• Sonuç bulunamadı

1990'lı yıllarda Türkiye'de siyasal iktidar ve sosyal sorun

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1990'lı yıllarda Türkiye'de siyasal iktidar ve sosyal sorun"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANA BİLİM DALI. 1990’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE SİYASAL İKTİDAR ve SOSYAL SORUN YÜKSEK LİSANS TEZİ. DANIŞMAN DOÇ. DR. COŞKUN ATAYETER. HAZIRLAYAN ELİFHAN KÖSE. KONYA 2004.

(2) ÖNSÖZ. “1990’lı Yıllarda Türkiye’de Siyasal İktidar ve Sosyal Sorun” başlığını taşıyan bu tez, ekonomi politik düzeyde yaşanan makro ölçekteki paradigma dönüşümünün toplum devlet ilişkisinde yarattığı değişimin sonuçlarının belirmekte olduğu yıllarda yazılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın amacı, devlette ve siyaset söyleminde meydana gelen yeniden yapılanmanın güncel tartışma çerçevesinin yeni sağ paradigması söz konusu edilerek “toplumsal sorun”u kapsar şekilde genişletilmek istenmesidir. Bunun için özellikle liberal söylemin yönetim rasyonalitesi analizi kullanılmıştır.. Tezin adı, kapsamı ve süre giden çalışma konusunda gönüllü danışmanlığını ve içten emeğini benden esirgemeyen Ankara Üniversitesi öğretim elemanı sayın Yrd. Doç.Dr. Alev ÖZKAZANÇ’a; çalışmalarım sırasında yardımlarıyla özlemini duyduğumuz akademisyen dayanışmasını sergileyen Selçuk Üniversitesi öğretim üyesi sayın Doç.Dr. Bahadır AKIN’a teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim..

(3) İÇİNDEKİLER. GİRİŞ…………………………………………………………………………………. 1. 1. MODERN DÖNEMDE DEVLET-TOPLUM İLİŞKİSİNİN KURULMASI 1.1. Modernliğin Felsefi Çerçevesi ve İnsan-Toplum İlişkisi…………………………. 4. 1.2. Modern Siyasal İktidar ve Sosyal Sorun…………………………………………. 7. 1.3. Refah Devleti ve Toplumsal Sorun………………………………………………... 11. 1.3.1. Kolektifleştirme……………………………………………………………. 16. 1.3.2. Eşitlik Söylemi………………………………………………………………. 18. 1.3.3. Sosyal Risk Yönetimi Olarak Refah Devleti………………………………. 20. 2. YENİ SAĞ ve SOSYAL SORUN 2.1. Yeni Sağ Paradigmanın Oluşumu…………………………………………………. 24. 2.2. Yeni Muhafazakarlık ve Toplum Düşüncesi…………………………………….... 27. 2.3. Politik Rasyonalitenin Değişimi…………………………………………………. 30. 2.3.1. Modern Yönetimsellik Olarak Liberalizm…………………………………... 30. 2.3.2. Bir Politik Rasyonalite Olarak Yeni Liberalizm………………………….... 33. 2.3.2.1. Sorumluluk ve Riskin Bireyselleşmesi………………………………. 35. 2.3.2.2. Sosyal Dışlama Kavramı…………………………………………….... 39. 2.3.2.3. Eşitlik Tartışması ve Yeni Liberal Toplumun Kuruluşu…………….... 41. 3. TÜRKİYE’DE YENİ SAĞ ve SOSYAL SORUN 3.1.Türkiye’de Yeni Sağın Oluşumu ve Sosyal Sorun……………………………….... 46. 3.1.1. 1980’li Yıllarda Liberal İktisadi Dönüşüm …………………………………. 46. 3.1.1.1. Gelir Dağılımı…………………………………………………………. 48. 3.1.1.2. Özelleştirmeler ve Vergi Düzenlemeleri…………………………….... 52. 3.1.1.3. Sosyal Güvenlik……………………………………………………….. 56. 3.1.2. 1980’li Yıllarda Politik Rasyonalite Değişimi…………………………….... 58. 3.1.2.1. Otoriter Yönetim Zihniyetinin Oluşması…………………………….... 59. 3.1.2.2. Piyasa Toplumunun Yaratılması………………………………………. 63. 3.1.2.3. Devletin Yeniden Yapılanması………………………………………... 69. 3.2. 1990’lı Yıllar ve Sosyal Sorun……………………………………………………. 72. 3.2.1. Yeni Liberal Politikaların Derinleşmesi……………………………………. 76.

(4) 3.2.2. Emeğin Yeniden Yapılanması…………………………………………….. 80. 3.2.2.1. Esnek Üretim Tarzının Gelişmesi……………………………………. 81. 3.2.2.2. Küreselleşme Faktörü…………………………………………………. 86. 3.2.3. Kamu Hizmetlerinin Durumu………………………………………………. 88. 3.2.3.1. Sağlık Hizmetleri……………………………………………………... 92. 3.2.3.2. Eğitim Hizmetleri…………………………………………………….. 97. 3.2.3.3. Sosyal Güvenlik……………………………………………………….. 103. 3.2.4. Yoksulluk……………………………………………………………………. 109. 3.2.4.1. Yoksulluk Tanımları…………………………………………………... 111. 3.2.4.2. Türkiye’de Yoksulluk……………………………………………….... 114. SONUÇ………………………………………………………………………………... 119. KAYNAKÇA………………………………………………………………………….. 120.

(5) GİRİŞ. “Toplumsallık” kavramının gelişimi modern iktidarın 18. yüzyıldan gelişimi ile aynı tarihsel kökenlere sahiptir. Modern iktidarın meşruiyetini, kesin bir özel- kamusal alan ayrışmasına dayanan ve egemenlik alanını “özel/ bireysel alanın özgürlüğü”ne müdahale etmeden kamusal alanda sürdüren. işleyişe sahip olmasından kazanır. Başka bir deyişle modern. devletin varlık alanı siyasal söylemde kamusallık çerçevesinde çizilmiştir, özel alana müdahale edilmemesi ve birey özgürlüğünün korunması esastır. Toplumsallık ise kamusallık ve özel alanın birleşmesiyle ortaya çıkan; bireyin özel alana ilişkin doğum, ölüm, hastalık, cinsellik ve diğer ilişki sorunlarını “nüfus problemleri” ve “toplumsal sorunlar” olarak tanımlanmasıyla. devletin yönetim alanına sokan bir işleyişe sahiptir. Toplumun ve. toplumsalın “icad”ı özel alanın, devletin yönetim ve gözetim alanına sokulmasını sağlamıştır. Toplum bilimlerinin modern dönemde gelişmesinin nedeni, iktidarın giderek daha fazla bilgi sahibi olmak istemesi. bireyler. hakkında. ve “toplum”u yönetim nesnesi olarak. kavramsallaştırması ile ilgilidir. Modernitede ‘tebaa’nın yerini “toplum” almaktadır.. Modern iktidarın diğer bir özelliği, temsili demokrasinin ve soyut hukuk sistemlerinin gelişmesi nedeniyle toplumun hukuki-siyasi söylemde “eşit” bireylerden oluştuğunun kabul edilmesidir. Ancak. endüstri devriminden sonra toplumsal alanda. meydana gelen. farklılaşmalar ve aşırı siyasallaşma, toplumun kendi kendine dengeye gelmeyeceği ve siyasi iktidar açısından sorun yaratabileceğine ilişkin düşünceyi doğurdu. Yoksulluk, çalışan kitlelerin kötü şartları gibi liberal düşüne göre piyasa içinde kendiliğinden çözüleceğine dair sorunlar “toplumsal sorun” ilan edilerek siyasi iktidarın egemenlik alanına sokuldu. Bu açıdan bakıldığında. birinci dünya savaşından. 1970’lerin sonuna kadar süren refah devletleri;. ayrıntılı bir “toplumsal sorun” düzenlemesine sahiptir.. “Toplum” kavramının gelişmesi Foucault’a göre klasik liberalizmin bir sonucudur. Foucault liberalizmi bir ideoloji olarak değil, bir yönetim rasyonalitesi olarak tanımlamaktadır. Yönetim rasyonalitesi; yönetim alanının temsil formuna, kullanılan tekniklere ve elde edilmek istenen sonuçlara göre oluşturulan teorik bilgiler, özel programlar ve stratejiler bütünüdür. Liberal yönetim rasyonalitesine göre toplum, devlet iktidarının dışında piyasa ilişkilerinin geliştiği ilişkiler alanı olarak kurgulanmakta, bireyler ise tercih ve sorumluluk kapasitesine ulaşmış varlıklar olarak belirlenmektedir. Foucault bu yönetim tarzında özgürlüğün bir.

(6) disiplin mekanizması olarak çalıştığına dikkat çekmektedir.. Modern iktidarın egemenliği; sadece bireylerin hareket tarzını belirleyen ve onları egemene boyun eğdiren, nesneleştirici “iktidar teknolojileri” ile değil; bireylerin kendi bedenleri, düşünceleri ve ruhları üzerinde kendi imkanları ve başkalarını yardımı ile bir dizi düzenlemeler yapmasını sağlayan “kendilik teknolojileri” ile sağlanır. Bireyin kendi kendisi geliştirme ve düzenleme olarak “kendilik teknolojileri” “iktidar teknolojileri”nden bağımsız değildir. Bu teknolojilerin nasıl bir araya geldiklerini yönetim rasyonalitesi belirlemektedir. Liberal rasyonalite için, sivil toplumu kendi kendini idame eden bir bütün olarak gördüğünden “kendilik teknolojileri” önemlidir.. Foucault’un terimleriyle düşünüldüğünde refah devleti liberal yönetim rasyonelitesinden bir kopuşa işaret etmektedir. Refah devletleri özel alana ilişkin bütün meseleleri “toplumsal sorun”un kapsamına alan kolektivist bir tarzla çalışır. Kolektiflik, bireyin sosyal karşılıklar içinde yaşamını sürdürdüğüne ve bireyle ilgili bütün kategorileri toplumsal bağlamda ifade eden bir yöntemi anlatmaktadır. Böylelikle ekonomik, kültürel, cinsel, yaş/sağlık farklılıklar “yurttaşlık” kimliğine bağlı güçlü bir eşitlik vurgusu ile sosyal düzenlemelere dahil edilirler. Çıkar, sorumluluk ve zarar kolektif tanımlanarak, toplum çıkar birliğini ifadesi olarak görülür. Bu sistemin sonu 1970’lerin sonunda aşırı siyasallaşan ekonomik ve sosyal ilişkilerin; maliyetli uzmanlık teknolojilerinin (sosyal güvenlik vs.) sonucu “yönetilemezlik krizi” yaşamıştır.. 1980’lerde küresel olarak yaşanan bu krizin atlatılması ise “yeni sağ” adı verilen toplumsalekonomik siyasalarla mümkün olmuştur. iktisadi olarak yeni liberalizmin; kültürel/siyasi muhafazakarlıkla birleşmesinden doğan yeni sağın özelliği, yeni bir yönetim rayonalitesine dayanmasıdır..

(7) 1. MODERN DÖNEMDE DEVLET-TOPLUM İLİŞKİSİNİN KURULMASI. 1.1. Modernliğin Felsefi Çerçevesi Modernlik her türlü oluş, yaşayış ve düşünme tarzındaki büyük dönüşümlerin mümkün olduğu bir döneme işaret etmektedir. Modernlik konusundaki “modern” düşüncenin oluşumu on yedinci yüzyılda söz konusu olmuştur1. “Modernlik”, 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder2. “Modernlik, salt değişim ya da olaylar silsilesi değildir; akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari etkinliğin. ürünlerinin yaygınlaştırılmasıdır”3. Üretim ve. tüketimin, düşünce sistemlerinin ve düşünce evreninin sınırlarının değiştiği ve bahsedilen değişimin nihayete ermediği böylesine uzun bir dönemin “modernlik” olarak tanımlanması iki özelliğe vurgu yapmaktadır: İlk olarak, on yedinci yüzyıldan sonra yaşanan değişimler; niteliği ne olursa olsun kendinden önceki. maddi ve zihinsel dünyayı değiştiren değil,. yaşanan değişimi güçlendiren bir niteliğe sahiptir. Böylelikle devam eden süreç ister süreklilik isterse kriz olarak tanımlansın, modernliğin parametreleri ile açıklanabilmektedir. İkincisi ise Touraine’nin ifade ettiği gibi on yedinci. yüzyıldan sonraki bütün radikal. addedilen olgular bu değişimin mekansal ve kurumsal olarak yaygınlaşıp derinleşmesine hizmet etmiştir4. Başka bir ifade ile modernliğin ifade ettiği şey büyük bir değişim olduğu kadar, aynı zamanda bu değişimin tüm yaşam alanlarına nüfuz edebilme potansiyelidir. Modernliğin felsefi çerçevesinin kurulduğu dönem 17. yüzyıl Aydınlanma dönemi olmaktadır. Aydınlanma döneminin. genel olarak. “akıl çağı” olarak adlandırıldığı. söylenebilir. Aydınlanma 18. yüzyılda, gerçekleşmesi ve sonuçları itibariyle hem Amerika hem de hemen hemen Avrupa’nın her tarafında etkili olan, geleneksel olarak İngiliz Devrimi ile başlatılıp, Fransız devrimiyle bitirilen felsefi bir hareket ve daha da önemlisi, bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan toplumsal ve siyasal bir sürece gönderme yapmaktadır5. Modernliğin Amerika ve Avrupa’da başlayan felsefi süreci evrensel kılan özeliği; Giddens’ın 1. belirttiği. gibi. modernleşmenin;. sanayileşme,. kapitalistleşme,. savaşın. Krishan Kumar, Sanayi Sonrası Toplumdan Post- Modern Topluma, çev. Mehmet Küçük, Dost Yayınları, Ankara, 1999, s.96. 2 Antony Giddens, Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yayınları , İstanbul, 1998, s.11. 3 Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, çev. Hülya Tufan, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s.23. 4 a.g.e., s.23-43. 5 Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s.13..

(8) sanayileşmesi ve toplumsal yaşamın bütününü gözeten bir üretim ve tüketim dengesini yarattığı. bağlantılı ve evrensel bir. model olmasından ileri gelmektedir6. Gerçekte. Giddens’ın ifade ettiği kapitalizm merkezli modernleşme sürecinin insan yaşayış ve algılayışındaki diğer büyük değişimleri mümkün kılan bir süreç olduğu gözden kaçmamalıdır. Akla verilen önem ve aklın insan yaşamı için kendiliğinden iyi olduğuna dair inanç aydınlanma düşüncesinin temel felsefesi, akılcılık ise kapitalist üretim sürecini ve yeni toplumsal ilişkileri mümkün kılan. temel dönüşüm prensibi olarak. görülmelidir.. Aydınlanma, akılcılığın getirdiği sekülerleşmenin insanı bilim ve teknoloji ile “özne”liğe muktedir kıldığı bir dönemin adı olmaktadır. Akılcılık “ tüm bilginin bir sistem biçiminde ifade edilebileceği ilkesel olarak her şeyin bilinebileceği görüşünü karşılayan bir terim olarak” modern hayatın bütün alanları tarafından içselleştirilmiştir7. Bu açıdan bakıldığında akılcılık ve akılcılaştırma eylemi aydınlanma döneminden modernizme kalan büyük miras olarak görülebilir. Aydınlanma düşüncesinin öğelerinin hayatı modern kılan karakteri temel olarak insantoplum ilişkisi üzerinden okunmaktadır. Sekülerleşme ve akılcılık belirtilen ilişki açısından dönüştürücü iki büyük dinamik olarak görülmelidir. Bununla birlikte sekülerleşmenin bütün toplumsal ve siyasal ilişkilerin bütünüyle akılla açıklanabileceği gibi bir süreci anlattığını düşünmek aydınlanma dönemi için oldukça radikal bir belirleme sayılabilir. 18. yüzyılda bilimsel olarak açıklanabilir bir dünyanın keşfine, felsefi olarak cezalandırıcı ve. insanı. yazgısının pasifize edilmiş bir uygulayıcısı durumuna getiren dini referansların değişimi eşlik etmeye başlamıştı. “Artık uyumlu bir doğa işleyişi, aklı sayesinde kendini ve toplumu mutlu etmeyi başaran insan ve bu rasyonel sistem, tanrının yüceliğinin kanıtı sayılmaktadır”8. Sekülerleşme meşruluğunu kendi işleyişinde ve mutluluğunda bulan bir düzenin ve akılcı insanlarının ifadesi olmaktadır. “İnsan”a böylelikle kendi eylemlerinin gerçek faili olarak kendini yaratabilme, kendi yararı için çalışarak toplum için fayda sağlayabilme kabiliyeti kazandırılmaktadır. Modern insan ve modern toplum arasındaki ilişkinin kökeninde modernliği kurucu akılcılık ve sekülerizmin izleri görülebilir.. 6. Giddens, a.g.e., s.59-71. Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınhay ve Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999. 8 Norman Hampson, Aydınlanma Çağı, çev. Jale Parla, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1991, s.74-97. 7.

(9) İnsanın. kendi geleceğini tasarlayıp kurabileceğine ilişkin varsayım ve akılcı sistem. anlayışı bu ilişkide asıl olarak insanla toplum arasında gizli bir iktidar ilişkisi kurmaktadır. “Modern insan sürekli bir biçimde toplumun mutlak iktidarının tehdidi altındadır.”9 İnsan bilinci ve faaliyetlerinin toplum yararınca denetlenip yeniden referanslandırılması, insanın tekil çıkarları ve yararı ile toplumun yararları arasında ortaya çıkabilecek çelişkileri kendinde barındırmaktadır. İnsanın tekilliği ile toplumsalın evrenselliği arasında yaratılmak istenen uyumun yolu,. modernlik içerisinde tekil ile. iktidarlaşan evrenselin. çatışmalarından. geçmektedir. Modernliğin bu özeliği Hampson’un aydınlanma dönemini akıl çağı olarak değil, bir sağduyu çağı olarak adlandırmasına neden olmaktadır. “Asıl değer verilen şey, mantığın en ileri uçlarına kadar ısrarla izlenmesi değil, iyi huylu toplumsal ilişkilere girilmesiydi”10. Jeanniere “modern” in tarihsel ve izlenimsel iki tür kullanımı olduğundan bahseder11. Modernin tarihsel kullanımı ortaçağ sonrası bir dönemi anlatmakta iken; izlenimselliği, ister olumlu ister olumsuz anlamlandırılsın. geleneksel olmayan bir ‘yeni’yi ifade. etmektedir.. Başka bir ifade ile modern eski ve geleneksel olmayandır. Modernlik düşüncesinin, evrensel bir “yeni”nin statükosundan çok geleneksel ile modern arasındaki kopuşu işaret eden, yeni ile geleneksel arasında ki çelişkili birlikteliğin kurucu olduğu bir. dinamikle açıklanması. önemlidir. Bu dinamizm, modernliğin kurucu bir özne olarak tasavvur edildiği her alanda kendiliğinden ortaya çıkan, modernliğin evrenselleştirici ve homojenleştirici dili kullanıldığı sürece. bu dili başarısız kılma potansiyeli artan bir negatif durumu da barındırmaktadır.. “Modernliğin kendi pratikleri içerisinde ve bu pratikler yoluyla kendi kendisini iptal etmesi” olarak da ifade edilebilen. dinamizm kendisini, özgürleşen insan ile sağlanmaya çalışılan bir. toplumsal düzen arasındaki kendiliğinden çatışma ile ortaya koymaktadır12. Harvey’in yaratıcı yıkıcılık olarak tanımladığı bu durum. modernliğin barındırdığı. ikiliklerin çelişkili birlikteliklerinin hem kurucu hem de bozucu karakterini anlatır niteliktedir. Birey ile toplum, değişim ile süreklilik, tekillik ile evrensellik arasındaki çelişki modernliğin çifte doğası olarak tanımlanarak, yaratıcı yıkma imgesini oluşturmaktadır13. Wagner modernliğin muğlaklık ve çatışma olarak kendini gösteren karakterinin, insanın özgürleşme ve disiplin altına alınmasının birbirine paralel süreçleri olarak görülmesi gerektiğinden. 9. Touraine, a.g.e., s. 241. Hampson, a.g.e., s.105. 11 Abel Jeanniere, “Modernite Nedir?”, Modernite Versus Postmodernite, der. Mehmet Küçük, Vadi Yayınları, Ankara, 2000, s.95. 12 Peter Wagner, Modernliğin Sosyolojisi, çev. Mehmet Küçük, Sarmal yayınları, İstanbul, 1996, s.27. 13 David Harvey, Postmodernliğin Durumu, çev. Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul, 1997, s.29. 10.

(10) bahsetmektedir14. Bahsedilen “akıl”la özgürleştiren insan ile. modernliğin kurumlarının. yarattığı düzen arasındaki gerilimin modernliğe kattığı “sorun” potansiyelidir. “Toplumun değerlerinin kaynağı olduğu, iyiliğin topluma yararlı, kötülüğün ise onun bütünleşmesine ve etkinliğine zarar veren şey olduğu fikri, klasik modernlik ideolojisinin temel öğelerinden biridir”15. İnsan davranışlarının iyilik ve kötülük referanslarının artık din olmadığı, ancak neredeyse kutsallaştırılmış yeni bir referans kaynağı olarak toplumun ortaya çıktığı evre modernliğin insan-toplum ilişkisini tasvir etmektedir.. 1.2.. Modern Siyasi İktidar ve Toplumsal Sorun Modernliğin toplumsal hayatta ortaya çıkardığı sekülerleşmenin iktidar aygıtlarında ve. meşruiyet kaynaklarında da değişme meydana getirdiği söylenmelidir. Kamusal alanın oluşması ve geç dönemde aktif bir sivil toplumun ortaya çıkışı, modern siyasi iktidara ilişkin belirleyici özeliği ortaya koymaktadır: “..devlet toplumdan uzaklaşarak özelikle siyasal işlevlerin ve görevlilerin toplandığı farklı bir düzeye çıkmıştı”16. Devlet kurumlarının (saray, hükümet) giderek devleti temsil eden kişiliklerden ( hükümdar) ve kişisel bağlardan (sadakat) arındırılması hukuki bir dilin ve üniforma, yasalar gibi farklı temsil sistemlerinin oluşması ile sağlanmaktaydı. Bu süreç içerisinde devlet giderek kendini toplumdan ayırırken, aynı zamanda devletin faaliyetlerine ilişkin bir kamusallık oluşmaya başlamaktadır. Devlet artık eski Yunan Politea’sında olduğu gibi toplumla özdeş değildir. Yurttaşların kendilerini devletin refahı ve güvenliğine adamaları artık bir öndere duydukları kişisel bağlılıkla sağlanmamaktadır. ..[Devletin] kişilerden talepleri ağır olabilir(savaşlara katılmak gibi); ancak bireye yaklaşımı farklılaşmış ve soyut bir yurttaş kavramı çerçevesindedir…yurttaş olabilmek için o devletin topraklarında doğmuş olmak genellikle yeterlidir; bu da, ilkesel olarak eşit ve evrensel bir konumdur17. Devletin kendini soyut bir mekanizma olarak geliştirmesiyle toplumdan ayrılması, toplumun bir yönetim nesnesi olarak ortaya çıkmasına neden olur. Foucault yönetim 14. Wagner, a.g.e. Touraine, a.g.e., s.29. 16 Gianfranco Poggi, Modern Devletin Gelişimi: Sosyolojik Bir Yaklaşım, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2001, s.97. 17 a.g.e., s.118-119. 15.

(11) tartışmasının oldukça yeni ve modern bir gereksinim olarak 16. yy sonu ile 17.yy başında ortaya çıktığını; yönetimle ilgili bütün soruların bu yüzyılla birlikte sorulduğunu işaret ederek, toplumun ayrıntılı düzenlenen bir yönetim alanı olarak kendini göstermesinin aynı yüzyılda başladığını belirtir. “Şeylerin doğru düzeni olarak yönetim”, geleneksel iktidarın bir toprak parçası ve onun üzerindeki tebaanın devamı ile ilgili olan faaliyetinden farklı olarak insanlarla, “ama ilişkileriyle, bağlarıyla, zenginlik kaynakları, geçim araçları, kendine göre özelikleri olan toprak parçası, iklim, sulama koşulları, verimlilik, vb. başka şeylerle iç içe geçmiş olan; adetler, alışkanlıklar, hareket etme ve düşünme biçimleri, vb. başka şeylerle ilişkilerindeki insanlar; son olarak, gene açlık, salgın hastalık, ölüm gibi kazalar ve talihsizliklerle ilişkilerindeki” insanlarla ilgilidir18. Başta istatistik olmak üzere bilgi sistemleri toplumun bir yönetim nesnesi olarak ayrıntılandırılmasında önem kazanır. Bireyin aydınlanma dönemi ile özgürleştirilmiş potansiyelinin toplumsal her türlü bilgi sistemi ile disipline edildiği belirtilmektedir. Böylelikle bilgi sistemleri içerisinde insanlar birer “şey” olarak yönetilirler. Hükümranlık etmenin amacı hükümranlığın. sürdürülmesiyken,. yönetimin. amacı. artık. “yönlendirdiği. süreçlerin. mükemmelleştirilmesi ve yoğunlaştırılması”dır19. Poggi modern iktidarın meşruluğunun devletin kendi devamlığı değil, refah , toplumsal zenginlik gibi toplumsal amaçlar üzerinden temellendirilmesinin modern özeliğinden bahseder: “..bir kez kurulduktan sonra bir devlet sürekli bir amaca yada işleve yönelik faaliyet gösterir. Salt ortaya çıkış sürecinde bir amaç olduğu için değil, gelecekte de varlığı için meşruiyet ve etkinlikleri için gerekçe oluşturacak karmaşık bir görevi yüklenmek üzere düzenlenmiş bir mekanizmadır”20. 16.yüzyıldan sonra ortaya çıkan yönetim olgusu, 18. yüzyıldan sonra monarşilerin güç kaybetmesi ve ekonominin ve sivil toplumun gücünün artmasıyla farklı bir dönemece girer. Modernlik “toplumdaki bireylerin gündelik pratikleri üzerindeki muktedir kılmaların ve kısıtlamaların toplamı olarak görülebiliyorsa” 18. yüzyıl farklı muktedir kılma ve disiplin mekanizmalarının oluştuğu bir dönem olarak dikkat çeker21. Bu dönem kendi kendine işleyen bir piyasa ve toplum düşüncesinin. rasyonel ve aydınlanmacı görüş olarak kendini açığa. vurmasıdır. Foucault’un çalışmalarında da ele alındığı gibi modern dönemde artık anormal, hastalıklı ve problemli olanı toplumsal yarar/zarar açısından tanımlanmaktadır. Foucault’un 18. Michel Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden ve diğerleri, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000, s.273. 19 a.g.e., s.276. 20 Poggi, a.g.e., s.117. 21 Wagner, a.g.e.,s.52..

(12) Adam Smith’in görünmez eline verdiği önem, piyasanın kendi kendine işleyiş sisteminin yaşamın ve yönetimin. rasyonelleştirmesi. açısından oldukça güçlü bir simge olarak. sunulmasıyla ilgili olmaktadır. Liberalizm, akılcı ve kendi kendine işleyen bir seküler olan olarak piyasayı kabul ederek, on sekizinci yüzyıla ait “reason d’etat” olarak adlandırılan klasik yönetim rasyonalitesini değiştirmiştir. On dokuzuncu yüzyıl sonrası, piyasanın özerkliğini korumak için bireylerin özerkliğinin; sadece haklar ve özgürlüklerle değil, arzular, ihtiyaçlar istek ve ilgilerle yeniden tanımlanarak kurulduğu ve yeni yönetimin tanımlanan beden üzerinden çalıştığı kılınmasının. bir dönemi anlatmaktadır. Bireylerin yaşamlarının yönetimden özerk. yolu “özel alan”lar yaratılmasına bağlıdır. Kendini ve piyasa sisteminden. kaynaklanan üretim/yeniden üretim ilişkilerini yönetebilme kapasitesi kazandırılmış insan, bir yönetim sanatı olarak liberalizmin ve “toplumsalın” ortaya çıkışını ifadelendirmektedir. “Habermas ‘devletin toplumsallaşması-toplumun devletleşmesi’ süreci sonucunda özel ile kamusal alan arasında yeni bir alan olarak toplumsal alanın ortaya çıktığına işaret eder”22. Toplumsal alanın ortaya çıkması; doğum, ölüm, hastalık, işsizlik gibi özel alana dair “nüfus sorunlarının” toplumsal olarak tanımlanıp yönetimin egemenlik alanına sokulmasını sağlamaktadır. “Toplumsal liberalizm için gerçekte olmayan, yönetimin bir icadı olarak görülmektedir”23. “Toplumsal; liberalizmin, hakların ahlaki- politik özneliğine karşı nüfus yaşamının optimizasyonu için beden yönetimlerinin (bio –iktidar) kurulması ve ekonomi ile yönetim arasındaki bir denge arayışı sonucunda ortaya çıkmıştır”24. Kendi ihtiyaçları ve iç işleyişi üzerinden tanımlanan, bireyselleşen insanın hareket alanını belirleyen bir toplum fikrinin. disiplin ve özgürlük arasındaki denge arayışı açısından modern bir cevap niteliği. olduğu belirtilmektedir. Bu dengenin temelinde toplumsal yoluyla yönetilen özel hayat bulunmaktadır. “Siyasetin temeline toplumsal sorunun konulmasıyla birlikte toplumla ilgili her konu kamusal bir nitelik kazanabilir ve dolayısıyla devletin düzenleyici alanına girebilir”25. “Toplumsal sorun” modern siyasi iktidar açısından toplumun bir yönetim nesnesi olarak ortaya çıkması ile ilgili olmaktadır. Toplumun bilgi sistemleri sayesinde yönetilebilir şeylere dönüşmesi, dokunulmaz bir özerk alan olarak “özel alan”a ilişkin meselelerin “toplumsal sorun” olarak ele alınması ile mümkün olabilmektedir. “Toplumsal” böylelikle 18. yüzyıldan. 22. Alev Özkazanç, “Refah Devletinden Yeni Sağa,” Mürekkep, Sayı:7, 1997, s. 24. Graham Burchell, “Liberal Government and Tecniques of the Self,” Foucault and Political Reason, der. Andrew Barry ve diğerleri, UCL Press, London, 1996, s.27. 24 Mitchell Dean, Governmentality: Power and Rule in Modern Society, Sage Publications, London,1999, s.49. 25 Özkazanç, a.g.m., s.27. 23.

(13) sonraki özerklik ve muktedir kılmaların sınırlandırılmasına ilişkin bir disiplin mekanizması olarak kendini gösterir. “Toplumsal sorun”un modern siyasi iktidarın oluşması ile kendini göstermesinin ikinci boyutu yine aydınlanma düşüncesinin getirdiği eşitlik, evrensellik ve özgürlük potansiyelinin denetlenemezliğine karşılık modernliğin gelişmeleriyle birlikte ortaya çıkan. denetleme. problemleriyle ilgilidir: ..en geç Fransız devriminden sonra modern projenin özbilinçli ve iyimser yazılarda göründüğünden çok daha az güvenli olan temellere sahip olduğu besbelli açığa çıktı. Fransız Devriminin terreur’ünün beslediği toplumun tamamen denetimden çıkabileceği korkusu karşısında insanlık kavramına ket vurmaya, kapatmaya, sınırlar çekmeye çalışan büyük bir entelektüel mücadele ortaya çıktı. Bir kimsenin kendi toplumu içerisindeki ötekiler akıl ve medeniyet eksikliği ile tanımlandılar; bu ötekiler önemli ölçüde aşağı sınıflardan, işçi sınıflarından, kadınlardan ve delilerden oluşuyordu26. Beslendiği eşitlik ve özgürlük argümanlarına rağmen modernliğin pratiğinin bir “ötekilik” durumunu her zaman için beslemesi, “toplumsal sorun”u oluşturmaktadır. Toplumsal sorun belli tarihsel dönemlerdeki denetleme, disiplin ve bastırma mekanizmalarının oluşumu çerçevesinden de gözlemlenmektedir. Wagner modernliğin üç temel tip üzerinden uygulanan bir süreç olduğunu belirtmektedir27: Birincisi üretim ve mübadele ilişkilerini ifade eden maddi tahsisat pratikleri; ikincisi, buyurgan iktidar ilişkilerini anlatan tahakküm pratikleri, üçüncüsü ise toplumun söylemsel temsilini anlatan anlamlandırma pratikleri. Modernlik bu üç pratikler alanı üzerinden üretilen ve yaygınlaşan bir sürecin ifadesi olmaktadır. Adı geçen pratiklerin kurulabilmesi dünyanın akılcılaştırılmasına ve biçimselleştirmeye bağlı olarak gerçekleşir28. Böylece piyasa ilişkileri maddi tahsisat ilişkilerini; buyurgan iktidar ilişkileri siyasi iktidar tahakküm pratiklerini; toplumsal alanın nasıl tanımlandığı ve örgütlendiği ise anlamlandırma pratiklerini oluşturarak modern kurumların yaratılması mümkün olmaktadır. Bu pratiklerdeki dönüşümler modernliğin. uzun ömrünü dönemselleştirmeyi sağlayacak bir perspektif. sağlamaktadır. Dönemselleştirmeler, modernliğin özgürleşme söylemi ile düzen arayışı arasında meydana çıkan gerilimin toplumsal alandaki sorun eğilimini ayrıntılı olarak analiz etmeyi sağlayacak devreleri ortaya çıkarabilirler. 19 yüzyılda maddi tahsisat pratiklerinin özgürleşmesine (kapitalizm) karşın birçok vatandaşın yaşama ve çalışma koşullarında ters bir etkinin oluşması 26. ve diğer yandan monarşik yapıların yıkılması ile ulusal projelerin. Wagner, a.g.e., s.70. a.g.e., s.47-48. 28 Biçimselleştirme, dünyanın yönetilebilirliğini arttırma kaygısıyla dünyayı oluşturan öğelerin yeniden sınıflandırılması, böylece hesaplama ve bir disiplin sağlama yöntemi oluşturulmasını anlatmaktadır. Ayrıntılı tanım için Bkz. Wagner, a.g.e., s.55-60. 27.

(14) oluşturulması, bu projelere kimlerin katılacağı sorununu derinleşen bir toplumsal sorun etrafında şekillendirilmiştir29. Modern siyasal birimlerin dışsal sınırlarının varlığı ile eşitlik /özgürlük. taleplerinin birleşmesi erken dönem “toplumsal sorun” un temellerini. göstermektedir. “Böylece toplumsal sorun ilkin cumhuriyetin siyasal imgelemi açısından toplumsal gerçeklikteki bir eksikliğin tanımlanması olarak ortaya çıkar”30. 1850’lerden sonra endüstrileşen bütün toplumların toplumsal sorunla karşılaşması söz konusu oldu. Liberal yaklaşımın kendi kendini düzenleyen piyasa ve toplum düşüncesine göre toplumsal sorunun hiç olmaması gerekiyordu: Bireysel istençlerin ve tercihlerin otomatik uyarlanımlarının bu tür süre giden dengesizlikleri önlemiş olması gerekirdi. Gelgelelim, fakirlik ve ağır işçilik yaygınlaştığında, ulusun zenginliğindeki artışın nüfusun büyük bir kısmına çok geç ulaştığı görüldüğünde, bir çok insan içerisinde toplumsallaştığı toplumsal bağlardan ayrıldıktan sonra belirsizlik egemen olduğunda ve bu insanlar çoktan kolektif eyleme başvurmaya başladığı zaman böyle bir görüş makuliyetinin büyük bir kısmını yitirmişti31. Toplumsal sorunun endüstrileşme ile derinlik kazanması, toplumun piyasa ile birlikte kendiliğinden dengeye oturacağı düşüncesi yerine bir yönetim nesnesi olarak daha belirginleşmesi sonucunu doğurmaktadır. 19. yüzyıldan sonra toplumsal bilgi sistemlerinin (istatistik , sosyoloji vb.) çeşitlenmesini ve yoğunlaşmasını sağlayan şeyin modern iktidarın toplumu yönetme ihtiyacından kaynaklandığı belirtilmektedir32.. 1.3. Refah Devleti ve Toplumsal Sorun “Refah devleti terimi günümüzdeki anlam ve içeriğini, 1929 dünya ekonomik bunalımından sonra geliştirilen ‘devletçi’ ya da ‘Keynesçi’ politikaların bir ürünü olarak kazanmıştır.”33 Serbest piyasa sisteminin tek başına ekonomik gelişmeyi sağlayamayacağı düşüncesi krizle birlikte kendini gösterdiğinde Keynes ve Beveridge tarafından 1940’larda serbest piyasanın eksik istihdama yol açacağı ve ancak devlet müdahalesinin tam istihdamı, büyümeyi ve istikrarı sağlayacağı fikri ortaya koyulmuştu. Refah devleti, sosyal politikalar yoluyla sosyal güvenliğin yoğun bir şekilde yaşandığı bir devlet modeli olsa da, bu devlet 29. Wagner, a.g.e., s.84. a.g.e., s.84. 31 a.g.e.,s.96. 32 Wagner, a.g.e. ve Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi. 33 Songül Sallan Gül, Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa: Yeni Liberalizm ve Yeni Muhafazakarlık Kıskacında Refah Devleti, Etik Yayınları, İstanbul, 2004, s.144. 30.

(15) modelinin ortaya çıkışının sadece sosyal politikadaki değişimle açıklanmaması gerektiği vurgulanmaktadır. “Dolayısıyla, refah devletinin ve dönüşümünü açıklamaya yönelik her tür çaba, kapitalist toplumların gerek ekonomik (serbest piyasa ekonomisi), gerek toplumsal (aile, sınıf , toplumsal hareketlilik gibi) ve gerekse siyasal ve ideolojik yapısındaki değişimleri göz önüne almalıdır”34.. Refah devletinin siyaset teorisinin. sosyal politikalardan daha çok. “kolektifleştirilmiş bir risk” anlayışına dayandığını Luhmann da belirtmektedir35. Sosyal yardım ve hizmetleri aşan kolektiflik, siyasal bir proje olarak “vatandaşlık” temelinde somutlaşmaktadır. “Keynesçi ya da sosyal refah devleti, vatandaşların belli bir refah seviyesi altına düşmeden yaşayabilmeleri ve negatif yada seçim haklarından tam anlamıyla yararlanabilmeleri için sosyal ve ekonomik haklarla desteklenmesi temeli üzerinde kurulmuştur”36. Bu yaklaşımın temel sonucu ‘toplumsal sorun”un, ulus devlet çerçevesinde bir toplumsal dayanışma ve birlik düşüncesi yaratılarak çözümlenmeye çalışılmasıdır. Toplumsal sorunun yükselmesinin temel dinamiğinin eşitlik düşüncesinin toplumsal gerçeklikteki karşılıksızlığı olması, buna karşılık refah projelerinin toplumsal adalet ve eşitlik yaratıcı siyasalara dayanması, toplumsal sorunun 1970’lere kadar yumuşatılmasını sağlamıştır. Toplumsal siyasanın[sosyal politika] berisindeki temel düşünce, işçiler açısından gündelik hayatlarının sağlama bağlanması ve seçkinler açısından siyasal karışıklıktan kaçınılması bağlamında riskin toplumsallaştırılması ya da aynı kapıya çıkmak üzere, kesinliğin zenginleştirilmesiydi. İstatistik hesaplamalar, örnek olay değerlendirilmeleri ve yeniden dönüşüm önlemleri aracılığıyla tehlikeler hesaplanabilir risklere dönüştürüldü ve fakirlik olayı büyük ölçüde parasal telafilerle yumuşatıldı37. Özelikle siyasal birlik olarak ulus-devletlerin kurulmasında siyasal eşitlik ile toplumsal eşitsizlik arasında meydana gelen temel gerginlik dinamiğinin 19. yüzyılda ideolojileri ve özelikle sınıfsal kolektif eylemlerini doğurduğu ve toplumsal sorunun giderek siyasallaşarak derinleştiği izlenebilir. Refah devleti, 19. yüzyılda liberal bir ortamda oluşturulmaya başlayan sosyal güvenlik mekanizmalarının çok daha ayrıntılı; yoksulluk, gelir adaletsizliği, toplumsal ötekilik kategorileri ( azınlıklar, kadınlar, çocuk ve yaşlılar) açısından muğlaklığı azaltacak bir şekilde yeniden örgütlenmesine dayanır38.. 34. a.g.e., s.141. Niklas Luhmann, Refah Devletlerinin Siyaset Teorisi, çev, Medeni Beyaztaş, Bakış Yayınları, İstanbul, 2002, s.6-7. 36 Sallan Gül, a.g.e., s.148. 37 Wagner, a.g.e., s.147. 38 Klasik liberal öğretide sosyal güvenliğin ilk adımları olara k görülebilecek sosyal yardım ve kısmi sigorta programları toplumsal adalet gibi genel bir amacı değil, özelikle toplumsal çatışmalara yol açabilecek yoksulluk ve çalışan kesimlerin kötü şartları gibi hedef kitleye dönük projeler olarak çalışırlar.Bakınız Sallan Gül, a.g.e., s.144-147. 35.

(16) Modern refah düşüncesinin kökenleri 18. yüzyıl liberal düşüncenin içinde filizlenmiştir. On sekizinci yüzyılda ilk refah düşüncelerinin ortaya çıkışı iki bölümde incelenebilir: Rasyonalist ve Anti-rasyonalist refah anlayışı39. Bentham refahın aktif-yararcı anlayışla mümkün olabileceğini söylerken rasyonalist;. Smith ise refahın planlı değil ancak düzenli işleyen. piyasanın kendiliğinden sonucu olarak gerçekleşeceğini söylediği için anti-rasyonalist olarak bulunmaktadır. Bentham. politikaların. değerlendirilmesi. toplum. gerektiğinden. mutluluğunu. bahsetmektedir40.. arttırabilme Asıl. olarak. potansiyeline toplumsal. göre. mutluluğun. politikanın bir meselesi haline gelmesinin modern devletin meşruiyeti ile ilgili bir gelişme olduğu. söylenmektedir. “Modern öncesi devirden farklı olarak modern siyasal iktidar. kendiliğinden büyüyerek gelişmiş bir yapı olmaktan yapay olarak oluşturulmuş , bilinçli olarak inşa edilmiş bir çerçevedir”41. Modern devletin yapay olarak kurulmuş çerçevesi iktidarın kendi meşruiyetini kişisellikten arınmış, soyut kurallar bütünü olarak kurması ile ilgilidir. Böylelikle modern iktidar,. meşruiyet temelini hükümdarın kişiliğinde bulan önceki. iktidarlardan farklı olarak toplumsal bir konsensüs üzerine inşa etmek zorunda kalmaktadır. Modern dönemde iktidarın politikalarının meşruiyetinin nihai olarak toplumsal mutluluk ya da konsensüs üzerine inşa edilmesi iktidarın sürekliliği için zorunlu bir koşul haline gelmektedir. Rasyonalist olsun ya da olmasın 18. yüzyıl liberal refah düşüncesini modern refah devleti düşüncesinden ayıran temel özelik refahın “hak” nosyonu çerçevesinde değil, verimli işleyen bir organizasyonun (piyasa ve toplum) doğal sonucu. olarak tanımlanmasıdır. Klasik. liberalizmde bireysel şekilde, tatmin ve mutluluk ölçüleriyle tanımlanan refah anlayışı, refah devletinde toplumsal ve siyasal bir öz kazanarak “toplumsal haklar” çerçevesinde yeniden tanımlanmaktadır. Briggs refah devletinin üç temel özeliğini şöyle anlatmaktadır: Birincisi yoksulluğa karşı birey ve aileleri minimum bir gelirle garantilemek; ikincisi olumsuz toplumsal olasılıklara karşı birey ve ailelerinin. güvenliği; üçüncüsü ise sınıfa ve statüye bakılmaksızın bütün. yurttaşların sosyal servislerden yararlanmasını sağlamak 42.. 39. Norman Barry, Welfare, Open University Press, Bristol, 1990, s.15-33. a.g.e, s.21. 41 Poggi, a.g.e., s.116. 42 Asa Briggs, “The Welfare State in Historical Perspective,” The Welfare State: A Reader , der. Christopher Pierson ve Francis G. Castles, Polity Press, London, 2000, s.18. 40.

(17) Refah devletleri; ülkenin politik güç dengelerine, uluslar arası örgütlerin rolüne, farklı çıkar gruplarının koalisyonlarına ve ilişkilerine, din organizasyonlara ve dinsel değerlere, nüfusun [farklı tabakalaşmalar açısından] homojenliğine bağlı olarak farklı refah rejimleri altında değerlendirilmektedir43. Kuramsal çalışmada. refah devleti, adı geçen unsurlara göre üçe. ayrılmaktadır44: Liberal çalışma etiği ve değerleriyle sınırlandırılmış, ılımlı bir sosyal güvenlik modelinin söz konusu olduğu “liberal refah rejimi”; bireysel güvenlik sisteminin ve piyasa rolünün marjinal hale geldiği ve tarihsel olarak devletin kolektivist “kolektivist refah rejimleri”; üçüncü ve son olarak. bir mirasla geliştiği. sosyal hakların ve sosyal vatandaşlık. sisteminin oldukça güçlü olduğu, en temel ihtiyaçlar üzerinden değil en yüksek standartlar üzerinden eşitlik anlayışını geliştiren “sosyal demokrat” refah rejimleri. Ian Gough,. Anderson tarafından tanımlanan rejimleri ideal tipi olarak görmekte ve. gelişmekte olan ülkelerdeki refah rejimlerine temel olan sosyal politikalarla ilgili karşılaştırmalı bir analiz yapmaktadır. Bu analizde Gough ülkeleri sahip olduğu sosyal politika anlayışlarına göre ikiye ayırmaktadır Liberal, kolektivist ve sosyal demokrat rejimlere sahip ülkelerin oluşturduğu grup “refah rejimi”ni; bu ülke dışında yer alan ve gelişmemiş bir sosyal politikaya sahip ülkeler “informal güvenlik rejimi” grubunu oluşturmuşlardır. Gough refah rejimi ve informal sosyal güvenlik rejiminin karşılaştırmalı bir tablosunu aşağıdaki gibi çizmiştir.. Tablo 1: İdeal-Tip Refah ve İnformal Güvenlik Rejimi Karşılaştırması REFAH REJİMİ. 43. ENFORMEL GÜVENLİK REJİMİ. Susanne MacGregor, “Welfare, Neoliberalism and New Paternalism: Three ways For Social Policy in Late Capitalist Societies”, Capital & Class, Spring 99, Issue: 67, s.98. 44 Gosta Esping-Andersen, “The Three Political Economies of the Welfare State,” Power Resources Theory and the Welfare State: A Critical Approach, der. Lulia O’Connor ve Gregg Olsen, University of Toronto Press, 1998, Toronto, s.94-96..

(18) Egemen Üretim Modeli Egemen Sosyal İlişkiler. Kapitalizm:teknoloji gelişimi ve sömürü Sömürü ve market eşitsizlikleri Formel emek piyasasına girebilme. Çevre kapitalizmi içinde enformel ekonomiler Karışık:sömürü, dışlama ve egemenlik. Nafaka geçinimi, kendi işinde çalışma ve informal işçilikten oluşan bir geçim portfoyü Atfedilen kimliklerde dağınıklık ve parçalılık: Politik Hareketliliğin Egemen Sınıf koalisyonları; politik uzlaşmalar patron müştericilik Formu Görece özerk devlet Diğer güç sistemlerinden zayıf bir şekilde Devlet Formu farklılaşmış ‘devlet’ Piyasa, devlet ve ailenin oluşturduğu Harici etkiler ve geniş geçirgenliğin gücüyle Kurumsal Altyapı “refah” karışımı geniş kurumsal sorumluluk matriksi. Metalaşma-ma45 +sağlık ve insan Güvence - kolektivizm eksikliği ve dışlama Refah Çıktıları yatırımı+yoksulluk/dışlama Liberal, muhafazakar ve sosyal Çok daha az özerk yollar: patron müştericilik Dayandığı Gelişme Yolları demokrat rejimler ve dış etkiler Kurumsal farklılaşmaları temel alan Bozulmuşluk ve geçirgenlik nedeniyle sınırlı Sosyal Politikanın Doğası karşılıklı güçler politikalar Temel Geçim Kaynağı. Kaynak: Ian Gough, “Social Policy Regimes in the Developing World”, Handbook of Comparative Studies of Welfare States: Gender, Class and Politics, Oslo University Press, Oslo, 2003.. Yirminci. yüzyıl refah devletinin refah argümanını sosyal hak çerçevesinde. ifadelendirilmesi, liberal refah anlayışı tarafından paternalist olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Paternalist eleştiri modern refah düşüncesinin refahı sadece bir gelir fonksiyonu olarak değil sosyal pozisyonlarla tanımlamasını eleştirmektedir46. Başka bir ifade ile refah devletinde, bireysel refah unsurları ve refah unsurlarının eksikliği bireysel düzeyde tanımlanan sorunlar olarak ifadelendirilmezler; refah eksikliği bu açıdan salt mali bir düzeltme ile giderilmeye çalışılmaz, salt bir organizasyon problemi olarak görülmez. Refah projesi 2.dünya savaşından sonra uygulanan şekli ile, devletin liberal yönetim tekniğinin yol açtığı bütün olumsuz durumlara karşı ekonomi, yönetim ve sosyal meselelerin, devletin yeni rollerle bağdaştırılması ve bütün kollektif ilişkilerin birer “sosyal makine” (bireyi sosyal yapan ve sosyallik üreten) gibi çalışması ile işleyen, toplumsal alanların bütün boyutları ile ilgilenen dağınık bir sorunsallaştırmayı ifade etmektedir47. Wagner refah devleti önlemlerinin yoksulluğu azaltan, eşitsizliği yumuşatan ve bir çok insanın. yaşam. koşullarını. kolaylaştıran. politikaların. başarıldığı. biçim. olarak. “kolektifleştirme”yi görmektedir. Wagner’e göre hem aşağıdan hem de yukarıdan olmak üzere refah devletinin bina edilişi önemli bir kolektifleştirme sürecidir48. 45. Refah devletinde “sosyal hak” nosyonuna uygun düşen ve piyasa ilişkilerine dayanmadan bir takım hizmetlerden faydalanabilme durumunu anlatan “de-commodification” kavramına karşılık kullanılmıştır. 46 R. Goodin, Reasons for Welfare, Princeton University Press, Princeton, 1988’den aktaran Norman Barry, Modern Siyaset Teorisi, Liberte Yayınları, Ankara, 2003, s.291. 47 Nikolas Rose, “Governing Advenced Liberal Democracies,” Foucault and Political Reason, der.Andrew Barry ve diğerleri, UCL Press, London, 1996, s.48. 48 Wagner, a.g.e., s.147..

(19) 1.3.1. Kolektifleştirme Modern refah teorisi üç temel politik kavram olan özgürlük, eşitlik ve toplum kavramlarının yeniden yorumlanmasına dayanmaktadır49. Refah devletinin analiz edilmesi kolektifleştirme sürecinin bu üç politik kavram üzerinden okunması ile mümkün olabilecektir. Twine refah devleti boyutunu. insan doğası ile özgürlük tartışması açısından ele. almaktadır. Değişimi reddeden “insan doğası” kavramsallaştırması yerine “insan oluşunun sosyal doğası” kavramının kullanılmasını öneren Twine, bu yeniden okuma ile iki temel şeye vurgu yapmaktadır50. İlk vurgu, insanın ne tümüyle belirlenmiş ne de tümüyle koşullardan özerk bir bitmeyen. sosyal sürecin ürünü olmasıdır. İkinci vurgu ise sosyal doğanın gerçekleşmesinin bir değişim ve oluş şeklinde yaşanmasıdır. “Sosyal”,. insanın değişim ve. dönüşümünü öngören ve bağımsız bireyi reddeden bir sosyal ilişkiler ağına işaret etmektedir. Liberalizmde “seçim özgürlüğü”ne indirgenmiş özgürlük anlayışı refah devletinde sosyal oluş sürecini yaşama ve “kendini geliştirme. özgürlüğü”ne dönüşmektedir. Refah devletinde. özgürlük, ancak sosyallik içerisinde gerçekleşebilecek olan “oluş”un engellenmemesi olarak tarif edilmektedir. Twine tarafından insan ile toplum arasındaki etkileşimin zemininde tanımlanan özgürlük, refah devletinin özgürlük anlayışını özetlemektedir. “Sosyal karşılıklılık” olarak tanımlanan bu ilişkiler bütünü liberalizmin özerk, bağımsız bireyinden gerçekleşecek özgürlüğünden farklı olarak. karşılıklı bağımlılıklardan ortaya çıkmaktadır. İnsanın sosyal. doğası ile özgürlüğü arasında kurulan bu ilişkinin sonucu, refah devleti politikalarının salt ekonomik politikalar olmaktan çıkarak insanı sosyale dahil edici, bireyi kapsayıcı bir işleyişi öngören toplumsal düzenlemeleri gerektirmesidir. Toplumdan soyutlanmış bir insan tasavvuru insan doğasına aykırı sayılabileceği gibi, insanı ancak “içerici” bir düzenleme ile toplumsal kılan yönetim, toplumsal sorunu yönetilebilir kılar. Toplumu kuran şeyin karşılıklı bağımlılık ilişkileri olduğu savı, politik hukuki ve sosyal düzenlemelerin. birbirini dışlama ilişkisini. reddeden bütünsel ve içerici bir yönetim rasyonalitesini ortaya çıkarmaktadır. Artan dışsallıkların zorunlu dünyası kabul edilen “sosyal karşılıklı bağımlılık” refah toplumunun içerici yönetim rasyonalitesi için temel kurucu referanstır51. Refah devletinin toplum anlayışının“içerici”liği bütün kategorilerin ve pratiklerin kolektivist bir tarzda ifade edilmesi ile ilgili olmaktadır. Kolektifleştirme, bireyin sosyal. karşılılıklar dünyası içinde. yaşamı. sürdürdüğü gerçeğini kabul eden ve bireyle ilgili bütün kategorileri toplumsal bağlamda 49. Barry, Welfare, s.34. Fred Twine, Citizenship and Social Rights, Sage Publications, London, 1994, s.10. 51 a.g.e., s.28-47. 50.

(20) ifadelendiren bir yöntemi anlatmaktadır. Kolektifleştirme ve içerici toplum rasyonelitesi, modernliğin gerilimli, yıkıcı ve çelişkili karakterinin toplumsal alandaki görünümlerinin; toplumsal bütünlük ve dayanışma adına yumuşatılmasını öngörür. Ekonomik, etnik, cinsel farklılaşmalar ve parçalanma eğilimleri farklı ekonomik, sosyal ve hukuki düzenlemelerle toplumsala dahil edici politikaların konusu haline gelirler. Refah devletinin içerici toplumsal mantığı açısından insan temelli sorunların sosyal bir karşılığı söz konusudur. Bu sorunların ifadesi toplumsal ve siyasal düzeyde kolektif bir tarzda dile getirilmekte, çözüm politikaları adı geçen farklılaşma ve parçalanma dinamiklerini topluma dahil edici tarzda oluşturulmaktadır. Refah devletinin yönetim zihniyeti olarak içerici toplum rasyonalitesi, refah dönemindeki toplumsal sorunun nasıl kavranıldığını anlatmaktadır. “…özellikle yeni sağ dönüşümler perspektifinden bakıldığında refah devletinin ayırt ediciliği tekil çıkar çatışmalarından ziyade, farklı toplumsal çıkarları eklemleyen bir kolektif biz kimliğinin oluşturulduğu özgün bir kamusallık anlayışının gücü olarak belirir” 52. Luhmann “içerme mantığı”nı, herkesin bu sistemler tarafından üretilen yararlı nesnelere ulaşma açısından eşit şansa sahip olması hem de bireysel yaşam formlarının bu nesnelere bağımlı olması şeklinde açıklamaktadır53. Çıkar, sorumluluk, fayda ve zararın kolektif tanımlanması ve bu tanımlamaya uygun toplumsal projeler ve teknolojiler ile siyasetin nesnesi durumundaki toplumsal sorunun “içerme” potansiyeli artmış bir yönetim rasyonalitesi ile yönetimi, refah devletinin temel özeliği olarak görünmektedir. “Refah devletinin en önemli özeliği hem bireysel hayatı hem de ekonomik hayatı “kolektif güvenlik” adına sosyalize etmesidir”54. Toplumun çıkar çatışmaları alanı olarak değil, çıkar birliğinin ifadesi olarak örgütlenmesi anlamın gelen içerici mantığın özeliği, toplum için temel tehlikenin toplum içinden ortaya çıkmasının önünün alınması, her türlü toplumsal çatışma potansiyelinin eritilmesidir. Refah devleti için asıl tehlike bir ulus şeklinde örgütlenmiş toplumun dışından gelmektedir. Tehlikenin topluma dışsal olarak tanımlanması ve toplumun bir çıkar birliği olarak tahayyülü, yönetilebilirliğin sağlanmasının. toplumsal bir formla gerçekleşebildiğini. göstermektedir. Refah devletinde iktidarın toplumsal alanla ilgili düzenlemeleri çıplak otoriter yöntemlerle gerçekleşmemektedir.. Rose klasik liberal yönetim tekniğinin. kamusal-özel,. politika –piyasa, devlet- sivil toplum karşıtlığı üzerine kurulmuşken, geç 19. yüzyıl ve erken 52. Özkazanç, a.g.m., s.28 a.g.m.,s.28. 54 Rose, a.g.e., s.40. 53.

(21) 20. yüzyılda bu yönetim formülünün artık değiştiğinden bahsetmektedir. Yeni yönetim formunun karşıtlıklar temelinde değil, gerekli ekonomik, sosyal ve ahlaki sonuçlarının yaratılması için bütünlük temelinde ve “sosyal form” olarak örgütlenmesi söz konusudur. Bireyselliğin bilgi tarzları, açıklamalar ve teknolojiler yoluyla sosyal forma uygun olarak yeniden kurulması, özelikle sosyal güvenlik sisteminin. içerici ve dayanışmacı; sosyal “iş”. sisteminin bireyselleştirici ve sorumluk verici yöntemi ile gerçekleşen çift taraflı işleyiş “toplumsal form”un nasıl çalıştığını göstermektedir. Rose, 19. yüzyıldaki öznenin ahlaki normallik ölçülerine göre biçimlendirilip yönetilirken; refah devletindeki öznenin kolektif dayanışma ve bağımlılıkların merkezinden kapsanılıp yönetilen ve uzmanlar tarafından tanımlanan ihtiyaçların, davranışların, ilişkilerin öznesi haline dönüştürülmüş olduğundan bahsetmektedir55. Böylelikle kişiler ve eylemler, toplumun içinden, politik iktidarın kendini teşhir etmeden gerçekleştirdiği sosyal norma bağlı olarak işleyen, deneyim ve gelişmeleri sosyal bir form olarak kuran toplumsala içkin kurallarla yönetilirler.. 1.3.2.Eşitlik Söylemi Refah devleti yüksek derecede eşitlik sağlamak için piyasa ve toplum rollerinin düzenlenmesini vaat etmiş bir devlet olarak kavramsallaştırılabilir56. Refah devletinde toplum ‘ulus’, bireysel haklar ise ‘ vatandaşlık’ kapsamı çerçevesinde örgütlenmiştir. Giddens refah devletinin her zaman ulusal bir devlet olduğunu, ve bu ilişkinin rastlantısal olmadığını belirtmektedir57.. “Refah sistemleri daha ilk günlerden itibaren, genelleştirilmiş bir devlet. kurma sürecinin parçası olarak görülmüştür”58. İkinci dünya savaşından sonra genelleşen refah devleti modelinin ulus-devletlerin inşası ile birlikte geliştiği söylenebilir. Ulus bilincinin inşası en çok eşitlik vurgusu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Refah devletindeki eşitlik modeli yalnız kamusal haklara sahip olmak anlamına gelen geleneksel metotla değil, “refah hizmetlerinin tüketilmesinde eşitlik” olarak kendini göstermektedir59. Refahın devlet aktörlüğünde yeniden dağıtıcı bir sistem kurularak sağlanması, toplumun siyasal bir birlik 55. ve. yönetim nesnesi olarak kurulmasını. a.g.e., s.44. Ann Shola Orloff, “Gender and Social Rights of Citizenship,” American Sociological Review, Vol.58, 1993, s.303. 57 Antony Giddens, Sağ ve Solun Ötesinde: Radikal Politikaların Geleceği, çev. Müge Sözen ve Sabir Yücesoy , Metis Yayınları, İstanbul, 2002, s.137. 58 a.g.e., s.137. 59 Barry, Welfare, s.96. 56.

(22) kolaylaştırmaktadır. Ulusun homojen bir kitlenin temsili olarak kullanıldığı düşünülürse, bu homojenlik siyasal ve sosyal hakların eşit sahipliğinden geçmektedir. Normatif açıdan, bir cemaatin kendi üyelerinin paylaştığı sorunlarla kolektif olarak uğraşmaya elverişli biçimlerin geliştirilebilmesi için cemaatin kendisiyle dışarısı arasında kesin sınırların çekilmesi gerektiği, aksi takdirde ne bu sorunlar üzerine bir iletişimin ne de bu sorunlarla uğraşırken başvurulacak kurallar üzerine bir konsensusun ortaya çıkacağını savunmak mümkündür60. Eşitlik toplumsal birlik kurgusunun, ulusun ve kolektivizmin yaratılması açısından önemlidir. Almanya’da ilk refah düzenlemelerinin yapıldığı 1880lerde ulusal birliğin oluşturulması için tek yol bu eşitliğin sağlanması olarak görülmekteydi. Her türlü hastalıklara, yaşlılığa ve kazalara karşı zorunlu güvenlik sistemini getiren bu düzenlemeler için arayış, sosyalizmin anlayışından farklı, “itaat ve bağımlılık” sağlayabilen bir ‘eşitlik’ yaratabilmektir61. Ulus devletin inşası sürecinde yapılan bu düzenlemeler “toplumsal şeytanın kökenlerini bilmek”le de açıklanabilmektedir62.. Eşitlik ve adalet toplumsal alanın. yönetilebilirliğini mümkün kıldığı ölçüde işlevsel olmaktadır. Eşitlik hem toplumsal birliğin kurgulanmasında. her. türlü. toplumsal. farklılığı. yumuşatmak,. hem. de. risklerin. dışsallaştırılması adına önemli olmaktadır. Kitlesel ve standart olarak üretilen refah hizmetlerinin bireyleri eşitleyici etkisinin yanı sıra, giderek genişleyen bir üretim- tüketim sarmalının beslediği tüketim kültürünün homojenleştirici gücü tarafından da desteklenen bu kollektif kimlik, siyasi düzeyde bir “tek ulus” hegemonik projesi olarak somutlanmıştır. Toplumdaki çıkar çatışmalarından çok çıkar birliğini vurgulayan bu proje refah ekonomisinin içerme potansiyeli temelinde geniş işçi kitlelerini, orta sınıfları ve devlet yardımına bağlı ‘transfer sınıflarını’ aynı ulusun eşit haklara sahip vatandaşları olarak birleştiriyordu63.. 1.3.3. Sosyal Risk Yönetimi Olarak Refah Devleti Bir ekonomide sosyal refah, mensuplarının ihtiyaçlarını tatmin etme ve aynı mensupların iyi olma durumlarını tehdit eden riskleri yönetebilme kabiliyetine bağlıdır64. Neugbourg ve Weigand eğer bir cennet hayal edilmiyorsa ihtiyaçların giderilmesinin bir takım bireysel ve sosyal eylemler gerektirdiğini, her türlü hareket yeteneğinin ve olumlu sonuçların gerçekleşme olasılığının belirsizliğe karşı olduğunu ve [bu olasılıkların] riskler tarafından tehdit 60. Wagner, a.g.e., s. 137. Briggs, a.g.e., s.21-23. 62 a.g.e., s.21. 63 Özkazanç, a.g.m., s.28. 64 Chris de Neubourg ve Christine Weigand, “Social Policy as Social Risk Management,” Innovation, Vol:13, No:4, 2000, s.401-412. 61.

(23) edilebileceğini belirtmektedir. İhtiyaçların karşılanması ve risklerin yönetimi konusunda üç büyük kurum söz konusudur: Piyasa, aile ve devlet. Bu üç kurum farklı coğrafi ve tarihsel görünümlere sahip olsa bile, bütün toplumlarda şu yada bu şekilde bulunmakta; ekonomi ve toplumsaldaki farklılıklardan kaynaklı olarak farklı formatlarla ve güç dengeleri ile bir araya gelmektedirler. Sosyal refahı ve sosyal devleti incelemek, bu üç kurumun rollerini ve adı geçen kurumların birbiriyle bağlantılarının tanınmasını gerektirmektedir 65. Neugbourg ve Weigand. risk yönetiminin ortaya çıkışını insanların bir problemle. karşılaştıkları zaman iki temel çözüm yolunu içeren tepkisi ile açıklar: Sorunu çözmek ve sorunun tekrar ortaya çıkmasını engellemeye çalışmak. Modern bir ekonomide bireysel olarak yaşamını sürdürme sorunu bireyin, en temel ihtiyaçların karşılanması adına. dolaylı veya. doğrudan para ilişkilerine girmesini gerektirmektedir. Birey ihtiyaçlarını karşılamak için para kazanmak ve pazar ilişkilerine girmek zorundadır. Piyasaya girmeyen bir birey ancak ailesinin desteği ile yada örneğin toplumsal hayırseverlik duyguları ile ayakta kalabilir ki bu iki ihtimal de bireye para vermeyi kabul etmiş ikinci, daha önce piyasa ilişkilerine girerek para kazanmış bir aktörü şart kılmaktadır. Anlatılan süreç modern ekonomide bireysel hayatta kalma eğiliminin dolaylı ya da doğrudan ekonomik boyutunu ve modern ekonomik hayatın çok boyutlu karşılıklılığa dayanan ilişkilerin ifadesi olmaktadır. Piyasa, aile ve toplumla ilgili ilişkilerin hepsi sorunu çözmekle ilgili iken, bu sorunun tekrarlanmasını önleyecek eylemler söz konusu olduğunda refah politikası ve refah devletine ait risk yönetim anlayışı ortaya çıkmaktadır66. Refah politikalarının en çok da “zaman” ve “gelecek”. unsuru. analizlere. katıldığı zaman işlevsel hale geldiği söylenebilmektedir. Risk terimi belirli bir tehlikeyle ilgili bağlantılı olarak hasar, yaralanma, hastalanma, ölüm ve başka olumsuzlukların meydana gelme olasılığını ifade eder67. Giddens risk kavramı ile tehlike kavramı arasında modernliğin toplumsal karakterinden kaynaklanan bir ayrışma olduğunu belirtmektedir. “Risk alınyazısının yerine geçen ve insan etkinliğini etkileyen rastlantısal olayların çoğunluğunun, Tanrı yada doğa tarafından değil, insanın kendisi tarafından. yaratıldığı. gerçeğinin. kavranmasından. ileri. gelmektedir”68.. Risk. kavramlaştırılmasının tehlikelerin büyük bir kısmının insanın alınyazısı olmadığı ve engellenebileceği düşüncesi ile “gelecek yönetimi” için temel referansı sağladığı söylenebilir. 65. a.g.m., s.401. a.g.m., s.403-5. 67 Frank Furedi, Korku Kültürü: Risk Almamanın Riskleri, çev. Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001, s.43. 68 Giddens, Modernliğin Sonuçları, s.36-38. 66.

(24) “Geleceğin önceden belirli olması. yada mevcut insan faaliyetlerinden bağımsız olması. halinde” kavramın hiçbir anlamı olmazdı69. Risk kavramını ortaya çıkaran ve ayrıntılı olarak tanımlamayı gerektiren şeyin insanların değişimi ve geleceği yönetebilme arzuları ile bağlantılı olduğu söz konusu edilebilir. Modern bir toplumda riskin tanımlanması, risk koşullarını ortadan kaldırmayı veya risklerin gerçekleşmesi söz konusu olduğunda zararın tazminini içeren basit bir sigorta teknolojisine bağlıdır. Ancak riskin tanımlanması toplumlara ve tarihsel gelişmelere bağlı olarak değişmektedir. Sigorta teknolojisi çerçevesinde tanımlanan riskin üç temel karakteri bulunmaktadır70. Hesaplanabilir olması, kolektif olması ve sermayeyle ifade edilebilmesi. Hesaplanabilirlikle. istatistiki. verilere. çevrilmiş. ve. denetlenebilir. olasılıklardan. bahsedilmektedir. Riskin kolektif olma karakterini veren özelik, hesaplanabilirlikle aynı şeydir: Risk ancak bir kişiyi değil nüfusun büyük bir bölümünü etkilediğinde ve böylelikle olasılıklarla hesaplanabilir bir olgu haline geldiğinde “tehlike” halinden farklılaşmaktadır. Riskin sermaye olma özeliği, gerçekleşmesinin parayla karşılanabilir bir zarara yol açması, dolayısıyla çoğu zaman parayla tazmin edilebilir olmasından kaynaklanır. Riskin sigorta açısından kavramsal bir referans olarak ayrıntılı tanımlanması ve riskin belirtilen karakteristik özelikleri, sigortanın farklı boyutları olan bir teknolojiye dönüşmesini sağlamaktadır. Sigorta sisteminin ilk özeliği ekonomik ve finansal bir boyutu olması, ikincisi ise moral teknolojisi olmasıdır. Risklerin tespit edilmesi ve tazmin edileceği sözü bir taraftan geleceği disiplin altına almakta, diğer taraftan kişilerin güvence içinde modern hayatlarına devam etmelerini sağlamaktadır. Sigortanın üçüncü özeliği ise bireysel olarak gerçekleşen. tazmin sisteminin bireysel. sorumluluğu sosyal hale getiren bir teknolojiyi içermesidir71. Sigorta sisteminin farklı. “teknoloji”leri bütünleştiren özeliğinin. teknoloji haline getirdiği söylenebilir72. Öncelikle. sigortayı politik bir. riskin kolektif olarak tanımlanması ve. bireyin bir sözleşme ile kolektif bir koruyuculuk şemsiyesi altına girmesi, modern toplumun gerek duyduğu temel “dayanışma” ruhunun kurulmasına, bireyin kendisini gerçektende (avantaj ve dezavantajlarla birlikte) toplumun bir parçası olarak görmesine yardımcı olmaktadır. Politik açıdan, bütün olumsuzlukları önceden belirlenmiş ve böylelikle daha kolay. 69. François Ewald, “Insurance and Risk,” The Foucault Effect: Studies in Govermentality, der. Graham Burchell ve diğerleri, The Chicago Press, Chicago, 1991, s.201. 70 a.g.e., s.207. 71 a.g.e., 209. 72 Pierre Rosanvallon, “The New Social Question: Rethinking The Welfare State,”Princeton University Press, New Jersey, 2000, s.11..

(25) yönetilebilir hale getirilmiş toplumsal hayatın yaratılması açısından sigorta sisteminin oldukça işlevsel olduğu belirtilebilir. Rosanvallon, “risklerin kolektifleştirilmesi” söyleminin felsefi bir argüman olarak modern toplumların kurulmasında oldukça önemli olduğundan bahseder73. Sigorta sistemi sosyal dayanışmanın modern versiyonu olarak görülmektedir. Geleneksel bir toplumda, çoğunlukla akrabalık ve komşuluk ilişkilerinden doğan sosyal bağlar kadar eşitsizlikler ve hiyerarşiler de “doğal” olduğu için kabul edilirken, modernlikle birlikte birey ve toplum ilişkisinin ve dayanışmacılığın. modern formunun kurulmasında sigorta (refah devletleri için yoğun. dayanışmacılık modeli olarak sosyal güvenlik) öne çıkmaktadır. Sigorta sisteminin modern iktidarın yönetimselliğinden ve modern kapitalizmin verimlilik temelli referanslarından kaynaklanan. yaşlı / genç, işsiz/ çalışan, sağlıklı/ özürlü, kadın/ erkek, zengin/ yoksul gibi. kategorik ayrımları sosyal adalet prensibi gereği olarak olabildiğince yumuşatmaya çalıştığı ve modern bir sosyal dayanışma ruhu ortaya çıkardığı söylenebilir. Kolektif risk anlayışının bir ürünü olarak. sigorta ve sosyal güvenliğin sosyal problemlerin yönetilmesine ilişkin. onaylanabilir ve yeterli bir cevap haline gelmesi ise 19. yüzyılı bulmaktadır. Refah devletinde risklerin ayrıntılı tanımlanmasının nedeni yine içerici toplumsal mantık olmaktadır. Topluma dair tehlikelerin ayrıntılı olarak tariflendirilip sınıflandırılması ve toplumsal alanda oluşabilecek bütün tehlikelerin ortaya çıkmadan mümkünse ortadan kaldırılması; toplumsal çıkar birliğinin bozulmamasını ve çıkar birliğini zedeleyecek işsizlik, yoksulluk gibi problemlerin toplumsal bütünleşmeyi zedelemeyecek şekilde yumuşatılmasını sağlamaktadır. Böylelikle refah devletinde riskler, toplumsal bütünü ve toplumsal çıkarı tehdit edecek tehlikeler olarak, fakat politik bir problem addedilmeden, sosyal politika ve projelerle sona erdirilmek istenmektedir. Giddens bu açıdan bakıldığında refah devletindeki riskleri “dışsal” olarak tanımlamaktadır74. Dışsal riskler “imal edilmiş riskler”den farklı olarak, kontrol edilebilir ve belirsizliğe yol açmazlar. Bir toplumsal güvence sistemi olarak refah devleti temelde dışsal risklere göre düşünülüp düzenlenmiştir. Dolayısıyla toplumsal güvence destekleri esas olarak bireylerin kendilerini belirli bir genel gelir ve kaynak seviyesine ulaşamaz gördükleri tüm koşulları kapsamaya çalışır75.. 73. a.g.e., s.13. Giddens, Sağ ve Solun Ötesinde, s.151-153. 75 a.g.e., s.152. 74.

Şekil

Tablo 2: Refah devleti, neo-liberal devlet ve paternalist sosyal devlet modelleri. 145

Referanslar

Benzer Belgeler

Nötrino ve antinötrinolar de¤iflik spin durumlar›na sahip olduklar›ndan, bozunmadan sorumlu zay›f kuvvet (do- lasy›s›yla da zay›f kar›fl›m aç›s›) taraf›n-

Daha açık bir ifadeyle, sosyal politika ve refah devleti asıl varlık sebebi olan eşit ve adil bir toplum yapısı oluşturma ve insana yara- şır yaşam tarzını

Bu bağlamda merkezi değer sistemini oluşturan geleneksel çevrenin gerek iktidar pratiğinden gerekse de iktidarın anatomisinden hareketle merkezde yer aldığını

Kendisinin yeni sağcı parti programındaki ekonomik görüşünden dönerek piyasaya müdahaleci eğilim içine girmesi, sosyal alanda refahı artırıcı politikalar

Bu bağlamda organik olgunluğa sahip bir millet olarak gerek coğrafi gerek nüfus yoğunluğu gerekse ideolojik jeopolitiğiyle küresel kapsamda derin ve geniĢ bir

Gerçekten de toplum ile siyasal iktidar arasındaki örgütler bütünü olarak sivil toplumun en temel işlevi siyasal iktidarın toplum tarafından etkin kontrolünü yani

Neo-liberal politikaların bütün dünyayı etkilediği süreçte kitle iletişim araçlarındaki gelişme internetin kullanılmasıyla beraber yeni bir düzeye

Travma sonrasý stres bozukluðu (TSSB), aðýr bir psikolojik trav- ma sonrasýnda ortaya çýkan, travmatik olayýn tekrar tekrar yaþanmasý, olayý hatýrlatan uyaranlardan kaçýnma