• Sonuç bulunamadı

İslâm Düşüncesinin Gelişiminde Tercüme Faaliyetlerinin Rolü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslâm Düşüncesinin Gelişiminde Tercüme Faaliyetlerinin Rolü"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İSLAM DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİNDE

TERCÜME

FAALİYETLERİNİN

ROLÜ

Sadık Türker*

İnsanlık tarihinde saf bir kültür olamaz. Kültürler arasında sürekli olarak bir etkileşim bulunur. Tarihte tercüme olayının, ancak bu kül-türel etkileşimden sonra ortaya çıktığı görülmektedir. Fakat tarihteki her tercüme olayı, bir kültür devriminin, bir medeniyet hamlesinin

parçası olarak tezahür etmez. İnsanlık tarihinde, kaynaklara dayanarak bilebildiğimiz kadarıyla, çağdaş medeniyetin ortaya çıkışına değin, birbirini izleyen üç büyük kültür devrimi görüyoruz. Bunlardan birin-cisi, Antik Ege'de M.Ö. 600'1erde başlayıp 400'1erde sistematik ve özgün bir fikir hareketine dönüşen ilk evre, Sümerler, Fenikeliler ve Mısırlılardan gelen etkilerle gelişen, bilim ve felsefenin kuruluşuyla en mükemmel şeklini kazanan Antikçağ Ege medeniyetidir.1

• Yard. Doç. Dr.;Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü.

1 Antikçağ ve öncesinde kültür tarihi konusunda çoğunlukla rivayetler, dolaylı bazı

kaynaklar ve arkeolojik bulgular bugüne ışık tutmaktadır. Diogenes Laertius, istinad

ettiği bu türden bir kaynağa göre, Sasanıler, Babilliler, Hintliler, Kaideliler ile Mısır

ve Libya'lıların, astroloji, büyü, teoloji, tıp, matematik ve kosmoloji konularında

ye-tişmiş kendisine özgü adları olan bilgeleri bulunduğunu bildiriyor. İranda büyücülerin tarihinin Zerdüşt'le birlikte Milattan 5500 yıl önce başladığını belirten Laertius, bu konuda Antik Yunan kültürü lehinde bir yorumda bulunarak, Barbarlar diye nitelediği

Sasanilerin, bilgeliği Yunanlılardan kazandıklarını söylemektedir. Bkz. Diogenes Laertius, Lives of Eminent Philosophers, 2 c., Londra, William Heinemann, 1966, 1.,

s. 3-5. Aslında Laertius'un bu yorumu, Antikçağda Yunanlılar ile İranlılar arasındaki

kültürel sirkülasyona ilişkin değerlendirmelerin sadece bir yönünü yansıtmaktadır. Zerdüşt Hikemiyatına ilişkin olup Kitdbu '1-Mevfılid adıyla 750'lerde Arapçaya çevri-len Denkard adlı eserin sonradan ilave edilen mukaddimesinde, Sasani-Yunan siyasi gerilimiyle başlayıp kültürel sirkülasyona dönüşen olay şöyle tasvir edlimektedir:

"Kral İskender, Dara krallığını zaptedince, astronomi, tıp, astroloji ve diğer felsefi bilimlerle ilgili bütün eserleri, Yunancaya çevirtti. Daha sonra korunan bütün oriji-nal nüshaları yaktırdı. Bu nüshaları saklayabileceğini düşündüğü herkesi öldürttü.

Ayrıca İskender, çeşitli binalardaki taşlara ve ahşaplara yazılmış bütün bilgileri yer-lerinden sökerek ve bunları yaktırarak yok etti. Geriye, ancak yüksek dağlara yahut denizlerdeki adalara kaçarak İskender 'den kendisini koruyabilen bazı bilgelerin ez-berinde kalanlar kurtuldu. Bu kimseler, İskender 'in ölümünden sonra vatanlarına geri dönünce, söz konusu eserlerden ezberlerinde kalanları yazıya geçirdiler. Ancak bu yazıya geçirilenler, fragmanlar halindeydi. O bilgilerin çoğu yok oldu ve geriye pek azı kaldi''. Ebu Sehl b. Nevbııht'ın Kitfıbü 'n-Nahmutdn adlı eserindeyse,

(2)

İsken-İkincisi, İslam'ın Batı Asya'da doğuşuyla başlayan fikri uyanışın ardından, Sekizinci ve Onuncu yüzyıllar arasında Mezapotamya, Mı­ sır, İran ve Hindistan'dan gelen kültürel etkileri özümseyerek,

Yeni-çağa değin bilimi ve fenni geliştiren İslam medeniyetidir.

Üçüncüsü, Onikinci yüzyılda Avrupa burjuvazisinin öncülüğünde Arapça eserlerin çevirisiyle başlayan ve daha sonra Rönesansla birlik-te özgün bir alem tasavvuruna dönüşerek günümüze değin gelişen

bi-lim ve medeniyetin temellerini oluşturan modem evredir.

Bahis konusu bu üç kültür devriminde de, ilkin bir kültürel etkile-şim görüyoruz. Ortaya çıkan fikri uyanışın bir talebi olarak şifahi ter-cümeye ve belirli merkezlere öğrenci göndererek eğitmeye doğru ge-lişen, daha sonra teknik anlamdaki metin çe'virisinden, sistemli ve ku-rumsal anlamdaki tercümeye ve nihayet özgün fikirlerin yaratılmasına değin bir çok aşama bulunmaktadır. Bu ortak özelliklere ilave olarak, her üçünde de, siyasi bir iradenin himayesiyle yahut toplumun geneli-nin desteğiyle, çevre kültürlerden yazılı ve sözlü her türlü bilgi ve tec-rübenin araştırıldığını; bilgiye ve kültürel mirasa ayrı bir değer veril-diğini görüyoruz. Her üç kültür devriminde faal rol oynayan kültürlü, bilgili, araştırmacı ve yaratıcı kimliğe sahip kimselerin, Antikçağda "filozof',

i

slamda "ed'ib ve hakim", Batı A vrupada "aydın" gibi ken-disine özgü adları vardır. Her üçünde de felsefe yahut hikmet, bütün bilimlerin temeline yerleştirilmiştir. Nihayet bunların her üçü de, di-ğer yerel kalmış kültürlerden farklı olarak, küresel anlamda dünyayı şekillendirmişlerdir. Yakın çevredeki kültürlerin bütün bilgi dağarını adeta emip hazmeden bu üç büyük medeniyet, kültür tarihine yeni bir boyut katmışlardır. Bu, kültürlerin yerelliğini aşan, genel özelliğe sa-hip bir kültür formudur. Sümerler, Fenikeliler ve Mısırlılardan

Yu-nanlılara, Antikçağ Egeden, İrandan ve Hindistandan İslama ve bura-dan Batı A vrupaya intikal eden bilgi ve hikmetin 3000 yıllık

serüve-der'den kaçanlardan bazıları Çin ve Hindistan sınırlarına gitmişler, bildiklerini bura-larda yaşatmışlardır. Dördüncü yüzyılda Sasanı kralı Erdeşir, Hindistan, Çin ve Bi-zans'tan, daha önce oraya giden ve oralardaki bilgeliklerle bütünleşerek kitaplaşan

eserlerin kopyalarını İran'a getirtti. Erdeşir'den sonra oğlu Sahur. Babilli Hermes, Sidonlu Dorotheus, Atinalı Kayserus, İskenderiyeli Batlamyus ve Hindistanlı

Farmasb tarafından derlenen bu eserleri Sasani'ceye çevirtti. Daha sonra İranlılar, bu eserler üzerine çalışarak şerhler yazdılar ve okullar kurdular. Erdeşir ve Sabur'dan sonra 1. Kisra Anuşirvan (531-578) bu eserleri düzenletti ve kendi orijinal sırasına

koydu. Rivayetlere dayanan bütün bu bilgiler, her ne kadar geç dönem eserlerinde yer

aldığı ve Zerdüşt ideolojisini yansıttığı söylense de, Farsça ve Arapça klasik

kaynak-ların bir çoğunda bu tarihi kayıtlar 1.Julunmaktadır. Bkz. Dimitri Gutas, Greek Thought Arabic Culture: The Graeco-Arabic Translation Movement in Baghdat and Early Abbasid Society, 1. bsk., Londra, Routledge, 1998, s. 37-40.

(3)

ninde, birbirini izleyen, hatta birbirini tamamlayan bir halef-selef iliş­ kisi görüyoruz. Ancak yazılı belgelere istinad ederek, bu üç büyük kültür devriminin oluşum süreci .hakkında en iyi bilgi sahibi olduğu­ muz, son ikisidir.

İslam dünyasının Antikçağ Ege, İran, Hindistan ve Çin gibi güçlü kültürlerden gerek yazılı gerekse yazılı olmayan kaynaklardan, doğ­ rudan yahut dolaylı yollardan aldığı etkiler, Şarkiyatçılığın önemli bir

araştırma dalını oluşturur. İslam dünyasında tercüme hareketi üzerine çalışmalar, resmı olarak, Yunancadan Süryanice, Ermenice, Sasanice ve Arapçaya yapılan çevirileri tepit etmek amacıyla 1830da Göttingen'de kurulan Royal Society of Sciences kurumunun çatısı al-tında, Güstav Flügel ve Johann Wenrich'in 1841 ve 1842de tamamla-nan çalışmalarıyla başlamıştır. Bir yandan belirli sorunlar üzerine lışmalar devam ederken, öbür yandan uzun yıllar devam eden bu ça-lışmaların bir mahsulü olarak, Manfred Ullmann, Cari Brokelmann, Moritz Steinschneider, Fuat Sezgin ve Gerhard Endress' in hazırladığı bibliografık eserler ortaya çıkmıştır.2

Leclerc ve Wüstenfeld İslam tıbbıyla, Baumstark ve O'Leary fel-sefenin İslam dünyasına geçişiyle, Carra de Vaux ve Furlani İslamda felsefenin başlangıcıyla, Meyerhof İskenderiye'den Bağdat'a felsefe-nin geçişiyle, Dieterici, Perrier ve Miguel Palacios Süryan1 mütercim-ler, İslam-Hristiyanlık münasebetleri ve İslam eskatolojisiyle ilgili ça-lışmalar yapmış bazı ünlü şarkiyatçılardır.3 Şarkiyatçıların Çin, Hint, İran ve Antik Yunan kültürleri üzerine yaptıkları araştırmalar, genel-likle Antik Yunandan Süryanıler vasıtasıyla felsefe ve bilimlerin İs­ lam dünyasına intikali ile İslam ilahiyatının şekillenişinde Hıristiyan ve Yahudi kültürlerinin etkisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Goldziher gibi kimi şarkiyatçılarsa, 1910ların Avrupasındaki ideolojik mülahazalar-dan hareket ederek, bazı gerçekleri saptırmışlardır.4 Buralardan kay-naklanan bir önyargıyla, neredeyse bütün kurumlarını ve malumat bi-rikimini çevre kültürlerden ve bahusus Antikçağdan edindiği kabul edilen İslam kültürünün, özellikle akli bilimler ile doğa bilimlerinde hiçbir özgün yanı bulunmadığı kanaati doğmuştur. Bu kanaati, sonra-ki yıllarda Rescher gibi kimi araştırmacılar açıkça ifade ederlerken, kimileri izledikleri araştırma stratejileriyle örtük bir şekilde

paylaş-2

Dimitri Gutas, a.g.e., s. xiii-xiv.

3 Hilmi Ziya Ülken, Uyanış

Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul, Ülken Yay.,

1997, s. 43-44.

4 Dimitri Gutas,

(4)

mışlardır.5

Yine aynı kanaat doğrultusunda, müslüman filozoflara "Yunan şarihi" olmalarının ötesinde bir pay verilmemeye özen

göste-rilmiştir. Ancak çağdaş düşüncenin gelişiminde İslam medeniyetinin etkisi tebariiz ettikçe, ayrıca biHm tarihinde, bilimin kümülatif şekilde geliştiği anlayışı yaygınlaştıkça, "Yunan mucizesi" mübalağası bir kenara bırakılmış6, şarkiyatçıların izlediği katı tutum yumuşamaya başlamış; eski otoritelerin kanaatleri hakkında şüpheler oluşmuş, dü-şünce ve medeniyet tarihinde özgünlüğün, alınan malzemeden değil, onun sentezlenme biçiminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. 7 Bu neden-le Rosenthal, Langhade ve Gutas gibi yeni anlayışı benimseyen şarki­ yıltçılarla öbürlerinin çalışmaları arasında belirgin bir farklılık göze çarpar. Bu yeni yaklaşımı benimseyenlere göre, İslam dünyasında fik-ri uyanışla başlayan, tercümelerle gelişen araştırma, bilgilenme ve öz-gün düşünme süreci, Batı insanının anlayabileceği bir deyimle "İslam Rönesansı" olarak nitelenmektedir.8 Dolayısıyla İslam dünyasında Tercüme hareketi meselesi, şarkiyatçılığın yaklaşık iki asırlık bir uğ­ raş alanı olmasına rağmen canlılığını yitirmemiştir. Bu cümleden ol-mak üzere, eski malOmatlarımızdan bazılarının güvenilirliğini yitirdi-ğini söylemek istiyorum.

İslam dini Batı Asyada doğduğunda, fikri bir uyanış ile edebiyat-taki üstünlüğü dışında belirli okulları ve kurumları olmayan, mimari-den ve bilimmimari-den yoksun çıplak bir kültür sayılırdı. O dönemde Batı Asyada iki güçlü devlet, Sasani devleti ile Bizans bulunmaktaydı. Bunlar, İslam devletine teşkilatlanma örneği oldular. Sekizinci yüzyıl devlet teşkilatında İranlılar o denli etkiliydi ki, Abbasi yönetiminin ortaya çıkışında İranlıların büyük payı olduğu söylenir.9 Yahudi ve

Hıristiyan ilahiyatı da, İslam kültürünün faydalandığı kaynaklar ara. sında yer almaktadır. Bunların dışında, Batı Asyada yaygın bir kültür

5

Nicholas Rescher, "Arabic Logic", The Eııcyclopedia of Philosophy, iV., s. 525-527, s. 525, 527.

6

Emile Picard, De la Methode dans les Scieııces, Paris, 1928, s. 5. Eugene Lantilhac'ın Le Miracle Grecque adlı çalışmasının l 895de yayımlanmasının ardından

·'Yunan mucizesi"", Picard ve başkaları tarafından eleştirilmişse de, bilim tarihçiliğin­

de ve şarkiyatçılıkta uzun süre hakimiyetini korumuş bir inanıştır.

7 A.H. Annstrong,

The Cambridge Histoıy of Later Greek aııd Early Medieval Philosophy, Cambridge, 1967, s. 643-644.

8

Rosenthall, The Classical Heritage iıı lslam, çev. Emile-Jenny Mannorstein, 1. bsk., Londra, Routledge & Kegan Paul. 1975, s. 13. Zira Avrupa Rönesansıyla İslam

dün-yasındaki kültür devrimi arasında, tebliğ boyunca bazılarına değindiklerimizin dışın­

da bir çok fark bulunmaktadır.

9 Bemard Lewis,

The Arabs iıı Histoıy, 6. bsk, Oxford, Oxford University Press,

(5)

olan Hellenism ikliminde, özellikle Süryanilerin başını çektiği okullar bulunmaktaydı. Emeviler devrinde Süryaniler oldukça etkiliydi; dö-nemin başkenti Şam'da devletin üst düzey bürokratlarının çoğu, ya Yunanca konuşan Süryanilerden ya da Yunanca bilen Araplardan olu-şuyordu. İslamın doğuşundan önce, Antik Yunan kültürü Süryanilerin öncülüğünde doğu Akdeniz havzasına serpilmiş çeşitli okullar halinde yaşatılmaktaydı. Bu okullar, daha ziyade Mısır ve Mezapotamya böl-gelerinde toplanmıştır. Ancak, Mezapotamya bölgesi, yalnızca Yunan kültürünü değil, Sümer kültürünü de ihtiva etmektedir. Ayrıca M.Ö. 1500'1ere değin uzanan Hinduizm ve Zerdüştlük, hatta uzaktan temas kurulan Çin dahi, İslam dünyasını etkileyen güçlü kültürler arasında bulunmaktadır.

İslam düşüncesinin aldığı kültürel etkileri, daha dinin ortaya çıktığı Arabistan yarımadasında müşahede ediyoruz. Bu etkiler, fetihlerle doğrudan orantılı olarak gelişmiştir. Mekke'de müslümanların hayatı­

nı düzenleyecek bazı ayetler nazil olmadan önce, İslam akaid ilkeleri-ne aykırı olmayan Hıristiyan ve Yahudi örfi hukukları uygulanma im-kanı bulmuştur.10

Bunun dışında; İslam hukuku, daha hicri ilk yüzyı­ lında Roma, Doğu kiliseleri, Talmut ve Rabbaniler ile Sasani hukuk-larından gerek kavramsal ve gerekse kurumsal bir çok etki almıştır.11 Bürokrasi, hastahane ve ordu gibi kurumların oluşturulmasında, İran ve Bizans gibi büyük devletlerden; bilimin geliştirilmesindeyse Mezapotamya bölgesinde teşekkül etmiş tıp ve felsefe okullarının yanısıra diğer kültürlerin de tecrübelerinden yararlanılmıştır.

İslam kültürü, farklı inanç, gelenek, görüş ve değerlerin, İslam i-nanç ve değerler manzumesi çerçevesinde imtizaç etmesiyle meydana gelmiştir. Çevre kültürlerle nasıl temas kurulacağı ve nelerin kabul edilebileceği, daha en başta Hz. Peygamber tarafından ele alınmış bir konuydu. Bilgiye ayrı bir değer verilen hadis külliyatlarında, "bilginin Çinde dahi olsa alınması gerektiği" vurgulanıyordu. Bilginin evrensel bir değer olduğunu defalarca vurgulayan Kur'an'daysa, Tanrının, farklı kültürlere mensup milletleri, tanışmaları için böyle yarattığı ifa-de edilmiştir. Buna göre, doğal bir durum olan kültürel farklılık, bir kültürün lehine sunulmuş bir fırsat olarak arz edilmektedir. İşte bu il:

keler, yalnızca sistemli tercüme faaliyetlerine değil, kültürel alış veri-şe dahi elverişli bir zemin olmuştur. Zira teorik tercüme faaliyetleri, kültürler arasındaki alış veriş üzerinde gelişen bir olaydır.

ıo Joseph Schacht, İs/dm Hukukuna Giriş, çev. M. Dağ, A. Şener, Ankara A.Ü. İlahi­

yat Fakültesi Yay., 1977, s. 24.; Gutas, a.g.e., s. 3-4.

11

(6)

Tercüme faaliyetlerinin sosyal zemininde, çekirdeğini vahyin ve hadislerdeki öğretilerin oluşturduğu kültür içerisinde yetişen meraklı ve araştırmacı insan tipinin önemli bir payı vardır. İslam dünyasında kültür, "adab" anlamındadır; adab ise, edibin yetişmesini sağlayan kültürün değerler ve inançlar manzumesi içerisinde yerleşmiş öğren­ me ve davranış müfredatıdır. Böylece edib, Yunan Antikçağından Çin'e değin geçmiş çağlardan o günlere gelen bütün kültürleri bir bü-tünlük içerisinde anlayan kimsedir. İslam dünyasında kültür, Avru-pa'dan farklı olarak dinin bir ürünüdür. Müslüman münevverini, de-ğer ve inanç farklılıklarını idrak edebilecek olgunluğa getiren, İslam kültürünün ilkeleridir. Ancak her medeniyette kültür ile din arasındaki

ilişki böyle değildir. İslam medeniyetinde din, kültürü şekillendirmiş­ ken; Hıristiyan Batıda, kültür dini şekillendirmiştir.12 Avrupada ter-cüme Onikinci yüzyılda burjuva sınıfının öncülüğüyle başlamışken;

İslam dünyasındaki tercüme hareketi, halifelerin yanısıra sivil ve as-keri erkan, tüccarlar ve çeşitli okullar tarafından desteklenmiştir. Do-layısıyla bu, belirli bir zümrenin inisiyatifiyle yürütülmüş bir faaliyet olmayıp, Abbasi devri toplumunun siyasi, ilmi ve içtimai kesimlerinin efkiir-ı umumiyesine mutabık olarak meydana gelmiştir.13

12 Farabi,

Kitabu Arai ehli 'l-medineti '!-fazıla, talı. El bir Nasri Nadir, Beyrut, 1991, s.

136-137; James Montgomery, Review, (Religion and Culture in Medieval lslam, ed.

R.G. Hovannisian, G. Sabagh, Cambridge, Cambridge University Press, 1996),

Journal of lslamic Studies, Mayıs 2001, c. XII, sayı: 2, s. 182-184, s. 182-183. Benedicte Landron, tercümelerin Süryani azınlığın mahsfılü olduğunu ileri sürerken ("Les Chretiens Arabes et Les Disciplines Philosophiques", Proche Orient Chretien,

1986, c. XXXVI, s. 23-45; Taha ve Fiey, bunun, aydın zihniyetli bazı halifeler

tara-fından gerçekleştirildiğini iddia etmişlerdir (S. Taha, "et-Ta'rib ve kibaru'l-murribin", Sumer, 1976, c. XXXII, s. 339-389; J.M. Fiey, Chretiens Syriaques sous !es Abbasides Surtout

a

Bagdad (749-1258), Louvain, Secreteriat du Corpus, 1980). Hı­

ristiyan Süryanilerin Tercümeler Devrindeki rolü büyükse de, mütercimlerin Süryani-lerle sınırlı olmaması ve Süryanilerin Yunan felsefe ve bilimini sınırlı bir şekilde

in-celemiş olmalarına karşın, Tercümeler devrinde Antik mirasın tamamına yakınının

Arapçaya çevrilmesi, Yunan dünyasının yanı sıra İran ve Hint kültürlerinden çevirile-rin yapılması, Landron'un tezini çürüten deliller olarak sıralanabilir. Bütün bunları

zikretmemizin nedeni; İslam dünyasında tercümelerin başlamasının, devlet yönetimi üzerinde etkili olan belirli bir azınlığın yahut aydın fikirli birkaç halifenin ürünü

ol-duğunun iddia edilmesidir. Bu iddiadaki metodik hata, Avrupa aydınlanma ideolojisi-nin, İslam medeniyetinin kendisine özgü parametrelerine tatbik edilmesinden

kaynak-lanmıştır. Avrupa Aydınlanma ideolojisinin temelinde, burjuva sınıfının oluşumu yatmaktadır. Burjuva, kendi sosyo-kültürel konumunu ıayin etmek için, klasik ve

yaygın olarak bilinen kilise öğretilerinden farklı bir bilince ulaşmak arzusuyla, Onikinci yüzyılda Arapçadan Latinceye tercüme hareketini başlatmıştır. Bkz. Gutas,

a.g.e., s. 3-4. 13 Gutas,

(7)

Emeviler ve Abbasilerden oluşan siyasi tarihe uygun bir şekilde,

İslam dünyasında tercümelerin iki evrede gerçekleştiği kabul edilmek-tedir. Bunlardan ilki, yani Emeviler dönemindeki çeviri faaliyetleri, sistematik ve kurumsal olmayıp daha çok pratik ihtiyaçlar ile bazı ha-lifelerin kişisel merakları doğrultusunda gerçekleşmiştir.14

Sekizinci yüzyılın başlarında gelişip15, 980'lerde son bulan ikin-cisiyse, Abbasi halifelerinin izlediği başarılı bilim politikaları, 762'de Bağdat'ın ve 830' da Beytü 'l-Hikme'nin tesis edilmesi, Bağdat'ı bes-leyen önemli kültür merkezlerinden sürekli olarak bilgin ve filozofla-rın akın etmesi gibi nedenlerden dolayı, kendi içerisinde iki evre gös-termektedir. Birinci evrede, tercüme, sistematik olarak yürütülen, çe-virmen kadrosu, bütçesi, müstensihleri ve diğer müştemilatıyla

ku-rumsal bir faaliyettir.16 Sekizinci yüzyılın sonlarına doğru teşekkül eden ikincisindeyse, artık özgün bilimsel faaliyetler ortaya çıkmaya başlamıştır. Matematikte dönüm noktalarından biri olan Havariz-mı'nin cebir üzerine yazdığı eseri, Euclides'in Element'lerinin

çeviri-sinden yaklaşık yarım yüzyıl sonra (813-830 arası) telif edilmiştir. Bu durum, hem çevrilen bilimsel metinlerin Yunanca metinlerle sınırlı olmayıp Hint düşüncesi gibi başka kaynaklardan yararlanıldığını, hem 14 İbnü'n-Nedim İslam dünyasında

tercümelerin nasıl başladığını şöyle anlatır:

"Muaviye 'nin tonınu Halid'e (Halid b. Yezid b. Muaviye), Mervanoğullarının bilgesi denilir. Bilimlere karşı büyük bir sevgisi ve ilgisi vardı. Simya hakkındaki Yunanca ve Kıptca kitapların Arapçaya çevrilmesini emretti. Bu, İslam dünyasında bir lisandan öbürüne yapılan ilk çeviridir. Daha sonra Haccac'ın zamanında Farsça yazılmış "Divan" aldı eser, Salih b. Abdurrahman tarqfından Arapçaya çevrilmiştir". Bkz.

İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, nşr. İbrahim Ramazan, Beyrut, Diiru'l-Ma'rife, 1994, s. 300.

15

Emevilerle birlikte başlayan tercüme faaliyetleri, Sekizinci yüzyılın başlarında Ab-basi yönetimiyle birlikte, bir Tercüme hareketi haline gelmiştir. İbnü'n-Nedim, siste-matik ve kurumsal anlamdaki çeviri faaliyetlerinin başlagıcını efsanevir bir hikayeye

dayandırmaktadır. Hikayeye göre Abbasi halıfesi Memun, bir gece rüyasında Aristo-teles'i görür. Ona, "güzel olan nedir?" diye sorar; filozof "akla göre güzel olandır" cevabını verir. "Sonra nedir?" diye soran halife, "dine göre güzel olandır" ve nihayet üçüncü olarak "halka göre güzel olandır" cevabını alır. Bu rüya üzerine halife, Bi-zans kralına bir mektup yazarak, Roma devletinin Hıristiyanlığı kabul edişinden beri

İstanbul'a üç gün uzaklıkta kraliyet mahzenlerinde kilitli tutulan kadim eserleri talep eder. Daha sonra halife Memun, ileride Beytü '1-Hikme'nin kurucuları arasında yer alacak olan Haccac b. Matar, Huneyn b. İshak, Kosta b. Luka el-Baalbeki ve İbnü'I­

Bıtrik öncülüğünde bir heyeti İstanbul'a gönderir. Heyettekiler seçtikleri kitapları ala-rak Bağdat'a geri dönerler. Halife felsefe, mantık, geometri, aritmetik, astronomi, tıp

ve musiki ile ilgili bu eserlerin derhal Arapçaya çevrilmesini emreder. Böylece siste-matik ve kurumsal anlamda tercümeler başlar. Bkz. İbnü'n-Nedim, a.g.e., s. 301.

16

De Lacy O'Leary, Arabic Thought and /t's Place in History, Londra, Routledge and Kegan Paul, 1954, s. 105.

(8)

de bilimsel çalışmaların çeviriler ve bunların öğretimiyle sınırlı olma-yıp özgün nitelikte olduğunu gösteriyor. Bu nedenle şimdiye değin

iddia edildiğinden farklı olarak denilebilir ki, tercüme hareketi özgün bilimsel çalışmaları doğurmamış; tam aksine, İslam dünyasında yara-tılan kültür ortamı içerisinde gelişen bilimsel düşünce, tercümelerin yapılmasını gerekli kılmıştır.17

Emeviler devrinde yapılan tercümelerin bilimsel metinler olmadığı ve bunun nedeninin hastahane ile askeri islahat gibi pratik ihtiyaçlar yahut kişisel meraklar olduğu kabul edilmektedir. Sekizinci yüzyılın sonlarında Ahrun'un Süryanice tıp ansiklopedisi, Aristoteles ve kral

İskender arasındaki mektuplaşmalar ve simyayla ilgili eserlerin çev-rilmesi sözü edilen pratik ihtiyaçlarla ilgilidir. 18 Metin tercümelerinin Abbasiler devrine göre oldukça mütevazı kaldığı Emeviler devriyle ilgili değerlendirmelerde, tercüme ile onun içerisinde ele alınması ge-reken kültürel aktarım ayrımı yapılmadığından, Emeviler döneminin

İslam düşüncesinin şekillenişinde pek az etkili olduğu sanılmıştır. Bu dönemde her ne kadar metin tercümeleri sınırlıysa da, şifahi olarak yahut tecrübe aktarımı yoluyla başka kültürlerden yararlanılmıştır.

Sözgelişi; Kur'anın anlaşılmasında İncil yahut Tevrat tefsirlerinden

şifahi yollardan yararlanıldığı bilinmektedir. İlahiyat dışında tarih, astroloji ile diğer bilim ve zenaatlarla ilgili olarak da, şifahi tercümey-le, sadece genel kültürden değil, Yunanca yahut Farsça yazılmış kay-naklardan da faydalanılmıştır. 19 Abbasiler devrinde de devam eden bu teamül, 751 yılında kağıt yapım teknolojisinin Çinli savaş esirlerinden öğrenilmesine değin çok çeşitli alanlarda uygulanmıştır. Şu halde, Emeviler döneminin, İslam düşüncesinin şekillenişi ve kurumların ge-liştirilmesinde Abbasiler devrinden daha az etkili olmadığı söylenebi-lir.

Onuncu yüzyıl ortalarından itibaren tercümelerin azalmasının ne-deni, ilgi duyulan seküler metinlerin tamamıyla Arapçaya kazandırıl­ mış olmasıdır. Tercümeler ve öğreticilerle kurulan bilimler dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren, tercüme edilen metinlerdeki teorik düzeyi aştığından, bu metinler geçerliliğini yitirmeye başlamış. ve artık ter-cümeler devri de kapanmaya yüz tutmuştur. Zira Ali b. Abbas el-Mecusi ile İbn Sına tıpta; el-Battani, el-Birfuıı ve el-Havarizmi astro-17

Gutas, a.g.e., s. 137.

18

Gutas, a.g.e., s. 24.

19 Sözgelişi X. yüzyıl tarihçisi Hamza el-İsfahani (ö. 961), Yunan ve Roma tarihiyle

ilgili bir bilgiye ihtiyacı olduğunda, yaşlı bir yunanlıdan, Arapçayı bilen oğlu Yumn

vasıtasıyla Yunanca bir tarih kitabından şifahi çeviri yapmasını istediğini belirtmek-tedir. Bkz. Gutas, a.g.e., s. 23.

(9)

nomi ve matematikte; İbnü'I-Heysem fizikte, Farabi ve İbn Sina man-tık ve felsefede geçerli olan fikirlerin sergilendiği başarılı çalışmalar

yapmışlardır.20

Tercüme edilen metinlerin teorik olarak aşılmış

oldu-ğu kanaatini güçlendiren delillerden birisi de İbn Sina tarafından ileri sürülmüştür. O, Süryani mütercim ve mantık hocalarının, Aristoteles mantığını iyi anlayamadıkları ve metafiziği Hıristiyan akidesiyle

ka-rıştırarak saptırdıkları eleştirisini yöneltmiştir.21

Bununla birlikte, ter-cüme edilen metinlerin teorik düzeyinin aşıldığı kanaatine bir tepki olarak, Onbirinci ve Onikinci yüzyıllarda özellikle Endülüs'te yeni bir bakış açısı doğmuş ve antik metinlerin yeniden ele alınmasına yönelik bir hareket oluşmuştur.

Tercüme çalışmalarının, ilkin dönemin siyasi rejiminin himayesi altında yürütülmesi, peşisıra Beytü 'l-Hikme'nin çatısı altında kurum-laşması, tercüme çalışmalarının yan mahsülleri olarak çeşitli yöntem-lerin geliştirilmesini sağlamıştır. Zira tercüme çalışmalarının olumlu sonuçlarından biri de, tahkik tekniğinin geliştirilmesi olmuştur. Tah-kik tekniğine göre yapılan çeviriler, ilkin Yunanca ve Süryanice yaz-ma nüshaları karşılaştırarak hatalardan arındırılmış güvenilir bir

met-nin elde edilmesinden sonra, bu metni esasa alarak gerçekleştirilmiş­ tir. Huneyn b. İshak, bu tekniği kullanan mütercimlerdendir.22 Tercü-me çalışmalarının, bilimsel terminoloji sorununun gelişmesinde ö-nemli bir payı vardır. Çünkü başka lisandan bir lafzın, hem lügat hem de teknik anlamı bakımından Arapçayla karşılanması, İslam dünya-sında yeni bir çalışmaydı. Tercümelerin anlam esaslı yahut kelime-kelime yöntemleriyle yapılması ve daha önceki tercümelerin, orijinal eserlerdeki anlamları daha iyi ifade etmek üzere tekrar yapılması, terminoloji sorununu yaygınlaştırmıştır.23 Antikçağdan tercüme edilen eserler arasında İslam düşüncesini en derinden etkileyen disiplinler arasında, mantığın ayrı bir yeri bulunmaktadır.24 Öyle ki, mantık, doğ­ ru düşünme ve kesin bilgi yöntemi olarak, felsefeden ayrı görülmüş­ tür.25 İslam düşüncesinde Sekizinci yüzyılın başlarında tercümelerle birlikte ortaya çıkan mantık çalışmaları, Osmanlı düşüncesinin

sonla-20

Gutas, a.g.e., s. 152-153.

21 İbn

Sina, Kitıibu 'l-Mubıihasıit, (Aristo ınde 'l-Arab içinde), tah. Abdurrahman Be-devi, Kuveyt, 1978, s. 120.

22

Rosenthal, a.g.e., s. 21.

23

Gerard Chamy, el-İşkıiliyyetu 'l-luğaviyye fi 'l-felsefeti 'l-Arabiyye, Beyrut, l 984, s. 25; Franz Rosenthal, Knowledge Triumphant, Leiden, 1970, s. 196-203.

24 --İbrahim Medkur, L 'organon d'Aristote dans le Monde Arabe, Paıis, Libraire

Philosophique J. Vrin, 1934, s. l.

25

(10)

rına değin gelişerek bir mantık geleneği teşekkül etmiş ve binlerle ifa-de edilebilen bir mantık literatürü oluşmuştur. Bunun başlıca nedenle-rinden biri, Farabi ve onun şekillendirdiği İslam mantık okulu nien-sfıplarının, Aristoteles mantığını, Arap dilbilimi ve usfıl-ü fıkhın so-runlarıyla birlikte ele almaları zikredilebilir. Dil ve yöntem sorunları,

İslam düşüncesinin en özgün alanlarından birini oluşturmaktadır. Mantığa karşısav olarak başlayan genel geçer bir yöntem arayışı, Do-kuzuncu yüzyıldan başlayarak Onsekizinci yüzyıla kadar gelişen bir metodoloji literatürünü vücuda getirmiştir.26

Tercümeler dönemiyle ilgili işaret edilmesi gereken başka önemli hususlar da vardır. Bunların başında tercüme programına alınan eser-ler arasında, didaktik olanlar dışında Yunan şiiri, trajedisi yahut ko-medisine hiç yer verilmemesi zikredilebilir. Zira tercümeler, felsefe, tıp, matematik ve astronomi gibi seküler bilimsel metinlerle sınırlan­

dırılmıştır. Edebi eserlerin tercümesi bahis konusu olunca, İran ve Hint gibi doğu medeniyetlerinin mahsülleri tercih edilmiştir. Diğer önemli husus olarak, tercüme faaliyetleriyle Arapçaya kazandırılan eserlerin önemli bir kısmının asıllarının, zamanla ortadan kalkıp, yal-nızca Arapça tercümeleriyle mevcudiyetlerini devam ettirmiş olmaları gelmektedir. Bu eserler, Hıristiyan Ortaçağından günümüze değin sü-ren yeni bir tercüme çalışmasıyla, Arapçadan tekrar Yunancaya yahut Latinceye çevrilmişlerdir. Bu eserlerin müellifleri arasında Aristote-les, Galenus, Euclides, Theophrastos, Afrodit'li Aleksandros, İsken­ deriye'li Hero, Sidon'lu Dorot-heus, Porphyrius, Damascus'lu Nicolaus ve Proklus gibi filozoflar yer almaktadır.27

Tercüme hareketi her ne kadar Bağdat' da kurumlaşmış ve bundan dolayı Tercümeler Devri, Bağdat ve orada kurulan Beytü 'l-Hikme'yle

birlikte anılır olmuşsa da, kadim kültürler ile yaşayan malumatları İs­ lam düşüncesinin kültür haznesine doldurmakta olan ve önemli bir kısmı Bağdat'ı beslemekte olan kültür damarları bulunmaktaydı. Bas-ra ve Küfe gibi ABas-rap dilbilimi ve İslami bilimlerin incelendiği yakın merkezlerin yanı sıra, güneyde İskenderiye, kuzeyde Antakya, Diyar-bakır ve Harran, doğuda Semerkand, Taşkent, Horasan, Cündişapur ve batıda Endülüs, Bağdat gibi çokkültürlü toplum yapısına sahip, çevre kültürlerden beslenen ve birikimlerini Bağdat'a aktaran önemli

26

Farabi, "Mantıkta Kullanılan Lafızlar: İnceleme ve Çeviri", çev. Sadık Türker,

Kutadgubilig, İstanbul. 2002, sayı 2, s. 93-178, (İnceleme bölümü) s. 98.

27

(11)

merkezlerdi.28 Bu kültür merkezleri ile İslam dünyasının kalbi olan Bağdat arasındaki bilgi ve kültür sirkülasyonu ayrıca incelemeğe de-ğer bir konudur. Çünkü genellikle konuyla ilgili incelemelerde, İslam kültürünün Antikçağ Yunan düşüncesinin güçlü çekimi altında bulun-duğu kabul edilerek, çevre kültür merkezlerinden Bağdat' a gelen etki-ler, ihmal edilmektedir. Halbuki özellikle matematik ve astronomiyle ilgili güçlü eserler, doğudaki kültür merkezlerinden yetişen bilginler

tarafından yazılmıştır. ·

Tercümelerin İslam düşüncesinin gelişimine büyük katkı sağladığı

şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak, tercüme faaliyetlerinin İslam

düşüncesinde meydana getirdiği etki ile İslam düşüncesinde özgün olarak geliştirilmiş fikir, bilim ve kurumların ayrı cephelerde bulun-duğu belirtilmelidir.29 Hatta tercüme edilen eserlerin, İslam düşünce­ sinin özelliklerine uygun bir şekilde aktarıldığı, asıllarıyla aralarında belirli anlam farkları bulunduğu hatırlatılmalıdır. İslam dünyasında geliştirilmiş kurum ve fikirlerin yanısıra, bu anlam farklılıkları dahi,

İslam düşüncesine özgü hususiyetler arasında yer almaktadır.30

Tercüme denilince, genellikle aklımızda canlanan, ekseriyetle bir eserin, başka bir lisana yazılı olarak aktarılmasıdır. Bu, dar ve teknik anlamdaki tercümedir. Her ne kadar teknik sayılmasa da, şifahi ter-cümelerin bir kültürün şekillenmesindeki etkisi göz ardı edilemez. Ta-rihte tercüme olayının başlamasının nedenlerine bakıldığında hep, iki farklı kültüre mensup insanlar arasında bir bilgi ve tecrübe alış verişi görülür. Şu halde, tercüme ile onun gerçekleşmesine yol açan kültürel aktarım yahut sirkülasyon birbirinden ayrılmalıdır. Kültürel aktarım,

28 Aydın Sayılı, The Observatory in lslam, 2. bsk., Turkish Histoıical Society Series VI I no: 38a, Ankara, TTK, 1998, s. 50.

29

Rosenthal, The Classical Heritage in lslam, s. xvi.

30 Mes.bkz. Fahruddin er-Razi, el-Mebdhısu 'l-meşrıkiyye, nşr. Mu'tasım Bi'llah

El-Bağdadi, 2 c .. Beyrut, 1990, 1., s. 275. Bu durum, Yunanca aslı kaybolup Arapçadan Yunancaya yahut İngilizceye çevirisi yapılan eserlerdeki deyimlerin anlam kayması­

na maruz kaldığını farkeden Müsteşrikler tarafından yakın bir geçmişte dile

getiril-miştir. Sözgelişi Rosenthall. Yunanca ''entelekya" kelimesinin Arapçada çoğunlukla

"kemal'' yahut "tamam·• deyimleriyle karşılandığını ve fakat ''kemal'" deyiminin İngi­ lizce karşılığı olarak önerilen "entelechy" kelimesinin uygun olmayıp. --perfection'' deyimiyle karşılanması gerektiğini söyler. Bkz. Rosenthall, The Classicaf Heritage in lslam, s. xvii. Dil ve mantık tartışmalarını nakleden Tevhidi'ye dayanarak, bu

gerçe-ğin farkına dokuzuncu yüzyılda varıldığı söylenebilir. Kelamcı ve dilbilimciler. bir lisanda ifade edilmiş bir düşüncenin başka bir lisana olduğu gibi çevrilemeyeceğini,

zira bahis konusu düşüncede birtakım değişmelerin zorunlu olarak meydana

gelece-ğini iddia etmişlerdir. Bkz. Ebu Hayyan et-Tevhidi, Kitiibu 'l-lmtii' ve 'l-muiinese, 3

c., tah. Ahmed Emin-Ahmed ez-Zeyn, Beyrut, Mektebetü'l-Asıiyye, (Tarihsiz), III.,

(12)

bir kültürün şekillenmesinde tercümelerden daha az etkili değildir. Bu nevi fikri aktarımlar, kültürler arasında sürekli olarak cereyan eder. Ancak, teorik bir zeminden yoksun bulunduğundan, bu olaya tercüme denmez. Yine bir zenaatın, hakkında yazılmış bir eser olsa dahi ter-cüme yoluyla bir başka kültüre aktarılamayacağı bir gerçektir. Tecrü-benin aktarılması demek olan bu türlü kurumsal teşebbüsler, ekono-mik yahut siyası bir iradenin himayesinde insan istihdamıyla müm-kündür. Bu da, bir tercüme değildir.

Medeniyetler tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak görünen kurumsal tercümeyse, bir düşünce, bilim, sanat yahut zenaatla ilgili bir eserin, başka bir lisana teknik olarak çevrilmesinden daha fazla

an-lam ifade eder. Ortaçağı tahayyül edersek, bir Arap tüccarın, yüksek kapasiteli gemilerle ticaret yapan, diyelim Venedikli bir tüccardan, "malların naklinde maliyeti düşüren teknolojiler" hakkında aldığı bil-gi, teknik anlamıyla tercüme değildir. Ne var ki, gemi teknolojisi ko-nusundaki bir eserin teknik anlamıyla çevrilmesi de, o kültür içerisin-deki insanların böyle bir gemiyi inşa etmesini sağlamaz. Bunun için, sadece bilgi değil, tecrübenin ve alt-yapıyı oluşturan bazı kurumların da aktarılması gerekir. Buysa, asla yazılı olarak yapılamaz. Öyleyse kurumsal tercüme, bir kültürün, kurumlarını güçlendirmek, yeni ku-rumlar, zanaatlar yahut bilimler ihdas etmek maksadıyla yürüttüğü ya-rı teorik, yaya-rı pratik planlı bir faaliyettir. Zira kurumlaya-rın oluşturulma­ sı yahut geliştirilmesi için, yalnızca metin tercümesi yeterli değildir; fikrin aktarıldığı kültürde bahis konusu kurumun nasıl işletildiğini, zanaat yahut bilimin nasıl uygulandığını gösterecek öğreticilerle ter-cüme faaliyeti takviye edilir. Terter-cümede güdülen teorik amaç, uygu-lama süreciyle tamamlanır. Sözünü ettiğimiz kurumsal tercüme, bir medeniyetleşme aşaması olarak, sözgelişi bir üniversite bünyesinde yapılan sistemli çevirilerden farklıdır. Burada, siyasi bir iradenin yö-netiminde, planlanmış, halkın ekseriyetinin iradesine mutabık olarak

gerçekleştirilen bir faaliyet söz konusudur. İslam dünyasında Sekizin-ci ve Onuncu yüzyıllar arasında meydana gelen ve ardından bilim ve zenaatların kalıcı bir şekilde geliştirilmesini sağlayan tercüme hareke-ti, bu saydığımız özelliklerinden dolayı, tarihin herhangi bir kesitinde görebileceğimiz herhangi bir tercüme olayından tamamen farklı bir konumda yer almaktadır.

Kaynakça

Armstrong, AH.: The Cambridge History of Later Greek and

(13)

Chamy, Gerard: el-İşkdliyyetu 'l-luğaviyye fi 'l-felsefeti 'l-Arabiy-ye, Beynıt, 1984.

Farabi: Kitdbu Arai ehli 'l-medfneti 'l-fr:izıla, talı. Elbir Nasri Nadir,

Beynıt, 1991; "Mantıkta Kullanılan Lafızlar: İnceleme ve Çeviri", çev. Sadık Türker, Kutadgubilig, İstanbul, 2002, sayı 2, s. 93-178.

Gutas, Dimitri: Greek Thought Arabic Culture: The Graeco-Arabic Translation Movement in Baghdat and Early Abbasid Society,

1. bsk., Londra, Routledge, 1998.

İbn Sina: Kitabu 'l-Mubahasat, (Aristo ınde 'l-Arab içinde), talı.

Abdurrahman Bedevi, Kuveyt, 1978.

İbnü'n-Nedim: el-Fihrist, nşr. İbrahim Ramazan, Beyrut, Daru'I-Ma'rife, 1994.

Laertius, Diogenes: Lives of Eminent Philosophers, 2 c., Londra, William Heinemann, 1966.

Lewis, Bernard: The Arabs in History, 6. bsk, Oxford, Oxford

University Press, 1993.

Medkfır, İbrahim: L 'organon d 'Aristote dans le Monde Arabe,

Pa-ris, Libraire Philosophique J. Vrin, 1934.

Montgomery, James: Review, (Religion and Culture in Medieval Islam, ed. R.G. Hovannisian, G. Sabagh, Cambridge, Cambridge

University Press, 1996), Journal of Jslamic Studies, Mayıs 2001, c. XII, sayı: 2, s. 182-184.

O'Leary, De Lacy: Arabic Thought and It's Place in History,

Londra, Routledge and Kegan Paul, 1954.

Picard, Emile: De la Methode dans les Sciences, Paris, 1928.

er-Razi, Fahruddin: el-Mebdhısu 'l-meşrıkiyye, nşr. Mu'tasım Bi'llah El-Bağdadi, 2 c., Beyrut, 1990.

Rescher, Nicholas: "Arabic Logic", The Encyclopedia of Philo-sophy, IV., s. 525-527.

Rosenthal, Franz: Knowledge Triumphant, Leiden, 1970; The

Classical Heritage in Islam, çev. Eınile-Jenny Marmorstein, 1. bsk.,

Londra, Routledge & KeganPaul, 1975.

Sayılı, Aydın: The Observatory in /slam, 2. bsk., Turkish

Historical Society Series VII no: 38a, Ankara, TTK, 1998.

Schacht, Joseph: İs/dm Hukukuna Giriş, çev. M. Dağ, A. Şener, Ankara, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yay., 1977.

(14)

et-Tevhidi, Ebu Hayyan: Kitabu '1-İmta' ve '1-muanese, 3 c., talı. Ahmed Emin-Ahmed ez-Zeyn, Beyrut, Mektebetü'l-Asriyye, (Tarih-siz).

Ülken, Hilmi Ziya: Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstan­

Referanslar

Benzer Belgeler

In the group that received a single dose of mebendazole (4dpi) in combination with IL-12 injections (4-13dpi), mild meningitis was observed, and most of the infiltrated

Kinetic parameters such as prompt neutron generation times, delayed neutron fractions for different TR-2 cores were calculated U-.. Two calculations were made for

Moda burnunun sakin bir köşesindeki köş­ künde hayata gözlerini yuman Ahmed Ferid Tek’in tek çocuğu Emel Esin, sözleri sık sık hıçkırıklarla

Burak ve Erbil resimlerini Ayvalık’ta sergiliyor # GEÇENLERDE YİTİRDİĞİMİZ RESSAM PEKER'İN BAŞLATTIĞI «AYVALIK SANAT ETKİNLİKLERİ» BU YIL DA

/ Paran varsa eğer / bana fanila bir don al, / tuttu bacağımın siyatik ağrısı, / Ve unutma ki / daima iyi şeyler düşünmeli / bir mahpusun karısı.. Bir tahta

Saltan T Murad'm kt:t Fehime Sultan. c.vv/©l SÎ2.1Y ÎQîr). Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha

Müşir Fuat Paşanın mahtunru olup îstanbulada doğmuş. va tahsilini Galatasaray Lisesinde