• Sonuç bulunamadı

Düşlerimden vazgeçemem...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Düşlerimden vazgeçemem..."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhuriyet

PARASIZ PAZAR EKİ

ASTARI DİSKİNDEN

PAHALIMI?

Pop müzik sanayiimiz

gelişiyor da Tiirk

popundaki bu aymlık ve

kalitesizliğin sebebi ne?

Metin Solmaz yazdı.

HER ŞEY O GECE

BAŞLAMIŞTI...

AdolfH itler’in Viyana

bağlantısını araştıran

tarihçi Brigitte Hamann,

20yıl boyunca topladığı

belgeleri yayımladı.

Yıldız Kenter, kırk sekiz yıldır

sahnede. Yarım asrı kaplayan

binlerce gecenin başlangıç noktası

Olivia, şimdi Jülide. Buralardan

ötelere gidebileceğini düşlüyor.

Nefesi, bedeni bırakmadıkça hiç

eksilmeyecek alkışlar, biliyor...

NEVİN ÜNALIN

S

ahneye adımını attığı 1948 yılının 12 Aralık ge­cesi, Shakespeare’in “Onikinci Gece”sinin, ya­ rım asrı kaplayan binlerce gecenin başlangıç nok­ tası olduğunu Olivia olarak. Yıldız Kenter olarak

hissedebilmiş miydi? Üstelik, her oyuncunun düşlerini süs­ leyen ‘başrol’ oyunculuğunu elinden hiç bırakmayarak, so­

luk soluğa, başarıdan başarıya, nefesinin, bedeninin, oyun­ culuk yeteneğinin sürebileceğini, alkışların hiç eksilmeye­ ceğini giderek artacağını, sürekli gündemde kalabileceğini ‘o gün’ gencecik bir konservatuvar mezunuyken düşünebil­ miş miydi? “ Düşünmüştüm” diyor hafifçe gülümseyerek,

“ Hatta buralardan çok ötelere gidebileceğimi düşlüyordum. Düşün sonu yok!..”

Yıl 1996. Shakespeare’in “Onikinci Gece”sininO livia’sı, Refik Erduran'ın Jülide’si olarak birazdan karşımıza çıka­ cak. Şinasi Tiyatrosu’nun yüzlerce koltuğu seyircinin tale­ bine yetmemiş, tiyatronun tüm geçiş yerlerine ek sandalye­ ler konulmuş. Tiyatronun, sinemayı ne zaman altettiğinin ya­ nıtını en güzel seyirciler veriyor. Oyunun, oyunculuğun, sa­ natın gücü seyircinin alkışlarıyla, ilgisiyle yücelir. İlgisiz­ lik varsa suçu paylaşmak gerekir, öyle değil mi?

“Düşün sonu yok...” diye sorumu yanıtlayan Kenter’e, bugün vardığı noktada hâlâ düşlerinin olup olmadığını so­ ruyorum. Varsa düşlerini hayata Devamı 10. sayfada

(2)

10

CUMHURİYET DERGİ 27 EKİM 1996. SAYI 553

11

Olivia’dan Jülide’ye tam kırk sekiz yıl soluk soluğa

yaşadı

Yıldız Kenter.

Düşleri için cüretkâr, kendisini

yakalamak ve denetlemek için ölçülüydü. Fark edilme zaafını

güce dönüştürdüğünde sesini, nefesini, bedenini korumaya

aldı. Perdenin her açılışında hep on beşindeydi. Çünkü sanatçı

yaratan kişiydi, yaratış doğurganlığı içerirdi ve yeniden

yeniden doğurmak, gençlik isteyen bir şey değil miydi? Yani,

tiyatro, yani mesleği hep kendisinden öndeydi...

O, ateşin içinde,

binlerce gece...

Yıldız Kenter, “Onikinci Gece "nin Olivia’sı...

r 1. sayfanın devamı

geçirirken onları nasıl denetliyor?

“ Düşlerimden bu yaşıma rağmen hâlâ vazgeçmiş değilim. Ben bunu araba kullanmaya benzetiyorum. Hani bazen boş bir yolda araba kullanırken eğeryol el­ verişliyse hız yapmak istersiniz. Ben de öyle... Eğer koşullarbuna izin veriyorsa süratimi artırıyorum. Fa- katsiirekli gaza basmanın riskleri de var tabii. Bakıyo­ rum sürati fazla artırmışım o zaman dizginliyorum kendimi. Hafifhafiffrene basıyorum. Yani hem düşle­ rinizi gerçekleştirm ek için cüret edecek hem de yeri geldiğinde kendinizi tutmasını bileceksiniz. İnsanın kendisini yakalaması ve denetlemesi gerek. Süratli araba kullanmak bazen olumlu sonuç verirbazen ver­ meyebilir. Öyle durum lar olur ki çok sürat yapıyorsa­ nız bir şey i atlayabi I irsiniz o anda dizginlemeniz gerek kendinizi. Yani ölçüyüeldenbırakm am ak lazım...”

Yıldız Kentcr’in sanatçılık hayatında en altım çizdi­ ği ilke “ölçü”den geçiyor. Ölçülüolmak, oyunculuğun mükemmel olabilmesi için ilk şart. Bu ölçünün önemi­ ni anlatırken aslında her insanın ‘potansiyel oyuncu’ olduğuna değiniyor. Ölçü konusunu temel alarak biz- lerin oyunculuğu ile sanatçının oyunculuğu arasında­ ki bağı şöyle açıklıyor:

“ Her insan potansiyel oyuncudur aslında. Çocuk­ luktan başlar bu oyunculuk. Çünkü farkediİme zaafı vardır insanların. Bu çocuklukta başlayan birzaaftır. İki kardeş düşünün. Birine daha fazla ilgi gösterirseniz diğer kardeş bu ilginizi yakalamak için başka türlü şey­ ler yapmaya başlar. Biz bunu bazen şımarıklık, yara­ mazlık diye değerlendiririz. Oysa orada bir yarış baş- lannştıraı tık. Farkedilmc zaafı, çocukluktan başlaya­ rak bizi donatır. İ şte o zaaf daha yapıcı bi r güce dönüş- türülebi lirse eğer, o zaaf ol maktan çıkar. O insanın ‘gü­ cü ’olur. Çünkü insanlar‘farkedilmek’ isterler. Sanat­ çılarda bu daha fazladır, daha bellidir. Gülünç olmadan farkedilebiliyorsanız, başarılı kabul edilebilirsiniz. İî>- teölçü burada karşımıza çıkar. Çünkü oyunculukta gü­ lünç olma riski veya beğenilmeme riski her zaman var­ dır. O riski azaltmanın yolu da Ölçülü olmaktan geçer.”

Ses, nefes ve beden...

“ Rainiz ve Jülide” oy unu birazdan başlayacak. Ku­ liste oyuna nasıl hazırlanıyor? Heyecan var mı? Neler yapıyor oyun öncesi? “ Heyecansız tiyatro yapılacağı- na i nanmıyorum ben. Daha doğrusu her saat heyecan ister.” diyerek başlıyor söze ve bununla ilgili düşünce­ lerini şöyle açıklıyor: “ Heyecan kuliste başlamıyor as­ lında. Sabahtan başlıyor. Gerçi bu oyununa göre deği­ şiyor. Örneğin Ben Anadolu’yu oynarken veya Ramiz ve Jülide’de bu heyecan uyandığım anda başlıyor. Sa­

bahtan başlayan birtediıginlik oluyor. Kendimi koru­ mak mecburiyeti hissediyorum; sesimi, nefesimi, be­ denimi akşama saklamak istiyorum. Bütün günüm, akşam oynayacağım oyunla dolu olarak geçiyor. Bu arada belki birbaşka oyunun provasını yapıyorum ve­ ya ders veriyorum ama akşam oynayacağım rolün he­ yecanı bu işlerin arasında bile beni hiç bırakmıyor. Bu tabii ki ‘büyük soluk' isteyen oyunlarda oluyor. Bazı oyunlarda daha rahat birbekleyiş içerisinde olabil ¡yol­ sunuz. Örneğin yaşlı bir kadını oynayacaksınız, rolü­ nüz uzun değil, roldeki çizginiz hareket istemiyorsa onlarda daha pasifbir tavra girebiliyorsunuz. Ama ör­ neğin Ramiz ve Jülide’de oyunda da, sahne dışında da nefes alacak bir saniyem yok benim. Sahne gerisinde kostüm değiştirirken zoryetişiyorum antrelerime.

Bu soluk soluğa oynanan tempo^ heyecanımı artırı­ yor. Değerli hocam Muhsin Ertuğrul’dan öğrendiğim şekilde oyun öncesi kendime güç vermeye çalışıyo­ rum. ‘Şaşırmayayım, hata yapmayayım’ diye. Buhe- yecan olayı, en fazla prömiyerlerde kendini hissettiri­

yor. Oyunun başlamasına birkaç dakika vardır. Sahne­ ye çıkacığım an, oy una ait tek kelimenin dahi kafamda ol madiğini görürüm . Tek bir kel ime dahi hatırlamam. Korkunç şaşırırım bu halime. Tabii panik olur! Şu ka­ dar zaman prova etmişim, şöyle çalışmışım. Kabus gi­ bi ! Sahneye çıkışanı gelir. Ateşin içine atlar gibi gire- rimoyuna. İpin ucunu yakaladığım anda, bir iplik sö- küğü gibi çözülmeye başlar. Artık oyuna hakimimdir. Onu tekrar yumuşak haline getirirken, o yumağı bü­ yütmeye çalışırken kendim de şaşırıyorum kulisteki halimden, bu noktaya nasıl ulaştığıma... Hakikaten ga­ rip bir mistisizmi vardır sahneye çıkmanın...”

Jü ü d e’nin sabah yatağından fırlamasıyla başlıyor oyun... Yatağının yanında yarı çıplak, başını geriye at­ mış hayli.seksi bir kadının posteri asılı... Fotoğrafa dik­ katlice baktığımızda, bukleli saçlarıyla, pijamasıyla, sabaha gülerek uyanan, kanaryasıyla, sardunya çiçek­ leriyle sohbet eden bu masum ifadeli kadınla fotoğraf­ taki kadının aynı olduğunu farkediyoruz. Oyun sürü­ yor.. ..B ir başka sahnede Jülide loş bir ortamda televiz­

Kenter, “Ramiz ve Jiilide”de, 900’lii hatlarda davetkâr çağrılar yapan unutulmuş seks yıldızını canlandırıyor.

yondaki görüntüsünü izliyor. Ağzını elleriyle kapat­ mış, utanıyor televizyondaki görüntüsünden, bakamı­ yor ekrana, başını yana çeviriyor, gizli gizli kaçamak bakışlar atarak izi iyor sarı saçl ı, ağır makyaj lı, vücudu­ nun tüm hatlarını ortaya koyan sarı dekolte elbisesiyle yatağa uzanınış halini. Bizler sahnedeki perdeden izli­ yoruz ekrandaki Jülide’yi.. Yatağa yanlamasına uzan­ mış, bakışları hayli manalı, hayli çapkın..Davetkârbir edayla verdiği 900’lü hatlı telefondan onu aramamızı istiyor; “ Eğer aşkta hüsrana uğramışsanız, eğer aşkla ilgili bir sorununuz varsa, ben çözeyim. Aşkınızın merhemi ben olayım.. Ben Jülideee Ambeeer...” “E” harfini ağzının içinde yuvarlıyor, uzatıyor ve fısıltı ha­ lindeki birtonlam ayla hayli seksi, hayli iç gıcıklayım davetini yapıyor izleyicilere.. Kendini ekranda izleyen kadının yalın haliyle, televizyon ekranından bize yan­ sıyan görüntüsünün ikilemiyle sarsılıyoruz.

900’lü hatların yalnızlığı...

Hangisi Jülide Amber? Karşımızda etten kemikten olan ını yoksa ekrandaki şuh kadın mı? Jülide Amber’i oynayan Yıldız Kenter’i çoktan unutmuşuz. Oyunda­ ki Jülide’yi çözmeye başlıyoruz Kenter’in muhteşem oyunculuğuyla.. Vegörüyoruzki,birzam anların unu­ tulmuş seks yıldızı, bugünün 900’lü hatlarda izleyici­ lere davetkar çağrılarını yapan Jülide kendisiyle baş- başa kaldığı zamanlar bize hiç de yabancı değil.. Çek­ tiği yalnızlıkla, özlediği aşkla, kanaryasına ve sardun­ ya çiçeklerine duyduğu sevgiyle belki bazılarımızın unuttuğu bir duyarlı lığa da sahip üstelik.. Yıllar önce balerin, dansçı olmak isterken birtakım kandırmalarla seks yıldızı olan Jülide’nin o yıllara ait yarı çıplak, kürklü posterinden ‘daha çıplak’ bir jülide var önü­ müzde; tüm duygularıyla, tüm beklentileriyle, tüm yalnızlığıyla sesleniyor. Bildik bir ses bu...yalnızlığı­ mızın, acılarımızın, özlemlerimizin, sevgiye susamış­ lığımızın sesi. Kendimizle başbaşa olduğumuz anlar­ daki ‘içimizin çığlığı’... Jülide’nin çığlığı, her şeyin paraya endekslendiği bir çağda yaşayan topl umun da çığlığı aynı zamanda... Birbiriyle konuşmayan, konu­ şamayan, içini açamayan insanların 900’lü hatlardaki trajik yalnızlığı... Paranın yükselen gücüyle, insanı in- sanyapan öğelerin önlenem czdüşüşündekioçelişki- ler, o gülünçlükler, o tuhaflıklar 900’lti hat lan pazarla­ yan eski biı solcujŞükran Güngör), 900’lü hatlarda ye­ niden gündeme gelen eski bir futbolcu (M üşfik Ken­ ter) ve o futbolcunun y ıllar önce Jülide’ye (seksyıldı- zıyken) duyduğu aşkın yeniden alevlenmesinin çevre­ sinde bizi sarmalıyor.

J ü 1 i de kâh y atağın üzeri ne zı pl ıyor, kâh gençl iğinde düşlediği baleyi çağrıştıran danslarını yapıyor sahne üzerinde.. Ramiz’le gerçekleştirdiği tangoda mutlulu­ ğun zirvesini yaşıyor.. Oyunun hızlı tem posu Ken­ te r in yaşını aklıma getiriyor. Soluk soluğa oynanan bu oyunda güçlü soluğu onu hiçbir sahnede tıknefes yap­ mıyor. Olivia gibi dinç vediri, Jülide gibi deneyimli bir

Kenter var sahnede. 1948’den 1996’ya uzanan yılları hem bir geceye indiriyor o hâlâ varolan heyecanıyla, hem de binlerce geceye yayıyor bugüne dek canlandır­ dığı karakterlerin ona kazandırdığı deneyimleriyle... Yaşın ilerlemesi herkesin korkulu rüyasıdır. İlerleyen yılları insanın kendi lehine çevirmesi oldukça güç bir iş. Bunu nasıl başarabilmiş? Yaşlanma konusunda, oy unculuğunun içinde nasıl bakıyor? “Yaşlılıkla ihti­ yarlık farklı şeylerdir” diyerek başlıyor anlatmaya:

“ Ünlü bir düşünürün bir yazısını okumuştum; ‘Sa­ nat 15 yaşında, 2 5 ,4 5 ,6 5 ,8 0 yaşındaki gençlerin işi­ dir.. Sanatı onlarabırakın..’ diyordu. Bu düşünceye ta­ mamen katılıyorum. Gerçekten de -herkes değil tabii- sanatçı dediğim iz sanatçıda ‘gençliği’ bulursunuz. Dünü pırıl pırıl taşırlar, dünü bugün yaparlar ve gelece­ ğe uzanırlar o gençlik sayesinde. Sanatçı yaratan kişi­ dir. Yaratış doğurganlığı içerir. Yeniden yeniden do­ ğurmak ‘gençl ik ’ isteyen bir şey deği 1 mi? Her gün ya­ zan köşe yazarlarına bakıyorum, ressamlara, şairlere bakıyorum. O gençliğin sırrını farkında olarak veya ol­ mayarak yakalamışlar ve onu ileriye doğru götürüyor­ lar. Tiyatro, ihtiyarlığı kabul etmiyordiğer sanatlar gi­ bi. Tabii yaşlılıktan söz etmiyorum çünkü ikisi farklı şeyler.”

Oyuncu kendinin yönetmenidir...

Ramiz ve J ül ide’de yönetmen Mehmet Birkiye ama Kenter çoğu oyunun yönetm enliğini de yapan bir sa­ natçı. Hem oyunculuk, hem yönetmenlik bir arada olunca nasıl objektifolabiliyor kendisine? İyi oyuncu olmanın şartları ne? Kenter şöyleyanıtlıyorbu soruyu:

“Objektifolduğunuz zaman makyajsız olacaksınız kendinize karşı. Yani kendinizi anlatırken olduğu gibi anlatabiliyor musunuz? Bu tabii çok önemli; oy uncu­ luğun ilk koşulundan biridir; kendini çırılçıplak göre­ bilmek, tanıyabilmek. Çünkü kendinizi ‘ne kadar ya­ lancıyım, ne kadar korkağım, kimi kıskanırım, kıska­ nır mıyım, neden kıskanırım,” gibi sorulara içtenlikle yanıt verebildiğiniz ölçüde iyi tanırsınız. Kendinizi ne kadar objektifbirşekildedeğirlendirirseniz, başkasını tanımanız da o ölçüde artar. Kendini tanıyamayan bir oyuncunun bir karakteri çok iyi canlandırabileceğine inanmıyorum ben.

Ayrıca iyi biroyuncu olmak için ‘tiyatroyu sevmek’ gerekir. İşini gerçekten seveceksin. Seviyor görünme­ yeceksin. Bir şeyi sevmek demek ‘onun için her şeyi feda edecek durum da’ olmak demek bir yerde. Benim mesleğim, benim önümdedir. Sağlığımın dahi önün­ dedir. Kaç defa ameliyatlı halde, doktorların ‘çıka­ m azsın’ dem elerine rağmen sahneye çıktım. B ubize değerli hocalarımızdan geçmiş bir sorumluluk duygu­ su, o perdeyi açık tutmak gerek. Böylebir tutuma gir­ mek için gerçekten.tiyatroya tutku duym anız lazım. Çünkü çok zaman yiyen bir iş. Çoğu oyuncu tiyatrodan kaçıyor, zamanını tiyatroya vermek istemiyor. Çünkü provaları düşünün, oyunun hazırlıklarını, turneleri

(3)

12

CUMHURİYET DERGİ

düşünün. Sabah kalktığım zaman o gü­ nün programında, her anım, tiyatroyla ilgili işlerle dolu; bugün iki oyunum var, ondan sonradiğeroyunun provası var. Ondan sonra neye vaktiniz kalır? Elinizde çifter tekst em­ zik gibi; yatağınızda, otobüste, dolmuşta, va­ purda, durmadan onunla haşırneşirsiniz.

Bazı oyunculara soruyorum ‘Neden tiyat­ rocu oldun?’ diye. ‘Seviyorum’ diyor. ‘Peki seviyorsun ama provaya vaktinde gelmiyor­ sun. Yeteri kadar çalışmıyorsun. Herşeyi en kestirme yoldan yapıyorsun. Ondan sonra da ilk fırsattaonuterkedebiliyorsun! Boşayabi­ liyorsun, bırakabiliyorsun..’ Bu mu sevgi? Oysa bir şeyi yapmaya karar verdiği zaman insanın ona asılması lazım. Bir şeye asılmak demek ‘sürüklenmek, paralanmak, acı çek­ m ek’ demektir yeri geldiğinde... Tiyatro boşluk kabul etmez, ara verdiğiniz an geri­ lersiniz. Kafanızı, duygularınızı, bedeninizi, birikiminizi, bilginizi durmadan yenileme­ niz ve egzersiz yapm anız lazım. ‘Şunu da yaptım, bunu da yaptım, tamam artık yeter’ diyemezsiniz. Çünkü yetmez. Başarının so­ nu yok, her oyun, her rol yeniden başlamak demektir.

Yönetmenliğe gelince her oyuncu kendi yönetm enidir zaten. Yönetmenliğin de, oyunculuğun da ortak yönü, oyuna tepeden bakıp, oyunu bütünüyle kavrayabilmek, an­ layabilmek, değerlendirebilmektir; kafayla, duyguyla, sezgiyle. Sezgi çok önemli bir

şey... Metni kıraat etmek değil, metni deşifre etmek çok önemli mesela öyle oyuncular vardır ki, ne yazık ki, yalnız kendi rolünü ça­ lışır, ezberler, diğer rollere bakmaz. Oysa onun kişiliği, konumu, fikirleri, sözleri, yap­ tıkları veya yapmadıkları diğer oyuncuların söyledikleri, söylemedikleriyle ilişkilidir, orantılıdır. Bunu dikkate almadığında örgü­ yü kurması mümkün olmaz. Oyunun kişile­ riyle mut lak surette yakınlık kurmak, onları tanımak gerek. Çünkü oyunculuk demek, koşullara göre reaksiyon vermek demek bir yerde. O koşulları iyi belleyemezseniz mut­ laka yanlış reaksiyon verirsiniz. Nitekim bu­ na çok tanık oluyorum: Yanlış reaksiyonlar yanlış konuşma müziği getiriyor, yanlış ko- nuşma müziği, o müziğe göre hareket ettiği­ nize göre, yanlış hareketi getiriyor ve bir yanlışlar zinciri oluşuyor. Çünkü konuştuğu­ nuz gibi hareket edersiniz aksi mümkün de­ ğil!”

Yıllardır kardeşi Müşfik Kenter’le sahne­ yi paylaştı. Birbirlerini kıskanırlar mı? Re­ kabet ederler mi? Oyun sonrası tartıştıkları olur mu? “ Hayır, kıskanmayız ama birbiri­ mize dikkat ederiz.” diyerek başi ıyor bu so­ ruyu yanıtlamaya:

“ İkili çalışırken, prova anında, bakarım Müşfik birşey yakalamış kendi rolünde. Ben henüz yakalayamamışım daha. Onu iyice kollarım ne yaptı da yakaladı, nasıl bir çalış­ maydı bu? diye. Yoksa devamlı birbirim iz­

den birşey öğreniriz. Bir­ likte oynadığım zaman M ü şfik le başka türlü bir i 1 eti ş i m k urul uyor. Oyun­ culuğun mistik bir yönü bu. Bakıyorsunuz oyun başladığı günden itibaren değişmeye, gelişmeye, daha nüanslı, daha detaylı olmaya başlıyor. Bu karşı­ nızda M üşfik gibi bir oyuncu varsa devamlı oluyor. Yılladır karşıIıklı oynamanın getirdiği bir alışkanlıkla, birbirim iz­ den çok şey alıp, çok şeye reaksiyon gösteri p oy un u büyütebiliyoruz; müzik açısından, tempo, duygu, anlam, düşünce, felsefe açısından.. Amayanlışla- rımız olduysa birbirimizi ikaz ettiğimiz anlar da oluyor tabii. Özel 1 ikle za­ manlama konusunda uya­ rırız birbirimizi.”

Zam anlam am ı? Hangi açıdan zamanlama önem­ li tiyatroda? Yanıtlıyor:

“Şu açıdan; bircümleyi bel li bir hızda söyledikten sonra bir saniye poz vere­ ceksin. Matematik bir iş bu. Bir-iki saniye poz ve­ receksiniz ve devam ede­ ceksiniz. Bazen öyle bir şey oluyor ki, bir saniye önce öteki konuşmaya girdiğînizzam an oradaki reaksiyonu öldürürsünüz. Seyirciye ulaşmayabilir ve bu seyirciden gülme mi, düşünce mi, alkış mı ne bekliyorsanız, neyse ne,oyokoluverir. Doğaç- § lama yaptığınız vakit bile, İÜ zamanlama duygusuna £ hakim bir matematik üret- g meniz gerekiyor

çabuk-¡5 ç»-”

g Her oyuncunun haya- •ig ünde başrol oyunculuğu, >b> star olmak yatar. Yolun o başında büyük düşlerle ^ başlanan bu yolda oluşan hayal kırıklıkları,başarı­ sızlıklar o oyuncuyu yar­

dımcı rollerden öteye taşımaz. Ve bunu çok acı buluruz. Kenter’e bu duyguları söyleyip, ne güzel hâlâ zirvedesiniz dediğimizde “Si­ ze katılmıyorum. Küçük rollerin, büyük oyuncuları vardır... Oyuncu ya oyuncudurya değildir" deyip karşı çıkıyor. Ya seyirciler hakkında ne düşünüyor? Onlardan nasıl bir katılım bekliyor:

“ tik sahneye çıktığım anda tuhaf, siyah bir

boşluk vardır içimde. Son­ ra seyirci hareketlenmeye, kıpırdamaya, reaksiyon vermeye başladığı anda müthiş bir coşkuya kapılı­ rım. Ben seyircinin de ‘sa­ natçı kişiliği’ olduğunu düşünüyorum. İşte seyirci­ de, bu sanatçı kişilik ortaya çıktığında bir ‘bütünleş­ m e’ oluyor. Onlardaki bu sanatçı güç, ortaya çıktığı zaman bir bütünleşmeyi yaşayabiliyorum. Çünkü bizim yaptığımız yarım bir şey. Onlardaki potansiyel­ le, onların yaratıcı gücüyl biz tamamlanıyoruz. İşteo zaman karşılıklı mutluluk gerçekleşiyor..”

Ramiz ve Jülide oyunu bitti. Kulisteyiz. Gücügur Görkay bir yandan Ken- ter’in fotoğraflarını çeker- K enter’in yüzünde muti ul uğun gül ümsemesi- ni görüyoruz. N elerhisse- diyorşuanda:

“ Bütün günün gerili- minden sonra büyük bir boşluk hissediyor ve dü­ şünmeye başlıyorsunuz baştan. Bugün ne yaptım, hatalarım oldu mu, zaman­ lamam iyi miydi, tonlama­ larım doğru m uydu diye, tüm günün muhasebesi başlıyor kafamda. Oyun­ dan sonra insan gidip he­ men uyuyamıyor. Bir garip yalnızlık çöküyor üzeri­ me. Yatamıyorum birsüre, oturmak, düşünmek belki birkadeh bir şey içmek is­ tiyorum. Rahatlamak isti­ yorum. Bu boşluk duygu­ su tabii ki yarma tekrar do­ lacak, tekrar bir heyecana doğru yol alacak. Sanırım bu dolma bu boşalma duy­ gusu oyunculuk tutkumu diri tutuyor...”

Evet, dünün O livia’sı, bugünün Jülide’si bizlerin sanatçı kişiliğiyle hâlâ genç ve diri. Hayata inan­ mak, eğer o canlılığa değ­ mek istiyorsanız, K enterler’i mutlaka izle­ yin. Oyunda dendiği gibi; insan 90 dakikalık maçın en son dakikasında da gol atabilir. İn­ san son nefesine kadar hayata inanmalı. Çar­ pıtılmış, yozlaştın İmiş yükselen değerlerin, insanı insan yapan öğelere yenilebileceğine dair bir umut hâlâ var...Evet, bu maçı kazan­ mak için hepim ize çok görev düşüyor son dak ikaya, son ana kadar...

Fotoğraf: GÜCÜGÜR GÖRKAY ken

“Düşün sonu yok.

Düşlerimden bu

yaşıma rağmen

vazgeçmiş değilim.

Bunu araba

kullanmaya

benzetiyorum. Hani

bazen boş bir yolda

araba kullanırken

hız yapmak istersiniz

ya ben de öyle...

Koşullar buna izin

veriyorsa süratimi

arttırıyorum ama...

S ü it

Y Ü R Ü Y Ü Ş

K U L Ü B Ü

3-10-17-84 Kasım

m

Pazar Y ü rü y ü şle ri

999 Bin Lira

O T O S f u p i T A N R I d k s

Y IL B A Ş IN D A

1 9 0 D O L A R A

' İ T A L Y A

1 GİDİŞ-DÖNÜŞ UÇAKLA ir T U R -O R IE N T i ' •; Tel: 227 69 76

İçinizde veya çevrenizde

ülkemiz, için çalışma

potansiyelinin varlığını

hissediyorsunuz, ama nasıl ve

ne reye yön 1 en d i receğİ n i zden

em in değilsiniz.

ÇAĞDAŞ

YASAMI

DESTEKLEME

DERNEĞFni

aram anız, yaşam ınızda yeni bir

ışık yaratabilir.

Tel.: 275 50 82

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Özalizmin estirdiği dalga ile birlikte köşe dönme hesaplarının daha dolaysızlaştığı yılların ürünü olan İbrahim Tatlıses’ı “Ben de İsterem”

Dario’nun ikinci yakın kişisi, Türkiyede artist organizatörlüğü yapan emektar FOGEL’dir. Herhal­ de Fogel, uzun yıllar öncesi ilk defa Dario’yu sahneye

Rumelihisarı’nda, Kayalar mezarlığı üsıündeki sırtta, Robert Kolej duvarının bitişiğinde, Göksu’nun tam- karşısında, Boğaza hâkim bir noktadadır..

Fotoğrafçı Erdal Yazıcı, 1992 yılında yayımladığı “Bir Yaprak Dökümü Öyküsü: Kaybolan Zanaatlar” başlıklı kitabında (bkz. Görsel 7) günümüzde kaybolan

Bu nakillerde bir vericiden alınan kök hücreler alıcının kendi kök hücrelerinin yerine konuyor, ancak önce alıcının kendi kök hücrelerinin radyasyonla ya da ilaçla

Otomotiv Teknolojileri platformunda (2010) çıkan raporda belirtildiği gibi; Hibrit ve elektrikli araçlar alt sistemleri arasında, aracın elektrik enerjisi

yalan dünya son bölüm izle indir.dizi müzikleri indir sana bir sır vereceğim.pro evolution soccer 2010 full oyun indir download yükle.firefox indir son sürüm indir

• Yarışma ile ilgili olarak yarışmacı, T3 Vakfı ve / veya TEKNOFEST tarafından yarışma öncesi veya sonrası yapılacak her türlü yazılı veya görsel tanıtım,