• Sonuç bulunamadı

Başlık: ANKARA-SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ (26 Mayıs-11 Haziran 946)Yazar(lar):İNAN, AfetCilt: 5 Sayı: 1 Sayfa: 119-152 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000604 Yayın Tarihi: 1947 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ANKARA-SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ (26 Mayıs-11 Haziran 946)Yazar(lar):İNAN, AfetCilt: 5 Sayı: 1 Sayfa: 119-152 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000604 Yayın Tarihi: 1947 PDF"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A N K A R A - S A M S U N A R A S I N D A TARİH GEZİSİ ( 2 6 Mayıs-11 Haziran 9 4 6 )

Dr. ÂFET İNAN Tarih Doçenti

Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi adına, asistan ve öğrencilerden on iki kişilik grupla bir tarih gezisi programı hazırladık.1 Yol uğrak yerlerimiz Kayseri, Sivas, Amasya, Samsun illeri olacaktı. Dönüşte de, Çorum ili üzerinden, Pazarlı, Alacahöyük, Alişar, Boğaz-kale kazı mer­ kezleri ziyaret edilerek, Yerköy veya Çerikli'den Ankara'ya ulaşacaktık. Bu son yerlere, sellerin yolları bozması ve vasıta bulmanın güçlüğü yüzünden gidemedik. On yedi gün sûren bu seyahatte güttüğüm gaye şu idi:

Anadolu'nun Orta ve Kuzey bölgelerindeki tarihî âbideleri öğren­ cilere tanıtırken, bu yerlerin coğrafî hususiyetleri içindeki umumî gö­ rünüşleri ve en eski çağlardan itibaren yerleşme yerlerinin ne suretle serpilmiş olduğunu göstermek.

Toroslar'ın kuzey yamaçlarında Kızıl ırmağın menbaından mansabına kadar olan bu bölgeler, Anadolu tarihinin en önemli olaylarına sahne olmuştur. İnsanların ilk çağlardan itibaren yerleşmelerine müsait olmuş, bugün il merkezleri olan yerlerde tarihî devirlerin en güzel âbideleri yapılmış, yol uğrak noktalarında kervansaraylar, stratejik yerlerde kaleler, meşhur şahıslar için türbeler inşa edilmiştir. Bütün buralarda Anadolu'nun geçirmiş olduğu, târihin türlü devirlere ait izlerini bol bol bulmak imkânı vardır. Bu yerlerimizde son çeyrek asırlık Cumhuriyet devrinin inkişâfına şahit olmakla da haz duyduk. Buraları, ben onbeş yıl önce de gezmiştim, bugün şehirciliğin icabettirdiği kaidelere uyarak, bazı yenilikler yapılmış olduğunu memnunlukla gördük. Yollar, mey­ danlar, okullar, fabrikalar... Bilhassa fabrikalar, modern tekniği yurdu­ muzda yerleştirirken, yeni mahalleler ve medenî vasıtalar kurmuşlardır.

Bunlar içinde gezdiklerimiz, Kayseri'deki bez fabrikası, Sivas'taki çimento ve cer atelyeleridir. Cer atelyesi için derhal şunu kaydedelim ki, biz burasını görmeğe giderken taşıdığı isme göre yalnız bir atelye sanıyorduk. Halbuki bir çok atelyelerden mürekkep esaslı bir tesis olduğunu gördük.

Bütün bu fabrikalar istihsalin inkişafı bakımından ekonomik ve sosyal hayatımızdaki değişiklikleri belirtmektedirler. Okullara gelince, 1 Antropoloji asistanı Bay Kılıç Kökten, Arkeoloji asistanı Bayan Dr. Nimet

(2)

120 AFET İNAN

bilhassa Kayseri ve Sivas'ta misafir kaldığımız Kız enstitülerini, muhitlerinde ince zevki ve giyim sadeliğini ne suretle yaymış olduk­

larına şahit olduk. * Asıl geçmişe ait olan izleri ve eserleri gezmek için, Vali ve Bele­

diye Başkanlarının gösterdikleri yardım bize bir çok kolaylığı sağla­ mıştır. Kendilerine teşekkür ederiz.

Gezdiğimiz yerlerin kısa raporunu burada verirken, coğrafî bölge­ lere göre sıralamayıp tarihî kronolojiyi esas alarak bir izah yapmak istiyorum. Bu suretle buralarda bulunan bütün eserleri değil, yalnız gördüklerimize, onlar üzerindeki okuduklarımızı da katarak, bu yazımı­ zı okuyanlara bizimle beraber bir tarih gezisi yapabilmelerini düşün­ dük. Bu yerlere ait olan yayınlardan bulabildiklerimizi toplamış ve ya­ nımıza almıştık. Yollarda giderken, bunları okuyarak, önceden bir ha­ zırlık devresi yapıyorduk. Her gittiğimiz yerde, içimizden biri orasının tarihi hakkında bildiklerini söylerken, oralarda bulunan bilen kimseleri de dinlemek fırsatını buluyorduk.

Kronolojik sıra bize şu devirleri verecektir: I - Tarih - öncesi devirleri,

II- Tarihe yakın devirler,

III-Tarihi devirlerden: 1. Etiler, 2. Frigler, 3.Helen, 4. Roma, 5. Bi­ zans, 6. Selçuk, 7. Osmanlı, 8. Türkiye Cumhuriyeti.

Buraya eklediğimiz harita bizim yol uğrak yerlerimizi göstermek­ tedir.

Coğrafî durum :

Gezdiğimiz Orta Anadolu yaylası ve Karadeniz kıyısının coğrafî hususiyeti, Kızılırmak ile Yeşilırmak arasına düşen bölgeler olmasıdır. Kızdırmağı Sivas'ın doğusunda Kızıldağ'dan çıkışından itibiren, türlü yerlerde kâh üzerinden, kâh kıyılarından geçerek, Bafra deltasındaki dökülme yerine kadar takip ettik. Kızıl ve Yeşil ırmakların kaynakları Zara ilçesi civarındaki dağlardadır. Yeşil ırmak kısa yoldan denize ulaşır. Kızılırmak ise Anadolu'nun ortasında bir kavis çizerek, aktığı yerlerde bazan durgun bir su yatağı, bazan de delice akan çağlıyanlar gibidir.

Bu bölgelerde deniz kıyısına yakın olan dağlar o kadar yüksek değildirler, En yüksekleri iki bin metreyi geçmez. Fakat Orta Anadolu yaylasının 800-1200 arasında değişen yüksekliği içinde Kayseri'deki Erciyeş, Türkiye'nin en yüksek dağlarından biridir (3919). Tepesindeki beyaz mantosunu daima üzerinde taşır. Güney'in dağ silsilelerinden Toroslar'ın etekleri bu orta yaylaya doğru yayılırlar. Orta Anadolu'nun geniş tarlaları ve bozkırları içinden deniz kıyısına doğru inilirken, bol suların aktığı yeşil dağlarla karşılaşılır. Hele Amasya'dan sonraki de­ miryolu boyunca, verimli toprakların güldürdüğü bölgelerden

(3)
(4)

geçil-ANKARA - SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ 121

dikçe, Orta Anadolu'nun geniş ufukları kaybolur. Samsun karadeniz'in işlek ve zengin illerinden biridir. Geziyi yaptığımız bu ilk bahar mev­ simi, bize bütün bu yerlerin yeşil ve güzel yüzünü göstermiştir. Esasen bu yıl, Orta Anadolu için de sulak ve bereketli bir yıl olmuştur.

I-Tarih-öncesine ait yerler :

Bu hududunu çizdiğimiz bölge, Tarıh-öncesi devirlerinden itibaren insanlara mesken olmuş yerlerdir.

En eski taş devri için bilinen yerler şunlardı:

Kayseri'nin güneyinde Yeşil Hisar bucağından gidilen Soğanlıdere-de, R. Campbell-Thompson 1910 da paleolitik âletler bulduğunu yaz­ mışsa d a1 bunlar hakkında istenilen bilgileri vermemiştir. Anadolu'nun

Paleolitik bir istasyonu olarak kitaplarda yer almaktadır. Biz bunu araştırmak için Yeşil-hisar'a otobüsle ve oradan da yürüyerek Bayın­ dır mevkiine kadar gittik. Ancak oradan ileri gidilecek yerin daha uzak olduğunu ve yol olmadığını da görerek kalabalık gitmemeyi tercih ettik, içimizden B. Kılıç Kökten ile B. Enver Bostancı geceyi de Yeşil­ hisar'da geçirmek üzere, Soğanlıdere istikametine gittiler. Araştırmaları neticesinde müsbet bir belge bulamadıklarını söylediler. Bu suretle, menfi de olsa Soğanlıdere paleolitik istasyonu araştırılmış oldu.

Grupumuzun geri kalan kısmiyle biz o geceyi Ürgüp'te geçirmiştik. Ertesi gün öğretmen B.Veli Göktan, okulunda bulunan bazı fosillerle, işlen­ miş çakmak taşlarını bize gösterdi. Bunların bulunduğu yere kendisinin delaletiyle gittik. Ürgüb'ün güney doğusunda demiryolundaki Yavaş istasyonu istikametindeki vadinin, bir yamacında olan Kara-in, şimdiye kadar arkeoloji edebiyatında ismi geçmeyen bir yerdir. "Göreme,, tipinde mağaraları bulunduğundan jeolojik özelliği dikkati çekmiş ve 1937 yılında Prof. H. Nafiz Pamir ile Chaput tarafından, bu bakımdan ziyaret edilmiştir. B. Veli Göktan'ın ifadesine göre Von der Osten de buraya gelmiş ise de, tarihî kültür izlerine dair bir şey bulamamıştır. Vadinin içinde serpilmiş olan köy yakınlarında çakmaklık adı verilen, ocakların bulunduğunu da söylediler. Asıl Kara-in mevkii, bugün tarla olan, düz beş tarasın bitiminde kaya oyukları ve kaya sivrilikleriyle yük­ selir. Bu mağara kalıntılarında Hiparion da, bulunan bir çok hayvan fo­ silleri vardır. Biz bu Hiparion'u Ürgüp'teki okulda gördük. Fakat yerinde de kayalıkların tepesinde, bizimle beraber giden Antropoloji öğrencileri bazı parçaları bulmuşlardır. Asıl mühim olan cihet ise, bu taraslardan yukarıya doğru çıkıldıkça, işlenmiş tarla toprakları arasında taş âletlerin ve türlü devirlere ait olan çanak çömlek parçalarının bulun­ masıdır. Mağaraların kıyısından geçen bir küçük su yatağında ise "mikrolit,, denilen obsidyenden işlenmiş minik âletler ve yongaları bol bol toplamak imkânı vardır. On kişilik grupumuz, bu tarlaların türlü

(5)

yerlerinde işlenmiş çakmak taşı âletlerinden başka, bol miktarda çanak çömlek parçaları topladı.

Siyah ve kahverengi çakmak taşlarından başka obsidyenden mus-teriyen devri tekniğini hatırlatan âletler de vardır. Bunlardan bilhassa ikisi Orta paleolitiğin tam manasiyle özelliklerini taşırlar (şekil no. 1).

Bu örneklerden o vadide yol boyunca da topladık.

Obsidyenden minik âletler de (mikrolit) çok miktarda bulunmak­ tadır. Bunlar Mersin Yumuk - Tepe'dekilere benzemektedirler. Orta taş (Mezolitik) devrine ait olacağı gibi, seramikle beraber bulunduğundan Kalkolitik ve Bakır çağına ait de olabilirler1

Çanak - çölmek cinslerine gelince, topladığımız örneklerde Bakır devrinden itibaren Eti ve klâsik çağa ait olanlar bulunuyor. Bunlar içi dışı siyah, kırmızı ve kül renginde olduğu gibi, iç ve dışları ayrı ayrı boyalarda olanlar da görülür. Bu parçaların resim ve maktalarını ve onlara ait arkeoloji bakımından incelemeleri, seyahatimizde beraber bulunan Bn. Dr. Nimet Özgüç'ün bu rapora eklenen yazılarında bula­ cağız. Tabiidir ki bu satıhta bulunan dağınık parçalarla kesin bir hükme varılamaz. Kara-in'de yapılacak sistematik bir hafriyat bu yerin tarihî varlığı ve kültür malzemesi itibariyle bize bilgiler verebilir. Ancak bugün için bu küçük ve çeşitli buluntular, bize tarih bakımından şu neticeyi verebilmektedir:

Ürgüp'ten Yavaş istasyonuna kadar olan bu vadide bu gün yedi tane köy vardır. Vadinin yamaçlarında çakmak taşı ocakları bulunuyor, vadi boyunca yontma taş devrine ait işlenmiş âletlere bol bol tesadüf ediliyor. Kara-in mevkii ise mağaraları ve kaya sığınaklariyle başka bir hususiyet taşıyor.

Hayvan fosillerinin bulunuşu, burasının jeolojik tabakasını tayine ya­ rayabilir. Paleolitik âletlerin varlığı ise bu mağara ve kaya sığınakla­ rında, eski taş devri insanlarının barındıklarını isbat ediyor. Hatta çok ümit edilebilir ki, bu mağaralarda sistemtik araştırmalar yapılırsa, o devrin insan iskeletine de tesadüf etmek mümkün olsun.

Bu mağaraların önünden dereye kadar olan mesafede, bugün ekil­ miş tarlalar, teras halinde mevcuttur. Bunların içinde Bakir, Eti ve Klâsik devir çanak çömlekleri bulunduğuna göre, burası o devirlerin insanlarına da iskân yeri olmuştur.

Bu düz iskân yerlerinin bulunuşu Anadolu'da yenidir. Çünkü şimdiye kadar daima höyükler yerleşme yerlerinin esası sayılırdı. Bu gün bu düz iskân yerleri iki çeşittir; ya oturulmuş şehirler: Ahlatlıbel Bakır-devri gibi 2; veyahut mezarlık olarak bulunan yerler: Samsun, Teke-köy gibi3.

Bu son yer kazıldığı vakit Bakır devrine ait bir nekropole Taslan­ dığını biliyoruz.

1 Von der Osten O. İ. P. Volume XXVIII s. 84 Şekil 89.

2 Dr. H. Zübeyr, Ahlatlıbel Harfiyai., T. T. A. E. Dergisi sayı II 1934. 3 K. Kökten, Nimet ve Tahsin Özgüç, Belleten sayı, 35; 1945 S. 382. 1945.

(6)

ANKARA - S A M S U N ARASINDA TARİH GEZİSİ 123

Kara-İnde mahzara itibarîyle Tekeköy'e benzemektedir. Burası bir şehir kalıntısı olabileceği gibi, bir mezarlık da vermesi ihtimali kuvvetlidir. Fakat şunu da unutmamalıdır ki, mezarlık olan yere

yakın, bir şehir bulunması lâzımdır. Bazan de Ahlatlıbel'de olduğu gibi şehrin evlerinin altında gömülmüş iskeletler bulunabilir. Ancak bizim bulduğumuz çanak-çömlek örnekleri hangi devirlerin burada var ola­ bileceğini göstermektedir, ve bizim bu haber verişimiz bir ip ucudur. Kesin hükümler ancak arkeolojik bir araştırma sonunda verilebilir. Yalnız biz bu seyahatimizin sonunda Anadolu iskân haritasına bir yeri daha katmış bulunuyoruz.

Bundan başka, Bünyan - Pınarbaşı arasında, Hazar- höyüğe yakın bir mesafede, tabii mağaralar dikkat nazarımızı çekti. Hazar Boğazı adı verilen bu yerde şosenin sağ tarafındaki mağralardan birine hep bera­ ber girdik. Üst tabakalarında bir şey bulamamış isek de, bu yol boyunca olan mağara ve kaya sığnakları Bay Kılıç Kökten'in ilgisini çekti, iki öğ­ renci ile orada kalarak akşama kadar incelemeler yaptılar. Biz Selçuk devri eserlerinden Karatay Kervansarayı ile Melik Gazi türbesine gitmek üzere ayrıldık. Bay Kılıç Kökten, bu mağaralarda tipik âletler bulamamış ise de, üst taraftaki çakmak taşı tarlalarında âletler bulunabileceğini tahmin etmektedir. Bu mağralarda da kazılarak araştırma yapılması faydalı olabilir. Taş devri için gördüğümüz yerlerden biri de kuzeyde Samsun bölgesindedir. Bu şehrin güney doğusunda bulunan Teke-köy istasyo­ nunda Fındıcak ve Çınarlık derelerinin suladığı vadiye doğru gittiği­ mizde, manzara şöyle idi: Vadi yamaçlarında ve güneye doğru olan kısımlarda dağlar yükselmeğe başlıyor. Sol taraftaki bir yarmanın iki tarafı kayaların çeşitli örnekleriyle doludur. Bunlar, bilhassa sıra ile bir uzun hat teşkil eden kaya sığmaklarıdır. Köye doğru olan yamaç­ larda ise, çeşitli inler ve mağaralar vardır. Bu vadide orta paleolitik (musteriyen) tipte aletler bulunmuştur1. Vadiye daha

yakın olan kaya sığınağında araştırmalar yaptık. Burası K. Kökten tarafından 1940 da tetkik edilmiş ve 1941 de de kazılarak mezolitik bir istasyon açığa çıkarılmıştır 2. Aynı yerin toprak dolguları içinde biz

de bir çok çakmak taşından minik âletler (mikrolit) bulduk.

Burası, kaya sığınakları ve mağaralariyle, en eski devirlerden itibaren bir iskân sahası olduğu anlaşılıyor.

Bu suretle Anadolu'nun en kuzey bölgesinde tarih - öncesi insan­ larının yaşamak için seçtikleri yerin, coğrafî özelliklerini görmüş olduk.

II - Tarihe yakın çağlar:

Bu bölümde sıralayacağımız kısımlar, yine yazıdan önceki devrelere ait olacaktır. Ancak bu devrenin yerleşme yerleri daha katî bir şekil almış ve köyler kurulmuştur.

1 Ülkü, Nisan 1941. S. 121-124.

(7)

Diğer bir değişiklik de madenlerin işlenmeğe başlanması ve çanak çömlek yapılmasıdır. Bu çağda Kalkolitik, Bakır, diye iki bölüm ayrı­ lıyor, biz, bu gezimizde bu devrelere ait yerleşme yerlerini iki bölgede toplayacağız.

1. Kuzey Anadolu orta Karadeniz kıyısı, 2. Orta Anadolu Sivas ve Kayseri çevresi.

1. Samsun'daki Dündar-tepe kazılar'ında ilk yerleşme kâtı, kalkolitik devreye ait olduğunu bize bu kazıyı yapanlar haber vermişti1

Dündar-tepe, Samsun'un 3,5 Km. güney doğusunda demiryolunun geçtiği sahadadır. Höyük, dereye doğru uzanarak yayılan ve tepesinde yuvarlaklığını muhafaza edebilen bir durumdadır. Ancak demir yolu yapılırken bu höyük bölünmüş büyük bir makta meydana çıkmış. Bu yarmadaki kültür katlarını ben, 1940 da kazı yapıldığı sırada görmüş­ tüm. O zaman demir yoluna yakın düzlükte yarmanın yanında açılan sahada su çıkmasına rağmen, ilk yerleşme devri olan kalkolitik kültür izleri meydana çıkmıştı. Bu devre insanlarının, ilk yerleşme yeri olarak burasını seçmiş oldukları anlaşılıyor.

Höyüğün bu günkü durumu şöyledir: Demiryolu yanındaki yarma yanında açılmış olan saha kapanmıştır. Yarmanın üzerini yeşillikler kapladığı için istratigrafik katlar görülememektedir. Yalnız tepedeki açılan Bakır devri kışımı daha iyi belli olmaktadır. Burasının kalkolitik devri eserleri, Orta Anadolu buluntulariyle birdir. Dündar-tepe Ana­ dolu'da müşterek bir kültürün, kuzeydeki yerleşme yerini bize göstermiş oluyor. Buradaki ikinci kültür tabakası Bakır devrine aittir. Ancak kalkolitiğin üzerine kurulmuş olan bakır devri ile tepede bulunan bakır kültürü arasında bazı farklar vardır. Höyüğün eteğinde bulunan Bakır çağı, yine Orta Anadolu ile ahenkli ve müşterek vasıflı olarak devam eder. Tepede bulunan bakır çağı eserleri ise, Batı Anadolu2

ile müşterek vasıflar gösterdiği gibi Teke-köy - Karadeniz kıyı kültürü ile de bir birlik taşımaktadır.

Kuzeyde ikinci bir bakır devri istasyonu Teke-köy'dedir.

Burası düz bir iskân yeridir. Yedi metreye yakın bir yığıntı ana kaya üzerinde birikmiştir. 1,50 m. den sonraki kalınlık içinde orta Anadolu Bakır çağı eserleri veren bir mezarlık bulunmuştur3. Bura­

dan 17 iskelet çıkarılmıştır. Bu mezarlar ölü gömme adetleri örneklerini verdiği gibi, çeşitli bakır devri eserleri de, ölü hediyeleri arasında bulunmaktadır. Biz bu yeri yeniden örtülmüş bir şekilde bulduk ve üzerinde de tütün ekilmişti, tarlaların içinden geçerken toprak tüm­ seklerinde çanak çömlek kırıntılarına rastlanıyordu.

Bu iki istasyon, Dündar-tepe ve Teke-köy kazılarak tanıtılmış yerlerdir.

1 Kökten, N. ve T. Özgüç, Belleten sayı 35, 1945, sayfa 367. 2 " " Belleten sayı 35, 1945, 370.

(8)

ANKARA - SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ 125

Bu devre için diğer bir bölgede Samsun'un batısında Bafra ile Alaçam arasındadır.

Kızılırmak deltasından geçilince Alaçam yolu üzerinde üç Höyük bulunmaktadır. Bunlardan ilki Çirlek-tepe, bugün bir tütün tarlasidır. Bu sürülmüş topraklar içinde, çeşitli çanak çömlek kırıntıları toplana­ biliri Tepesinde bir çukur açılmış ve kesme taşlarla bir yapı kalıntısı otlar arasında görülmektedir. Burada sistematik bir hafriyat yapılmış değildir. Bakır devri çanak-çömleği dağınık olarak bulunuyor.

Ikiz-tepe daha ileride yolun sağ tarafına düşen bir köy yanındadır. Bu tepeler biri daha yüksek ve büyük, diğeri de onun devamı olarak bir ikinci tümsektir. Bugün bu tepeler buğday ve tütün tarlalarıdır. Biz, boyumuzca olan buğday başakları arasından geçtik, yamaçlarda çanak-çömlek topladık. Bu arada bir ele ağrışak bulundu (şekil no. 2). Bu tepelerin kapladığı saha epey geniştir ve Çirlek-tepe'ye naza­ ran çok daha büyüktür. Sivri tepe Alaçama daha yakındır, yolun sol tarafında çok sivri bir halde yükselmektedir. Bu üç büyük bakır devri çanak-çömleğinin tipik örneklerini vermektedir1 Demek ki Samsun

doğusunda olduğu gibi, batısında da bu devre insanları yerleşmiştir.

BU KÜÇÜK Buluntularla ancak devreleri tesbit edilen bu yerleşme yerleri sistematik kazılacak olursa, ne gibi eserler verecektir, şimdiden tahmin edilemez.

Ancak yerlerinde görerek de anlıyoruz ki, Türk Tarih Kurumu haf­ riyat heyeti, Orta Karadeniz Kıyılarında yeni buluntulariyle Anadolu-nun Bakır çağı kültürünün oturma yerlerini ve bu suretle de bu hudut­ ları genişletmiştir.

2. Bakır çağı, için gezdiğimiz yerlerden ikinci bölge olan Orta Anadolu'nun Sivas ve Kayseri bölgelerini ele alalım.

Sivas'tan Kızılırmak menbaına doğru gidildikçe, bu günkü Hafik gölü içindeki Höyük, ilgiyi çeken bir yerdir. Buradaki sondaj kal­ kolitik ve bakır devri eserleri vermiştir 2. Göl içindeki bu Höyük

tamamen kültür kalıntılarından bir yığındır. Biz burasını görmeğe git­ tiğimizde suyun üzerinden geçecek bir vasıta bulamadık. Höyüğü kara­ ya en yakın olduğu kıyıdan gördük. Fakat, bu kıyı kısmında, sudan hafif bir meyille yükselen yamaçta da, türlü devirlere ait çanak çömlek topladık. Bilhassa bir çakmak taşı âlet dikkate şayandır (şekil no. 3). Bu buluntuları izah edebilmek için coğrafî durumunun, yani göl seviyesi­ nin hangi devirlerde ne şekilde olduğunun tesbiti lâzımdır. Çünkü bu günkü duruma göre izah edilmek istenirse, daha önce sondajı yapılmış göl içindeki höyüğün bir yerleşme yeri olduğu ve kıyıda da, şimdiki bulduklarımıza dayanarak, diğer bir oturma yerinin veya mezarlığın varlığını kabul etmek gerekmektedir.

1 Belleten, sayı 35 1945 sayfa 395,

(9)

Hafik'ten Zara yolu üzerinde ilerlerken' ikinci bir göl mıntıka­ sında da durduk. Şoseden gölün mavi suları, koyları ve adacıkları görünüyordu. Fakat etrafında tek bir ağaç yoktu. Şoseden epey içer­ lere doğru yürüdük. Gölün kıyı yamaçlarında tepecikler aştık. Gölün içerlek bir koyunda çok muntazam bir höyük teşekkül etmişti. Burası da Bakır devri eserlerini veriyor. Bu höyüğe karşı olan kayalıklardan birinde ise, muntazam yontma taşlarla mezar olması muhtemel bir yapı vardır. Bunun açık olan kısmı girilemiyeçek kadar küçük olduğundan içerisini göremedik. Fakat Bay K. Kökten'in ifadesine göre bu delik bir yıl önce daha geniş imiş ve iç kısmındaki taşlarda'bir takım ya­ zılar varmış. Bizim elimizde kazma kürek gibi vasıtalar olmadığı için, bu kapalı kısmı açamadık.

Sivas'ın doğusundaki höyüklerin coğrafî durumlarını görmek, bize Kızdırmağın menbaına doğru olan bu bölgedeki eski yerleşme yerlerini tanıtmış oluyor.

Bu devre için, Kayseri bölgesi de boş değildir. Daha önce bah­ settiğimiz Kara-in, Bakır devri eserleri veriyor. Meşhur Kültepe'de bakır çağı çanak-çömleğini tanımıştır. Bu seyahatimizin yeni buluntu yeri olan Hazar-höyük, (Bünyan ile Pınarbaşı arası) Bakır devri eserlerini vermiştir. (Dr. Nimet Özgüç'ün bu buluntular üzerindeki incelemesine müracaat).

İşte bu suretle Bakır çağı buluntuları gezdiğimiz" bölgelerde ser­ pilmiş olarak bulunmaktadır. Bunlar ekseriya müşterek bir karakter gösterirler. Demek oluyor ki Anadolu'nun bu devrede yerleşme yerleri, sonraki gelecek devreleri de üzerinde barındıracak iskân bölgeleridir.

III - Tarihî çağlar:

Anadolu'da tarihî çağlar yazılı vesikaların bulunmasiyle başlar, Ondan önceki kültür gelişmesi devirlerinde de yazı olması ihtimali kuvvetli ise de henüz böyle bir vesika bulunamamıştır. Onun için bugün Anadolu'nun tarihî devirleri Kültepe tabletlerinin bulunduğu M. ö. II. binden itibaren başladığı kabul edilir. Biz bu gezimizde ilk yazılı vesikaların bulunduğu yeri de gördük. Burası Kayseri'nin kuzey doğusundâdır. Bünyan şosesinin 20 nci kilometresinde demir yoluna doğru sapılan bir toprak yolun uçundaki, Kara-höyük köyünün ya­ nındaki Kültepedir.

Kültepe arkeoloji edebiyatında ismi çok tanınan bir yerdir. Kapa-dokya tabletleri namiyle anılan Asur ticaret kolonileri devrinde alış veriş meselelerini ilgilendiren bu vesikalardan bulunanlarının sayısı üç-bini aşar. Bunlar Kültepenin asıl tabakaları içinden değil, fakat etekle­ rine tesadüf eden tarlalarda bulunmuştur 1.

(10)

ANKARA - SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ 127

Bu tabletler ve höyük hakkındaki yayınlardan1 edinilen fikir

şudur: Eski adı Kaneş olan bu şehir yerli bir prensliğin merkezidir. Oraya mal satmağa gelen Asurlu tüccarlar, şehir dolaylarında kalırlar ve yerli halk ile yaptıkları alış verişi yazılı olarak tesbit ederlerdi.

Biz burasını bugün şöyle gördük: Höyük oldukça büyük ve tepeleri yaygındır. Burada sistemi ve katları belli olmayan çukurlar halinde kazılmış yerler ve taş yığınları bulunuyor. Yol tarafındaki yamacında bir yarmada, yangın izlerini gösteren tabakalar arasından çanak - çömlek kırıntıları toplanabilir. Bunlar mevcut bilgilere bir şey katmaz ise de, muhtarın karısının bana verdiği parçalar dikkate şayandır ve bu gezimizin bir yeniliğidir (Levha no. 1).

Bilindiğine göre tâbletleriyle şöhret bulan bu höyükte hangi kül­ tür kati bu devreye tekabül eder, onu aydınlatmak güçtür. Ancak Ali-şar'da tesbit edilmiş istratigrafisi belli katlarda da bu çeşit tabletlerden bulunduğu için mukayeseler yapılabilir 2. Aynı zamanda filolojik ince­

lemeler ile arkeolojik buluntular karşılaştırılarak bu devrin tarihi tesbit edilmek imkânı olabilir.3

Bu gezintimizin önemli bir olayı da, yeni bir höyüğün teshilidir. Kayseri Müzesi müdürü B. Halid Doral, Hazar höyüğünü bize haber verdi. Kayseri-Bünyan istikametinde Pınarbaşı yolu üzerinde 57 nci kilo­ metrede durakladık. Hazar Şah köyünün kuzey doğusunda olan bu hö­ yük bir tabii tepe ile köyden ayrılmaktadır. Şoseye yakın olan bu hö­ yük diğer tepeler arasında olduğu için, bir yerleşme yeri birikintisi olduğu kolayca görülememiştir.

Onun için, eğer yanılmıyorsak, bu husustaki yayınlar arasında böyle bir höyük zikredilmemiştir.4 Bu itibarla Hazar höyüğünün coğrafî durumu

ve içinde sakladığı kültür izleri dikkate şayandır. Kültepe'ye yakın oluşu aynı kültür çevresi içine girebilir düşüncesini ortaya koyar. Höyük,

Kültepe gibi büyük bir sahayı kaplamıyor. Yüksekliği de onun kadar değildir (10-15 metre kadar). Daha küçük olmakla beraber, yuvarlak bir şekil gösteriyor. Eteklerine tesadüf eden yerlerde bazı çukurlar açılmıştır. Biz burada çanak-çömlek topladık. Bu satıh buluntularına göre kesin hükümler verilmezse de, kültür devrelerini tayin etmek imkânı olabilir. Bakır, Eti ve Klâsik çağa ait olan kalıntılar, Anadolu'nun diğer yerleşme yerlerinde bulunanlarla birlik gösteriyor. Fakat buradaki bu­ luntuların en önemlisi, höyüğün yamacındaki iki oyuktan topladığımız boyalı çanak-çömleklerdîr. Bunlar elle yapılmışlar, ve eski Tunç çağına ait olan parçalardır. Kültepe ile benzerlik göstermektedir. (Levha no. 2, 3)

1 Eduard Meyer, Geschichte des altertumes I2 Paragraf: 435 ; 465 ; 473 ; 482.

A. Götze, Kulturgeschichte des alten Orients. Hrozny, Syria 8 (1927).

2 Von der Osten O. İ. P.

3 Dr. Nimet Dinçer, D. T. C. F. cilt II. 1 S. 76 ; Dr. Emin Bilgiç. D. T. C. F,

cilt II. 1 S. 42.

(11)

İşte bu bakımdan Hazar-höyük o çevrede eski bir yerleşme yeri olarak tesbit edilebilir, sanıyorum. Ancak yazılı vesikaların bulunması ihtimali sistematik araştırmaya bağlı olduğundan, bu çanak çömlek buluntularına göre devrelerini tayin etmekle ve bu yeri haber vermekle yeter sayacağız.

Bilindiği gibi Etiler devri, Anadolu için birleşmiş beyliklerin topluluğundan doğan bir imparatorluktur. Bu gezimizde bu devletin merkezi olan Hattusas'a sellerin yolları bozması yüzünden gidemedik. Etiler'e ait diğer abidevî eserlerden kaya kitabelerini de yine motorlu vasıtaların gitmemesi yüzünden göremedik. Bunlar bilhassa Kayseri güneyindeki eserlerdir. Develi ilçesinin güney doğusuna düşen ve Toros eteklerindeki kaya kitabeleri bilhassa görmeğe değer yerlerdi. Bunlar İmamkulu, Taşçı ve Gezbeli kaya kabartmalarıdır. Bir de bu bölgede Fraktın höyüğü araştırılmaya elverişli bir yerleşme mer­ kezidir 1.

Biz bu gezimizde sadece Eti medeniyetinin yayıldığı sahalardaki yerleşme merkezlerini gördük ve onlara ait çanak - çömlekleri topladık. Bunlar coğrafî bölge itibariyle şöyledir:

Kayseri çevresinde, Kültepe, Hazar - höyük, Kara-İn ve Kayseri müzesinde çok değerli eserler. Sivas kalesinde bizim seyahatimizden sonra yapılan sondajda Eti devri eserlerine tesadüf edilmiştir2.

Samsun bölgesine gelince orada, Dündar - tepe, Tekeköy, Çirlek, İkiz ve Sivri tepelerde de, Orta - Anadolu Eti medeniyetiyle müşterek va­ sıflı eserler bulunmaktadır.

Frigler devri, Anadolu tarihi için Etiler'den sonraki siyasî varlığın timsalidir. Frigler bilhassa orta ve kuzey Anadolu'da müstah­ kem şehirler kurmuşlardır . ve buralarda kendilerine has medeniyet eserleri bırakmışlardır. Biz bu gezimizde Friglere ait olan yerleri, çok istememize rağmen, göremedik. Bunlardan bilhassa Samsun'un 18 km. güneyindeki Akalan kalesine atla gidilmek icabettiği için bütün grupu-muzla gitmek imkânını bulamadık. Ormanlık bölgede bulunan bu büyük kale, arkeolojik eşyaları vasıtasîyle Halil Ethem bey tarafından 1906 da tanınmış ve 1907 de de hafriyatı yapılmıştır3. Bundan başka

eski Kayseri şehri olan Mazaka'da da Frig devrine ait izler bulunduğu Kayseri rehberinde kaydedilmiştir.

M. ö. VII. asırdan milâdî XI. asra kadar olan zamanda Ana­ dolu'nun bu bölgesinde siyasî hâkimiyet türlü safhalardan geçmiştir.

Bizim bu devreler için gördüğümüz merkezlerden ilki Kayseri'dir. Bugünkü şehre beş altı yüz metre uzakta kuzey batıda bulunan bu eski şehir harabeleri, yan yana iki uzun tepeden ibarettir. İslâm devrinin de bir camisi bulunan bu tepelerde, ekserisi Bizans devrine

1 Bossert, Altanatolien, 1942, No. 550-552, 555-56, 563, 564. 2 Dr. Tahsin Özgüç, Ülke Gazetesi, 16-9-946.

(12)

Tarih gezisi A. İnan

Şekil I — Kara-in'de bulunan işlenmiş çakmak taşları

(13)
(14)

ANKARA - SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ 129

ait mabet, kilise, hamam ve binaların kalıntıları vardır. Sur bakiyeleri yoktur. Yamaçlardaki sürülmüş tarlalar içinde, şehrin mamur olduğu devirlerin kronolojisini veren seramik parçaları bulunmaktadır. Bugün eski Kayseriye denilen bu şehrin ilk adının "Mazaka,, olduğunu Strabo yazıyor1. Aynı zamanda da Özebya (Eusebeia) ismi de zikredilir.

Tiberius (M. s. I) zamanında ise Sezare (Çaesarea). adı verilmiştir 2.

Biz bu eski Mazaka'nın yalnız coğrafî mevkiini görmüş olduk. Kayseri civarındaki Bizans devrinin en önemli eserleri Ürgüp'teki Göreme'de vardır3.

Volkanik bir vadi içinde bulunan bu kalker kayalıklar, insanlar tarafından oyulmuş ve Bizans devri üslûbu ile kiliseler ve manastırlar yapılmıştır. Burası bir şehir harabesi değil, bir dinî merkezdir. Bu kaya oyukları içinde sütunla ve kubbeli, oldukça büyük kiliseler vardır. En önemli cihet ise duvarlarında renkli fresklerin bulunmasıdır.

Tabii manzara itibariyle muhakkak ki, Anadolu'nun en dikkate şayan yerlerinden biridir, Bugün bir bekçi ile muhafaza edilen bu yerler, güvercinler için de birer mesken olmuşlardır.

Göreme kiliseleri Bizans devrinin en bariz hususiyetlerini taşımak­ tadır4.

Biz, bu gezimizde Osmanlı devrinin mühim şehirlerinden biri olan Amasya'da da eski eserleri gördük. İki silsile arasındaki dar boğazdan akan Yeşilırmağın kenarlarına kurulmuş olan bu şehrin, sol tarafındaki yüksek ve sarp kayalık tepede, eski surların duvarları görülmektedir.

Amasya, Pontus kıratlığının merkezi olmakla tarihte şöhret kazan­ mış ve bu şehir hakkındaki bilgiler bir Amasyalı, olan Strabo'da yazılıdır. Kayalıklar içinde oyulmuş mezarlara Strabo, "hükümdar ka­ birleridir,, der (M. ö. 306-46). Fakat hangi hükümdarlara aittir ve hangisi daha eskidir, bilinemez.

Bu kaya mezarlarının içlerini de gezdik. Dış şekilleri mimarî bir hususiyeti haiz ise de, herhangi bir kitabe yoktur5.

Amasya'dan sonra, bu üzerinde durduğumuz tarihî devrelere ait olan yer Kara, Samsun denilen eski "Amisos,, şehridir.

Strabo, burasını Miletlilerin kurmuş olduğunu kaydeder. Bu şehir de Kayseri'de olduğu gibi sonradan terkedilmiştir ve bugünkü Samsun şehri kıyısında hafif meyilli bir yamaçtadır. Kara Samsun denilen yer ise şehrin batısında denize doğru çıkıntılı bir uzun tepedir. Denize hâkimdir. Burası Pontus ve Kapadokya kıralları devrinde önemli rol

1 Strabo XII.

2 Halil Ethem, Kayseriye şehri, İstanbul 1334. Ch. Texier cilt 3 s. 54-55, A.

Gab-riel, Monuments turcs d'Anatolie, I. s. 6.

3 Ch. Texier, cilt III, s. 67 - 72

4 G. de Jerphanion, Les eglises rupestres de Cappadoce, Premiere albüm Texte 1

tome II, Paris 1925- 1928, Texte tome II, deuxieme albüm 1932.

5 Evliya Çelebi - II, S. 183. Hüseyin Hüsamettin, Amasya Tarihi, -Cilt I,

Ch-Texier -1340 - S. 132 -133. İslâm Ansiklopedisi

(15)

oynamıştır. Bugün bu tepe tarla olarak kullanılmaktadır. Eski eserlere yer yer tesadüf edilmektedir1.

Samsun'dan Bafra istikametinde klâsik devirlerde bir kale olan Alaçam'a gittiğmizde yine klâsik devrenin bir sahil şehri olan Gümenus'a kadar ulaştık. Bazı eserlerin bulunmakta olduğunu haber verdilerse de biz bunları yerlerinde göremedik.

Gezimizde Anadolu'nun İslâm devri âbidelerini de gördük. Bunlar, Selçuk ve Osmanlı devirlerine ait olan eserlerden kaleler, kervansaraylar, camiler, medreseler ve türbeler idi. XI. yüzyıl'dan XIX. yüzyıl'a kadar olan zaman içindeki devreyi kaplıyan bu islâm çağı, kendine has bir tarzda eserler vücuda getirmiştir. Zevkle istifade ile seyredilen bu eserler tarihimizin parlak devirlerini bize hatırlatmaktadır. Bu bakımdan üzerinde tafsilâtiyle durmadan yalnız gezdiğimiz âbidelerin isimlerini sıralamakla iktifa edeceğim. Bunlar için vereceğimiz birkaç kitap ismi bu konu üzerine fazla bilgi sağlar.

Kayseri, Selçuk eserlerinin en fazla bulunduğu merkezlerden biridir. Eski medreseler bilhassa müze binası olarak kullanılmaktadır.

Bunlardan Honat Hatun medresesi, Türkiye'nin eski çağ eserlerini toplu olarak bulunduran zengin müzelerinden biridir. Tablet ve taş eser­ lerden başka, bir odasında da etnografik eşyalar toplanmıştır.

Bu bina yanında Honat veya Mah-Peri Hatun türbesi mimarî bir şaheserdir. Dış görünüşündeki taşı oyma sanatı ve mermer istelaktit kaidesi eşine rastlanılmayan bir özelliktedir. Bu kaide, bitişik olan cami duvarı ile kapandığından, kendi içine sıkışmış bir haldedir. Onun için abidevî kıymeti kapalı ve dar bir yere münhasır kalmıştır. Onun bitişiğin­ deki Honat camisi ve hamamı bu devre eserlerinin tipik örnekleridirler.

Sahabiye medresesi, kitabeler müzesidir. Bunlardan başka Gıyasiye ve Şifaiye medreseleri Türkiye'nin en eski (M. 1205-H. 602) tıbbiyesi olarak yer alırlar. Bugün harab bir halde olan bu eserler ecdadımızın medeni varlıklarının birer imzası gibi durmaktadır. Diğer eserler arasın­ da bilhassa Döner-kümbeti hatırlatmak isterim. Çünkü bu türbe daha önceleri, evler arasına sıkışmış ve duvarlarına yaslanmış binalar ara­ sında idi. Biz burasını açılmış ve temizlenmiş olarak görmekle memnun olduk. Etrafına belediye tarafından bahçe tanzim edilecek imiş. Bu su retle bu kıymetli eserler değerlerini muhafaza edebileceklerdir.

Kayseri içinde bir de kaleyi zikretmek lâzımdır. Bugünkü şehrin ortasında olan bu içkale, duvarları başka yerlerdeki kalelerin aksine olarak düzlükte kurulmuştur; duvarları ve burçları sağlam bir durum­ dadır. Dıştan gördüğümüz gibi içini de gezdik.

Kayseri içinde bir diğer eser de, Mimar Sinan camisidir. Osmanlı devrinin en güzel âbidelerinden biri olarak yer almaktadır. Kayseri

1 Pauly - Wisowa I, 2 s. 1839. Ali Tanoğlu, Dördüncü Üniversite haftası,

(16)

ANKARA - SAMSUN ARASINDA TARİH GEZİSİ 131

çevresinde gördüğümüz üç büyük eserden de bahsetmek istiyorum. Bunlardan ikisi kervansaray, biri türbedir.

Bünyan ilçesine bağlı Elbaşı bucağından gidilen Karatay kervan­ sarayı görülmeğe değer bir eserdir. Heybetli yapısı ile ayakta duran duvarları, içindeki muntazam bölmeli iç kısmı büyük bir tarihî varlığın timsalidir, İç duvarlarından bir kısmı son yer sarsıntısında yıkılmış, fakat asıl kervanın barındığı yer ile giriş kapısından avlu etrafındaki oda, cami ve hamam olduğu gibi duruyor. İç avlu kapısındaki yılanlı motif, bilhassa güzel bir tarzda yapılmıştır. Köylülerin rivayetine göre bu avluyu bu kadar ot bürüdüğü halde, bu yılan resminden dolayı buralarda yılan barmamazmış.

Bu kervansarayın vakfiyesini saklayan ihtiyar zat, son zamanlara kadar bu kervansarayın odalarında oturduğunu ve bazı yerlerde kapı­ lar pencereler açtığını bize gösterdi.

Bu kervansaray hem abidevî heybetiyle, hem de konforiyle Selçuk medenî eserlerinin muhakkak ki başlıcalarından biridir. Köyden ayrılır­ ken, kervansarayın su yolu künklerinden bir kaçının, yeni yapılmakta olan bir binanın yanından çıktığını gördük. Kayseri müzesine konmak üzere bir parçasını aldık. Biz bu kervansaraydan uzaklaştıkça tekrar tekrar bakmaktan kendimizi alamıyorduk1.

Bundan sonra Pazar-ören köy enstitüsünden geçerek Danişmentli-lere ait Melik-gazi türbesi ve kalesini görmeğe gittik. Sarp, kayalıklı bir tepede olan kaleyi uzaktan seyrettik, fakat bizi en çok asıl türbe meşgul etti. Bu türbenin hususiyeti, yalnız tuğla inşaatın jeometrik şekillerle ne güzel bir tarz meydana getirdiğidir. Türbenin alt katındaki mumyalar da görülebilmektedir. .

Üçüncü eser Ürgüb yolu üzerindeki İncesu kervansarayıdır. Bu, Karatay kervansarayı gibi abidevî bir eser değildir. Sahası daha büyüktür. Avlusu ve asıl bina daha yaygındır. Bu eserde daha ziyade günün ihtiyaçları dikkate alınmış ve kalabalık kafileleri barındırma için konforlu yerler düşünülmüştür. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa adına yapılmış olan bu kervansaray yanında camisi, medresesi, hamamı bir bütün teşkil etmektedir. Bu suretle Kayseri ve çevresinde Türk-İs-lâm devrinin çeşitli, güzel eserlerini görmüş olduk.

Sivas şehri Anadolu tarihinde daima önemli bir yer işgal etmiştir. Biz burada, Türk-İslâm devri eserlerinin en güzellerini ve meşhurlarını gördük. Bu Türk-İslâm devrinde Sivas şehri, müstahkem, mamur ve ticarî bir merkezdi. Hatta Selçuklar zamanında "hükümet merkezi dahi olmuştur.

Kızdırmağın sağ sahiline üç kilometre uzaklıkta kurulmuş olan bu şehrin tarihi, ilgiyi çeken bir durumdadır 2. .

1 Osman Turan, Selçuk Kervansarayları, Belleten X, 39 (1946) s. 481. 2 İsmail Hakkı Uzunçârşılı. Rıdvan Nafiz, Sivas şehri, 1928" İstanbul.

(17)

Burada kale bakiyelerinden pek bir şey-kalmamış. Yalnız Cumhu­ riyet abidesi yaptırılmak üzere düzeltilmiş olan bu toprak yığıntısının üzerinden, bütün Sivas şehrini seyrettik.

Gezdiğimiz yerler Çifte minare, Şifaiye, Buruciye ve Gök-medre-selerdir. Gök medrese bugün müze olarak kullanılmaktadır ve çok iyi muhafaza edilmiştir. Kapı ve cephe taş oyma süsleri ve yazıları ile fevkalâdedir. Sivas'ın umumiyetle bütün minareleri çini motiflerle işlenmiştir. Bu renklerle yapılmış olan şekiller, göze e,n bediî bir hissi vermektedir. Gök-medrese veya Sahibiye ve Buruciye medreseleri de taş oymacılığı ve çini süsleriyie şaheserler arasındadır1. Biz bu ecdat

yadigârlarına hayranlık ve zevkle baktık, aynı zamanda da daha iyi-muhafaza edilmelerini gönülden arzu ettik. Sivas, Selçuk devri eserleri­ nin en değerlilerini bağrında saklamaktadır.

Amasya, Osmanlı devri şehzadeleri ve sultanları tarafından yap­ tırılan eserlerle doludur2. Selçuk devrinin de bazı türbe ve camileri

varsa da, Osmanlı devrine ait olanlar karakteristik vasıflar taşırlar. Yalnız bu camilerden Sultan Bayazıt camisinin son depremde (1939) feci bir surette yıkılmış olduğunu gördük. Sütunları parça parça yerlerde yatıyordu. Bayazıt'ın şehzadeliği zamanında ırmak kıyısında yaptırdığı diğer cami sağlam kalabilmiştir.

Medrese, müze halindedir. Burada zengin bir kütüphane ile Selçuk mumyaları vardır. Fakülte'den yeni çıkmış genç bir arkadaş, bu müzenin direktörü olarak bulunuyordu.

İşte Türk-islâm devri eserlerinden görebildiklerimiz bunlardır. Bu gezdiğimiz yerler cumhuriyet devrimizin tarihi için de önemli yerlerdir.

Samsun, Mustafa Kemal'in Türkiye'yi kurtarmak için ilk çıktığı yerdir. Orada onun kaldığı evi ve Gazi kütüphanesini gezdik. Ondan kalan hatıraları gördük.

Amasya, Sivas, yine Cumhuriyet devrimizin ilk kuruluş günlerine sahne olmuş yerlerdir. Sivas . lise binasındaki kongrenin toplandığı salon ile Mustafa Kemal'in yattığı oda, bize o günleri yaşatır gibi oldu. Çünkü buraları, o gün olduğu gibi muhafaza edilmiştir.

Bütün bunlar tarihin hatıralarıdır. Biz aynı zamanda bütün bu gezdiğimiz illerdeki imar faaliyetini gördük Fabrikalar bizi bugünkü cemiyet ve ekonomi hayatımız için ilgilendirdi. Bu fabrikaları ve dolay­ larındaki modern mahalleleri görmekle de bunlar hakkında bilgi edindik.

Tarihin ve yaşadığımız devrin eserlerini böylece yerlerinde gör­ mekle, faydalı bilgiler edinilmiş oldu.

1 A. Gabriel, Monuments Turcs d'Anatolie, Tome II Paris 1934.

Şekil

Şekil I — Kara-in'de bulunan işlenmiş çakmak taşları
Şekil 2 — İkiz tepe'de bulunan ağırşak

Referanslar

Benzer Belgeler

Increased lipid peroxide products in abnormally proliferating cells due to the oxidative damage are thought to be released into the systemic circulation resulting

Bu çalışmada da malign over tümörlerinde damar yüzey dansitesinin istatistiksel olarak arttığı ve bu artışın müsinöz over karsinomlarında daha belirgin

Bulgular: Normal term doğumlarda, maternal ve umbilikal kord kan endotelin-1 düzeyleri sezeryan doğumlara göre daha fazlaydı, fakat bu fark istatistiksel olarak

Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Gülen GÜLLÜ, Hacettepe Üniversitesi Nilgül KARADENĐZ, Ankara Üniversitesi Nizamettin KAZANCI, Ankara Üniversitesi Günay KOCASOY,

Through a social network analysis approach, it shows that the countries where actors work and the scientific branches of these actors play a role in the structuration of

The analysis focuses on a set of characteristics of landscape structure, including identification of the landscapes types dominant in size, spatial extent,

Particularly, in the Tatra mountains, national parks were created on both sides of the Polish- Czechoslovak border, because of that, the highest mountain nest in the Carpathians, was

Abstract: The approach to derive models of tourism development in three studied villages in a border mountainous region of Bulgaria adheres to some known