmler üreten yapımcı-yönetmen- ler olmasını düşündük. Hollywood dı­ şında bugün dünyanın hiç biryerinde es­ ki tip prodüktör kalmadı. Hep yönet­ menler yapımcı olmaya başladılar. Bir vakıf olmanın yararları bu açıdan ö- nemli. Türkiyede sinema üretimini art­ tırmak için bir kültür hizmeti yapıyo­ rum dediğiniz zaman daha kolay böyle bir destek gelebilir diye düşündük. Bir tek Yavuz Özkan ile Şerif Gören gir­ mek istemediler, ama şimdi Şerif Gö­ ren de katılacak sanırım.

Vakıf senedinin yanı sıra aramızda

Ü

bir de centilmenlik anlaşması yaptık. Her yıl en az bir genç yönetmene Vakıf destek sağlamak zorunda, ilk filmini yapması için. İkincisi, Vakıf bütün sine- maçılara açık, iyi bir projesi olan her yönetmene destek vermeyi düşünüyo­ ruz. Sadece bizim kişiliklerimizle bağım­ lı değil. Zaten Ömer Kavur, Ali Özgen- türk şimdilik Vakıftan destek istemi- orlar, kendi imkanlarını kullanacaklar, retimi arttırmak ve eğitim vermeyi a- maçlıyoruz. Bir de yayın yapmayı düşü­ nüyoruz Türk sineması için.

Tatmin edebileceğinizden daha çok beklenti yaratmak gibi bir endişeniz var mı?

Vakıf kurulurken Türkan Şoray’la konuşuyorduk, ben de yönetmenlik ya­ pacağım, beni de destekleyecek misiniz dedi, tabii dedim projeni getir. Elbette manevi ve moral sorumluluk da taşıyo­ ruz ama bütün bunlar aslmda bir ekono­ mik güce bağlı; onu çözümleyebilirsek, Vakfı döndürecek mekanizma kurulabi­ lirse, mesele yok. Sürekliliğini sağlayan bir gelir mekanizması sağlamak lazım. Bazı ticari kurumlar sürekli olarak Vakfı desteklemeyi düşünüyor mesela, çünkü sinemanın artık reklamdan daha kalıcı bir tanıtım gücü olduğu anlaşıldı. Bir de Mecliste tek maddelik bir kanun tasarısı var şu anda, sinemaya ve tiyat­ roya destek sağlayan kuruluşlar bunun yüzde yüzünü vergiden düşebilecekler. Bu yasa çıkarsa sinemanın ve tiyatro­ nun önü açılacak, hatta diğer sanatlara da yayılabilir. Amerika’da Kennedy dö­ neminde resim sanatı için aynı şey uy­ gulanmış. Dünya resim merkezinin Pa­ ris’ten NewYork’a kaymasının nedeni buydu. 70lerin başında Hollywood krizi de böyle aşıldı, sinema için böyle bir ya­ sa çıkartarak. Türkiyenin de bu bilince gelmesi lazım, başka çözüm yok kendi varlığı ve kültürü için.

Sinemada piyasa

mücadelesi

1994’de Tijrkiye’de Toplam seyirci sayısı: 8.521.694 Türk filmleri seyirci sayısı: 378.084 Amerikan film­ lerinin Avrupa piyasalarındaki payı: Türkiye: %70 (1994) (Türk filmlerinin payı: %08] Almanya: %80 Ingiltere: %92 İrlanda: %90 Yunanistan: %90 Fransa’da 1994’de Fransız filmlerinin payı sadece %27ye çıkabildi. Amerikan filmleri Avrupa’daki tüm gişe hasılatının %80'ine sahip. ABD’nin 1993’de yurt dışı film satışları 8 milyar dolardı. Bunun %60’ını Avrupa’ya yapılan satışlar oluşturdu. (Kaynak: Time dergisi, Antrakt 1994 Sinema Yıllığı) A li Özgentürk, en son

Çıplak filmiyle Türk si­ nemasında yenilik rüz- garlan estirirken, aynı cesaretle “çıplak" ger­ çekleri konuşmaktan çekinmiyor. Kurucuları arasında olduğu Sine­ ma Vakfı hakkında yap­ tığım ız sohbette de sö­ zünü sakınmadı.

T

ÜRK sineması­nın kimlik a- rayışı nasıl bir aşamada sizce? Türki­ yede sinemanın durumu ne Alman­ ya’dan ne de Hollan­ da’dan farklı değil as­ lmda. Ama Türkiye’de sinemaya büyük bir saldırı var. Görsel med­ ya zıpnlıkları seviyor; yalan yanlış, bilgisizlik­ le yönlendiriliyor. Bu, bir ölçüde Batıyla ilgili komlekslerimizden de kaynaklanıyor. Türk si­ neması kötüdür, denili­ yor. Türk sineması di­ lencidir devletten yar­ dım alır, gibi saldırılar yapılıyor. Bu da genç insanlarda tahribata yol açtı; hiç kimse sine­ macı olmak istemiyor. Sinema okullarından reklamcı yetişiyor.

Anonim enerji

Toplumda bir çok ku­ rum, örneğin üniversite ve medya saygınlık yiti­ riyor. Bu sinamaya da yapıldı, sanatsal ku­ rumlar yıpratılıyor. Ta­ bii pek çok şey eleştiri­ lebilir, ama bizde toplu mahkumiyet normları var. Niçin tek tek değil? Ben hep söylüyorum: Her yönetmen kendi fil­ minden asılır. Ama a- nonim enerjiye de

ina-S3

Sinema

Vakfı

Kurucuları

Ali Özgentürk . Atıf Yılmaz Barış Pirhasan Erden Kıral İrfan Tözüm Memduh Ün Orhan Oğuz Ömer Kavur Yusuf Kurçenli Zeki Ökten

.

nıyorum çünkü yeni ge­ len yönetmen adayları­ nı çoğaltmak gerekiyor. Vakıfta bunun için va­ rını.

Vakfın kurucuları birleştiren bir ortak payda var mı?

Şimdi bizim örneği­ miz, sinema yapmakta ısrarlı, televizyoncu ol­ mayan on yönetmenin güçlerini, enerjilerini birleştirme girişimidir. Bu rakam on beş de o- labilirdi. Katılan bütün arkadaşların bu konu­ da, sinemanın yaratıcı­ lık alanının genişletil­ mesi, kendisi dışındaki güçlere karşı mücadele verebilmesi, toplumla i- letişim kodlarının, a- nahtarlarmın silahları­ nın yeniden elde edil­ mesi konusunda hassa­ siyetleri var ama başka her konuda farklı gö­ rüşleri olabilir. Bu bir ekol değil. Türkiye’de devletin, sermayenin ve medyanm yaptığı tahri­ batın onarılması, sine­ manın çok ihtiyacı olan yasal düzenlemelerin bir an önce gerçekleş­ mesini hedefliyoruz.

Nedir bunlar? En başta sinemanın özgürlükle çok ilgisi var. Mesela sekizinci maddeyle de ilgisi var.

Yani Güneydoğuyla ilgili bir film yapa­ mazsınız?

Hayır yapamazsınız. Harold Pinter’in Dağ Dili adlı oyununu Gü­ neydoğuya uyarlayıp çekemezsiniz. Ama so­ run yalnız Güneydoğu sorunu değil. Sadece öyle bakılırsa yine dar bir bakış oluyor. Türki­ ye’de herkesin devlet­ leşmesi diye bir sorun var. Bağımsızlığı özgür­ lüğü ve demokrasiyi savunanların da devlet­ ten zehirlenerek, virüs alarak devletleşmesi. Yüzlerce yıldır gelen bir siyasi gelenek bu. Bireylerin kendileriyle hesaplaşıp içlerindeki bütün engelleri kırma­ ları gerekiyor. Sinemanın bunun dışında kalması mümkün mü? Sinemanm devletle o- lan sorunlarını çözüp ferahlaması, önünü aç­ ması gerekiyor. Sine­ ma yasasının çıkarıl­ ması, telif sorunlarının çözülmesi, (şimdi güya çözülüyor ama yasa ha­ la parlamentoda) ser­ maye gruplarına vergi muafiyeti, (eğer bir ser­ maye grubu sinemaya, kültüre destek

verecek-V

se vergiden düşebilme- li); Avrupa Konseyiyle ilişki, orada Amerikan sinemasına karşı geli­ şen direnişle entegre ol­ mak. Türkiye Eurima- ge’a üç yıldn aidatmı ö- demiyor. Halbuki çok büyük destekler gördü, altı sinema salonu her yıl destek görüyor Av­ rupa ve Türk filmi gös­ termesi koşuluyla, ama devlet aidatmı ödemi­ yor üç yıldır ve ilişki tehlikede. Eurimage belki türkiyenin üyeliğ- ni askıya alabilir, des­ tekler durabilir.

Burjuva devrimi!

Vakıf ayrıca her yıl ilk filmini yapacak in­ sanları desteklemek, ye­ ni sinemacılarm gelme­ sini sağlamak, sinema eğitimini önemsemek, birikim ve araştırma kulvarı oluşturmak, belki ileride uluslarara­ sı düzeyde mezuniyet sonrası bir sinema oku­ lu gerçekleştirmek gibi amaçlar güdüyor.

Özel sektörün ilgisi nasıl çekilebilir?

Vakfın birinci ve en önemli hedeflerinden biri de bu. Biz üç aşa­ mada düşünüyoruz vak­ fı. Kuruluş aşamasmda lobbying yapmak; dev­ let, medya ve özel kuru­ luşlar gibi üç hedef alı­ yoruz ve yeniden sine­

maya alanlar açmak, saygınlık kazandırmayı amaçlıyoruz. İkincisi fı- nans kaynaklarını kış­ kırtmak. Sponsorluk düzeyinde ilişkiler kur­ maya çalışıyoruz. Vakıf bağışla yaşamak istemi­ yor. Bir takım ürünler­ le, hizmetlerle yaşaya­ cak. Diyelim ki X Hol­ dingle bir iş ilişkisi ku­ rulacak: Özel sermaye kuruluşları artık kamu­ oyunda farklı bir imaj ve kimlik arayışında­ lar, kültüre yöneliyor­ lar, içtenlikle kültürel alanda varolmak isti­ yorlar. Böyle bir potan­ siyel var. Örneğin Bir kuruluşun adınm, bir filmin adıyla ebediyen birlikte yaşaması sözko- nusu. Bugüne kadar E- fes Pilsen, ÎMKB gibi kurumlar bu tür işbirli­ ğine en sıcak bakanlar. Yani bir tür mesenlik kurumunu canlandır­ maya çalışıyoruz. Ben­ ce Türkiyede bir burju­ va devrimi yaşanıyor, nihayet.

Türkiyede en büyük eksik her alanda farklı­ lığa inanmak, çeşitliliğe inanmak, fikri ve yara­ tıcı zenginliğe inan­ mak. İnsan hem Scor- sese hem Tarkovski sevebilir, hem Tatlıses hem de Bach dinleyebi­ lir. Türkiye böyle bir ülke olmalı.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Vakit’ten sonra Yeni gün, Son Posta ve Cumhuriyet gazetelerinde çeşitli vazi­ felerde bulundu: Son Pos­ ta yazı işleri müdürlüğün­.. de

Doğrulama çalışmasının sonucunda isim değişikliği yapan dergiler saptanıp dergilerin eski ve yeni isimleri birleştirilince Türk Kütüphaneciliği dergisinde son 15 yılda

İlgi çekici durum ise Türkler, bugün her- hangi bir işaretle gösterilmediği hâlde Arapça ve Farsça kelimelerdeki uzunlu- ğu Osmanlı Türkçesinde olduğu gibi korumakta ve

Gürer Gülsevin; konuşmasında, böyle bir göreve layık görülmekten duyduğu memnuniyeti belirterek zor bir işin kendisini beklediğini ancak Kurumun uzun yıllar boyunca elde

Partisi Genel Başkanı Recai Kutan’ın “Nusayrilik sapık bir anlayıştır” sözleri ile kendilerine hakaret ettiğini belirten Hatay, Adana ve Mersin yöresinde

Tankut, TÜB‹TAK’›n u¤rafl alan›nda olan temel görevlerin, art›k yaln›zca pozitif bi- limler alan›nda temel ve uygulamal› araflt›rmala- r› gelifltirmek,

12 İkinci Kanun “Dil üzerine çalışmalar: Güneş Dil Teorisine göre toponomik tahlil Türk en eski millet ve Türk dili anadildir 6 Katlı has isimler ve

Böylece Yunanistan taraf~~ denizcilik tekni~inin olu~turdu~u bir ana fikirle deniz sava~~~ yaparken Osmanl~~ taraf~, her türlü denizci gelenek ve gereksinmelerden uzak