SAYFA CUMHURİYET
KÜLTÜR
I ' -9 -9 i
Müşfik Kenter’in 40.
sanat
ydı
AYŞEGÜL YÜKSEL_____________ Gençliğinde bir “¡dördü; şimdi bir “söylence”... Otuz yaşındayken altmışını geçmiş oyun kişilerini seyirciyi hiç yadırgatmadan
canlandırırdı. Bugün altmış üç yaşında ve her tür rolle baş edecek kadar genç. “İncelikli oyuncu” denilince akla ilk gelen isim. Müşfik Kenter...
Kimi sanatçı çalışarak savaşım vererek acı çekerek yetiştirir kendini. Müşfik Kenter ise sahne sanatçısı olmak için doğmuştur. Oynayacağı rolü belkemiğinden kavramasını sağlayan inanılmaz bir sezgiyle donanmış olarak. Tanrı vergisi yakışıklılığını ise yalnızca bir oyuncu kişi gereci olarak değerlendirmiştir. Bu ayrıcalığını kolay yoldan “gösterişli aktör” olabilmek için kullanmadığından, hep “yakışıldı” kalmıştır.
Müşfik Kenter’in iki tür “hayranı” vardır. Kenter kardeşlerin 1950’li yılların sonlarında İstanbul'da
yaptıkları büyük “çıkış”a tanıklık edip, yıllar boyu onların sadık seyircisi olan bugünkü yaşlı ve orta kuşak; bir de Müşfik’i “Bir Garip Orhan Veli”yle başlayan “tek kişilik” oyunlar döneminden bu yana tanıyan genç kuşak. 1980’lerde başlayan bu ikinci dönemde Memet Baydur’un, oynasın ya da yönetsin diye oyunlar yazdığı, pek çok sanatçı ve tiyatro öğrencisinin “Müşfik Ağabey”i, “Müşfik Hoca”sı, tüm oyuncu adaylarının çapına erişebilmeyi özledikleri bir ustadır... Müşfik’in her iki dönemdeki ürünlerini izlemiş olanlar içinse “ usta”lığa çok eski yıllarda geçmiştir Müşfik.
Yıldız Kenter’le karşılıklı oynadıkları “Salıncakta İki kişi”, “Çöl Faresi”, “İskemleler”, “Mikado’nun Çöpleri”, “Kim Korkar Hain Kurttan”
oyunlarını izlemiş olanlar, aradan geçen onlarca yıla karşın, gözlerini yumduklarında, Y ıldızla Müşfik’in sahnede oluşturduğu “uyum” ve “ezgi”yi görsel ve işitsel düzeyde yeniden duyumsar, yıllar öncesinde oluşmuş coşkulu tiyatro yaşantısıyla bir kez daha buluşurlar.
Müşfik Kenter, 1970’lere ulaşan bu dönem oyuncu kişi duyarlığını dünya tiyatro yazısının büyük erkek
G
bir
ençliğinde
“ idoF’dü;
şimdi bir
“ söylence” ... Otuz
yaşındayken
altmışını geçmiş
oyun kişilerini
seyirciyi hiç
yadırgatmadan
canlandırırdı.
Bugün altmış üç
yaşında ve her tür
rolle baş edecek
kadar genç,
“ incelikli
oyuncu” denilince
akla ilk gelen
isim: Müşfik
Kenter...
kahramanlarını canlandırma yolunda seferber eder, ilk doruğa 1960’ta John Osbome’un “Öfke”sinin başkişisi Jimmy’yle ulaşır. Duygusal ve düşünsel açmazlarını sado/mazoşist bir yaklaşımla dışavuran Jimmy’nin “Öfke”siyle öyle bütünleşmiştir ki oyun neredeyse bir başyapıta dönüşür seyircinin gözünde. Gerçek
başyapıttan ise yazarlarının yüzünü güldürecek bir başarıyla yorumlar. “Mikado’nun Çöpleri”ni yazarken öyle sanıyorum ki Melih Çevdet’in zihni Müşfik’in “Öfke”deki yorumuyla doluydu. Çehov, “M artTdaki geçmişi olmayan, şimdiyle uyuşamayan ve geleceğe uzanamadığı için de kendisine ait olan
her şeyi yok eden Traplev’i yaratırken Müşfik’in duyarlılığında bir oyuncu düşlememiş miydi? Shakespeare’in ünlü Hamlet karakterine trajik kahramanlar arasında “ayrıcalıklı” bir konum kazandıran “incinebilirlik” en doğru boyutlarıyla Müşfik’in yorumunda yansımadı mı? Dramatik oyunculuk eğitimi görmüş bir
sanatçının Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”sında Sustalı Mack’i dört dörtlük bir epik oyunculukla sergilemesi şaşırtmamış mıydı o dönemin “epik tiyatro” bilenlerini? Bugünün gençlerinin tanıdığı Müşfik Kenter ise sahnede oyunun yazan ve seyircisiyle sohbet edercesine rahat bir sahne kişisidir. On yılı aşkın süredir Türkiye’nin her yanında sergilemekte olduğu “Orhan Veli”den sonra “Kuvayi Milliye”de Nâzım Hikmet’le de buluşan sanatçı bu iki büyük ozanımızın şiirini sanki o anda kendi dilinden dökülüyormuşçasına paylaşmıştır seyirciyle.
Oyunculuğunu zora koşmadan etkili olabilmek Müşfik Kenter’e özgü bir erdemdir. Tek kişilik bir oyun olan “Savunma”da ve “Krallar ve Soytarılar” başlıklı tek kişilik Shakespeare gösterisinde de tanık olduğumuz gibi...
Kırk yıllık bir oyunculuk deneyimi içinde düşkınklıklan da yer almıştır kuşkusuz. Memet Baydur’un “ Limon”unu sahnelemedeki olağanüstü başarısıyla 1983-84 döneminin “en iyi yönetmen” ödüllerini toplayan Müşfik Kenter, aynı yazarın “Maskeli Süvari”oyununu hem yönetip hem de başrolü
oynamanın getirdiği sakıncaları her iki bağlamda da aşamamıştır. “Van Gogh”da ise yetersiz bir oyun metnine ve yapıma ilişkin eksikliklere yenik düşmüştür.
Sinemada Marlon Brando’nun ölümsüz kıldığı “Arzu Tramvayı”nın Stanley Kovvalski’sinde ise belki de Marlon Brando yüzünden karakterle bütünleşememiştir. Kırk yılın parıltılı başarıları arasından cımbızla ayıklanabilecek anlar...
Özel tiyatroculuğun gitgide zorlaştığı günümüzde Müşfik Kenter’i birçok yeni rol bekliyor. Sanatının doruğunda bir tiyatro sanatçısının dar parasal koşulların gölgesi altında özgürce oyun seçimi yapması zor. Gönül ister ki en azından Müşfik Kenter gibi ince bir tiyatro beğenisine kırk yıldır kapı açmış üstün sanatçılar, “kırk yılda bir”, tiyatro yaparken özledikleri tüm olanaklara kavuşsunlar.
Tiyatroda nice güzel eylemlere Müşfik Usta...
Taha Toros Arşivi