4 4 GA7FITPA7AR
SİN EM A
7 Eylül 1997
Esin KÜÇÜKTEPEPINAR
A
nkara Merkez Kapalı Cezaevi sübyan koğuşu isyanı sonrasında yazılan "Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz" adlı bir roman ve daha sonra adı "Duvar/Le Mur" olarak değiştirilen "Camlan Kırın Kuşlar Kurtulsun" filmi.1981 yılında Türkiye'den kaçarak sığındığı Fransa'da, yaşamından geriye kalan üç yıllık kısa zaman diliminde yaptığı işlerden biriydi "Duvar" filmini çekmek. Sonunda, kahramanlarla hapishanenin adeta
özdeşleştiği Güney filmlerinin son ve en belirgin örneğini veriyordu. Oyuncu ya da yönetmen olarak birçok filmde hapishane hep "kötü yazgı"mn, "kıstırılmış olmanın" sembolüydü. Gerçek yaşamında olduğu gibi filmlerinde de hapishaneyle içiçe oldu, bu kapalı alanları kahramanların neredeyse vazgeçilmez mekâm haline getirdi. "Prangasız Mahkûmlar" da afdan yararlanan bir mahkûm, "İkisi de Cesurdu" da cinayet suçundan yattığı hapishaneden yeni çıkan bir kişiydi. "Zımba Gibi Delikanlı" da
çaresizlikten veznedarı soyup, istemeyerek de olsa adam öldürünce hapsi boyladı. "Zavallılar"da
hapishane işsiz, güçsüz ve çaresiz insanlar için bir sığınak, karınlarını doyuracak bir başka mekândı. "Baba" filminde ise kahramanımız ailesini geçindirmek umuduyla işlemediği bir suçu üstlenerek düştü mapushaneye. "Yol" ve son filmi "Duvar"da da hapishaneyi öne çıkararak yaşanılan, yaşanmak zorunda kalman bir yer olarak filmin ana konusu yaptı. Güney'in
filmlerinde hapishane olgusunu tek
başına yer almıyor kuşkusuz. Genellikle toplumda tutunamamış, yenilmekte ve tükenmekte olan yalnız insanlan arılattı. Acıyı tümüyle tatmışlar, ya da kıstırılmış olmanın sonucu tadacak olan insanlardı. Onlar için yalnızca hapishane değil, a c ı, hüzün, açlık, umutsuzluk ve ölüm de kaçınılmazdı. En savlı filmlerinden en terimsel yapımlara dek bu köşeye sıkışmış inşam oynadı ve geniş yığınlarla şaşırtıcı diyaloglar kurmayı başardı. "Oyuncu, insanın evrensel niteliklerini durmadan yenileyen, onu türlü biçimlerde kendi hayatına ortak eden yüce kişidir. Oyuncuya
13 YIL ÖNCE YAŞAM A VEDA EDEN YILMAZ GÜNEY VE
_______ "BU VATANIN ÇO CUKLARIM DAN "DUVAR"A:
"Camları
>
kırın kuşlar
l ^ ı ı ^
ı ■
I
I I
Hudutların Kanunu 1966 (üstte), Yarın So n Gündür 1971 (yukarıda),Um ut 1970 (aşağıda), Kozaroğlu 1967 (yanda) 1Y
alkışladılar filmleri. Bunu gerçekleştiren kahraman ise bir kurtarıcı gibi görülmeye başlandı. Kollektif bir hesaplaşma nm, bir öç almanın simgesi oldu. "Western" filmlerini çağrıştıran atmosferlerde, yumruk, silah ve kadınlarla dolup taşan filmlerinde Güney, tüm "erkeksi" mücadelesine karşın ifadesine oturttuğu hüzün ve yalnızlıkla bütünleşti ve 1966 tarihli filmi "Çirkin KraT'ın adıyla anılmaya başladı. Bu arada oyuncu olarak hiç bir zaman tek bir tipe veya türe bağlanmadı ve senaryosuna katkıda bulunduğu, Lütfi Akad'ın çektiği
"Hudutların Kanunu", Türk sinemasındaki gerçekçi çizginin en başarılı ürünlerinden biri oldu. Yine sinemasından çok etkilendiği Akad'ın yönettiği "Kızılırmak-Karakoyun"da Anadolu insanının gerçekçi ve derinlikli portresini çizdi.
CABBAR'IN UMUDU
Tüm umudunu bağladığı gömüyü bulamayınca çaresizliğin hüznü ile ellerini havaya kaldırıp
umutsuzluğunu haykırdı arabacı esnafından C abbar... Yılmaz Güney "Umut"la yapay kahramanlardan soyutladı kendini. Adeta özyaşam öyküsünü yansıttığı bu şiirsel sinema anlatımının ardından yol açılmıştı. Bu kez gerçek ezileni, gerçek kıstırılmış kişiyi oynamaya başladı. İlk
dönemlerde kendi bilinçli eğilimiyle
gösterilen saygı, insanın kendi benliğine duyduğu saygıdır aslında. Ve ben canlandırdığım her karakterle halkın içinden birisi olarak önce onlarla özdeşleşiyor ve kendime saygı duyuyorum".
İLK MAPUSLUK
Atıf Yılmazda tanışarak 1958 yılında oyuncu, senarist ve yönetmen yardımcısı olarak başladığı sinemanın yanısıra öyküler de yazıyordu
dergilerde yayınlanan. 1956'da çıkan bir öyküsünde komünizm
propogandası yaptığı gereçesiyle yargılandı ve 1,5 yıl hapse mahkûm oldu. Mapusluk sonrası tekrar sinemaya dönen Güney, küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde rol aldı ve zaman zaman senaryo yazınımdan çekime kadar bu filmlerin bütün
aşamalarında çalıştı. Kabadayıların, fedailerin, kiralık katillerin
dünyasının ağırlıkta olduğu, kavgalı döğüşlü "On Korkusuz Adam" (1964), Kasımpaşah (1965), "Silahların Kanunu" (1966) gibi filmler çıktı ortaya. Ezilen, itilen ama yazgısını kabullenmeyip kötülüğe karşı direnen, adeta "silaha mecbur", dürüst ve cesur "Anadolu çocuğu" tiplemesi taşra izleyicisi tarafından çok tutuldu. Güney'in her toplumun dışladığı gangsterler ve katillere karşı verdiği mücadeleyi izleyici takdir etti. "...O günün eğilimleri ne ise, aşağı yukarı onu seçiyordum. Mesela sinemaya getirdiğimiz kabadayılık, döğüş, avantür gibi şeyler vardı ama bazılarının yozlaştırdığı gibi değil, içinde barındırdığı gerçeklerle ortaya koyduk"...
ÇİRKİN KRAL
*Bu bilinen kötülerin "şiddet" yöntemiyle bile ortadan kalkması seyirciyi rahatlattı. Haksızlıklar
karşısmda kendini muktedir hissetmeyen sıradan insanlar, beyazperdenin yanılsamalar dünyasıyla avundular, dışa
vurulmayan öfke ve kinle
de olsa seyirci onu koşullandırmışti, sonraları ise o seyirciyi belirli bir yere kadar getirerek çatışmanın ana hedefleri ve nedenleri üzerine
düşünmeye zorladı. 1970 öncesindeki yapay olaylar ve kahramanlar yerini sahici kişiliklere bıraktı. Sömürü, yoksulluk ve eşitsizlikle büyüyen toplumsal sorunlar... Gangsterler arasındaki çatışma bu kez sınıfsal bir tabana oturtularak anlatılmaya başlandı. Güney'in tutkularım ve duygusallığını sergileyen
"Umutsuzlar", 15 yıl hapis yattıktan sonra bilinçlenen kahramanıyla "Acı", başkasının işlediği cinayeti üstlenen "Baba", folklorik yaklaşımıyla "Ağıt", bir kentsoylu çevresinin içindeki hesaplaşmayı anlattığı "Arkadaş" geldi sırayla.
Dış dünyada yaşayan
kahramanların, hapishaneden daha zor koşullarla karşı karşıya gelmesiyle tükenmenin bir başka örneği ve "Yol"... 1974'de, bu kez cinayet suçuyla tutuklanan ve 1981 yılında cezaevinden firar ederek Fransa'ya sığman Güney, senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören'in yönettiği "Yol" ile gündeme geldi.
1982 Cannes Şenliği'nde, Costa Gavras'm "Kayıp/Missing" filmi ile Altın Palmiye ödülünü paylaştı ve Fransız eleştirmenlerin ödülünü kazandı. Güney'in senaryolarım hapiste yazdığı, olgunluk çağının birkaç diğer ürünü de aynı kaderi paylaşmıştı. Başka yönetmenler tarafından, ama sanatçının denetimi ve önerileriyle gerçekleşen filmlerdi bunlar. "Endişe"ye Güney başladı, son tutuklamasından önce Şerif Gören tamamladı, "Zavallılar"ı ise Atıf Yılmaz.
"Bana kendi dilinde bir şarkı söyle, Kimin adına olursa olsun, Yeter ki çığlığın senin olsun, Belki anlamam dediğim ama, kendi dilinde olsun (...)" Emel Mesçi'nin bestelediği bu şiirinde olduğu gibi kendi dilinde son bir film çekti. Fransa'da 1984
tarihinde çektiği "Duvar" dan soma aynı yılın 9 Eylül'ünde henüz 47 yaşım sürerken, Paris'te kansere yenik düştü.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi