• Sonuç bulunamadı

Yaşamlarında ilklerle sanatçılarımız:Salah Birsel

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşamlarında ilklerle sanatçılarımız:Salah Birsel"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

-TT.

S U

07*1-YAŞAMLARINDA “İLKELERLE SANATÇILARIMIZ

SALÂH BİRSEL

Ben çocukluk anılarını sev­ mem. Onlara çokça yer ayıran yazarları da sevm em . Chateuabriand’nın, o çok güzel F ran sızcasıy la, o şıkırdım diliyle yazılmış anılarını bile, uzun süre, okuyup okumamak arasında bocaladım . Çünkü anılarının (Mezar ötesinden Anılar) büyük bir dilimi çocuk­ luğuna, dolayısıyla da soy ağa­ cının anlatımına —buna bütün bütüne sinir olurum— ayrıl­ mıştır. Bencesi, bu tür anılarda yürek o y n a tıc ı, g özy a şı döktürücü bir yan da vardır. Anıcılar en çok yalanı da ç o ­ cukluk yıllarına istif ederler. Nedir, zaman zaman bu halim­ den u ta n d ığ ım da olu r. Kendimde bir duygu eksikliği, kafası gelişmemiş bir insan ha­ muru bulunduğu sanısına kapılırım . Y ılla rca son ra, Malraux’nun “ Antimemoires” - ım okurken, bu Fransız ya­ zarının da çocukluk anıla­ rına yüz vermediğini görün­ ce, oh çok şükür, bayağı se­ vindim. Demek kendimi türü yok olmuş bir ilkçağ yaratığı saymama gerek yokmuş. Ama in sanoğlu , öy lesin e çok değişikliğe uğruyor ki, belki bu­ gün ben de o ilk yıllara —bu

ancak ed e b iy a t anılarım ı tükettikten sonra olabilir— , o neler olacağım beklemekle ge­ çirdiğim günlere dönebilirim. Şimdilik diyeceğim şu kadardır ki, benim çocukluğum İzmir’de g eçm iştir. B a y r a k lı’da ve K arşıyak a'n ın S oğu k k u yu M a h a llesin d e. İşin tu h afı "D ü n y a İ ş le r i” adlı şiir kitabım daki şiirlerin çoğu (Soğukkuyu Mahallesi, Soğuk­ kuyu Tramvay Caddesi, 118 Numaralı Ev, Aynalı Dolap, filan) hep oralardan açar. LA M B A IŞ IĞ IN D A OKUNAN K İTA PLA R

İlk okuduğumu anımsadığım kitap da Soğukkuyu Tramvay Caddesi üzerindeki 118 numaralı evde okunmuştur. Daha doğrusu bunu babam okumuş, ben de dinlemişimdir. 6-7 yaşlarında var, ya da yoktum. Babam her gece beni, ablam ı, annem i çevresin e toplar gaz lambasının sarı ve şiirsel ışığında, —o zamanlar yani 1926’larda İzmir’de daha elektrik diye bir şey yoktur— birtakım rom anlar ok u rd u . Bunlar eski harflerle basılmış çeviri romanlardı. Adlan da

Salâh Birsel: 1976

“ Hacı Babanın Maceralan” , “ Julia’nın İntikamı” idi. O günlerde, belki de bir iki yıl sonra, benim okuduğum bir ro­ man da olmuştur. “ Abıhayat” adını taşıyan bu roman da çeviri bir şey d i. A kşam gazetesinde tefrika ediliyordu. Konusunu bu g ü n bile anım sarım . Y aşam suyunu (abıh ayat) içtik ten sonra ölümsüzlüğe erişen ama eriştikten sonra da uzun boylu yaşamanın tatsızlığı ve olay­ ların bıkkınlık verecek derecede

b u d a l a c a y i n e l e n m e s i karşısında ölü m süzlük ten kurtulmak isteyen bir insanın

öyküsüydü bu. ETK İLE N D İĞ İM İLK Y A Z A R L A R

îlk ok u du ğu m yazarlar arasında Reşat Nuri, Aptullah Ziya Kozanoğlu, Nizamettin Nazif de vardır. Nizamettin Nazif’in “ Kara D avut” ya da " D e li D e ry a lı” adlı kitaplarındaki serüvenlerin tü­ mü deli sa çm asıyd ı ama. - yanılmıyorsam Kara Davut, romanın bir yerinde Fatih Sul­ tan Mehmet’i tokatlıyordu — bu zırtapozluklar o zamanlar beni pek sarardı. 12-13 yaşıma gelince de Aptullah Ziya ya da Nizamettin Nazif ayarında bir yazar olup olamayacağımı an­ lamak için “ Kızıl Okun Esrarı” admda bir roman döktürmeye başladım. 100-120 sayfa da yazdım. Ama daha romana başlarken bile bilmediğim Kızıl Ok’un gizemini sonradan da gün ışığına çıkaramadığım i- çin, işi yanda bıraktım. O yıllarda başlayıp yanda bırak­ tığım bir ikinci roman da “ Mahkûmun Piçi” adım

(2)

yor. Çok toplumsal, çok hıç- kınklı olan bu roman da 50-60 sayfa yazılmıştı. Ne ki yine bu yıllarda, 1932’de, sonuna kadar götürebildiğim bir romanım olmuştur. “ Seher Yıldızı” adını taşıyan bu roman da çok “ Çalı­ kuşu” , çok “ Akşam Güneşi” idi. Hiç unutmam, 436 defter sayfası tutmuş ve bir buçuk ayda bitmişti. İşin en güzel yanı, ben bu yapıtımla düzenli ve sürekli çalışm a ya a lış ­ mıştım. Kendime bir program çizmiştim. Günde 10 sayfa yazm adan kalem i elim den bırakmıyordum. Kimi zaman canım sıkılıyor, ahlıyor, puflu- yor. ama yine günde 10 sayfa çiziştiriyordum. Yalnız, arada bir kendime hile yaptığım da oluyor, ardı arkası kesilmeyen, tatsız tu tsu z d iy a logla rla sayfalan doldurmak kurnaz­ lığına yatıyordum.

Bu romanları on sekiz yaşı­ ma kadar sakladım. Liseyi bitirdiğim yıl da onlan, odun sobasın ı tu tu ştu rm a sı için anneme teslim ettim. O vakitki düşüncem şuydu:

— Günün birinde önemli bir yazar olursam bu romanların öyküsünü anlatmak bana ye­ ter. Zaten okurlar da bundan başkasını istemez. Külüstür bir yazar olarak kaldığım v a­ kitse, eskiden daha külüstür şeyler yazdığımı kime söyleye­ bilir, kime gösterebilirim?

DERGİ

D ENEYİM LERİ

Bu romanlardan önce, bir sürü öykü yazdığımı da anım­ sıyorum. Belki bir sürü değil de beş on tane. İlk yazım da, “ Ne- zakettenmiş” adını taşıyordu. Bu da pisboğazlığımın bir öy- küsüydü. A nnem le konuk gittiğimiz evlerde sunulan şer­ betlerin sonuna kadar içilme- yip, bardağın dibinde, hiç değilse, bir parmak bırakılma­ sına katlanamayan bir çocu­ ğun çığlıklarıydı b u . Bu yazıyı da sekiz yaşımda yazdığımı çok iyi bilirim. O vakitler Serçe adındaki edebiyat dergisinin ikinci sayısında yayınlanmıştı. Serçe benim dergimdi. 16 sayfa ve daktilo kağıdı büyüklüğün- deydi. Elle yazılırdı. Tek nüs­ haydı. Tek okuru da bendim. Bir aralık, yazısı güzel bir ar­ kadaşım dergiyi yazmayı üst­ lenmişti ama yazılar yine ben­ den çıkardı.

Bu dergi işini ortaokulda da sürdürdüm. Artık ‘ Sesimiz’ vardı. Üstelik ondan 25 - 30 ta­ ne çoğaltır ve satardım. O za­ manların çoğaltma makinesi diyebileceğim, bu iş için hazır­ lanmış bir hamur almıştım.

Akbal (soldan), Tirali, Dağlarca, Alangu ve Birsel 1956'da

Hamura özel mürekkeple yazıl­ mış dergiyi sayfa sayfa uygu­ lar, böylece 25 - 30 tane dergi çekerdim. Her yeni sayfa için de hamuru bir süngerle silmek, işi kurtarmaya yeterdi. Li­ sede ‘Sesimiz’in yerini ‘Kıvıl­ cım’ aldı. Derginin adından ötürü, az kaldı başıma birta­

kım işler de açılıyordu. Dergileri, romanlarımın ter­ sine, gözüm gibi saklardım. Ama bir ara İstanbul’da ev değiştirmiş, Şişli’den Harbi- ye'ye taşınmıştık. Harbiye’de- ki ev, mutfağı içinde, iki oda­ dan oluştuğu için, bu dergilerle kimi kitaplarımı bir arkadaşın

Ceyhun A tu f Kansu (soldan), Birsel, Nahid Ulvi Akgün ve Halil Kocagöz (arkada)

evine bırakmıştım. Bir daha da onlan göremedim. Dergilerle birlikte kimi mektuplarım da yitmişti. Nedense, kimi mek­ tuplar, yaşamım boyunca, dur- duklan yerde, boyuna yitip gitmişlerdir.

“ 36 KISIM TEKM İLİ BİRDEN ”LER ...

tik filmlerimi de ilkokul sıra­ larında seyrettim diyebilirim. O yıllar beni en çok saran filmler, tefrikah kovboy filmleriydi. Bu 36 kısımlık filmlerden, her hafta pazar günleri, öğrenci matinele­ rinde yalnız dört kısmı gösteri­ lirdi. Bunlarla başka filmler de geçerdi ama, onlan kim takar? Bu dört kısımlık filmleri büyük bir coşku içinde seyrederdim hep. Dördüncü kısmın sonunda da filmdeki oğlan ya da kız yüz- deyüz bir ölümün içine atılmış olurdu ki bende hal bırakmazdı. Bütün bir hafta, o küçücük ak­ lımla, artık bu işte bir çıkar yol göremez ve derin üzüntülere da­ lardım. Ama ertesi hafta film kaldığı yerden değil de biraz ön­ cesinden başlar ve ateşler için­ deki bir kulübede bir hafta önce baygın olarak bırakılan —kulü­ benin damı da üstüne yıkılmış­ tır— Oğlan'ın bu kez son anda kendine geldiği ve kulübede yine son anda beliren gizli bir kapı­ dan kaçıp turtulduğu görü­ lürdü. Bense biz küçük seyirci çocuklara oynanan bu oyun karşısında hiç kızmaz, tersine, Oğlan'm kurtulmuş olması kar­ şısında büyük mutluluklar

du-(D evam ı32. Sayfada) ©

(3)

SALİH BİRSEL

(Devam)

yar ve o hafta da Oğlan ya da Kız yine iflah bulmaz bir tehli­ kenin içine yuvarlandığı vakit, bunun da bir oyun olacağım ak­ lıma getirmezdim.

Filmdeki Kız’ı ya da Oğlan’ı, kimi zaman da yüzü maskeli bir adam —ki maskesini filmin so­ nuna kadar çıkarmayacak ve Oğlan’ın babası olduğu filmin sonunda meydana çıkacaktır— son anda ölüm tehlikesinden kurtarmaya gelirdi. Ama bunun için de yine aym oyunlar oyna­ nır, biz küçük seyirciler, bir hafta merak tavasının içinde kavrulup dururduk. Oğlan da hep Ailen olurdu. Ailen, bir kovboy filmindeki başoyuncu­ nun adıydı. Biz çocuklar onu Ailen diye bellemiştik. Gerçek bir adı olması gerekeceğini dü­ şünm ezdik. B irbirim ize “ Bu hafta Ailen var” diye haber sa­ lardık.

Ben sonraları, bu Allen’i Amerikan sinema tarihlerinde çok aradım ama bulamadım. Gerçi birçok Amerikan kovboy filminde oynamış bir William S. Har+ vardı ama, onun fotoğra- fisi beleleğimdeki foto ğr afiye pek uymuyordu.

Sinemamız da, Karşıyaka va­ pur iskelesinden çıkınca, sol kolda, kıyıda idi. Bu sinema, şimdiler yine yerli y erindedir. Çarşı içindeki Zafer Sineması ise daha çok aşk filmlerine yatardı.

Ne var kıyıdaki sinema da süper filmlere el atmaktan geri kal­ mazdı. Zafer Sineması’nda Clive Brook’un “ San Zambak” kur- delasmı görmüşsek —buna artık evcek gidilmiştir— kıyıda da Greta Garbo’nun “ Uğursuz Ka- dın” ını seyrederdik. Sessiz film çağıydı. Star çağı. Filmlerin y ö­ netmenleri bilinmez sadece oyun­ culara değer gösterilirdi. “ Şey­ hin O ğ lu ” R udolph Valen- tin o ’nun, “ B a ğd a t H ır sız ı” Douglas Fairbanks’ın, “ ölüm Perisi” Ronald Colman’ın filmi ise, Billie Dove “ Güzeller Gü- zeli” ni, Pola Negri de “ Madam du Barrytyi yapmıştı.

tik sesli filmi de, Konak’tâki Elhamra Sinemasında seyret­ tim “ Ziegfield Çılgınlıkları’. İz­ mir’in gördüğü ilk sesli film de budur.

tik tiyatroyu da Karşıya­ ka’daki o altı kahve olan kıyı sinemasında izledim. Lütfullah Sünni'nin yönettiği “ Süreyya Opereti” , tik ve son olarak, ilk primadonnamız diye ün yapmış Suzan Lütfullah ile Salah Ceh- di'yi de o toplulukta seyrettim. "Süreyya Opereti” , ¿ m i za­ man ad değiştirerek, öteki yıl­ larda da Karşıyakalılan boynu büküldükten kurtarmaya çalış­ tı. İbrahim Delideniz’i —ona küçük roller verirlerdi, Celâl Süruri’yi ve de trma T oto’yu da tanımış oldum. Bir kez de Raşit Rıza ile Reşit Gürzap’ı “ Taş ParçasT’nda alkışladım. Bu da Raşit Rıza topluluğu idi. Yanılmıyorsam, Kadri ög el- man da toplulukta idi.

14-15 yaşlarında da, yine Elhamra Sinemasında ilk kez

Darülbedayi ile karşı karşı­ ya geldim. Nazım Hikmet’in “ U nutulan A d a m ” oy u n u ­ nu oynuyorlardı. Başrolde t. Galip Arcan vardı. Oysa bu D ok tor rolünü İs ta n b u l’da Muhsin Ertuğrul oynamıştı. Ne ki, 1. Galip, oyunu uzun sü­ re kendi oynamış gibi, sahnede rahat ve başarılıydı. O gün Avni Dilligil’i de Uşak rolünde çok sevmiştim. Sami Ayanoğlu da Fotoğrafçı rolünde belki yaşamının en iyi oyununu çıkarıyordu. Berber rolünde, yanılmıyorsam, Mahmut M o­ rali vardı. Kadın rolünü İstan­ bul'da Neire Neyir oynamıştı — bunu öğrendim— ama ben onun o gün turnedeki oyunda da rol dlıp almadığını anım­ sayamıyorum.

“ BENİ D A Ğ ITA N O L A Y L A R ”

1945 yılı Aralık ayı da bana yaşamınım en yıldınmlı olayım getirdi. Buhran Arpad’la bir­ likte kurduğumuz —sonralara ortaklar boyuna değişmiştir— AB C Kitabevi o zamanki ik­ tidarın kimi bağnaz kişilerince kıştırtılan üniversite öğrencileri eliyle tuzla buz edildi. Olayı bu­ gün önceden haber almıştık. Ama onca kitabı nereye kaçı­ rırsınız? Kitapları değil, dük­ kândaki bir iki çeviriyi bile kaçıramadım. Donup kalmış­ tım sanki. Gerçi ben bu kitab- evini olaydan altı ay önce Urfalı bir basımevciye satmış­ tım ama, daha dükkânı teslim etmemiştim. Üstelik kitabevi- nin yayınlarını yine ben y ö­ netecektim. A B C Kitabevinin yıkılması, kitaplarının sokak­ lara dökülmesi —bir bölüğünü de baskına katılan gençler alıp götürmüştür— 4 Aralıkta ol­ muştur. O gün Tan gazete ve basımevi de, Berrak Kitabevi de aym yıkıcılık, yırtıcılık ve düşmanlıktan payım alıyordur

Beni dağıtan olaylardan biri de, 1942 yılında, Gençlik dergi­ sinde yayınlanan “ Bulut Geç­ ti” adlı şiirimin beni iki yıl mahkeme kapılarında hoşforoş etmesidir. Bu duruşma da Ankara'dan —Adalet Bakan- lığı’ndan— gelen bir buyrukla açılmıştı. Bereket yargıcımız Afrodit duruşmasında, o ünlü romana aklama vermiş aydın bir kişiydi. Benim şiirim de bir iki oturumda aklandı. Ne ki, savcı onun yakasını bırakmadı. Yargıtay’a başvurdu. Yargı­ tay’ın karan bozması üzerine duruşm a yeniden b a şla d ı. Ama, dedim ya, yargıcımız edebiyata, sanata açık biriydi. Uzun duruşmalar sonunda ye­ niden aklandım. Ama ben, bu olayı, “ Ah Beyoğlu, Vah Bey- oğlu” nda daha ayrıntılı olarak anlattım.

Bağdat Caddesi'nin yeni sanat odası

TAVANARASI

19 ocak 1979

cuma günü saat 18.30'da

BERNA TÜREMEN

Resim Sergisi ile açılıyor

Adres: Şaşkınbakkal, Kâzım Kulan Çarşısı

DUYURU

KÜLTÜR BAKANLIĞINDAN

1. Kültür Bakanlığı 14 - 21 nisan 1979 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek olan III. Balkan Film Şenliğinde filmlerden önce gösterilecek, şenliği simgeleyen bir tanıtma (jenerik) filminin hazırlattırılması amacıyla ulusal düzeyde bir yarışma düzenlemiştir.

2. Film, 35 mm. ve renkli olarak canlandırma (animasyon) tekniğinde yapılacaktır.

3. Tanıtma filminin III. Balkan Film Şenliği amblemini vurgulayan bir nitelik taşıması gerekmektedir.

4. Filmin süresi en az 30 saniye, en çok 1 dakika olacaktır.

5. Filmin müzik bandı yapımcısı tarafından hazırlattınlacaktır. Ses bandının optik olması gerekmektedir.

6. Yarışmaya katılmak için kopyaların en geç 14 Mart 1979 günü saat 17.30 a kadar aşağıdaki iki adresten birine teslim edilmesi gerekmektedir. Başvuruda film ödüllendirildiği takdirde ödülü alacak olan kişinin adı ve açık adresi belirtilecektir.

Ayrıntılı bilgi, şartname, amblem isteme ve filmleri gönderme adresi: Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi Başkanlığı, A N KA RA, ya da Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi Başkanlığı, Film Yapım ve Gösterim Merkezi Müdürlüğü, Atatürk Kültür Merkezi İSTANBUL.

7. Kültür Bakanlığı yarışmada ödül alacak ve şenliğin tamtma filmi olarak filme 15.000 TL. başarı ödülü olarak da iki filme 7.500 TL verecektir. Basın: 30643-316

Referanslar

Benzer Belgeler

Bilim dünyası bu konudaki kaygılarını dile getirirken bilim insanları ve avukatlardan oluşan Nuffield Konseyi suçluları yakalamak amacıyla toplanan DNA örneklerinin

Böylece, kurumsal sosyal sorumluluk bilincine sahip olan ve bu bilince muhasebe uygulamalarında yer veren kurumların topluma, çevreye ve tüm paydaşlara

Günümüzde, GnRH agonist implantları, östrus siklusunun geri dönüşümlü baskılanması yanında anöstrustaki dişi kö- peklerde fertil kızgınlıkların uyarımında

A variety of morphological changes in the peritoneal membrane develop by similar mechanisms in patients undergoing peritoneal dialysis and lead to increased

Unutulmamalıdır ki, bütün bu n lar insan usunun çeviri eyle­ mini gözler önüne se­ rer.. Şiir en büyük

Bununla şunu demek isti­ yorum, bence kat’î olan bir şey varsa, yeni neslin yazı tekniği en geniş manasıyla şiir yazı tekniğinden ilham alacaktır. Yani en

‘’Müziğin eğitimin belirli bir plan ve program dahilinde sağlıklı ortamlarda, etkili yöntem ve tekniklerle, bilişsel, duyuşsal ve psikomotor amaçların sağlıklı

Merkez'de düzenlenen toplu gösterimlerden ilki 19 Şubat - 2 Mart tarihleri arasında "Japon Sinemasının Büyük Senyörü Akira Kurosawa" başlığı altında