CBMHURfrn
19
p u r 1977
i r i
n%Li
YE Dİ
SANAT - EDEBİYAT
Zekeriya Sertel’in 25 yıllık
Kosta D APONTE (PARİS)
sürgün
yaşamı sona eriyor
(Fotoğraf: Ara Güler) Bugün şeksenalti yaşında olan hayattaki en
eski Türk gazetecilerinden Zekeriya Sertel, bur* dan birkaç hafta önce bize »90 yaşıma kadar ya şamaya karar verdim.. Ondan som a hepinize Al lahaısmarladık diyeceğim», derken ülkesine dft- nebilmesini engelleyen «yasağın» bu kadar ça buk kaldırılabileceğini ummuyordu. Gerçekten herşey çok hızlı olm uş ve 21-34 ocakta Fransa'nın Tours kentinde toplanan Uluslararası Gazete Sa hipleri Federasyonu yönetim kurulu, Sertel ön bi ran önce yurduna dönebilmesi için Cumhurbaş kanı Korutürk Ue Başbakan Demir el'e çağrıda bulunmasının hemen arkasından CTuslararası Ba sın Enstitüsü (IPI) de aynı yolu izlemişti. Arka sından bir Türk parlamenteri Mecliste bu konu da bir soru önergesi verecek ve İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk de geçtiğimiz hafta sonunda bu önergeyi yanıtlarken Sertel'in Türkiye'ye dönme sini engelleyen bir durum kalmadığım açıklaya caktı.
Bu açıklama 1969'dan beri, kna Yıldızla be raber Paris’in bir banliyöstnda ye şayan Zekeriya Bertel’e ayni gün, ytrmibeş yıldır beklenen bir
«müjde» olarak İletilmişti.
Montreull Belediyesinin yakınlarında, Paul Valllant Couturier caddesinin 7 numaralı apartı- manın üçüncü katında oturan Zokeriya Sertel bizi heyecanla karşıladı. Sevincinden doğru dürüst uyku uyumamıştı... Türkiye’deki dostların dan telgraflar almaya başlamıştı. Bu arada ev te lefonu da eık sık çalıyor ve dostlan, yakınlan tarafından kutlanıyordu.
Zekeriya Sertelü, 1969 sonlarında Paris'e gel diği günlerde Montpamasse yakınlarında yerleş tikleri Hotel Nicole’un bir odasında görmüştüm ilk kez. O günlerde Türkiye’ye aönebüeceği ken disine duyurulmuş ve yalnızca vatandaşlık hakkı nı kullanarak yurda girebileceği söylenmişti. Ara lık ayında uçakla Yeşilköy’e kadar gittikten son ra 24 saat Çınar Otelinde tutulmasını ve ertesi gün yine Paris’e iade edilmesini bir türlü unuta madı, yedi yıl süresince, «Hayatımın en acı se rüveni» diyor o gün İçin...
Paris’te en çok heyecanlandığı günlerden biri de, CHP Genel Başkanı Eoovit’in işçi ve öğrenci lerle yaptığı toplantı olmuştu. Bülent Eoevlt'l gör mek, elini sıkmak İçin kalabalıktan çekinmemiş, kürsünün arkasına bile çıkmış, ancak gürültü içinde CHP lideri ile yalnızca selâm laşm ış tı. Ece- vit de bu beyaz saçlı dedenin Zekeriya Sertel ol duğunu oteline döndükten sonra öğrenecekti..
«Eski dostlarımın çoğunu yitirdim, yeni ku şaklar da beni tanımıyor, bakalım ytrmibeş yıl dır görmediğim memleketimle buluşmam nasıl olacak?» diye heyecanlı bir merak içinde bulunan Zekeriya Sertel çeyrek yüzyıl uzakta kalmasına rağmen, temiz, akan ve öa bir Türkçe ile konuş maya
başlıyor-— 2S yıllık zoraki sürgün yaşamınızın başlan gıcını anlatır mızmız?
Z. SERTEL — Büyük serüven, matbaamın yı kılması İle başlar. O vakit yalnız matbaayı yıkıp kırk yılda kurduğum müesseseyi de yıkmakla kalmadılar.. Bütün yaşantımı da altüst ettiler. Çünkü o günden sonra artık sürekli olarak göz hapsinde İdim. Yaşamımı İm kânız hala getir mek İçin ne lâzımsa hepsini yaptılar. Adeta ken di yurdumda bir yabana durumuna düşmüş bu lunuyordum. Dostlarım yanıma, evime geleme* olmuşlardı. Suçum neydi? O günlerde tek parti ve tek şef sistem i vardı. Oysa İL Dünya Savaşı demokrasilerin zaferi ile sonuçlanmıştı. Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Deklarasyonu yayınlan m ıştı. Bizim İçin de artık bir nevi diktatorya demek olan tek parti sistem ine son vermek ve parlamenter demokrasiye geçmek zamanı gelmişti. İşte biz bu tezi savunuyorduk. Bu davayı güttük. Memlekette demokrasinin kurulmasını istedik. Bu davranışımız o zamanki İktidarı rahatsız etti. Kanun yolu İle ağzımızı kapa yamadılar. Kaba kuvvete başvurdular ve matbaamı yıktılar. Bu arada geçen otuz yıl İçinde bizim davamız galebe çaldı. Şimdi herkes demokrasiden söa ediyor. 1961 A nayasası demokrasi prensiplerini getirdi.
— Türkiye’den ne zaman ayrıldınız?
Z. S. — İşte o vakit, aleyhimize yapılan dav ranışlar ve o günkü koşullar içinde, yaşamak bile imkânsız gibi idi. Havamızı değiştirmek ve biraz da hürriyeti soluyabileceğimiz dünyaya açılmak ihtiyacını duyduk ve 1950 eylülünde aüece Türki ye'den ayrıldık.
— tik olarak nereye gittiniz?
Z. S. — İlk başta Paris’e gittik. Dünyanın en özgür ve demokratik memleketini görmek iste dik. Paris bizim İçin yepyeni bir dünya idi.
— Paris’te ne kadar kaldınız?
Z. S. — Ben altı ay kadar kaldım. Eşim Sa hih» ile kızım Yıldız ise bir buçuk, iki yıl kal dılar..
— Paris’ten sonra nereye gittiniz?
Z. S. — Roma’ya gittik. Paris’ten Roma’ya
gitmek de hava değişimi oldu benim için. Paris’ te san at ve kültür hayatı içinde kaybolmuştuk. Roma’da ise tarihi güzellikler içinde kaybolduk.
— Bu arada hiç Türkiye’ye dönmediniz mi? Z. S. — Bu ilk çıkışımızdan sonra, ayni yıl içinde döndüm. Bir buçuk yıl kadar kaldım. An cak koşulların değişmediğini gördüm. Eşim ve kızım Paris'te kalmışlardı. 1952 yılında Türkiye’ den yurt dışına son çıkışımı yaptım. 1969 aralık ayındaki serüvenime kadar..
— İtalya'da ne kadar kaldın»? Orada ne yap tınız?
Z.S. — B ir yıldan fazla kaldık İtalya'da. Bir a ra deniz k enarında Positano adındaki balıkçı kö yünde kaldık. Dinlenm ek için birebirdi.
Ben R om a’da iken, N âzım H ikm et Viyana’ya gelm işti. Kendisiyle görüşm ek üzere Viyana’ya git tim . Ve bir buçuk yıl Viyana’da kaldım . Viyana’- d a m üzik âlem ine daldık. K onserleri ve halkının güzelliği ile çok çekici bir kentti Viyana.
Sonra hastalandım . Mide ülserim vardı. D am ar sertleşm esi de olm uştu. 15 günde 15 kilo verdim . H astaneye yatırdılar. H ayatım ın en İyi d o k to rları ve en güzel hem şirelerinin eline düştüm . «Dünya nın en güzel kadını sensin» dediğim b ir h astab a kıcım vardı. Onunla seve seve röntgen odasına ve am eliyat m asasına yatm aya hazırdım . Çok başarılı b ir am eliyat sonucunda m idem deki ülserden k u r tuldum . Ancak rom atizm alı a rtrit vücudum u sa r m ıştı. D oktorlar deniz kenarında am a k u ru b ir ik lim salık veriyorlardı. Bu arad a Nâzım ziyaretim e gelm işti. D urum u ona anlattım . «Tamam, dedi, Ba- kû bu iş için biçilm iş kaftan». Hem deniz kenarın da, hem de k u ru bir iklim di, H azer’in kıyılan.
Viyana’dan B akû'ya gittik. B akûda kalm am ızın b ir nedeni de b ir T ürk vilâyetine benzemesi idi. T ürkçe konuşuluyordu. Kendinizi bir Anadolu ken
tinde sanırsınız. AzerbaycanlIlar Türkiye’ye ve
T ürklere derin bir saygı ile bağlı, ilk gittiğimi»
günlerde şaşırdım . Taksiye binerim , şoför Türk
olduğum u anlayınca «M isafirden p ara alınmaz»
derdi. Kaldığım otelin lokantasında da Türk oldu ğum u anlayınca, haberim olmadan yemeğimi öder lerdi. G arsondan hesap istediğim zam an «Hesabı nız ödenm iştir» cevabmı alırdım . Kiminle konuş
sam m utlaka evine yemeğe davet ederdi. Azer!
T ürkleri bilhassa T ürk edebiyatına, T ü rk şiirlerine pek düşkün. Tevfik F ik re t’in şiirlerin i ezbere bil meyen ayam a rastlayam azsınız. Hatta b ir gün b ir taksiye binm iştim . Vardığım yerde ne ödeyeceğimi sorunca şoför, «Ferda, ferda ..» diye yüksek sesle F ik ret’in şiirini okum aya başladı. Onun için Ba- k û ’de kendi m em leketim de gibiydim .
— BakıVde ne kadar kaldınız?
Z.S. — B akû’de aşağı yukarı altı yıl kaldık.
— Nâzım Hlkmet’le sık sık buluşuyor muy dunuz?
Z.S. — N âzım ’a az önce söylediğim gibi, ilk kez Viyana’d a rastlam ıştım . N âzım ’İs Sovyetler
'Tabancı
bir ülkede
parasız, pulsuz
ve işsiz
yaşamak
çok zor,,
Çeyrek yüzyıl sonra Tür
kiye’ye dönmesine izin
verilen tanınmış gazete
ci Zekeriya Sertel: «Bu
haberi aldığımdan beri
çok heyecanlıyım, çalı
şamıyor ve uyuyamıyo
rum.»
Birliği“nd* ds sık sık ve uzun uzun görüşüyorduk, Çok defa Moskova'daki evinde bani misafir etmiş ti. Beraber güzel anılarımı* vardır. Memleketi terk- ettlkten ölümüne kadar geçen hayatını adım adım bilirim. Ve de bunu «Mavi Gözlü Dev» adı ile ya yımladığım kitabımın II. cildi olarak yazdım. Bu kitap Nâzım’m şimdiye kadar bilinmeyen ve bilin mesine imkân olmayan özelliklerini anlatır. Bence önemli bir tarihî belge niteliğindedir. İstanbul'a dönünoe İlk İşim bunu yayımlamak olacaktır. Bu kitapta çok flginç şeyler vardır. Oysa bugüne ka dar yayınlananların çoğu kulaktan kapma şeyler dir.
— Aryanın başka ülkelerine, Kıta Çinine git- tiniz mi?
ZJS. — 1956-59 yıllarında Çine gittik. İki ay kadar tüm ülkeyi uçakla, trenle, vapurla gezip dolaştık.
Sovyetlerde re öteki sosyalist memleketlerde gördüğümü* denemelerden sonra Çin bizim İçin çok ilginç bir yerdi. Emperyalizmin çeşitli baskı ları altında erilmiş, yoksul ve zavallı bir milletin kalkınma İşine nasıl dört elle sarıldığım görmek insana heyecan veriyordu.
— Sovyetlerde geçirdiğini* yıllardan İzlenim lerinizin, anılarınızın İlginç yanlarını özetleyebilir misiniz?
Z.S. — Altısı Bakû’da olmak üzere 7 yıl kal dım Sovyetler Birliğinde. Sovyetlerdekl Devrim ve Devrim sonuçlarım İki açıdan görmek gerek. Sovyet halkı, dünyada hiç bir milletin katlanma.
ZEKERİYA SERTEL
dıftı. katbmamayaooğı fedakârlıklar İçinde İleri bir dünya kurmakla meşguldü. Bu alanda yaptı ğı çaba ve gösterdiği gayret takdire değer. Bir de sosyalizmin uygulanması açısından bıktığım ız za, man birçok eksikler görüyoruz, örneğin, prole tarya diktatoryası diyorlar. Oysa bugünkü rejim de proletarya egemenliği yok. Federasyonu oluş turan 16 memleketin anayasaları onlara bir oto nomi tanıyor ama, gerçekte böyîe bir otonomi yok.
— Kitap olarak neler yazdınız?
Z.S. — Türkiye’de de yayınlanan «Hatırladık larım» başlığı altında topladığım anılarımdan baş ka Sovyetler Birliği İle Çin’i anlatan İki kitap daha yazdım. ABD hakkında da bir kitabım var. Bunlar da sıra İle basılacak.
— Sovyetlerde kitabınızı bastılar mı? Z.S. — Hatıralarımı bastılar, Orada yazarlara ödenen telif haklan çok yüksek. Bir yazı parası İle bile bir aydan fazla yaşayabilirsiniz. Eşim Sa- biha’nın da kitaplarını bastılar.
— Sovyetler Birliğinde başka nerelere gittiniz? Z.S. — Özbekistan ile Kazakistan çok ilginç benim İçin. Kazakistan Örneğin, Devrimden önce
aşiret hayatı yaşıyormuş. Alma Ata'da bir şehir kurmuşlar, bir İsviçre şehri kadar mamur ve güzel. 1954te bir gece operaya götürdüler. Cok kalabalıktı. Sahnedeki kazak sanatçıları akıl al maz bir güzellikte idi. Üniversitesini gezdim. A- raştirma merkezlerini gösterdiler. Yerli filmler yapıyorlardı. Şaşılacak btrşeydi. Otu* yü kadar
bir süre içinde nasıl bunları başardıklarını anla mak güçtü.
— Türkiye’ye dönmek için bir girişimde bu lunmadınız mı?
Z.S. — ö n ce Moskova’da, Hasan Işık’ın Bü yükelçi olduğu sırada pasaport İstedim. Cevap vermediler. Onun üzerine kalktık eylül 1969’da Paris’e geldik. Burada da yeniden teşebbüse geç tik. Fakat yine cevap alamadık. Bir ara o zaman da Dışişleri Baltam olan Çağlayangil, Paris’e gel mişti. Onunla görüştük. Çağlayangil bize, yurda dönmemizde bir sakınca bulunmadığını söyledi. Bundan cesaret alarak dönmeye kalktım. Fakat bildiğiniz gibi İstanbul’dan yine geri döndük. Ara, lık 1969'daki bu serüven hayatımın em hazin ve acı olayıdır.
— Bunca yıl sonra geldiğini* Batı'da bir de ğişiklik buldunuz mu?
Z. S. — Batı dünyası yeni bir kabuk değiş tirme dönemine girmişti.
Bu dönemi İçinden yaşamak ve yapılan bu sa, vaşı görmek İzlemek hem fiktr bakımından biri zenginleştirdi, hem de dünya görüşümüzü geniş letti.
Bu arada kızkardeşlmle öbilr kızımı görmek için ABD'ye gitmek fırsatım da buldum. Ikl yıl orada da kaldım. Amerikan demokrasisinin çü rük taraflarım görmek olanağım buldum. Ame rikan dünyasını tanımaya çalıştım. Bu İzlenimle rimi de bir kitap halinde topladım. Yakında çıka cağını tahmin ediyorum.
— Sovyetler Birliğinden, 1969 sonunda Fransa- ya dönüşünüzde ilk İzlenimleriniz ne oldu?
Z.S. — Daha Moskova’dan Fransız uçağına gi rer girmez havanın değiştiğini gördük. Uçağın içi ince bir zevkle döşenm işti. Uçakta, uzun yıllar Sovyetlerde özlemini çektiğimiz boniileli, peynir, pasta ve şaraplariyle yediğimiz nefis yemek bi zim için bir ziyafet oldu.
Kahvaltımızı bir kahvede yerken önümüzden kafilelerle gençler geçiyordu. Amerikalı, Asyalı, Afrikalı, dünyanın dört bir yanından gelmiş genç ler. Kızlı erkekli, sarmaş dolaş genç öğrenci kü meleri. Aralarında kırkım aşm ış insan pek yok tu. Bunlar dünyanın her tarafına yayılarak dün yanın yarınım kuracak insanlardı.
— Ya A.B.D.'deid izlenimleriniz?
Z. S. — Sovyetlerle bir karşılaştırma yapmak İçin ABD gezisi bana güzel bir fırsat vercU. Çün kü Sovyetler Birliği Ue Çin’den ve Fransa’dan sonra Amerika, dördüncü yem bir dünya gibi geldi bana.. En çok dikkatimi çeken de, Sovyet ler Birliği Ue A.B.D. arasındaki benzerliklerdi. Birbirine zıt görünen bu iki dünya arasında bir çok benzerlikler var. Örneğin, her ikisi de büyük
devlet olmanın gururunu taşıyorlar. Her ikisi de küçük devletlere yukarıdan bakıyorlar. Her ikisi de dünyayı kendilerinin yarattığım sanıyorlar. Her ikisi da dünyaya egemen olmak hırsım bes liyorlar. Her İkisi de halklarının beyinlerini yıka makta ayni metotları kullanıyorlar. Her ikisi de «mass rnedia» denilen televizyon - radyo ve basın araçlarım beyin yıkamak İçin kullanıyorlar. Her ikisinde de fikir özgürlüğü yok, Amerika'da ko münizmi savunamazsınız, Sovyetler Birliğinde de kapitalizm lehinde konuşamazsınız. Avrupa’daki fikir özgürlüğü ne Sovyetlerde, ne de Amerikalılar da var.
— Eşinizi ne zaman kaybettiniz?
Z.S. — Eşim Sabiha 1968 eylül ayında Azer baycan’da öldü. Vatan özlemini gidereni eden göz lerini yumdu. Hayatimin acı olaylarından biri de
bu büyük serüven içinde eşim i kaybetmem ol muştur.
Biz bu serüvene üç kişi başladık. Paris’e kı zım Yıldız’la iki kişi olarak geldik. Şimdi de mem leketime tek başıma dönmeye hazırlanıyorum. Paris bizim için Türkiye’ye dönmeden önce girdiği miz bir bekleme salonu gibi oldu.
— Türkiye’ye dönünce ne yapacaksınız? Pro jelerini* var mı?
Z.S. — Hiç bir projem yok. Artık yaşım çalış maya müsait değil. Deniz konarında güzel ve ten ha bir yere çekUip dinlenmek, yurdumun güzel likleri içinde yaşamak istiyorum.
— Paris’te de giiç günler geçirdiniz değil mİ? Z.S. — Buraya geldiğimizde ne para, ne pasa port, ne de kalacağımız bir ev vardı. 1969 aralık ayında İstanbul’dan geri çevrilmem bana yapılan bir zulümdü. Yabancı bir ülkede parasız pulsuz ve de İşsiz, pasaportsuz savaşıp bu yaşımda ya şamak olanağım sağlamak hiç de kolay olmadı. Çetin savaşlar içinden geçtik. Ve bütün bunlar da hakkımızda verilmiş keyfi bir kararın sonuçlan
idi. Ve hâlâ da kısmen öyledir.
— Paris’te geçirdiğiniz son dönem içinde neler yaptınız?
Z.S. — Boş zamanlarımdan faydalanarak önce dünyanın gidişine ayak uydurabilmek için durma dan okumaya başladun. Bir yandan da sözünü ettiğim kitaplarımı bitirmeye çalıştım. Bu arada Paris’teki Amerikan Enstitüsünde verilmekte olan sosyoloji ve ekonomi kurslarına devam ettim . Evimden metro İle bir saatlik uzaklıkta bulunan Odeon’daki bu kursları İzledim.
— Türkiye'ye dönmeye hazırlanırken ne düşü nüyorsunuz; rizl çok heyecanlı görüyorum?
Z.S. — Heyecanlıyım tabii. Hem de çok heye canlı. Haberi aldığımdan beri çalışamıyor ve uyu yamıyorum. Düşünün bir kere 25 yıldır görmedi ğim yurduma dönmek ne demek. Kendimi Ripp van Winkel’e benzetiyorum.. Bu bir Amerikan hi kâyesidir. Ripp van Winkel memleketini terkede- rek dağlara çekilir, insanlardan uzak bir mağara da yaşamaya başlar. Otuz ytl bu mağarada uyur: 30 yü sonra uyanmca dünyadaki olup bitenlerden ha- bersi* memleketine döner. Bakar ki bıraktığı mem leket değil. Her şey değişmiş. Kimse onu tanımı yor. O da gördüklerini tanımıyor. Kendi Ülkesin de bir yabancı durumunda. İşte ben de şimdi bu durumdayım. Memleketime dönünce kimbilir ne sürprizlerle karşılaşacağım. Dostlarımın sevdikle rimin çoğu öldü. Yeni kuşaklar beni tanımıyor. Bakalım ne olacak? Her halde benim İçin yeni bir dünyaya doğuş olacak. Zaten haberi aldığımdan beri kendimi gençleşmiş hissediyorum.
PREMİNGER:
"BEN
YİĞİTLİK.
SEVGİ VE
KORKU GİBİ
TEMEL
DUYGULARI
İŞLERİM,,
ÇEVİREN: Bcrtan ONARAN
B
ir Cinayetin Anatomisi adlı filmini televizyonda izleye ceğiniz ünlü Amerikalı film yönetmeniyle Rcnatıd de Lahor- derle'nln yaptığı söyleşinin bir bölümünü sunuyoruz:Lı. — Avusturya’da doğup sonra Amerikan
yurttaşlığına geçmişsiniz, Amerika'yı çok seviyorsunuz galiba?™
P. — Vlyana'da doğmuş olsam da, kendim i öteden beri Amerikan y u rtta şı hissediyo rum. 1934’ten beri bu ülkedeyim . B urada
beni büyüleyen şey, anlatım (ve yaratm a) özgürlüğü.
L. — Çok önemli konulara değinen bir yö netmen olduğunuz halde, Hlndiçini savaşıy la ilgili bir film çevirmediniz. Amerikan yurttaşlığını benimsemiş olmanız mı elinizi kolunuzu bağladı?
P. — Hayır. Vietnam'la İlgili bir film , ben ce, hentlz zamansızdır. Sorunun b ü tü n gizil yanlarım tanımak gerekir. Bu savaşın so rumlularının gerekçelerini yakalayabilm ek, olayları sahicilikleri İçersinde bilebilm ek
için şöyle yirmi otuz yılın geçmesi gerek lidir.
L. — «Bir Cinayetin Anatomisi» gibi adale ti, «Esodus» gibi tarihi, «Slddoo» gibi genç liği, «Kardinal» gibi kutsal inancı konu alan filmleri çevirirken sorunun bütün verileri elinizde miydi?
P. —. Konularımı, önemli ya da önemsiz
birtakım temalara b ak arak seçm iyorum .
Beni büyüleyen şey, günümüz kadınlarıyla erkeklerinin kişilikleri. Belli bir öyküden
yola çıkarak çağdaş bir film çevirmek İn sanın, türlü kişiliklerin adalet, Kilise, vb. yerleşik kurumlarla çatışmaya girdiklerini farketmesine yolaçıyor. Ben bu çatışmaları zekâmdan çok, İçgüdülerimle, duyarlığımla işliyorum.
L. — Ama sorunda çağının yansıtan bir du var suluboyası ortay» çıkıyor.
P. — Benim özencim bu değil. «Exodus»e, «Kardlnal»e, «Washlngton’da Fırtına»ya, «Bir Cinayetin A n atom isin e verilen önem hiç kuşkusuz tarihsel boyut kazanıyor. A- ma ben, kendi payıma, «Ay Maviydi», «Günaydın Hüzün» ya da «Julle Moon, Sev eliğini Söyle Bana» gibi daha özel konulan İşleyen filmlerim i de en az birinciler kadar seviyorum. Filmlerimde yaşattığını kişileri leviyorum. Hiç bir bildiri getirmiyor bu kişiler, varolmakla yetiniyorlar. Yiğitlik,
sevgi, dostluk, korku gibi tem el duygular
bütün insanlarda ortaktır çünkü.
L. — Amerika’daki anlatım özgürlüğü ger çekten suursı* mı?
P. — Biz sinemacılar için aşılm am ası ge
reken biricik sınır, bayağılık sınırıdır. Ben, kendi payıma bu sınıra hep saygılıyım. Bu engel de günün birinde o rtad an kalkacak el bet. Tiyatro bize b u yolu açtı bile. «Oh!
Calcutta» çırılçıplak oyuncular tarafından
oynanıyor. Üstelik, çıplaklık kendi başına
hiç de bayağı değildir. Bunu yavaş yavaş
sinemada da anlam aya başlıyoruz. Ayrıca
ben, İnsanları azıcık k ışkırtm ayı severim.
«Bir Cinayetin A n ato m isin d e, o günlere
göre aşırı bir şey yapmış, k an ıt olarak bir kadm donunu kullanm ıştım . En k atı ilke- ciler bile ağızlarım açıp bir şey dem em iş lerdi...
L. — Uyuşturucu madde sorununu ele alan
ilk yönetmen sîzsiniz...
p. — Doğru. «Altın K ollu Adam», kötürüm bir kızla uyuştu ru cu m adde d ü şkünü b ir er
keğln y ürek paralayıcı sevgisini anlatıyor
du. 1955’te New Y ork’tak i «N arcotics Bure
au -n u n yönetm eni beni kam uoyu önünde-
uyuşturucu m addelerin övgüsünü yapm akla
suçlam ıştı. Ve film i yasak lattırm ak için elinden geleni ark asın a koym am ıştı, oysa esinlendiğim öykünün yayınlanm asına kim
secikler ses çıkarm am ıştı. (...) G eçenlerde şarkıcı Pete Seeger, oyuncu D ick Gregory ve ben televizyondaki b ir «yuvarlak masa»
ya katıldık. G regory’le İkimiz uyuşturucu
madde konusunda görüş birliğine vardık.
Söyledikleri son derece doğru ve ciddiydi: Herhangi b ir çocuk, b ir pazar akşam ı, C ent
ra l P a rk ’a gidip u yuşturucu m adde alabili yorsa, F.B.I. görevlilerinin e s ra r satıcıları
nı tutuklam ayışım nasıl açıklayabiliriz: Ol
sa olsa, e sra r satıcılarından p a ra alışlarıy la. (...)
D. — Gerçekte, bütünüyle ele alırsak, film
leriniz k aram sar, değil m i1?
P. — Bense, her konunun kendine özgü ha
vası olduğu kanısındayım . «Bir Cinayetin
Anatomisi» m utlak adalet bulunm adığını,
dolayısıyla, b ir suçsuzu m ahkûm etm ekten se bir suçluyu tem ize çıkarm anın daha iyi
olduğunu gösteriyordu. B unu gerçek bir
«son» saym ayabilirsiniz, am a ille de karam s a r m ıdır acaba?
L. — Çalışm a sırasında tam bir diktatör
gibi davrandığınız söyleniyor?
P. — Bunda utanacak bir şey yok. Bir film , tıpkı b ir kitap, b tr m üzik parçası gi bi, tek b ir insanın işidir. Çalışm a arkadaşla rım ın benim le bütünleşm elerini, düşüncele rtm i benim sem elerdi! isterim . Oyuncuların hiç b ir zayıflığım kabul etm em . Tiyatroda, oyuncuya belli b ir «içinden geldiği gibi» oy nam a payı bırakılabiiir. Dış görünüşü, se yirciye şu ya da bu ayrıntısal k u su ru unut- tu rab ilir. Sinem ada hiç b ir şey rastlantıya bırakılam az. F,n küçük b ir oyun ya da uygu layım yanlışlığı h er şeyi b erb at eder. Otuz k ırk yıllık sinem acılığım boyunca, benim le çalışan bütün oyuncular sonradan dostum o lm uşlardır, iki üç kişinin dışında. Ancak, zam an zam an benim de kafam ın tası atı yor galiba. S anırım yaşlılıktan ö türü. Ij. — Sözün kısası, giriştiğiniz İşlerden hoş autsunuz?
P. •— Geçmiş özlemi, pişm anlık nedir bil
m em . $u anda yaşarım , kam eralarım la, u f k u n hop d aha uzak noktalarım görm eye ça lışın m .
DOĞU
1310
1310 YILINDA (1894), II. ABDÜLHAMÎD, DOĞU ANA DOLUYA HAMtDİYE ALAYLARI ADI ALTINDA ASKERÎ BİRLİKLER GÖNDERDİ. BU BİRLİKLER, DOĞUDA ClBRAN AŞİRETİYLE İŞBİRLİĞİ YAPARAK HOR- MEK AŞİRETİNİ YILDIRMAKLA GÖREVLİYDİLER. HA- MtDtYE ALAYLARI, HORMEK AŞÎRETÎ BAŞKANI İB RAHİM TALUTTU VARTO YAKINLARINDAKİ CANE- SERAN KÖYÜNDE KUŞATTILAR, TALU ÎLE ÜÇ OĞ LUNUN SIĞINDIĞI EVİ ATEŞE VERDİLER.
İşte »cihan ve işte kocaman dağlarıyla akraba
ve gülleriyle hısım
olduğumuz pahı gözleri korkunç bir deprem hem aslı, hem kerem gibi yanan süvari: İbrahim talu
işte akşam ve işte çapakçur ve çapakçur’da akşam bir divanıharp gibi kurulur ağır giden bulut müfrezeleri hem bulanık, hem firari
yağmur ve bir vur emri gibi ansızın bir akar suya doğrulur hıms’tan kopan süvari: İbrahim talu
işte caneseran köyü ve kar kar, palandöken dağlarında bir İsyan bastırır gibidir işte hormek köyleri çevrilmiş
duvar bir kurt yüzüdür, ince,
sivrilmiş cfbran ovan
sanki mevzi almış
gibi kar bem başıbozuk, hem seferi
hormek’ten inmiş İniş ölümü savuran süvari: İbrahim talu
II
bingöl dağlarının eteklerinde kuytu meşeler vardır o kuytu meşeler ki germiş kartala kanat ya da bir avcı kolu
olup tek sıta ve sanki tütüne ve bakıra bir küf gibi musallat hamidlye alayları İşte dlcle ve fırat ve acı su boylan sanki yazdan kapanmış sarp ve heybetli
dağ yolu yanında üç İnce patika ilç küçük oğlu
ve sanki süvari değil de ilk kez eyer vurulmuş bir kısrak gibi tedirgin İbrahim talu
kış kararlı, ova dingin İbrahim talu, sağır btr acıya dökülen tunç ve giderek daha belirgin
korkunç bir kızıl çadır
olup savrulan yalım İşte hoyrat ve utlmt, ağır bir yangın hinüçyüsonda ve **a İbrahim talu ağıtlardan bir kış solgun ve mücerret ölümü sürmeli bir tüfek gibi omzuna asmış o sürmeli tüfek kİ tetiği kartal namlusu aşiret
kabzan yanmış
hilmi yavuz
NURİ İYEMT ah a Toros Arşivi