• Sonuç bulunamadı

Başlık: MANTIKÇI EMPİRİZMİN BİLİM FELSEFESİYazar(lar):HERBERT, Feigl;çev. ALTIOK, FüsunCilt: 5 Sayı: 0 Sayfa: 273-290 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000050 Yayın Tarihi: 1967 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: MANTIKÇI EMPİRİZMİN BİLİM FELSEFESİYazar(lar):HERBERT, Feigl;çev. ALTIOK, FüsunCilt: 5 Sayı: 0 Sayfa: 273-290 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000050 Yayın Tarihi: 1967 PDF"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M A N T I K Ç I E M P İ R İ Z M İ N B İ L İ M F E L S E F E S İ

H E R B E R T FEIGL

Viyana'da küçük bir grup felsefî düşünceli bilim adamı ve bilim­ sel eğitim görmüş filozof, geleneksel felsefeden bağımsızlıklarını ilân ettiler. "Bilimsel Dünya Kavranışı: Viyana Çevresi" (Wissenschaft­ liche Weltauffassung: Der Wiener Kreis) adındaki kitapçık, hemen akabinde "mantıkçı pozitivizm" diye tanınacak olan bu görüşün ilk kısa raporunu ihtiva ediyordu. Biz Viyana'lılar ilk taze coşku ile, bü­ tün felsefeleri sona erdirecek bir felsefeye eriştiğimizi hissetik. Schlick bir "Wende der philosophie"den, felsefenin kesin bir dönüm noktasın­ dan söz ediyordu. Neurath ve Frank, okul felsefesini modası geçmiş ilân ettiler ve hatta bizim görüşümüzün felsefe sözcüğünü bırakıp, bunun yerine "birlik bilimi" (Einheitswissenschaft) ya da "bilimsel empirizm"i kabûl etmesini teklif ettiler. Alfred Ayer'in İngiltere'deki ilk kitabının önemli etkisi, 1930'ların başlarında Birleşik Devletlerde mantıkçı pozitivizmi yaymak için benim gösterdiğim çabalar ve sonra Frank, Carnap, Von Mises, Reichenbach, Hempel ve Bergmann'ın iltihakları güçlü bir akım yarattı. Fakat aynı zamanda sert eleştiri ve itirazlara da yol açtı. Yöneltilen eleştirilere bir cevap olarak akımın kendi ürünleri ve ilerlemekte olan çalışmaları da, yine akımın kendi içindeki tartışmalar yoluyla çok büyük değişikliklere uğramaksızın devam etti ve hâlâ da etmektedir. Birçok bakımlardan mantıkçı empi-rizmin ilk atası olan Bertrand Russell'ın felsefî gelişimindekine çok benzer bir şekilde bizim görüşümüzün hayatiyeti de, esnekliği, ve ge­ lişme ve uyma yeteneği ile temellenir ve kanıtlanır. Bizim akımımız­ da dogmatik veya ritüel olan hiçbir taraf yoktur. Bu akım bir din de­ ğildir. Aksine, bunlara karşı bir tepki ve metafizik dogma ve spekülas­ yonların tutsaklığından kurtulmadır. 18. yüzyıl aydınlanmasının ve ansiklopedistlerin ruhu canlandırılmış ve 20. yüzyılın bilimsel

(2)

görü-274

HERBERT FEIGL

şünün temellerinde yer almak üzere ortaya getirilmiştir. Burada da modern mantığın ve mantıksal analizin araçlarından çok yardım gö­ rülmüştür.

Bana kalırsa, mantıkçı empirizmin en önemli ve yapıcı katkısı, bilimlerin metodolojilerinde ve mantıkta olmuştur. Carnap, Reichen­ bach, Wittgenstein, Frank, Von Mises, Hempel, F. Kauffmann, Wood­ ger, Brunswik, Zilsel, Popper, Nagel, Kaplan, Braithwaite, Berg­ mann, Pap ve pek çok diğerleri tarafından, mantığın, matematiğin, fiziğin, biyolojinin, psikolojinin ve sosyal bilimlerin temellerine şim­ diye kadar yapılmadığı şekilde nüfuz edilmiştir. Sadece bu alanlarda­ ki en önemli başarıları özetlemek dahi pek çok saatler alacaktır. Ben, istemeyerek, bu konferansı temel ve genel felsefî ilginin birkaç seçil­ miş noktasına hasretmeye karar verdim.

Mantıkçı empirist hareket dünya çapındaki yerini kazandığına göre, birbirlerinden temel görüşlerden ziyade izlenecek yöntem bakı­ mından ayrılan başlıca üç eğilimi açıkça ayırdedebiliriz En tipik ola­ rak Philipp Frank'ın çalışmalarında (ve bazı alanlarda Neurath ve Von Mises'in ilk çalışmalarında) örneklenen birinci eğilim bilimlerin sistematik olmayan mantıksal analizleri ile problemlerin seçiminde ve varsayımların kabulü veya reddinde etkili olan ve belirli tarzdaki bilimsel teorilerin şekillendirilmesinde katkıda bulunan psikolojik ve sosyo-kültürel faktörlere önemli bir yer verilmesini saptar. Bir anlam­ da bu, Ernst Mach'ın çalışmalarının bir sonucudur. İkinci olarak "a-nalitik felsefe", "terapötik pozitivizm" veya "kazuistik mantıksal analiz" diye türlü şekillerde nitelendirilen, ilk olarak İngiltere'de G. E. Moore tarafından sunulan ve en dikkat çekici şekilde Wittgenstein tarafından geliştirilen ve şekillendirilen eğilimi sayabiliriz. Bu tür felsefenin başlıca merkezleri arasında sadece Cambridge değil, hatta daha da önemli olarak Oxford bulunmaktadır. Burada tabiî dillerin özelliklerine (çok-anlamlılık ve bulanıklık, tabakalar ve açık ufuklar, implicit kurallar gibi) azamî bir incelikle Sokratik metodun uygulan­ dığını görüyoruz. Muhakkak ki bu tarzla aşırı derecede uğraşmak, "havâîlik'le (futilitarian) damgalanan bazı ifratlara götürmüştür (de­ yim Gustave Bergmann'ındır). Bununla birlikte, bu sistemsiz fakat çoğu zaman pek parlak olan yöntem, temelde, ne ilk sözü edilen eski pozitivist-pragmatik yanaşımdan (approach), ne de daha kesin hatlı mantıksal "yeniden kurma" yönteminden sanıldığı kadar farklı

(3)

değil-dir. Bu üçüncü ve son yöntem, en iyi örneğini Carnap'ın Reichenbach-ın ve öğrencilerinin çalışmalarReichenbach-ında bulmuştur. Aynı zamanda bu yön­ tem Tarski'nin, Mehlberg'in ve Polonya'lı mantıkçı ve metodolojist-ler arasındaki başka kimsemetodolojist-lerinkinde olduğu kadar Woodger ve Braith-waite'in çalışmalarında da izlenmiştir.

Anlamı ve mantıksal yapıyı kavramaya gerçekten, içinde tabîi ya da bilimsel dillerin önemli bilgi özelliklerinin daha kesin ve siste­ matik bir incelemeye tâbî tutulacakları özel sun'î dillerin kurulmasıy­ la olduğu kadar, Wittgenstein tipi sistematik olmayan analizlerle de ulaşılabilir. Terimlerin anlamlarının, onların kullanılış kurallarında bulunduğu Wittgenstein'm ana görüşüdür. Bu kullanışın türlü bağ­ lamlarda belirtilmesi, günlük dilin çok-anlamlılığının ve diğer tuzak­ larının bertaraf edilmesi daima, en azından dilin açıklığa kavuşturul­ ması işinin ilk ve kaçınılmaz adımı olacaktır. Bunun ötesinde, sun'î bir dilin terimlerinin kesin ve sistematik açıklamalarının zorunlu, ya­ hut sadece uygun ve yerinde sayılması açık olarak, ilgilenilen proble­ min tabiatına ve mantıksal olarak yapısına nüfuz etmekte istenen kesinlik derecesine bağlıdır. Bilim mantığının açıklığa kavuşturul­ masında, sentaktik ve semantik üst-dillerin (meta-langue) kurulma­ sının büyük ölçüde yardımcı olduğu şüphesiz görünmektedir. Carnap tarafından denendiği üzere bu analiz yöntemi, muarızlarının sandı­ ğından çok daha kullanışlıdır. Carnap tekrar tekrar göstermiştir ki, sun'î diller (ya da dil şemaları) aracılığıyla yapılan bu exact rasyonel yeniden kurma ya da açıklama, türlü alternatif yollarla meydana ge­ tirilmiştir. ve bu alternatiflerin herbirinin avantajları ve dezavantaj­ ları birbiri erine göre değerlendirilmelidir. Belki sadece bütün bir fay­ dalı alternatif yeniden kuruluşlar serisi, bize tatmin edici bir anlam analizi türünden birşey verebilir. Bu da, kavram ailelerine, dilin, ta­ bakalarına, kaypak yokuşlara, örtülü ön kabullere verdiği önemle, Wittgenstein'ın daha sonraki çalışmalarından esinlenen İngiliz görüş açısına tekabül eder.

Tabiî ve sun'î dillerin ayrımına özel bir dikkat sarfedildiğinde çözümleneceği kanısında olduğum tartışmalı sorunlardan biri, bütün önermelerin analitik ve sentetik olarak ayrılmasıyla ilgilidir. Bilindi­ ği gibi bu dikotomi, tıpkı farklı terimlerle Hume'un klasik empirizmi-nin olduğu gibi, modern mantıkçı empirizmin de köşebaşlarından biri­ ni teşkil eder. Hiç olmazsa Schlick, Carnap, Reichenbach ve pek çok diğerleri tarafından paylaşılan görüşe göre bu dikotomi formel

(4)

bilim-2 7 6 HERBERT FEIGL

lerle (salt matematik ve mantık) olgusal veya empirik bilimler arasın­ daki farkın tam olarak bilinebilmesi için bir temel sağlar. Zamanımı­ zın en büyük mantıkçılarından biri (özel nedenler dolayısıyla ismini söz konusu etmeyeceğim), yıllarca önce bir konuşma sırasında, ana­ litik ile sentetik arasındaki kesin ayrımı mantıkçı empirizmin bir me­ tafizik önyargısı olmakla suçladığında beni oldukça şaşırtmıştı, ve daha üç yıl önce başka bir önemli mantıkçı, Harvard Üniversitesinden W. V. Quine, "Empirismin iki dogması" adıyla, bizim ayrımlımızın savunulmaz bir dogma olduğunu iddia eden bir makale yayınladı. Analitik - sentetik dikotomisine yöneltilen benzer eleştiriler, ayrıca türlü İngiliz yazarları tarafından da ileri sürüldü.

Quine'm eleştirilerine birkaç tezin azami özetlenmiş şekli ve çok kısa kanıtlar halindeki cevabımı sunmama izin verilsin. Mantıkçı em-piristlerin hangi bakımlardan statükoyu muhafaza ettiklerini ve han­ gi başka bakımlardan görüşlerindeki önemli değişikliklerin zorunlu hale gelmiş olduğunu göstermeye çalışacağım.

1. Analitik ve sentetik önermeler arasındaki kesin ayrım yalnız

verimli değil, kaçınılmazdır da.

İnce elenip sık dokunmuş sentaktik, semantik ve pragmatik ana­ lizlerin salt mantıksal hakikatlerle olgusal hakikatler arasındaki far­ kı nitelendirmekte ve açıklığa kavuşturmakta bulunabileceği katkıyı bir yana bırakalım ve ayrımı ister analitik ve sentetik terimleriyle, ister önceden kabul edilmiş tanımlara, işaretleme kurallarına vs. dayana­ rak doğru-yanlış terimleriyle formülendirelim, bu ayrımın kendisi, hiç olmazsa düşüncede açıklığın sağlanması bakımından kaçınılmazdır. Doğruluk bakımından, (burada mantıksal doğruluk söz konusudur) salt explicit, özetleyen, ya da işaretleyen türden önceden kabul edilmiş tanımlara dayanan önermeler için açık ve tatmin edici durum­ lar ortaya konabilir. "Eğer bu oda 60 feet uzunluğunda ise, şu halde 20 yarda uzunluğu vardır" önermesi küçük ve açık bir örnek ödevini görebilir. Genellikle sadece konvansiyonel olarak birim seçme bakı­ mından birbirinden ayrılan ölçü basamakları (kilograma karşı pound, Fahrenheita karşı santigrad vb. gibi) analitik olarak eşdeğerdirler, yahut mantıksal olarak birbirlerine çevrilebilirler.

Benzer yolla şunu söyleyebiliriz ki, mantıksal analizde kendini bir mantıksal hakikatin ikame örneği olarak ortaya koyan herhangi

(5)

bir cümle analitik, ya da totolojiktir. Eğer "hava ya aynı kalacak ya da değişecektir" dersem, empirik veya sentetik bir önerme ifade etmiş sayılmam, Burada açıkça dış ortam kanununun bir ikame örneği ile karşıkarşıyayız. Quine'ın kendi pek güzel ifadesine göre de böyle cüm-lelerdeki betimsel terimler, sadece fazlalık olmak durumundadırlar.

Aynı zamanda salt explicit tanımlar, yine alelade kullanış tanım­ ları ve "recursiv" tanımlar, yadsınmaz analitik önermelerin temelini teşkil ederler. Bu üç tür tanım, ya eş anlamlılık (veya eşdeğerlik) ku­ ralları, yahut da ya sentaktik ya semantik üst-dilin analitik önerme­ leri olarak anlamlandırılabilirler. Bir salt sentaks veya semantik bağ­ lamı, ve bir tam olgunlaşmış konu dili belirlenimi verilmiş olsun. İkin­ ci şıktaki tanımlar herbir üst-dilde analitik önermeler olarak yorum­ lanabilirler. Burada, "malûmu ilâm" etmek olacağını düşündüğüm, analitik ve sentetik dikotomisinin mantık ve bilim metodolojisi için kaçınılmazlığı sorununu tartışmayacağım. Çünkü bu alanlarda sade­ ce ve sadece bu dikotomidir ki, zorunlu ve problematik çıkarsama arasındaki, başka deyimle dedüksiyonla endüksiyon arasındaki ayrı­ mı açıklamamızı mümkün kılar.

2. Analitik ve sentetik düalizmine karşı çıkılmasının temelinde,

sunî olarak kurulmuş dillerin mantıksal analizi ile gelişen ve değişen tabiî dillerin tarihsel incelenmesinin karıştırılması bulunmaktadır.

Quine'ın itirazlarının aksine olsa da, ben bunun, onun temel ay­ rımı hatalı olarak yadsımasının ana kaynağı olmadığı kanısındayım. Dillerin tarihsel ya da betimsel semantik incelemesini bile, terimlerin anlamlarının bağlı olduğu kültür, çağ, konuşmacı, yazar, dinleyici, okuyucu, pratik bağlam vb. yi belirtmeden yapamayız. Bütün çok-anlamhlıkları, görelilikleri, bulanıklıkları ve anlam kaymalarını tabiî dillerde bulundukları şekilde kabûl edersek, terimlerin eş-anlamlıları-nı ve dolayısıyla belirli önermelerin analitikliğini tayin eden linguis-tik tavrın kural koyucu cepheleri gözümüzden kaçmaz. Bir kere tarih­ sel tipteki incelemenin yerini mantıksal analitik tip yeniden kurma aldıktan sonra, biz belirli kurallar ve tanımlar üzerinde düşünür karar veririz. Bu, sistematik olmayan sokratik (kazuistik, diyalektik) tek­ nikler yoluyla, veya bir dilin kelime haznesindeki terimlerin ve sen­ taks, semantik ve pragmatik kurallarının işlenmesi yoluyla yapılabi­ lir. Hiç kimse, özellikle ikinci yolun sun'î ve hatta bazen zorlama ka­ rakterini yadsımayacaktır. Fakat ilk tezimin altında verilen basit

(6)

278

HERBERT FEIGL

canlandırmalar hatırlandıkta, dil oyununu belirlenebilen ve sınırlı kurallara uyarak oynamadıkça, hiç olmazsa zımnen ve verilen bağ­ lamda söylediklerimizle ne kasdettiğimizi bildiğimiz ciddi olarak iddia edilebilir mi ?

Hiç olmazsa bağlamsal ve geçici olarak saptanmış anlamlar, yani eş-anlamlılıklar ve mantıksal eşdeğerlikler farzeden çıkarsama kural­ larına bağlı kalınmadıkça, kavranabilir ve sorunlu bir muhavere im­ kânsızdır. Bu şartlar tamamlanmadığı müddetçe mantıkçıların bütün çabalarının faydasız kalacağını söylemem bilmem gerekir mi?

3. Birçok empristlerin genel olarak, belirli bazı temel sentetik öner­

meleri, gerçek analitik önermeler olarak yanlış sınıflandırmaya eğilimli oldukları muhakkaktır. Fakat bu hatayı öne sürmek, temel ayrımın yad­ sınmasını meşrulaştırmaz.

Sentetik apriori tabusundan kaçınmak endişesiyle empiristler sık sık, zaman içinde ardarda gelmenin geçişliliği, yahut nedensellik ilkesi, (hatta bazen bazı genel fizik kuralları) gibi temel önermelerin analitik olduğunu, yani örtülü tanımlar, konvansiyonlar veya gerçek totolojiler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu hata bunu aktaran empi­ ristlere yüklenmelidir. Mantıksal olarak bu hata, implicit tanım (ve­ ya postüla tanımı) denilen şeyle explicit tanımın birbirine karıştırıl­ ması sonucunu verir. Örneğin, "A olayı C'den önce olmadıkça, A'nın B'den ve B'nin C'den önce olduğunu söyleyemeyiz" dendikte bu hata yapılmıştır. Bu cümle, "Bir belkemiği olmadıkça Z'ye omurgalı di­ yemeyiz". yahut,, "Erkek cinsinden olmadıkça U'ya amca diyemeyiz" cümleleri ile yanlış bir anoloji kurularak söylenmiştir. Geçişlilik gibi belirli formel bir yapının, deneysel olarak saptanmış bir seri olguya uygulanabilmesi, açıktan açığa bir sentetik önermeler sorunudur. Ve Newton zamanın analitik olarak geçişli olduğu, yahut Öklid eş­ kenar üçgenlerinin analitik olarak eş açılı olduğu söylenebildiği halde deneysel (ya da fiziksel olarak ölçülmüş) zamanın geçişliliğinin ana­ litik bir gerçeklik olduğu iddia edilemez. Yine aynı şekilde deneysel olarak eşkenar olduğu saptanmış fizik bir üçgenin eş açılı olması ge­ rektiğinin mantıksal bir hakikat olduğu da söylenemez. Benzer şekil­ de, nedensellik ilkesini analitik bir gerçek olarak ifade eden hiçbir for­ mül (ne şu kaba "aynı nedenler, aynı eserler" formülü, ne 19. yüzyıl fiziğinin daha sun'î formülleri) kendisinden genel olarak anlaşılan an­ lama tam olarak uymamaktadır. Bu anlam ancak sentetik bir önerme aracılığıyla yorumlanabilir. Şüphesiz ihtiva ettikleri belirli terimlerin

(7)

anlamları dolayısıyla doğru olan önermeler vardır. Fakat yine de bun­ lar analitik olmayıp, aslında sentetiktirler Fakat bu durumda, sorun­ daki terimlerin anlamları explicit tanımlarla belirlenemez. Bilimsel terimlerin anlamları postülalarla (implicit tanımlarla) belirlendiği zaman, böyle bir anlam ifade eden önermelerin hem sentetik, hem zorunlu olduğu söylenebilir. Fakat burada zorunlu, Kant anlamın­ daki a priori ile aynı şeyi ifade etmez. Zorunluluk burada, sentaktik P-geçiş kurallarında (veya bir kiplik mantığında) formüllenen neden­ sel bağıntıdan başka birşey demek değildir. Bu Hume'un nedenselliği analizinde belirli bir düzeltmeyi temsil etse de, empirist görüşle tam bir uygunluk halindedir. Fakat bilimsel araştırmada doğa kanunların­ dan asla emin olamayacağımız ve böylece hiçbir zaman kiplik bağın­ tısının vurgusunu nereye uygulayacağımızı bilemeyeceğimiz için en­ düksiyon sorunu kesin olarak Hume'un (veya belki daha iyisi Reic-henbach'm) bıraktığı yerde kalmaktadır. Bütün bunlar analitik ve sentetik ayrımını zerre kadar bulandırmaya yönelmez. Aksine bütün bu tartışmalar analitikle sentetik arasında kesin bir farklılaşmanın gerektiğini gösterir.

4. Verilmiş bir işaretler serisinin (bir cümle, bir formül vb.) ya ana­

litik veya sentetik bir önerme için araç olabilmesi olgusu ne ayrımı bu­ landırır, ne de üçüncü bir nötr önermeler kategorisi getirir. Nötr olan üçüncü şey, işaretler serisinden başka birşey değildir.

Çoğumuzun birinci ve ikinci sınıftaki öğrencilerimize öğretmek endişesinde olduğumuz bu elemanter anlayışın burada işlenmesine pek ihtiyaç olmayacaktır. Fakat son on yıllarda birçok önemli yazar­ lar, fonksiyonel analitiklik yahut pragmatik a priori kavramlarını benimsedikleri için, bu fikirlerin, özellikle bilimsel teorilerin mantık­ sal kuruluşlarına uygulandıkları hallerde dikkatle incelenmesi faydalı olabilir. Newton'un ikinci kanunu bir kuvvet tanımı mıdır, yoksa bi­ zim, verilen bir kitlenin, verilen bir kuvvetin etkisi altında hızlanaca­ ğını öngörmemizi sağlayan bir doğa kanunu mudur? Yoksa her ikisi de değil midir ? Termo dinamiğin birinci kanunu enerjinin (kinetik ve / veya potansiyel) tanımı mıdır, yoksa bize belirli ölçülebilir niceliklerin bütün bir değişmeler sınıfına göre sabit olduğunu söyleyen gerçek bir kanun mudur? Işık hızının sabitliği bir tanım sorunu mudur, yoksa deneysel bir olgu mudur? Poincaré'nin, Dingler'in ve Eddington'un konvansiyonalizmlerindeki fazla mübalağa edilmiş cephelerin zayıflı­ ğını ortaya koymuş olan eleştirileri (Mach, Planck, Enriques, Schlick,

(8)

2 8 0 HERBERT FEIGL

Reichenbach veya Kraft tarafından yapılmış olan) tekrarlamak için vakit ayırmayacağım. Benim bu sorun için kendi denemelerime da­ yanan çözüm yolum, radikal empiristlerinkinden farklıdır. Bu mese­ deki görüşümle ben bilimsel teorilerin bir örgüye benzeyen karakter­ lerini tanımamız gerektiğini ileri sürüyorum. Örgü içindeki iki veya daha fazla kavramla herhangi bir şekilde ilişkili olan verilmiş bir for­ mül ya da cümle, sistemin geri kalan kısmının yorumlanışına bağlı olarak ya analitik (tanımsal) veya sentetik (olgusal) olarak saptana­ bilir. Apaçık belgelerle de anlaşılabileceği gibi, bilim adamları, araş­ tırmanın konusuna bağlı olarak (çoğu kez bunun tam farkında da ol­ maksızın) bir yorumdan diğerine geçtikleri için, yegane tam doğru yeniden kuruluş, bütün bir alternatifler takımının terimlerinde bu­ lunabilecektir. Bu şüphesiz, verilen sembolleri sistematik olarak çok-anlamlılaştırır, fakat her bir alternatif kuruluşun içinde sembollerin anlamı tamamiyle sabitleştirilmiştir. Ben aslında, bir anlamda, bilim­ sel teorilerin metodolojisi seviyesinde Sokratik metodu uygulamak­ tayım. Eğer bir fizikçi kendi yöntemleriyle, Newton'un " F = M . A " for­ mülünü bir önceden görme veya açıklama araçı olarak kullandığını öne sürerse, onun M,A ve F niceliklerini bağımsız işlemsel bir ele alışı olması gerektiğini biliriz. (Bu durumda gerek Newton'un üçüncü ka-nunu-burada yanlış olarak kanun denmiştir-gerekse belki Hooke'un kanunu-bu da yanlış adlandırılmıştır-bir kuvvet tanımı ödevi göre­ ceklerdir.) Benzer şekilde, c'nin sabitliğinin geleneksel konvansiyona-list yorumunu inceleyeceğim. Şüphesiz hem c'nin sabitliğini, hem de uzaydaki uzak mesafeli olayların eşzamanlığı hakkındaki önermeleri olgusal iddialar olarak yorumlayanlayız. Fakat Michelson ile Morley-in sonuçlarının ve özellikle Sitter'Morley-in gözlemlerMorley-inMorley-in endüktif içerme­ lerinin daha dikkatli bir analizi şunu apaçık bir şekilde ortaya koyar ki, c'nin sabitliği belirli bir zamandaki eşzamanlık belirlemelerine baş­ vurulmaksızın deneysel olarak saptanabilir. Eğer bu sonuçlar doğru ise, insan fonksiyonel analitiklik, ya da pragmatik a priori'nin özel bilimsel formüllere uygulandığında gerçekten üçüncü bir önerme ka­ tegorisi meydana getireceğinden ciddi olarak şüphe edecektir. Eğer mutlaka gerekiyorsa bu terimlerin bütünsel bilgi teşebbüslerinin tas­ lak konvansiyonları için kullanılması daha iyi olur. Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki, bu taslak-konvansiyonlarınm bazılarının, bilim dilinin P-şekillendirme kuralları olarak açıklanması makul gö­ rünmektedir. Örneğin fiziksel uzayın üç boyutlu karakteri (alelade

(9)

bağlamlarda bilimin kesin ve tartışılmaz ön kabulü) bilimdeki tek tek betimlemelerin şeklini belirleyen sentaktik bir özellik olarak yo­ rumlanabilir. Isı gibi bir değişkenin x,y,z üçlü ya da x,y,z,t dörtlü koordinat sistemi için bir öncül olarak kullanılması kuralında, t ger­ çekliğin belirli bir temel özelliğini yansıtır ve böylece dünyamız için sentetik bir niteleme olarak yorumlanabilir. Her ne hal ise, ben bura­ da sadece teorik örgülerde formüllerin sentetik ve analitik nitelikleri­ nin sistematik olarak birbirine dönüşebilmesi fikrinin fonksiyonel analitiklikten daha uygun bir kuruluş sağlayabileceğini göstermekle ilgilenmekteyim. Burada teklif edilen yoruma göre fonksiyonel ana-litiklik, adamakıllı analiz edildiği zaman ya analitikliğe (tanımsal ger­ çek), veya iyice belirlenmiş hipotezlere dayanan bir endüktif kesinlik ve emniyetle kabul edilen sentetik olgunsallığa indirgenebilen karma bir kavramdır.

5. Bilimsel bir teorinin mantıksal olarak bağımsız olan

postülala-rının yine bağımsız tahkik edilebilirliği, deneysel bilimlerin aktüel me­ todolojilerinin pratik bir gereğidir.

Pierre Duhem'in, nihaî deneyimlerin imkânsızlığı hakkındaki görüşünün ilk olarak matematikçiler ve mantıkçılar (Poincaré ve Quine gibi) tarafından tekrar edilmesi ve önemle üzerinde durulması anlamlıdır. Gerçekten salt formel bir açıdan bakıldığında kabul edil­ melidir ki, teorik örgünün herhangi bir kısmındaki düzeltmeler, daha

iyi bir deneysel uygunlukla sonuçlanırlar. Fakat bu, bilimin aktüel pratik haklarını kısıtlar. Üstelik, bir alternatiften diğerine, yorum değişmesini farzeder. Mantıksal bağımsızlığı olan hipotezlerin ardar-da gelen teyidleri bilimsel çalışmanın dikkat çekici özelliklerinden biridir. Dolaylı bile olsa bağımsız bir apaçıklığın aranması, bağımsız apaçıklığın birbirine yaklaşan hatlarının aranması modern bilimin bütün deneysel hünerinin ana sorunudur.

Biraz insafsızca olsa da şuna işaret etmeme izin verilsin; Mantık­ çılar kendini "Beni ister kabul edin, ister bırakın, ama hiçbir kısmımı ayıramaz seçemezsiniz" iddiasıyla ortaya koyan herhangi bir bilimsel teoriye yan gözle bakarlar. Eğer doğru hatırlıyorsam bu tamamen Freud'un psikanalitik teori ve onun yekpare niteliği hakkında söyle­ diği şeydir. Fakat Freud'un kendisi de, çeşitli defalar teorisinin bazı kısımlarını (muhtemelen klinik kanıtlar temeline dayanarak) değiş­ tirmiştir. Bilim, eğer teorileri, mantıksal bağımsızlığı olan

(10)

postüla-2 8 postüla-2 HERBERT FEIGL

ların terimleriyle kurulamazsa üzücü bir durum arzedecektir. Tamamiy-le deneysel tahkik ediTamamiy-lebilirliğin sistematik yorumu sayesindedir ki, biz bir teorinin bilgi iddialarını azami sayıdaki bağımsız şekilde kanıt­ lanabilir postülalar halinde çözümleyebiliriz. Örneğin ancak özel gö­ relilik ilkesinin farklı bileşenlerini ayırdıktan sonra hangi deneylerin hangi kanunları kanıtladığını söyleyebiliriz. Michelson ve Morley'in deneyleri bir bileşeni, De Sitter'in çift yıldızlar üzerindeki gözlemleri diğer bileşeni kanıtlar ve yardımcı hipotezlerin kanıtlanması için ışık sapıncının ölçülmesi ve Fizeau deneyi aynı derecede kaçınılmazdır.

Bütün bilimin değilse bile, bir bilimsel teorinin bütün yapısının deneyle karşı karşıya olduğunu, ve eğer sistemin herhangi bir yerine hiç olmazsa bir yaklaşıklık anlamında uymayacak olursa sistemin o kısımlarında değişiklikler yapılması gerekeceğini ileri süren görüş, bilimin ilerlemesi için en büyük önemi haiz olan ardarda yoklamalar ve bilimin türlü kısımlarının sağlamlaştırılması işini büyük ölçüde bulanıklaştırır. Tabiî hiçbir kısmın nihaî olarak tesbit edildiği söyle­ nemez, fakat salt mantıkçıyı etkileyen bu görüş, onu ardarda gelen kanıtlar yöntemine karşı körleştirmemelidir. Tuhaftır ki deneysel ile mantıksal arasındaki kesin ayrımı yadsıyarak kendi çalışmalarını ilk defa zayıflatanlar yine mantıkçılar olmuştur. Çünkü bu noktada alelade usavurma ile bilimsel metodolojinin muğlaklığı ile karşılaş­ mışlardır. Sonra da bilimin metodolojisini tanınmayacak şekilde bu-lanıklaştırmaya devam etmişlerdir. (Çünkü salt formel bir görüş açı­ sından, bir teori ilke olarak, kısımlarından herhangi biri içinde düzen­ lenebilir.) Eğer mantıksal analizlerimiz ve bilimsel çalışmayı yeniden şekillendirilişimiz en önemli ve kaçınılmaz kriterlerin (doğrulanabi-lirlik ve doğrulanma kriterleri) hakkını vermekten aciz kalıyorsa, tah­ rif edilmiş bir bilimsel yöntem taslağı vereceğimize, iyi analizler ve kuruluşlar aramalıyız.

6. Teoriyle olgunun daha iyi bir uygunluğuna ulaşabilmek için man­

tık yasalarının değiştirilmesi hususunda ileri sürülen ihtiyacın hiçbir inandırıcı yanı yoktur.

Bunun oldukça tartışmalı ve aynı zamanda çok geniş bir sorun olduğunun tamamen farkındayım Şu halde burada sadece, alternatif mantıkların (Üç değerli veya çok değerli) bilimsel problemlerin çö­ zümleyicisi rolleri hakkındaki ciddi şüphelerimi kaydetmeme izin ve­ riniz. Tabiî, gerici değilse bile tutucu olarak adlandırılacağımı ümid ediyorum. Yine bana, Öklid geometrisini tek ve sonuna kadar doğru

(11)

kabul edenlerin (ya da hiç olmazsa fiziksel uzay için her zaman Öklid geometrisinin kullanılmasının daha ekonomik olacağına inananların) akıbetlerinin h a t ı r l a t ı l m a s ı n ı bekliyorum. Burada, iki hakikat değerli mantığın, dedüksiyon teorisi olarak ele alınmayı hakkeden ye­ gâne mantık olduğunu kabul etmemin sebeplerini belirleyemem. Za­ manım olsa bile, ne Von Neumann'n, ne Reichenbach'ın mantık tür­ lerinin, quantum mekaniğinin aksiyomatiğinin kurulmasında gerekli, hatta yardımcı dahi olmadığı hakkında yeterli kanıtlar da veremem.

Sadece dedüktif çıkarsamanın kurallarını, dilin en temel özelliklerin­ den çıkan serileri, terimlerin deneyin çeşitli adımlarına ya da cephe­ lerine uygulanmasının tek anlamılığını belirleyen semantik kurallarına sağladığı haklı olarak iddia edilebilecek yegâne şeyin, mantığın iki değerli karakteri olduğunu söyleyeceğim.

Şimdi ünlü tartışmalara sebep olmuş en temelli bir soruna dönü­ yorum: anlamın empirist kriteri. Bunun pek çok tartışmalara yol aç­ ması şaşırtıcı değildir. Occam'ın usturası, metafizikçilerin budama kompleksini uyandırmaya müsaitti. Fakat psikoanalitik nükteler bir yana, eskiden olduğu gibi şimdi de, Occam'ın usturasının üç ağzı vardır ve bunlar arasındaki ince ayrımlar, anlam kriterinin kaynağı hakkında daha yerinde bir anlayışa yönelinmesine yardımcı olacak­ tır. Yine özet halindeki tezler ve bunların açıklanması ve meşrulaş-tırılması yoluyla ilerlemeye devam ediyorum.

1. Olgusal anlamlılığın kriteri, formel basitlik ilkelerinden ve

en-düktif basitlik (veya olgusal ekonomi) ilkesinden ayırdedilmelidir.

İki bilgi sisteminin olgusal içeriği, salt analitik geçişlere göre de­ ğişmez kaldığında, bir kavramsal temsil sisteminin diğerine tercihi sadece formel basitlik veya mantıksal - matematiksel fayda planında meşrulaştırılabilir. Heliocentrique (güneş-merkezli) kinematiğinin geocentrique (yer-merkezîi) kinematiğine tercihi, buna uygun bir du­ rumdur. Eğer iki teori birbirinden olgusal içerik yönünden farklı ise, ve birinde diğerinden daha çok sayıda varsayım bulunuyorsa, karar olgusal olarak daha basit olanın leyhine verilir. Bu sadece normal en-düktif, veya hipotetik-dedüktif yöntemin bir seçimidir. Occam'ın usturasının ikinci ağzıyla kesilip atılan bu fazlalık, muhtemelen ge­ reksiz, fakat anlamlı varsayımlardandır. Bu bir ekonomi ilkesidir ve Newton'un ilk "regula philosophandi"sinin (felsefî kuralının) meto­ dolojik çekirdeğidir.

(12)

284

HERBERT FEIGL

Olgusal anlamlılığın emprist kriteri, yukarıda sözü edilen iki basit­ lik ilkesinin tersine, yalnızca mutlak olarak, karşı kanıta karşı, kanıt durumunda olan varsayımlara yönelir. Böyle bir ilkesel doğrulana-mazlığı, bilimin gözlem temelinden tamamen ayrılmış kavramların kullanılması doğurmuş olabileceği gibi, özellikle, bazı tercih edilmiş varsayımların yadsınmasını önlemek için yapılmış tasdik ve taahhüt­ lerin doğurmuş olması da muhtemeldir. Bilimsel düşüncenin tarihin­ de bu türden birçok örnekler vardır. Orijinal kavranışıyla, doğrulana­ bilir sonuçlara sahip olan bir varsayım, özel koşullar altında mutlak olarak doğrulanamaz bir hale gelmiştir. Mutlak zaman ve uzay, flo-jiston, "caloric" (ısı maddesi), eter, hayatî kuvvetler, veya entellec-hia'lar vb., savunmalarının hiç olmazsa son adımlarında, sadece pra­ tik olarak değil, mantıksal olarak da dolaylı ve eksik bir doğrulanma veya yadsınma imkânını bile ortadan kaldıracak özellikler yüklenmiş­ lerdir.

2. Anlam kriterinin daha liberal bir formüllendirilişiyle, mantık­

çı pozitivizmin ilk zamanlarındaki kısıtlı durumun ötesinde, önemli bir ilerleme kaydedilmiştir.

Carnap, Wittgenstein ve Schlick tarafından 1930 sıralarında alı­ nan tavırda, dolaysız ve eksiksiz bir doğrulanabilirliğe örtülü olarak yer verildiği görülür. Fakat hemen sonra Reichenbach'ın ileri sürdüğü gibi, pratikteki bütün bilgi iddialarının endüktif niteliğini geçerli kıl­ mak için çok daha liberal bir anlam kriterine ihtiyaç hasıl olmuştur. Carnap çığır açan "Denenebilirlik ve anlam" (Philos. of Science, 1936 37) adlı makalesinde, ve Reichenbach "Deney ve önceden görme" adlı önemli kitabında (University of Chicago Press, 1938) daha geniş yeni bir anlam kriterini açık olarak formüllendirmişlerdir. Daha ileri değişiklikler ve düzeltmeler, o zamandan beri tartışma halindedir. Paul Marhenke, CG. Hempel ve diğerleri anlam kriteri üzerindeki bütün bu uzun vadeli formüllendirmelerin uygunluğu hakkında ciddi şüpheler beyan ettiler. Ben tamamen tatmin edici ve kesin bir açıkla­ manın zor [olduğunu kabul ediyorum. Fakat bu ilkesel doğrulanabilirli-ğin (önermeler için) veya uygun olarak seçilmiş bir gözlem temelinin terimleri arasındaki mantıksal ilişkinin (kavramlar için), olgusal an-lamlığın, 'hiç olmazsa zorunlu koşulunun "explicandum"u (açıklayanı) olduğundan eminim. Böyle anlaşıldıkta, anlam kriteri anlamlıyla anlamsız arasında kesin bir sınır çizmeyi mümkün kılacaktır. Anlam­ lılığın bir derece meselesi olduğu fikri bana, anlamlılıkla anlam

(13)

belir-lemelerinin derecesinin karıştırılmasına dayanmaktaymış gibi görün­

mektedir. Anlamı çok eksik olarak belirlenebilecek veya sadece taslak halinde özetlenebilecek olan bilimsel teorilerin gelişen sınırlarında birçok kavramlar vardır. Bu açıdan bakıldıkta, gerçekten bilimle

endüktif metafizik (veya hatta "tabiî" teoloji) arasında kesin bir sı­

nırlama çizgisi yoktur. Endüktif metafiziğe veya teolojiye yöneltilen itirazlar, anlam kriterinin terimleriyle (Occam'ın usturasının üçüncü ağzı) değil, ekonomi ilkesinin (endüktif basitlik -usturanın ikinci ağzı-) terimleriyle formüllendirilmelidir. Anlam kriteri, yalnızca "aşkın", veya teolojiye yani en dolaylı tür deneylerden bile muaf olan öğreti­ lere uygulanır.

3. Olgusal anlamlılık bir yargı değil bir teklif olarak anlaşılmalı­

dır.

Böylelikle bu kriter kendi yetkisinin dışına çıkmamış olur. Bu kriterin benimsenmesi sadece pratik olarak geçerlidir. Deneysel ola­ rak cevabı olmayan soruların sorulmasını ve cevaplandırılmasını dışta bıraktığı analitik olarak gösterilebilen belirli sentaktik, seman­ tik, pragmatik yapıya sahip üç basamaklı dillerin haricinde geçerli kılınamaz. Yine de kriter, olgusal anlama sahip cümlelerle salt formel anlama sahip cümleler (totoloji veya çelişkiler) ve /veya sadece duy­ gusal (yani heyecanlandıran, harekete getiren, canlandıran) anlamı olanlar arasında bir ayrım yapabilmek için kuvvetli bir araçtır. Böy­ lece elde edilen bir ayrımı, bilimle metafiziğin sınırının çizilmesi ola­ rak kabul edenler olsa bile, bence bu bir terminoloji sorunudur.

4. Daha liberal bir anlam kriterinin benimsenmesi,

fenomenaliz-min ve radikal operasyonizfenomenaliz-min gerçek bir kritik realizm leyhine, terke-dilmesine imkân verir.

Carnap'ın ilk çalışmalarının "Aufbau" (kuruluş) veya mantıksal kuruluş devresi şimdi yerini tamamen, fenomenalist pozitivizmden ziyade kritik realizmle büyük bir yakınlığı olan bir bilim felsefesi ve epistemolojiye bırakmıştır. Bu yeni devreye Schlick'in "Allgemeine Erkenntnislehre" (Genel Bilgi Teorisi) (1918) (2. Baskı, 1925) adlı ese­ rinde iyice açıkladığı, emprik realizmin semiotik olarak daha ince e-lenip sık dokunmuş ve mantıksal bakımdan daha emin bir şekli gözüy­ le bakılabilir. Gerek sağ-duyu gerekse bilim seviyesindeki bilgi, şimdi bir kavramlar ve sadece pek az yerde dolaysız deney verilerine bağ­ lanan ve bunun dışında bir serbest kuruluş sorunu olan önermeler

(14)

286 HERBERT FEIGL

örgüsü manzarası sunmaktadır. Bu kuruluş, Russell'ın soyutlama görüşünden ve tipler hierarşisinden esinlenen "Aufbau" (kuruluş) değil­ dir. Bu tikelleri ve tümelleri dolaysız deneyin verilerine ve özellikle­ rine tekabül eden ve bunun dışındaki birçok kalıntıları, gözlemlene-meyeni belirten dillerin oldukça serbest şekilde fakat geçici olarak kabul edilmesidir. Einstein'ın tekrarlanan bildirileri, geniş ölçüde Hu-me'a ve Mach'a borçlu olduğu ilk fenomenalist, veya daha ziyade ra­ dikal emprist tavrının terkinden sonra, kesinlikle bu görrüş açısını benimser. Şüphesiz fenomenalistler kendi tavırlarını daima subjektif idealizmden ayırmaya çalışmışlardır. fakat sonuç hiçbir zaman tat­ min edici olmamıştır. Bu aslında realizmin aşkın (transcendent) tür­ lerinin spekülatif fazlalıklarına karşı çıkmak şeklinde tasarlanmış düzmece bir realizmdir. Ben fenomenalizmin bu düzmece realizminin yerine geniş ölçüde eleştirici bir realizmin geçmesi gerektiğini iddia etmekteyim.

5. Yeni empirik realizm, bilgi iddialarının kanıtsal temel ve olgusal

referansı ayrımı üzerinde ısrar eder.

Geleneksel radikal empirizm, pozitivizm, operasyonizm, ve feno-menalizm doktrinleri bir önermenin anlamını türlü şekillerde onun doğrulayıcı kanıtıyla, doğrulama yöntemiyle, doğrulamanın gözlem ve deneyimsel işlemleriyle veya doğrulayıcı dolaysız deney verisi ile özdeşleştirmekteydi. Wilttgenstein'da ve semantik görüş açısında ortak olan terminolojiyi kullanarak, bu fikirler çoğunlukla şu slogan­ la da ifade edilmiştir: "Bir önermenin anlamı, onun doğruluk koşul­ larında bulunur." Fakat tipik fenomenalist tavırda "doğruluk koşul­ ları" sadece "doğrulayıcı veri" anlamında anlaşılır. Kritik realistler bu dar görüşlü özdeşleştirmeye, kendileriyle tutarlı kalarak karşı çık­ tılar. Şurası tamamen açıktır ki, varlık varsayımları (teorik kuruluş­ ları ve sonuçları gösteren) mantıksal olarak kanıtlama verilerine çev­ rilemezler. Bunun apaçık örnekleri vardır: Geçmişteki olaylar hakkın­ daki tarihsel önermeler, elektro-manyetik alan, atomik ve subatomik parçalar, fotoz gibi gözlemlenemeyenlerle ilgili modern fizik varsa­ yımları vb. vb. Bu kavramların "indirgenmesi" hususunda yapılan pozitivist-fenomenalist teşebbüsler tam bir başarısızlıkla sonuçlan­ mıştır. Bilimsel kavram ve kanunların örgüsel analizlerine göre, doğ­ rulayıcı kanıt, kanıtlanmış "teorik" antitelere nedensel olarak bağlı görünmektedir. Eğer bu, metafizikse, sonuna kadar götürülmelidir. Fakat şüphesiz, bu, cevap verilemeyecek sorular veya evren

(15)

hakkın-da çözülemeyecek bilmeceler ortaya atacak türden bir metafizik değil­ dir. Burada sözü edilen realizm ancak kendilerini dolaysız gözlem ve­ rilerini belirleyen terimlerle bağlayan bir örgünün kısımları olan teo­ rik kuruluşları kabul eder.

6. Teorik kuruluşların anlamı en iyi şekilde onların nomolojik ör­

gü içerisindeki yerleri ile yani postulatlar aracılığıyla açıklanır.

Bu görüş, özellikle implicit tanımlar öğretisinde Schlick tarafın dan açıkça ifade edilmiştir (Allgemenie Erkenntnislehre 1925 basımı). Pek tuhaftır ki, ne Schlick ne de Carnap, bu görüşten, 1920 lerin so­ nundaki ve 1930 ların başındaki daha ileri gelişmelerde yararlanama­ mışlardır. Benim yorumuma göre; Schlick; Carnap ve Wittgenstein' ın görüşlerinin başat olarak fenomenalist eğilimi ile boğulmuştur. Fa­ kat Carnap (ve hatta belki sonraki gelişmelerini pek iyi bilmediğim Wittgenstein) fenomenalizmi yavaş yavaş terketmiş ve kesin bir rea­ list görüşe dayanan bir bilgi teorisini benimsemeye başlamışlardır. "Denenebilirlik ve Anlam"da ve burada savunulan özel bir fizikalizm türünde, bilimin kuruluşları indirgeme önermelerine dayanan giriş terimleriyle analiz edilmiştir. "Elektrik yüklemesi", "manyetik kuv­ vet", esneklik" ve sayısız diğer fizik, kimya, biyoloji, psikoloji veya sosyal bilim kavramları test koşulları aracılığıyla analiz edilmiştir. Fakat daha yakın zamanlarda gittikçe daha açık hale gelmiştir ki, koşullar materyel içermeler olarak yorumlanamaz. Subjonktif veya olaya karşıt koşullamalar bir çeşit kiplik içermesi terimleriyle yorum­ lanmak isterler. Bu görüşle kanunların, şekillendirmedeki ve kavram­ ların anlamındaki eksenlik yeri kavranmıştır. Wilfrid Seilars düşünce tarihinin bu önemli kavşağında, herkesten daha dikkati çekici şekilde, kavramların kanunlar gerektirdiğini ve dolaysız kavranamayacağını ısrarla iddia etmiş ve inandırıcı bir şekilde kanıtlamıştı. Bu Schlick'in, kavramların anlamlarının belirlenmesinde postülatların rolünü göre­ rek daha sistemsiz ve yüzeysel bir şekilde daha önce de ileri sürdüğü bir fikirdir. Daha erken bir devrenin pozitivistleri explicit ve işaret tanımlarının kuvveti olarak kabul ettikleri şeyle körleşmişlerdi. Oysa explicit tanımlar anlamları, yani tanımlananın anlamlarını farzeder-ler. Ve ostensive denen tanımlar, hiç de tanım olmayıp, en fazlasından, belirli madde veya deney cepheleri ile belirli etiketleri çağrıştırmayı öğrenme yoludurlar. Şüphesiz eğer bizim dilimizin "extra-linguistic" bir taallûku varsa, bazı terimler bir ostensive adımla deney verisine bağlanmalıdır. Fakat bu, terimlerin anlamlarının analizi olarak

(16)

yeter-2 8 8 HERBERT FEIGL

li değildir. Wittgenstein ve öğrencileri uzun zaman terimlerin anlam­ larının, onların kullanılış kurallarında bulunduğu üzerinde ısrar etti­ ler.

Eğer hangi belirli anlamlar bulunduğunu incelemek için hiç değil­ se geçici olarak kurallar tesbit etmek istersek ve bu kuralları sistema­ tik bir şekilde bir araya toplarsak, anlam için esas olanın dildeki sem­ boller arasındaki bağıntılar olduğunu derhal ayırdederiz. Bu kullanış kuralları, sentaktik bir üst-dilde, çıkarsama kuralları olarak temsil edilebilir. Kavramların anlamlarının salt soyutlama ile deneyin ham maddesinden veya dolaysız bilgiden arıtılabileceği zehabı bu suretle etkili bir şekilde bertaraf edilmiştir. Wilfrid Sellars'ın "kavram em-pirizmine", yani kavramların anlamlarının eninde sonunda dolaysız bilginin ögelerine indirgenebileceği öğretisine yönelttiği kesin eleştiri, kendisinin de gereğinden fazla ve şiddetle tartışmasını yaptığı üzere, sadece bilimsel teorilerin değil, fakat sağduyunun ve günlük hayatın kavramlarına da uygulanır. Düzeltmeler ve yeniden düzenlemelerle, günlük dilin terimleri implicit tanımlara varan kurallara göre kulla­ nılmaya başlamıştır. Gözlem dili ile teorik dil arasındaki alışılagel­ miş kesin ayrım, tamamiyle bertaraf edilmedikçe çok ciddi sorunlar doğuracaktır ve bu, bilgi teorisi bakımından da çok büyük bir öneme sahiptir. Tabiî dilin yüklemleri ve bağıntıları bile anlamlarını Dar-win'in selection'unu (Kuvvetlileri yaşatıp zayıfları imha eden tabiat kanunu) hatırlatan bir süreçten, yani karakter itibariyle bio-psikolo-jik olan bir süreçten alırlar. Türlü kavram (veya kanun) örgüleri tar­ tışılmış ve daha ileriki bir değişikliğe kadar en iyi "uyanlar" benim­ senmiştir.

7. Yeni (semiotik) empirik realizm, bilimin birliği iddiasının yeni­

den gözden geçirilmesine ihtiyaç gösterir ve zihinsel ile fiziksel arasındaki bağıntının monist bir yorumunu mümkün kılar.

Carnap'ın bilimin birliği hakkındaki görüşü, onun "kuruluş"çu dev­ relerinden itibaren (önce fenomenalist, sonra fizikalist) kendini gös­ terir. Bu bütün bilim dillerinin tek bir temele (ya deneysel veya fizika­ list) indirgenebilirliği tezidir. Fakat fizikalist indirgenebilirlik görüşü­ nün ilk devresi boyunca bütün bilim önermelerinin bir yerde, aktüel ve mümkün gözlemlerin verileri hakkında, uygun görünen gelişigüzel sözlerden başka birşey olmadığı inancı vardı. Son yıllardaki birçok konuşmalarımızdan biliyorum ki, Carnap şimdi fenomenalist

(17)

poziti-vizmin bu son kalıntılarını da tamamen terk etmiştir. Şüphesiz, olgu­ sal bilimlerin kavram ve önermelerinin deney verilerini belirleyen kavramlarla bağıntılı olması gerektiği üzerinde durmasıyla o, hâlâ bir empiristtir.

Bilimin birliği tezi yeniden ele alınacaksa bir başarılar birliği ol­ maktan ziyade, bir program birliği olarak formüllendirilmelidir. Bi-limlerin birleştirilmesi, bilimsel bir teori sayesinde en uygun şekilde ilerlemektedir. Fizik ve kimya dahil, birçok temelden ayrı disiplinler, görelilik teorisi ile atomik yapı ve quantum dinamiği teorilerinin ge-lişmesiyle, irtibatlı kavramsal yapılarda sıkı sıkıya birleştirilmiştir. Benzer şekilde, sibernetik gibi disiplinler arası gelişmelerden özellik­ le yardım görmüş olan bio-fiziğin, bio-kimyanın, psiko-fizyolojinin vb. ilerlemeleri de, ilerisi için daha yüksek dereceden irtibatlar vaadet-mektedir. Bu gelişmeler, bilgi teorisinin sonuçlarıyla birlikte, zihinsel ile fiziksel arasındaki bağıntılarla ilgili eski bilmecenin, yeni monist çözümünün akla uygunluğunu kuvvetlendiren ilk taslakları verdiler. İnsan organizmalarının; içebakışçı, davranışçı ve nöro-fizyolojik in­ celemeleri ayrı alanlar ise de, bu temellerin birinden ötekine ilgi kurul­ ması ve aynı olaylar serisi üzerinde bazı ortak kavramlar teşkil edil­ mesi oldukça akla uygundur. " R u h " ve "beden" böylece düşünce tari­ hinde daha önceki devrelerin uygunsuz ve karanlıklaştırıcı kategori­ leri olarak anlaşılabilir.

Zaman maalesef Carnap'ın, Reichenbach'ın ve diğerlerinin ola­ sılık ve endüksiyon üzerindeki yeni çalışmaları, quantum mekaniği­ nin felsefî temelleri, zaman problemi, mantıkçı empirizmin ahlâk fel­ sefesinin son gelişmeleri vb. üzerinde tartışmamıza imkân vermiyor.

Sizlere, mantıkçı empirizmin 25 yıllık gelişiminin daha önceki mantıkçı pozitivizmle kıyaslandıkta, bende bıraktığı, aşağıdaki izle­ nimleri nakletmeye çalıştım:

Birincisi, daha mantıksaldır. Rasyonalizmin önceleri yasaklanmış,

fakat yine de geçerli iddialarını kabûl eder. İkincisi daha pozitif, yani daha az negatiftir. Bu daha yapıcı bir realizmin leyhine, indirgeyici fenomenalizmin ve aşırı operasyonizmin terkedilmesinde açıkça gö­ rülmektedir. Üçüncüsü, bugün mantıkçı empirizm, klasik pozitiviz­ min ön kavramlarıyla uyuşmayan ontoloji ve kozmolojileri kesin bir yargıyla yasaklamaktan çekinen tavrıyla, daha empiriktir. Bilgisel terim, önerme ve teorilerin anlamlarının alternatif ve karşılıklı olarak

(18)

290 HERBERT FEIGL

birbirini tamamlayan mantıksal yeniden kuruluşları, gittikçe tek bir kuruluş için yapılan dogmatik teşebbüslerin yerini almaktadır. Man­ tıkçı empirizm artık toyluk devresini geride bırakmıştır. Sür'atle ol­ gunlaşmakta, kemale ermektedir. Mantıkta ve bilimlerin metodolo­ jisinde çok büyük ölçüde önemli ve çetin çalışmalar yapılmıştır. Man­ tıkçı empirizmin bugün sunduğu görünüş, bu çabaların başarıyla de­ vam ettirileceğini vaad etmektedir. Bütün felsefeleri sona erdirecek bir felsefeye ulaştığımızı iddia edemesek (ve etmememiz gerekse) bile, yeni aydınlanmanın önemli ilerlemeler kaydettiği teslim edilecektir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Hybrid-electric drive systems on transit buses are being aggressively investigated as a means o f improving fuel economy, reducing emissions, and lowering

In particular, using the form factors entering the low energy matrix elements both from full QCD as well as HQET, we have investigated the branching ratio, forward-backward

Measured and simulated position resolution for the 2008 beam test as a function of the strip width. The uncertainties attributed to the different experimental points

University of Science and Technology of China, Hefei, Anhui, China; (c) Department of Physics, Nanjing University, Nanjing, Jiangsu, China; (d) School of Physics, Shandong

Stepanov Institute of Physics, National Academy of Sciences of Belarus, Minsk, Republic of Belarus 91 National Scientific and Educational Centre for Particle and High Energy

63 Department of Physics and Astronomy, Iowa State University, Ames IA, United States of America 64 Joint Institute for Nuclear Research, JINR Dubna, Dubna, Russia. 65 KEK, High

The simulation software chain is generally divided into three steps, though they may be combined into a single job: generation of the event and immediate decays (see Sect.

The simulated maximum charge collection time as a function of the magnetic field is shown in figure 12 for two gas mixtures [17]. Detailed simulations for the nominal LHC lumi-