• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE YENİ SAĞ ve SOSYAL SORUN

3.1. Türkiye’de Yeni Sağın Oluşumu ve Sosyal Sorun

Türkiye’de yeni sağ iktidarının nasıl oluşturulduğunu, bu iktidarın hangi toplumsal sorunları meydana getirdiği ve meydana gelen sorunların siyasal söylemde nasıl ifade edildiği 1990’lı yılları analiz edebilmek açısından önemlidir. 24 ocak kararlarının “yeni liberal” içeriği ile 12 Eylül siyasi müdahalesinin “muhafazakar-otoriter” yöntemleri Türkiye’de yeni sağ zihniyetin oluşması açısından iki önemli dönüşüm çerçevesini ortaya koymaktadır.

3.1.1. 1980’li Yıllarda Liberal İktisadi Dönüşüm

Türkiye iktisat tarihi açısından 24 Ocak 1980 kararları, getirdiği düzenlemeler ve öncelikler bütünlüğü açısından yeni sağ politikaların oluştuğu bir dönüm noktası olarak adlandırılmaktadır. Ana çizgileriyle piyasaların serbestleşmesi olarak kendini gösteren ve 1988’e kadar etkin olan bu ekonomi paketi, ekonomik düzenlemelerle birlikte farklı ve ayrıntılı siyasi toplumsal değerlerin oluşturulması pratiklerini de içermesi nedeniyle önceki dönemlerden kendisini ayırmaktadır. Genel olarak 1970’li yılların sonunda dış ödeme problemleri ve yüksek enflasyonla birlikte gerçekleşen bunalımın ortaya çıkardığı 24 Ocak ekonomi kararlarının dönüşüm yönünün; egemen olan aktörler, gelir dağılımı, artık değerin bölüşümü, bütçe, vergilendirme gibi bir takım kamu finansmanı kavramlarıyla okunduğunda liberalizm olduğu söylenmelidir.

“Ekonomik bunalım, en genel anlamda, ekonominin, üretimden tüketime ve yeniden üretime uzanan tüm süreçlerinde olağan dışı gelişmeler demektir”146. 1973-1977 dönemlerinde ortaya çıkan ekonomik bunalımın özeliği ise sayısal ve niteliksel olarak, kendinden önceki bunalımlardan daha ağır olarak adlandırılmasıdır: 1980’deki kriz, kendinden önceki en ağır bunalım olarak görülen 1957-1958 yıllarındaki enflasyon oranını dörde; dış ticaret açığını ise yediye-sekize katlamaktadır147. 1979’da petrol fiyatlarının artması ile petrol ithalatçısı ülkelerin krizi daha derinleşmiştir. Enflasyonla birlikte fiyat denetimin 1980’lerden önce kentlerde uzun kuyruklar ve karaborsa gibi sonuçlara yol açması; diğer yanda ise destekleme alımlarıyla

146

Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi , Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s.194.

147

gelirleri yükseltilmeye çalışılan çiftçilerin elindeki paranın erimesi ve bu sürece yalnız bir kısım sendikalı işçilerin karşı koyabildiği belirtilmektedir. Ekonomik krizin pek çok ülkede benzer şekilde yaşanması, A.B.D.’den başlayarak ekonomi politikalarının dünya çapında değiştirilmesi; serbest piyasa ekonomisinin ve küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeler için de geçerli bir politika haline gelmesini sağlamaktadır148. Serbest piyasa ekonomisi, serbest girişimciliğe dayalı, ekonomiye ilişkin karar süreçlerinde piyasaya göre oluşacak fiyatların tek yol gösterici olduğu, bütün mal ve hizmetler için üretici ve tüketicilerin davranışlarının kendiliğinden fiyat ve denge durumunu oluşturacağı savına dayanarak; devletin ekonomideki etkinliğinin kısıtlanmasını savunmaya dayanır. Serbest piyasa düzeni, devletin ekonomik alanda küçülmesi için sağlık ve eğitim gibi kamu hizmeti olarak verilen hizmetlerin paralı hale getirilmesi kadar, bu alanların ayrıca özel girişimciliğe açılmasını önerir. Ancak yüksek enflasyon, işsizlik ve dış ödeme güçlüğü devletin ekonomik büyüme için eski birikim stratejisinden farklı olarak kamu gelir ve harcamaları yolu olan maliye politikalarını değil, para politikalarını gündeme getirmektedir149. Para miktarının sabit tutulması, günlük kur ayarlamalarıyla düşük değerli TL politikası, serbest faiz politikaları, TL’nin dövizle ikamesinin 1984’den sonra serbestleşmesi ‘ihracata dayalı sanayileşme’ olarak beliren yeni birikim modelinin unsurlarını oluşturmaktadır150. Yeni birikim modeli olarak ortaya çıkan ‘dışsatıma dayalı model’ ekonomik etkinliğin tek amacı olarak ‘ekonomik büyüme’ hedefini göstermeyi terk etmiş; kalkınma planlarında giderek düşük tutulan büyüme oranları ise sanayileşmekten vazgeçilmesi şeklinde yorumlanmıştır151. 1980’den sonra üretim artış göstermesine rağmen sabit sermaye yatırımları içindeki imalat sanayinin payının giderek düşmesi ihracata dayalı politikaların hayata geçirildiği ancak ‘ihracata dayalı sanayileşme’nin başarılamadığı fikrinin oluşmasına neden olmaktadır152. Ekonomik kriz dönemi olarak adlandırılan 1977-1980 döneminde imalat sektörü payı özel sektör içinde %33,6, kamu sektörü içinde %22,9 iken; bu oran ihracata dönük teşviklerin yoğun olduğu 1983-1987 döneminde bile %30,9 ve %11,7 olarak gerçekleşmiştir. Yeldan’ın reform sürecinin tükenişi olarak gördüğü 1988 senesinde ise oranlar sırasıyla %21,4 ve %5,9 civarındadır153.

148

Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Altın Kitaplar, İstanbul, 1999, s.135.

149

Kepenek ve Yentürk, a.g.e., s.197.

150

Oğuz Oyan, Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye, İmaj Yayınevi, Ankara,1998, s.8-9.

151

Kepenek ve Yentürk , a.g.e., s.446.

152

Erinç Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim Yayınları, İstanbul, 3. Baskı, 2003, s.47.

153

Dolayısıyla 1980 sonrasında imalat sanayindeki ihracat ve üretim artışları, bir yandan yoğun teşvikler ve ücret maliyetlerinin bastırılması, bir yandan da 1980 öncesinde atıl kalan kapasitelerin devreye girmesi sayesinde gerçekleştirilebilmiş, ancak bu uygulama gerekli sabit sermaye yatırımlarının yerine getirilememesi sonucunda “sürdürülebilir” bir stratejiye dönüştürülememiştir. Ulusal ekonomilerinin büyüme önceliklerinin “özel sektör liderliğinde ihracata yönelik sanayileşme” üzerine yöneltildiği böylesi bir dönemde, ihracatta yaşanılan kazanımların sektörel yatırımlarla desteklenememiş olması, yatırım stratejisinde yapısal bir bozukluğa işaret etmektedir154.

“Reel devalüasyonlar doğrultusunda işletilen bir kambiyo politikası; adım adım liberasyona yönelen bir ithalat rejimi; pahalı döviz, ucuz kredi ve vergi iadesi gibi teşvik ve sübvansiyonlarla desteklenen ihracatın bir ulusal öncelik haline getirilmesi; fiyat kontrollerinin ve temel malların çoğundaki sübvansiyonların kaldırılması ve iç talebin daraltılmasına dönük makro politikalar” 24 Ocak kararlarının temel yönelişleri olarak tespit edilmektedir155. 24 Ocak kararlarının IMF ve diğer kredi kuruluşları tarafından benzer yapıdaki krizi yaşayan ülkelerde de uygulanan programlardan farkının daraltıcı para ve maliye politikalardan çok ‘emek aleyhtarı gelir politikalarına’ dayandığı ifade edilmektedir156. Yeni birikim stratejisi olarak dışsatımın arttırılmasına yönelik politikaların bir takım sosyal ve ekonomik sonuçları bu tezi güçlendirmekte; yeni birikim stratejisi 1990 sonrası toplumsal sorunlar kapsamına girecek kentsel yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı eşitsizliği, ücret farklılaşmaları, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşmada eşitsizlikler ve bu sektörlerde ve genel olarak kamuda yolsuzluk, verimsizlik gibi birtakım yapısal problemleri ortaya çıkarmaktadır.

3.1.1.1. Gelir Dağılımı

Dış açığın kapanması adına iç talebin kısıtlanması ve ihracatın arttırılması için birkaç politika birden yürütülmüştür. Bu politikaya yönelik olarak bütün çalışma yaşamının yeniden düzenlendiğine dikkat çekmek yeni sağ paradigmanın 24 ocak kararlarıyla ilişkili olarak değerlendirilmesi açısından önem kazanmaktadır.Buna göre çalışma yaşamı yalnız ücretlerdeki değişimleri değil, “ücretleri, toplumsal güvenlik, iş güvencesi, işyerinin koşulları, işgücünün örgütlenmesi vb.” gibi salt ekonomik olmayan pek çok unsuru kapsamaktadır157. Görünür olan politika reel ücretlerin toplam fiyatlara ve eski yıllara oranla sürekli bir düşüş eğilimi göstermesidir. Ücretler ve maaşların kimi yıllarda azalsa da reel olarak 1981’e kadar 1963

154

a.g.e., s.48.

155

Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2002; İmge Yayınları, Ankara, 2003, s.149.

156

a.g.e., s.149.

157

seviyesine hiç inmediği belirtilmektedir. “ Gerçek ücretler 1980’lerde o ölçüde azaltılmıştır ki, eğer 1976’nın en yüksek düzeyi=100 alınırsa, 1988’de elde edilen gerçek ücret bunun %38,6’sı dolayına düşmüş; eğer kendisi de bir bunalım yılı olan 1979 gerçek ücret düzeyi=100 alınırsa, 1988’de varılan nokta bunun %49,4’ü düzeyindedir; yani alım gücü olarak, on yıl öncesinin yarısından da azdır”158. Reel ücretlerin azalmasının ekonomik büyüme ve verim artışlarıyla bir ilişkisi olmadığı da belirtilir. 1978/79 ortalaması olarak sanayideki reel ücretler 1988’de toptan fiyatlara göre % 29, tüketici fiyatlara göre %32 gerilemesine rağmen aynı dönemde sınai üretiminde %66’ya, emek veriminde ise %50’ye yaklaşan artışlar meydana gelmiştir. Sonuç olarak aynı yılar için geçerli olmak üzere sanayideki ücret payları %37,2’den %15,4’e inmiştir159. Bu politikaların sermaye lehine sonuçlandığı görülebilmektedir. “Kapitalist bir ekonomide piyasa ilişkileri içinde kendiliğinden oluşan süreçlerin, dış dünyadan ulusal ekonomiye ithal edilen etkilerin ve konjektürün ücret ve karları, göreli fiyatları değiştirerek gelir dağılımını belli ölçülerde belirlemesi” nedeniyle olumsuz sonuçların oluştuğunu söylemek gerekmektedir160. Bu sürece koşut olarak özel imalat sanayinin kar marjları sürekli artmasına rağmen sürdürülebilir bir sabit sermaye birikiminin yaratılamamış olması 1980 sonrasının en büyük problemi olarak tespit edilmektedir161. Genel olarak emek gelirlerinin düşürülmesi ve ihracatın teşvik edilmesinin emek yoğun sektörlerin uluslararası rekabet gücünü ve istihdamı arttıracağı düşünülse de bu beklentinin gerçekleşmemiş olmasının 1990’larda bu birikim stratejisinin çözülmesine yol açtığı söylenir. Bu stratejinin yüksek parasal teşviklerle162 desteklenmesine rağmen gelecekteki istihdam sorunlarının ortadan kalkmasını sağlayacak bir sanayileşme atılımının gerçekleştirememiş olması 1988’den sonra işsizlik probleminin Türk ekonomisi için yapısal problem haline gelmesindeki nedenlerden biri olarak görülmektedir. 1980-1983 arasında dünya üzerinde yaşanan ekonomik bunalımdan Türkiye’nin daha kolay sıyrılmasını sağlayan bir araç olarak dış kaynakların olabildiğince kullanılması ancak gerekli yatırımların yapılmaması, 1990’lardan sonra bu borçların ödenmesi sürecinde büyük sıkıntılar yaşanmasına da neden olmaktadır. 1980’ler iki kutuplu dünyanın hala geçerli olduğu, batının S.S.C.B.’yi çözmek için Yeşil kuşak kuramından yola çıkarak dinsel öğelerle yoğun bir mücadeleye giriştiği bir dönem olması nedeniyle Türkiye’de NATO’da jeo-stratejik öneminin büyük olması, yalnız IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlardan değil; OECD, İslam Kalkınma

158 a.g.e., s.429. 159 Boratav, a.g.e., s.164. 160 a.g.e., s.164. 161 Yeldan, a.g.e., s.45. 162

İhracatı desteklemek için yürütülen politikalar sonucu teşvik belgesi alanlar sürekli artmıştır. Sallan Gül 1980’de verilen 571 teşvik belgesine karşılık 1988’e kadar artan bir eğilimle bu sayının 2827’e ulaştığını; 1988’den sonra ise verilen teşvik belgesi sayısında düşme eğilimi gözlendiğini belirtir. Sallan Gül, a.g.e., s.283.

Bankası, Avrupa İskan Fonu gibi kuruluşlarca da kredi aktarımının söz konusu edildiği bir dönemdir163. 1980 sonrası alınan kredilerin en önemli sonucu bütçe açığını arttırması; GSMH’nın giderek daha büyük bir oranın transfer harcamalarına ayrılmasıdır. Genel olarak transfer harcamaların iç- dış borçların anapara ve faiz ödemeleri, kamulaştırma bedelleri, KİT’e ayrılan kaynaklar ve ekonomik ve sosyal amaçlı ödemelerden oluşmaktadır164. Sosyal harcamaların hep düşük olduğu ülkemizde transfer harcamalarının 1980lere kadar anapara ağırlıklı olduğu; 1986’dan sonra ise faiz ödemelerinin arttığı belirtilmektedir. Toplam transferlerin 1984’de % 23,3’ü faiz %33ü borç ödemelerine giderken, 1993’e gelindiğinde toplam içindeki faiz ödemeleri %51.2’ye ulaşmaktadır165. Yine GSMH içindeki faiz ödemeleri 1980-1983 arasında %1 iken, bu oran 1988’de %3,9’a ulaşmıştır166. Bütçenin transfer harcamaları olarak faiz ve anapara ödemeleri bütçe açığının artması olarak sonuçlandığı kadar; gelir dağılımını kötüleştirici bir etken olarak da görülmektedir. Özelikle faiz ödemeleri devlet bütçesinden sermaye sınıfına aktarım mekanizması olarak ifadelendirilir:

Gerçekten de 1980 dönüşümü, yurt içi talebe dönük ve dış ticarette koruma rantları ile beslenen ulusal sanayinin öngördüğü iktisadi artık biçimlerinin nitelik değiştirmesine yol açmış;ve giderek, devletin düzenleyici olarak yol aldığı, daha dolaylı bir transfer ve kaynak aktarımı mekanizmasının devreye sokulduğu yeni bir büyüme ve birikim modelini geliştirmiştir…1980lerin sonunda oluşmaya başlayan kamu finansmanı krizi, ulusal ekonomide gelirlerin yeniden dağıtılmasına yönelik tarihsel bir işlev görmüştür. Yüksek oranlı teşvikler, sermaye vergilerinin tahakkuk bazında düşürülmesi, KİT ürünleri fiyatlarının baskı altında tutularak özel sermayeye ucuz girdi sağlanması gibi unsurlardan oluşan bu işlev, söz konusu dönemde [1989] emek lehine yönelen bölüşüm süreçlerini sermaye kesimi açısından hazmedilebilir kılan bir mekanizma yaratmıştır…ayrıntılı olarak tartışıldığı üzere kamuda finansman krizi soyut anlamda bir “idari beceriksizlik” sorununu değil; tarihsel anlamda iktisadi artığın yaratılması ve özel sermaye kesiminde sermaye birikiminin sürdürülebilmesi için gerekli idari ve sosyo-ekonomik politikaları yansıtmaktadır.167.

Alıntıda da söz konusu olduğu gibi ihracata yönelik girdilerin (ücret, ara mallar fiyatları) maliyetlerinin düşürülmesi ihracata dönük politikaların hem iç talebi azaltması hem de ihracatı arttırması açısından işlevseldir. Bu politikanın bir sonucu ise tarım ürünlerinin fiyatlarının düşük tutulmasıdır. Tarımın özelikle sübvansiyonlarla desteklenmesi 1980’den önce gelir dağılımının dengelenmesi, iç pazarı genişletmek, üreticiyi fiyat dalgalanmalarına karşı korumak, bir kısım ürünlerin üretimini kararlı düzeyde tutmak gibi ekonomik nedenler olduğu gibi; kırsal kesimin oy gücünden faydalanmak gibi siyasal bir nedene de dayanabilmektedir.

163

Kazgan, a.g.e., s.145.

164

Kepenek ve Yentürk, a.g.e., s.249.

165 a.g.e., s.249. 166 Kazgan, a.g.e., s.134. 167 Yeldan, a.g.e., s.26-27.

1980’den sonra ise asıl amaç, tarımsal alım gücünü olabildiğince düşük tutarak, işgücü maliyetini ve tarımsal girdi kullanan sanayi ürünlerin maliyetini düşük tutarak dışsatım ürünlerinin dışsatımını kolaylaştırmak, iç satımı daraltarak sanayi üretim fazlasını dışarıya satmaktır168. Kırsal kesimin göreli ekonomik durumun bir göstergesi olarak iç ticaret haddi169 rakamlarına göre tarım/sanayi fiyat makası artmaktadır.1978-79 ve 1988 arasında milli gelir üzerinden hesaplandığında tarım ticaret haddi %38.9 oranında tarım aleyhine bozulmuştur170. Bu sürecin bir sakıncası da kentsel-ticari küçük girişimcinin gelir payının çiftçi aleyhine yükselmesi olarak ifade edilir. Rant, faiz, kar ve kentsel küçük girişimcinin payının yurtiçi faktör gelirlerindeki payı 1976-1977 arası %35 iken, 1988’de %65’e yükselmiş, tarımın payı %30,5 den 18,5’a düşmüştür171. Kırsal kesimin ekonomik durumunun kötüleşmesi ve gelir adaleti açısından eşitsizlik gibi doğrudan sonuçları olsa da; bu politikaların en belirgin sonucu kar marjlarının üretimden ticarete kaymasıdır. Kırsal kesimin 1980’den sonra giderek yoksullaşmasının diğer önemli bir sonucu ise kentlere göçü arttırmasıdır; göçün özelikle genç nüfus tarafından olması ise hem işsizliği hem de diğer kentsel problemleri (şiddet, yoksulluk, kayıt dışı ekonominin gelişmesi, kentsel bütünleşme problemleri vs.) arttıran bir unsurdur. Türkiye’nin nüfus özeliklerine bakıldığında 1950’ler ve 1980-85 arası dönemler kentsel nüfusun öbür dönemlere göre çok yüksek olduğu dönemleri ifade eder.1950-1955 arası % 55,67 olan kent nüfusu yıllık artış oranı, 1980de % 30,47 iken 1985’de % 62,61’e yükselmiş, 1990’da ise %43,10’a düşmüştür172. 1980-85 dönemi böylelikle cumhuriyet tarihinin en yüksek kent nüfus artış hızına ulaşmaktadır. Kente göçün engellenememesi 1990lı yılların temel sosyal sorunu olarak kent sorununu meydana çıkarmaktadır.

3.1.1.2. Özelleştirmeler ve Vergi Düzenlemeleri

“Özelleştirme, kamunun küçültülmesinin ve özel sektöre kaynak aktarmanın gerçekleşmesine katkıda bulunan yöntemlerin tümünü ifade eden bir kavram ve uygulama

168

Kepenek ve Yentürk, a.g.e., s.348.

169

Bağımsız çiftçiliğin ve küçük-orta üreticiliğin yaygın olduğu bir tarımsal yapıda, çiftçinin el ine geçen fiyatlarla çiftçinin sanayi kesimine ödediği fiyatlar arsında oluşan makas hareketleri olarak iç ticaret haddi sanayi sermayesi ile köylü kesim arasındaki bölüşüm ilişkilerinin ifadesidir. Korkut Boratav, “İktisat Tarihi 1981 - 1994,” Türkiye Tarihi 5: Bugünkü Türkiye 1980-1995, der. Sina Akşin, Cem Yayınları, İstanbul, 1995, s.177. 170 Boratav, a.g.e., s.163-165. 171 Kazgan, a.g.e.,s.150. 172

alanıdır”173. Özelleştirme uygulamaları konusunda ilk ciddi adımların 1984 tarihli 2983 sayılı kanunla atılmaya başlanması ve KİT’ler başta olmak üzere ilk özelleştirme girişimlerinin bu döneme rastlaması özelleştirme ile liberalleşme ve yeni sağ paradigma arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. “Liberalleşme devletin tekelciliğinin korunduğu veya girişin sınırlandığı aktivitelerde rekabetin ve rekabetçi davranışların güçlendirip teşvik edilmesi” olarak özelleştirme politikalarıyla tam bir uyum içindedir174. Türkiye’de KİT’lerin yeniden düzenlenmesi ve geliştirilmesi ihtiyacı için temel neden yetersiz girişim becerisi, verimsiz organizasyon yapısı ve sonuç olarak büyük kamu açıkları gibi kamu finansmanı ile ilgili veriler üzerinden bir ihtiyaç olarak dile getirilmektedir. “Özelleştirmenin sunuluşu tek bir çerçeve içinde olmamıştır. Neo-liberal dönüşüme kuramsal çerçeve hazırlamak isteyenler açısından, özelleştirmenin ekonomik sistemi etkinlik ve verimlilik artışı açısından rasyonalize edici etkisi başroldedir”175. Yeni liberal düşüncenin devlete ilişkin her türlü faaliyeti sınırlandırmak ve piyasadan çıkarmak için genel referans olarak belirdiği özelleştirme süreci kamu açıklarını ortadan kaldırmak için mikro düzeyli bir olgu olarak değil, diğer yeni liberal ekonomi politikalarıyla uyum içinde çalışan bir süreç niteliğindedir. Özelleştirmelerin bu özeliği, öncelikle KİT’lerin özelleştirilmesiyle başlayan, 1990’lardan sonra ise sosyal devletin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi görevlerinin de ‘etkinlik- verimlilik’ rasyonalitesine teslim edilerek aşındırıldığı genel süreçle de açıklanabilir. “Özelleştirmelere neoliberal içeriğini veren kuramsal destek her türlü kamu girişimciliğin etkinlik ve verimlilik artışı açısından eksik ve hatalı olduğunu savunmasıdır”176.

1984’de başlayan özelleştirme uygulamalarının temel vurgusu KİT’lerin satılması ve “mülkiyetin tabana yayılması” söyleminin güçlendirilmesidir. Ancak “mülkiyetin tabana yayılması” süreci; gelir dağılımındaki mevcut eşitsizlikler, uzun dönemli sermaye hareketlerinin merkezileşme ve yoğunlaşma temelinde çalışması, sermaye piyasalarının amacının sermayeyi küçük pay sahiplerine dağıtmak değil tam tersine küçük ve orta düzeydeki tasarrufların merkezileşmesi ve büyük sermayenin hizmetine sunmak olması; az gelişmiş ülkelerin ve yeni gelişmekte olan piyasaların yukarda belirtilen yapısal bozuklukları derinleştireceği nedeniyle adıyla çelişen bir süreç olarak yaşanacağı söylenmektedir. Özelleştirme sürecinin yasal düzenlemelerdeki kargaşanın etkisiyle yolsuzlukları

173

Şinasi Aksoy, “Yeni Sağ, Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler,” Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt:7, Sayı:1, Ocak 1998, s.4.

174

Serkan Bayraktaroğlu, “Privatisation: Another Step Towards Liberalisation of the Turkish Economy,” Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı:11, 2001-2002, s.79.

175

Oyan, a.g.e., s.15

176

genelleştirmesi, uygulamaların uzun dönemli rasyonel piyasa düzenlemelerinin önünü açacak bir politika olarak değil aceleci, kamu borçlarını ödemeye yönelik olarak tam değerlendirilmeleri yapılmadan başlatılmasının Türkiye’ye özgü olarak ayrıca eleştirdiğini de belirtmek gerekir177.

“Özelleştirme iddia edildiği gibi kamusal mekanizmaların bunalımı nedeniyle değil, piyasa mekanizmalarının bunalımı nedeniyle doğmuştur. Sermaye kendi bunalımını, bunalımın kaynağından piyasa mekanizmalarını genişleterek aşmaya çalışmaktadır”178. Dolayısıyla kamu finansman krizi olarak ifade edilen sürecin aslında 1970’lerden itibaren gelişmiş ülkelerde başlayan sermaye birikim krizinin çevre ülkelere sıçraması sonucunda özelleştirmeler gündeme gelmektedir. Özelleştirmeler sermayeye yeni değerlendirme alanları açmakta, hukuksuzluk nedeniyle sermayeye doğrudan bir rant aktarım mekanizması olarak hizmet etmekte, kamu girişimciliğinin piyasayı düzenleyici ve birikimi sınırlandırıcı aktörel durumu yok edilmekte; ayrıca 1970’lerdeki birikim krizinin yarattığı yeni model olarak esnek üretim için uygun emek ve koşulları yaratılmaktadır179. 1970’ler kamu işletmeciliğinin sunduğu yerleşmiş iş güvenlik olanakları, yüksek sendikalaşma düzeyleri ve katı ücret politikaları nedeniyle post-fordist olarak tanımlanan yeni üretim tarzına da uygun değildir. Bu açıdan kamunun eritilmesi ve piyasadan çekilmesi yeni ekonomik birikim modeli için önemli olmaktadır.

Özelikle KİT’ler başta olmakla birlikte devlete ait iktisadi teşebbüslerin özelleştirilme süreçlerinin ulusal ihtiyaçlardan çok, uluslar arası sermaye birikiminin ve akışkanlığının yaratılması için gerekli bir “proje” halinde düzenlendiğini belirtmek gerekir. Özelleştirmeler ile ilgili planların 1980 sonrası IMF ile ilgili ‘standby’( istikrar) ve Dünya Bankası ile ilgili ‘structural adjustment’ (yapısal uyarlama) kredi ve yardımlarından yararlanabilmek için temel koşul halinde olduğu görülebilir. Sektörel olsun ya da olmasın, özelikle Dünya Bankası tarafından yönlendirilen bütün yardımlar ve borçlanmalar sadece borç verme mekanizmaları olarak değil, ‘yönetimi geliştirme’ amacı altında bütün kamu hizmetlerinin rasyonalitesini ve işleyişini değiştirmeye ve ticarileştirmeye dönük olarak çalışmaktadır. Genel olarak yapılacak yatırımlar adına gerekli finansman ihtiyacı için kullanılmak üzere talep edilen kredilerin ancak özelleştirmeler başta olmak üzere bütünsel ve önemli ‘reformlar’ koşulları altında bu iki

177

Yasal düzenlemelerle ilgili özelleştirme sürecinde yaratılan karışıklık için Bkz. Halil Sarıaslan, “Kit’ler ve Özelleştirme,” Türkiye Ekonomisi: Sektörel Analiz, der. Ahmet Şahinöz , İmaj Yayınları, Ankara, 2001, s.426-427.

178

İsmail Akbal, “Liberal–Muhafazakar Demokratik Devlet: Neoliberal Devlet,”Düşünen Siyaset, Sayı:17 2001, s.250.

179

kuruluş tarafından tahsis edildiği bilinen bir husustur180. Yine Dünya Bankası ayrıntılı proje kredileriyle özelikle 1990 sonrasında özelleştirmeyi destekleyen kredi kullanımları yaratmıştır. Bu tarihe kadar toplumsal bir taban oluşturmaya dönük çalışmalardan çok; kurullar, fonlar ve

Benzer Belgeler