lll ll ll lll ll ll lll ll ll ll lll ll ll lll ll ll lll ll ll lll ll ll lll ll li ll lll ll ll lll ll ll lll ll ll lll ll ll ll lll ll ll llI lll ll fl ll lı ııı ıı ıı ıı ııı ıı ıı iii ıı ıı ııı ıı ıı ııı ıı ıı ıın ııı ıı ıı ııı ıı ıı tıı ıı ııı ıı ıı ııı ıı ıı iH iı ııı ıı ıı ııı ıı ıı ... ... .... ...
HER YÖNÜYLE
ipMtKEß®!
Yazan: SERMET SAMİ UYSAL
>¿*3
3
;
Belki hâlâ o besteler çalmır gem iler
geçmeyen bir ummanda
ESKİ ALEMLER
Y
ahya Kemal'n eski di! ve eski şekillerle yaz
dığı şiirlere bakarak, onu ya köhne bir Di-
van’cı ya da Nedim artığı bir şâir olarak görenler
vardır. (1)
Oysa ki Yahya Kemal eski dil ve eski şekil
lerle, geçmişteki âlemleri dile getiren şiirler yaz
maya Paris’te, hem de bir Fransız şâirinin öğüdü
üzerine başlar. Bu konuda Şâir’imizi dinliyelim:
Mallarmé diyordu ki: «Şiir sanatını iyi öğrenmek isteyen
gençler, Fêtes Galantes’ı iyi okusunlar.» Fêtes Galantes, Verlaine'in XVIII. Astr Fransızcası ile söylenmiş şiirlerinden ibaretti. Bu şiirler Versailles, Büyük Trianon, Küçük Trianon bahçelerinde muaşaka eden gençlerin ve genç kadınların o za manki şivesiyle söylenmişti. Ben Fêtes Galantes'ı okuduktan sonra «Türkçede eski lisanla bu tecrübe nasıl olur?» dedim. Ve İstanbul Fethinden Abdülmecid devrine kadar bütün mil lî manzaralarımızı eski lisanla tasvir etmek hülyasına kapıl dım. Lâkin bunun ne kadar zor birşey olduğunu sonra anla dım. Bunu yapabilmek için eski Divan şiirimizi bilmek lâzım dı. İşte o zaman Ahmet Paşa’dan Bâki’ye, N efî’ye, Şeyhülis lâm Yahya’ya, Nâilî-i Kadîme, Nâbi’ye, Nedim’e, velhasıl Şeyh Galib’e kadar olan eski şiirimizi okumaya koyuldum. İlk tec rübelerimden birisi, «Sene: 1140» ünvanlı:
N evbahar-ı vuslatun bassun deyû ilk uyma, Buseden papûş giydirdim o nermin payına,
mısralarını ihtiva eden manzumemdir. 1907 senesinde yazmış tım ... Velhasıl Mallarmé’nin bir tavsiyesi sâyesinde eski şiiri mizi uzun zaman okumaya ve anlamaya çalıştım. Paris’te es ki divanları bulduğum kütüphâne Saint Germaine Bulvarı üze
rindeki Şark Dilleri Mektebi Kütüphanesi idi. Orada bütün divanları bulur hevesle okurdum.
«En çok beğendiğim şairlere gelince: Evvelâ Nedim, son ra Bâki, Nefî, Şeyhülislâm Yahya ve Nâilî-i Kadîm oldu.» (2)
ESKİ DİLLİ ŞAİRLERİNİN YOLUNU BULUŞ
O halde bu işi Yahya Kemal de eski dille yapmalıydı. Zaten çok zengin ve o nisbette de melez bir dilimiz, OsmanlI ca dediğimiz «divan dilimiz» vardı. Fakat bunu, bir estet zev kiyle yeni baştan «haddeden» geçirmek gerekirdi. Şâir de öyle yaptı ...A rtık dil bulunmuştu...
Versailles, Büyük Trianon, Küçük Trianon bahçeleri ile oralarda sevişen kimseleri bizim tarihî çerçevemize aktarınca, burası muhakkak ki, her yerden önce XVIII. Yüzyıl İstan bul’unun Sâ’dabâd’ı ve kahramanları da, burada âlemlerin en güzellerini, en incelerini yaşayan İstanbullular olacaktı.
O halde dil, dekor ve şahıslar hazırdı. Yalnız, Batı şiiri estetiğinin sırrına varmış olan Yahya Kemal, «gazel» i, artık bir Divan Şâiri gibi yazamazdı. Divan Şâirinin «parça» güzel liği, Batı’nın «bütün» güzelliği yanında pek zayıf, hattâ pek kusurlu kalıyordu. O halde, yazacağı bu şiirlerde «bütün» gü zelliği olmalıydı, Böylece, şimdi artık dil, dekor, şahıslar ve teknik bulunmuş oluyordu. Şekilse çoktan hazırdı: Gazel ve şarkı.
BİR YABANCI DESTEKLEYİCİ
Hem bu yolda kendisini, bir başkası. Roman Okulu nun (l’Ecole Roman) kurucusu neo-klâsik şâir Jean Moreas des tekliyordu.
1 1
ıııııi!
«Söyler» gazelinde ise, bir «serv-emiâm» ın güzelliğini, ır
mağın bile hâlâ gülbahçeleriade söylemekte olduğunu şöyle anlatır:
Görmüş âyîne-t safında o serv-eudâmı Cûy gülşende bu rü’yâsun hâlâ söyler.
«Baharâbâd» da Şâir, düşündüklerini, daha doğrusu ha yal ettiklerini görmüş gibi dile getirir:
Hayli şeb ene umden efzun câm-ı Cemler görmüşüz Bezm-i meyden sonra subh-u muhteşemler görmüşüz.
İÇKİ ALEMLERİ
Yahya Kemal, Divan Edebiyatının belli başlı temaların dan olan içki ve içki âlemlerini, eski Yunan tarih ve mitoloji sini, uygarlığını çok iyi bildiği için, bunu «Diyonizyak» bir neşe ve coşkunlukla anlatabilmiştir. «Seyfi’ye Refakat», «İnşirah Gazeli», «Kadri’ye Gazel», «Abdülhak Hamide Gazel», «Be bek «Gazeli», «Vedâ Gazeli», «Erzurum Gazeli», «Ne Bildik Ne Bilmedik», «Turdan Mülhem»„ «Sene: 108», «Hazan, Hisar ve Çamlıca» gazellerinde hep bu hava vardır. «Zevkâbâd» ve «Derin Beste» dinî havasına rağmen «mey» lidır. Hattâ Şâir, «Sahbâ-yı Cem» den önce rintlerin nasıl yaşadıklarına şaşar:
Dünyâda bâde yükmüş kavm-i Acem’den evvel, Rindân ne halt edermiş sahbâ-yı Cem’den evveL
Yahya Kemal’in ayrıca, «mey’i takdis eden» bir hayli de rubaisi vardır...
Yahya Kemal'in hayalinde en çok yaşattığı âlemlerden bi ri de «Boğaziçi mehtapları» nda yapılan âlemlerdir. Bir sohbe timizde Şâir bu konuda şunları anlatmıştı:
Boğaz'daki mehtap âlemleri Şeyhülislâm Bahaî Efendi ta rafından ihdas edilmiştir. Haşan Can hanedanından olan hu işte «Sene: 1140» adlı şarkı ve hemen arkasından, bü yük bir ilgiyle karşılanan «Mahurdan Gazel» böylece yazılır. Artık Şâir'imiz Paris kahvelerinde Lâle Devri’ni yaşar... Üçüncü Ahmet, Damat İbrahim Paşa ve Nedim’le birlikte, o da birçok eğlencelere katılır. «Bir Sâki» de bu eğilimi açıkça görülür:
O muğbahçeyie tanıştandı Lâle Devri'nde.
Daha sonra bir
rubaisinde-Çık tayy-ı zaman et açıhr her perde Bir devr geçir istediğin her yerde.
diyecek olan Yahya Kemal, «zaman» ve «yer» den, bu dö
nemde, yalnız gözü açık bir Lâle Devri rüyası görmek için ay rılır. Ve sanki Şerefâbâd'daki «şuh» la beraber Şâir de o gü zel günlerin geçişine ağlar. Aralarında bu kadar yakın bir
«ruh» birliği vardır:
«ruh» birliği vardır:
O nûşânuş demler hâtır-ı nâşâda geldikçe. O nûşânuş demler hâtır ı nâşâda geldikçe.
«Mükerrer Gazel» inde. Lâle Dcvri’nin bir âfetini, sanki
görmüş gibi dile getirir:
Gönül o âfete meftundu Lâk Devri’nde Ki verdi şân ü şeref yâl ü bâlc devrinde.
Yavaş yavaş eski İstanbul’un başka güzel yerleri de Şâ irin zihnini işgal etmeye başlar, özellikle Boğaziçi ve orada ki mehtap âlemleri... «Mihrâbâd» bu «hayali yaşantı» nın so nuncu yazılır. «Perestiş» te. vine Körfez’deki bir eski sevgili nin güzelliği vardır. Ve Abdülmecid devrindeki bu güzel hay ranlarını ömür boyu «mest» eder:
Ey nâz ü işve velvek-i şân olan sana ömrünce mest olur nice hayran olan sana.
ItM
Şeyhülislâm’m yalısı Kanlıca Körfezi’nın karşısında idi. Boğaz içi’nde ayın oniki, oniiç ve ondördüncü gecesi mehtap sefası tertip edilirmiş. Bu eğlencede hiç sandal bulunmaz, sâdece iki bin, üçbin kayık yer alırmış. Kayıklar yan yana gelince Kanlı- ca’dan Emirgân’a kadar uzanırmış. O geceler seyr-ü sefer dur durulurmuş. En seçme hânendeler o gece sabaha kadar okur muş. Zaten Türk, daha doğrusu Osmanlı musikisinin esası er kek sesi, tanbur ve kemençedir. Diğer sazlar muavindir. Udu Araptan, kemanı Frenkten aldık.
Bu âlem yazın üç hafta, havalar iyi giderse sonbaharda da dört ay yapılırmış...
O devirde Medenî Aziz Efendi, Kemânî Ağa, Mahmut Hüdâî Efendi arkabasından hanende Nedim Bey, Halim Paşa Yalısında söylermiş. Nedim Bey’in davûdî, lirik bambaşka bir sesi varmış. Halim Paşa’nın hemşiresi Prenses Zehra, Nedim’e sesinden âşık olmuş. Ve onunla evlenmiş. Fakat bir daha umû mî yerlerde pek şarkı söyletmemiş. Nedim, Münir Nurettin’den bin defa üstün bir sanatkârdı.
Son mehtap âlemleri Abdülhamid devrinde, Sait Halim Paşa tarafından yapılıyor. Sait Halim Pasa, Avrupa’ya gidince, Abdülhamid çok kuşkulu olduğundan bu toplantıları menedi-yor.
Halbuki bu mehtap eğlenceleri o kadar nezih olurmuş ki. Kadınlar feraceli. Karşılarında kocaları ve yakın akrabaları... İki kayık yan yana olsa bile içindekiler yabancı olunca kat’iyen birbirlerine bakmazlarmış.
Bu mehtap eğlencelerine bir pazar kayığı ile meşhur kül- hâniler de katılırlarmış. Fakat o kadar edepli hareket ederlermiş ki... Leylâ Hanım anlatmıştı. Nedim okumaya başlayınca kül- hâniler ateşte kızarttıkları balık ve şişleri hemen çekerlermiş; cızırtı kimseyi rahatsız etmesin diye. Herkes sadece hafif işa ret edermiş. Kimse ölçüyü kaçırmadan o nefis musiki ziyafeti ni dinleyip mestolurmuş. (3)
Kimbilir:
Belki hâlâ o besteler çalınır, Gemiler geçmeyen bir ummanda.
(1) Nitekim. İbrahim Alâeddin Gövsa da, şu dörtlüğünde Yahya Kemal'i, köhne Nedim artığı olarak görmüş ve Şair’i ağır bir dille yermiştir:
Şâirim der de tufeyli yaşatır gövdesini, Dayayıp köhne Nedim artığı üç beş satıra! Senelerden beridir aynı sakız, aynı geviş, Seneler var ki doğursun diye baktık katıra!
(Yusuf Ziya. Portreler,- 1960, s. 141)
(2) Yahya Kemal, bunları bana 20 Ağustos 1955’te, Parkotel- deki odasında, tatlı tatlı denize bakarak anlatmıştı... Aradan yıllar geçip de, I965’te Paris’teki Doğu Dilleri Okulu’na hoca olarak gittiğimde, ne zaman bu okulun çok zengin kütüphane sine girsem, orada Divanlara eğilmiş, kimseleri gördükçe hep Yahya Kemal'i hatırladım ve içimden sık sık: «Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer» mısraını geçirdim. S.S.U.
(3) Sermet Sami Uysal, iste Gerçek Yahya Kemal, 1972, s. 161-163.
Y A R I N :
-YAHYA KEMAL VE GÖRDÜĞÜ YERLER
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi