• Sonuç bulunamadı

Ali Kemal’in Şiirleri ve Hikâyeleri Üzerine Bir Kitap

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ali Kemal’in Şiirleri ve Hikâyeleri Üzerine Bir Kitap"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

Ali Kemal üzerine hazırladığımız “Ali Kemal: Hayatı - Şahsiyeti - Siyasî ve Edebî Eserleri” konulu yüksek lisans çalışmamız, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 1991’de kabul edilmişti. Yıllar sonra ise bu çalışmamızın genişletilmesiy-le 2010’da, Ali Kemal: Bir Muhalifi n Hikâyesi ve 2011’de de Ali Kemal’in şiirgenişletilmesiy-lerinden oluşan Ne Söylesem ki Harabım... Şiirler eserlerimiz basıldı.1 Her iki eserimiz de, Ali Kemal’in Türk eşinden olan torunu Sinan Kuneralp’in sahibi olduğu İsis Yayıncılık’ta basılmıştır. 2015’ten itibaren de Ali Kemal’in telif ve tercüme hikâyelerinin tespiti –bü-yük çoğunluğunun künyeleri –bü-yüksek lisans çalışmamızda zaten vardı– ve imlada bazı durumlarda zamanımıza uymanın dışında, esas metne bağlı kalarak yeni alfabemize aktarılması üzerine çalışmaya başladık. Geniş okuyucu kesiminin anlayamayacağını düşündüğümüz kelime ve tamlamaları, ilgili yerde [ ] içinde verdik.2

Çalışmamızı tamamlamaya çalıştığımız bir sırada 2018’de, temasta bulunduğu-muz Sinan Kuneralp’e eseri basıp basamayacağını sormuştuk. Sayın Kuneralp, eseri basamayacağını, üstelik Prof. Dr. Ali İhsan Kolcu’nun hazırladığı Ali Kemal Bütün Şiirleri & Bütün Hikâyeleri eserinin yeni çıktığını duyurdu.3 Bu durumda çalışmamızı kitap olarak çıkarmakta tereddüt geçirdik. Eseri temin edip incelediğimizde ise, hem 2011’de basılan Ne Söylesem ki Harabım: Şiirler’deki şiirlerin daha sağlam ve az hatalı hem de yeni çalışmamızdaki hikâyelerin daha kapsamlı, sağlam ve hatasız aktarılmış

* Dokuz Eylül Üniversitesi, Emekli Türk Dili Okutmanı, (farukgezgin1950@windowslive.com). 1 Faruk Gezgin, Ali Kemal: Bir Muhalifi n Hikâyesi, İsis Yayıncılık, İstanbul 2010; Ali Kemal, Ne Söylesem

ki Harabım: Şiirler (haz. Faruk Gezgin), İsis Yayıncılık, İstanbul 2011.

2 Çalışmamızın Ali Kemal Hayat Kırıntıları: Kerime ve Diğer Hikâyeler adıyla 2020 sonlarında

basıla-cağını sanıyoruz.

3 Ali Kemal, Bütün Şiirleri & Bütün Hikâyeleri (Haz. Ali İhsan Kolcu), Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum

2018.

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 22, Ekim 2020, s. 161-180.

ALİ KEMAL’İN ŞİİRLERİ

VE HİKÂYELERİ ÜZERİNE BİR KİTAP

Faruk Gezgin

*

(4)

olduğunu gördük. Kolcu’nun eserinin “Ön Söz”ünde, hazırladığımız Ne Söylesem ki Harabım: Şiirler kitabındaki şiirlerde çok eksik olduğunu belirtmesi, bizi bu cevabı vermeye mecbur bıraktı. Cevabı şiirler ve hikâyeler kısmı üzerinden ayrı ayrı ve iki şiir ile bir hikâye üzerinden karşılaştırma yaparak vermeye çalışacağız.

Şiirler

Ali İhsan Kolcu, Ön Söz’de “Bu kitapta Ali Kemâl’in kaleme aldığı bütün şiirleri ile hikâyeleri bir araya getirilmiştir.” cümlesine koyduğu dipnotta “Ali Kemâl’in şiir ve hikâyelerini yayımlama fi krimi, bir başka vesileyle görüştüğüm yazarın torunu Sinan Kuneralp’e açtığımda, şiirlerin Faruk Gezgin tarafından derlenip yayımlandığını söy-lemesi, çoktan bitmiş olan çalışmamızı rafa kaldırmamıza sebebiyet verdi. Fakat Sinan Kuneralp’in lütfedip gönderme nezaketinde bulunduğu söz konusu kitapta Ali Kemal’in şiirlerinin çok eksik olduğunu gördük (bk. Ali Kemâl, Ne Söylesem ki Harabım: Şiirler, haz. Faruk Gezgin, İstanbul: İsis, 2011). Faruk Gezgin’in çalışmasındaki bu eksiklik kitabına zarar vermez. Zira ülkemizdeki süreli yayınların tam anlamıyla perişan bir halde olması araştırıcıların dört dörtlük bir çalışma yapma fırsatı vermemektedir. Bu tarz akademik çalışmalar da başta sabır ve titizlik gerektiren bir çabanın adı olmaktadır. Bu bağlamda biz bulduğumuz yeni şiirlerle birlikte Ali Kemal’in bütün hikâyelerini, mensur şiirleri ve tercüme şiirlerini bir arada yayımlamayı ve araştırıcıların hizmetine sunmayı uygun gördük.” demektedir.

Sayın yazar, bitmiş olan çalışmasını rafa kaldırmayı düşünürken, Sinan Kuneralp’in kendisine gönderdiği eserimizi –Ali Kemal’in hayatı ve faaliyetleri üzerine en kapsamlı çalışma olan biyografi eserimizi ise görmediği veya görse bile dikkate almadığı anla-şılıyor– inceleyince, çok eksik bulduğundan söz ediyor. Halbuki Kolcu’nun eserinde olup da bizim eserimizde bulunmayan şiir sayısı üç adettir: “Nazire”, (Tercüman-ı Hakikat, nr. 2148, 13 Ağustos 1301/25 Ağustos 1885); “Kavs-i Kuzah”, (Tercüman-ı Hakikat, nr. 2294, 30 Kânunısani 1301/11 Şubat 1886); “Nazire”, (Şafak, nr. 10, s. 240-241). İşin tuhaf yanı, Kolcu’nun, Ali Kemal’in Mecmua-i Ebüzziya’da (nr. 66, 15 Rebiyülevvel 1315/14 Ağustos 1897, s. 956) tespit ettiğimiz bir kıt’asını, Ceride-i Hakayık’ta (nr. 8, 10 Ağustos 1302/22 Ağustos 1886) bulup da aynı sayfadaki bir başka “Kavs-i Kuzah” şiirini görememesidir.

Biz, eserimizin eksiklerini söylemekten çekinmeyiz. Hatta kitapta s. 31’de hatalı okuyuş ve aktarmalarla ilgili “Yanlış Doğru Cetveli” verilmiştir. Çalışmayı tekrar kontrol ettiğimizde tespit ettiğimiz birkaç yanlışı daha yayınevine gönderdiğimiz halde, eser basımda olduğundan bunlar “Doğru Yanlış Cetveli”nde yer almadı; s. 101’de yer alan “Gûş etmesin öyle söz kulaklar / Âlûdesi olmasın dudaklar” beytinin Ziya Paşa’nın Harabat önsözünde 9. beyit olduğunu sonradan anladık.

(5)

Metin Kayahan Özgül’ün Armağan Dağarcığı’nda (cüz 5, 1303, s. 141-143) tespit ettiği “Fecr” adlı şiir de çalışmamızda haliyle yer almamıştır.4 Bir küçük roman olarak gördüğümüz Yıldız Hatırat-ı Elimesi s. 26-27’deki başlıksız şiiri de –Ali Kemal’e ait olma ihtimaline rağmen– kitabımıza almamıştık. Eserin ikinci basımında bu eksiklerimizi gidermek istiyoruz.

Sayın Kolcu’nun eserinin şiirler kısmında daha tuhaf bir durumla da karşılaşmak-tayız. Kolcu, bizim eserimizi elde edip incelediği, kendi çalışmasında olmayan şiirleri, şiir parçalarını ve onların hangi gazete, mecmua ve kitapta yer aldığını gördüğü halde, bunları çalışmasına almamıştır. Sayın yazar, ya doğrudan doğruya bizim eserimizden aktarma yapabilirdi ya da şiirlerin verdiğimiz künyelerinden yola çıkarak bunları ilgili gazete, mecmua ve kitaplarda bizzat tespit edebilirdi. Eserimizde olup da Ali İhsan Kolcu’nun kitabında yer almayan Ali Kemal’e ait şiirleri, şiir parçalarını, yer aldıkları gazete, mecmua ve kitap künyeleriyle birlikte verdiğimizde, kimin eserinde çok eksiklik olduğu ortaya çıkacaktır kanaatindeyiz:

1. (bizde s. 33) Ali Kemal, “Ser-balin-i Cananda-Gözlerin’e Nazire”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 2110, 26 Haziran 1301/8 Temmuz 1885;

2. (bizde s. 36-37) Ali Kemal, “Manzume”, Saadet, nr. 285, 25 Teşrinisani 1301/7 Aralık 1885;

3. (bizde s. 44) Ali Kemal, “Tahmis Ser-balin-i Cananda”, Saadet, nr. 325, 22 Kânunısani 1301/3 Şubat 1886;

4. (bizde s. 80) Ali Kemal, “başlıksız manzume”, Ömrüm (Haz. Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul 1985, s. 77-78; Ömrüm (Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2004, s. 101-102; Ömrüm-Ali Kemal’in Hatıratı, (Haz. Berna Kazak), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Yayınlanmamış Mezuniyet Tezi, 1954, s. 82-83;

5. (bizde s. 87) Ali Kemal, “Bir Çiçek”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 125; Ömrüm (Haz. Özgül), s. 159-160; Ömrüm-Ali Kemal’in Hatıratı (Haz. Kazak), s. 139;

6. (bizde s. 88-89) A(yın) K(e) “Bir Manzume”, Mektep, nr. 9, 21 Nisan 13010/3 Mayıs 1894;

7. (bizde s. 94-95) Münir, “Fırat Vadisinde”, Mektep, nr. 17, 29 Eylül 1310/11 Ekim 1894, s. 149-150;

8. (bizde s. 96) Münir, “Hep Sensin”, Mektep, nr. 20, 17 Teşrinisani 1310/29 Kasım 1894;

9. (bizde s. 98) Ali Kemal, “Roma Civarında Adriyen Harabezarında”, (Musavver) Malumat, nr. 188, 3 Haziran 1315/15 Haziran 1899;

10. (bizde s 101) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Gülşen, nr. 6, 6 Mart 1302/18 Mart 1886, s. 23;

4 M. Kayahan Özgül, Arayışlar Devri Türk Şiiri Antolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara

(6)

11. (bizde s. 101) Ali Kemal, “Başlıksız kıt’a”, Gülşen, nr. 13, 24 Nisan 1302/6 Mayıs 1886, s. 49; Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 63;

12. (bizde s. 101) Ali Kemal, “En büyük bir edibimizin zahr-ı tasvirine yazılmış-tır”, Gülşen, nr. 23, 31 Temmuz 1302/12 Ağustos 1886, s. 90;

13. (bizde s. 101) Ali Kemal, “başlıksız hicviye”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 143; Ömrüm (Haz. Özgül, s. 182; Ömrüm-Ali Kemal’in Hatıratı (Haz. Kazak), s. 159; 14. (bizde s. 101) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 11; Ömrüm (Haz. M. Özgül), s. 6;

15. (bizde s. 101-102) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 24; Ömrüm (Haz. Özgül), s. 27);

16. (bizde s. 102) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 32; Ömrüm (Haz. Özgül), s. 39;

17. (bizde s. 102) Ali Kemal, “mısra”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 33; Ömrüm (Haz. Özgül), s. 40;

18. (bizde s. 102) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Ömrüm (Haz. Kuneralp), s. 38; Ömrüm (Haz. Özgül), s. 47;

19. (bizde s. 102) Ali Kemal, “başlıksız kıt’a”, (“Paristen Tahrirat-ı Mahsusa” yazısı içinde), Mecmua-i Ebüzziya, nr. 66, 15 Rebiyyülevvel 1315/14 Ağustos 1897, s. 956-961;

20. (bizde s. 102) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, (“Paris’ten Tahrirat-ı Mahsusa” yazısı içinde), Mecmua-i Ebüzziya, nr. 66, 15 Rebiyyülevvel 1315/14 Ağustos 1897, s. 956-961;

21. (bizde s. 102-103) Ali Kemal, “başlıksız kıt’a”, (“Bir Düşünce” yazısı içinde), Sabah, nr. 10416, 16 Teşrinisani 1334/16 Kasım 1918;

22. (bizde s. 103) Ali Kemal, “başlıksız kıt’a”, (“Peyam-ı Eyyam” yazısı içinde), Peyam-ı Sabah, nr. 484/10914, 2 Nisan 1336/1920;

23. (bizde s. 103) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, (“Peyam-ı Eyyam” yazısı içinde), Peyam-ı Sabah, nr. 561/10991, 18 Haziran 1336/1920);

24. (bizde s. 103) Ali Kemal, “başlıksız beyit”, Mahir İz, Yılların İzi, 3. b., İstanbul 2003, s. 124-125;

25. (bizde s. 103) Ali Kemal, “başlıksız kıt’a”, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, C. 1, İstanbul 1988, s. 841.

Kolcu, şiirleri gazete ve mecmualarda yayınlanış tarihlerine göre vermeliydi. Biz, sadece s. 101-103 arasındaki “Başlıksız, Mizah ve Hiciv Konulu ve Dağınık Şiir Parçaları” bölümünde buna uymadık. Bu bölüm dışında Ömrüm’de yer alan şiirleri de, hangi zamanı yansıtıyorsa, buna uygun olarak kitapta ilgili yerlere yerleştirdik.

(7)

Eğer şiirler kitabının ikinci baskısını yaparsak, bunların hepsini yayınlanış tarihine ve zaman dilimine göre bir arada vermeyi düşünüyoruz.

Arap harfl i Türkçe metinleri bugünkü alfabemize aktarmada az çok hata olmak-tadır. Bu hususta çok iddialı olamayız. Aktarılan metin şiir olunca, daha da dikkatli davranmak gerekiyor. Kolcu’nun kitabında bugünkü alfabemize aktarmada bizim hazırladığımız kitaba göre daha fazla hata yapıldığı görülmektedir. Sayın yazar, bizim eserimizi, Ömrüm’ü ve verdiğimiz künyeleri elinin altında bulundurduğu için, çok daha az hata ile eserini yayınlamalıydı. Biz, hatalı yerlerin son doğru okunuşlarını İsis Yayıncılık’a kitap basımına geçilmeden gönderebilseydik, eserimiz çok çok az hata ile çıkmış olacaktı.

Burada Kolcu’nun kitabındaki ilk iki şiir üzerinden karşılaştırma yapmak istiyoruz:

“Cananı Görüş”, Tercüman-ı

Hakikat, nr. 2176, 17 Eylül 1301/29

(8)

Hatalar

GİRYELER (Gezgin, s. 69; Kolcu, s. 19-20)

Gezgin: 1. kıt’ada “vird”in “verd” olması gerektiğini yayınevine yazmamıza rağmen, eser baskıya verildiğinden bu düzeltilemedi. “Verd” gül demektir ki, metne de uygundur. 3. kıt’a 5. mısradaki “ölsen” doğru gibi görülse de, “olsan” şeklinde olsa belki daha uygundur. 4. kıt’ada “yâsemin”, yâsemen” olmalıydı. 6. kıt’a 1. mısra sonundaki “itina”, “inayet” olacaktı ama basıma yetiştirilemedi. 5. mısradaki “gül-sitân”, sözlüğe göre doğrudur ama Türkçedeki yaygın kullanılışı olan “gül-istân” tercih edilebilirdi. Bu, hata sayılmamalıdır.

Kolcu: 1. kıt’a 4. mısradaki “vird-rih-i pür meal-i hüsnün”, “Verd-i ruh-ı pür-meâl-i hüsnün” olmalıdır. “verd”, gül; “ruh”, yanak” manaları metne uygundur. 3. kıt’a 3. mısrada “cismim”, “hissimi”; 5. mısradaki “senciniz”, “senceğiz”; 4. kıt’a 4. mısradaki “Didârına”, “Dîdârı ne”; 6. mısradaki “yasemin”, “yâsemen-i” olmalıdır. 5. kıt’a 5. mısrada “hezâr-ı şüyun”, “hezâr-ı şiven” olmalı ki “inleyen bülbül” ifadesi metne de uygundur. Sözlükte şüyun diye bir kelime de yoktur.

CANANI GÖRÜŞ (Gezgin, s. 34; Kolcu, s. 20-21)

Gezgin: Hatalı okunuş yoktur. 4. kıt’a Ömrüm neşirlerinde yoktur ama ilk yayın-landığı Tercüman-ı Hakikat’te (nr. 2176, 17 Eylül 1301/29 Eylül 1885) vardır. Yazar, bunu tahkik edebilirdi. Biz de, Ömrüm’ü esas alsak bile, dipnotlarda bazı kelimelerin ilk yayınlanıştaki farklı durumlarını verdik.

Kolcu: Tercüman-ı Hakikat’te çıkan 4. kıt’a yoktur. Yazar, gazetedeki noktalama işaretlerini de haliyle kullanamamıştır. 1. kıt’a 4. mısra “Bak bak şu geçen dil-i şiken-dir”, “Bak bak şu geçen o dil-şikendir” olmalıydı. 2. kıt’a 3. mısradaki “severdim”, “severim” olmalıdır. Bu, mısranın manasına da uygundur.

Kolcu, kitabına Ali Kemal’in “Şeb-i Mehtap”, “Manzaralar”, “Saniha” mensur şiirleriyle Millevoye’den “Sukut-ı Evrak”, Lamartine’den “Göl” tercüme şiirlerini; Puşkin’den bir şiir parçasının, Kolav’dan da “Islav Ana” şiirinin nesir halinde ter-cümesini de koymuştur. Bu son iki tercümeyi şiir veya mensur şiir saymak zordur.

Hikâyeler

Kolcu, Ali Kemal’in telif sadece 14 hikâyesinin metinlerini vermiştir. Biz, bu çalışmayı birkaç yönden tenkit etmek durumundayız. Sayfa 140-141’deki “İnkişaf-ı Aşk”ı hikâye olarak kabul etmek mümkün değildir, Bu, yazarın da dipnotta belirttiği

(9)

gibi mensur şiirdir. Yıldız Hatırat-ı Elimesi ise roman olarak görülmelidir.5 Biz, “Ali Kemal ve Romanları” çalışmamızda da bunu roman olarak değerlendirdik.6 Yine Kolcu’nun görmediğini düşündüğümüz 16 sayfalık Tunus eserini de küçük bir roman olarak değerlendirmiştik.7

Kolcu’nun eserinde yer verdiği hikâyeler: “Hayat Kırıntıları I: Kerime”, “Hayat Kırıntıları II: Niçin? Neden?”, “Hayat Kırıntıları III: Lükata”, “Şefi ka”, “Hacı Baba”, “Nil Kenarında”, “Refref-i Hayâl: Nesteren”, “Refref-i Hayâl: Lola”, “Refref-i Hayâl: Son Derman”, “Refref-i Hayâl: Zavallı Refi k”, “Refref-i Hayâl: Yadigâr”, “Refref-i Hayâl: Bir Bedevî Kızı”, “İnkişâf-ı Aşk”, “Yıldız Hatırât-ı Elîmesi”. Biz, “İnkişaf-ı Aşk” ve Yıldız Hatırat-ı Elimesi’ni hikâye olarak kabul etmediğimizden, değerlendir-memizi 12 hikâye üzerinden yapacağız.

Yazarın Ali Kemal’in hikâyelerini tespitte neyi esas aldığını da tam anlayama-dık. Eğer Ali Kemal adıyla çıkanları esas alsaydı, bu kitapta 12 hikâyeden ancak “Refref-i Hayâl: Nesteren”, “Refref-i Hayâl: Lola”, “Refref-i Hayâl: Son Derman”, “Refref-i Hayâl: Zavallı Refi k”, “Refref-i Hayâl: Bir Bedevî Kızı” olmak üzere ancak 5 hikâyenin yer alması gerekirdi. Halbuki Kolcu, Ali Kemal’e ait olduğundan kesin olarak emin olduğumuz ama süreli yayınlarda imzasız olarak çıkan “Hayat Kırıntıları: Kerime”, “Hayat Kırıntıları: Niçin? Neden?”, “Hayat Kırıntıları: Lükata”, “Refref-i Hayâl: Yadigâr” olmak üzere 4; Mecmua-i Kemal’de *** rumuzuyla çıkan “Şefi ka”, “Hacı Baba”, “Nil Kenarında” olmak üzere 3 hikâyeyi de kitabına almıştır. İmzasız çıkan “Refref-i Hayâl: Yadigâr”ı, Ali Kemal adıyla çıkan “Refref-i Hayâl” örneklerine bakarak eserine almış olabilir. “Şefi ka”, “Hacı Baba”, “Nil Kenarında” hikâyelerini de, yer aldıkları Mecmua-i Kemal’i Ali Kemal çıkardığından değerlendirmeye almıştır diye düşünüyoruz.

Hikâyeler, süreli yayınlarda çıkış tarihlerine göre sıralansaydı daha iyi olurdu. Bu sayede, Ali Kemal’in hayat, fi kir ve edebiyat seyri iyi takip edilebilirdi. Buna uyulmamıştır.

Biz, bir aksilik olmazsa 2020 sonlarında kitap olarak çıkarmayı umduğumuz ça-lışmamızda Ali Kemal’in 25 telif, 13 tercüme hikâyesine yer verdik. Sayın Kolcu’nun görmediği Ali Kemal’e ait, Halep Muhbir-i Mahsusumuzda imzasıyla çıkan (Servet gazetesi) “Çölde Bir Sergüzeşt”; imzasız çıkan “Bahar İçinde Hazan”, “Hayat Kırın-tıları: Margout”, “Hayat Kırıntıları” (İkdam, nr. 825), “Hayat Kırıntıları” (İkdam, nr. 920), “Hayat Kırıntıları: Geçen Sene Bu Sene”; Ali Nebhan müstearıyla çıkan “Hayat

5 A(yın) Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi, İkbal-i Millet Matbaası, Dersaadet 1326, 33 s. Yıldız Hatırat-ı

Elimesi ve Tunus eserlerini roman olarak değerlendirmemizi kabul etmeyenler –hacimce küçük

olduk-larından– haklı sayılabilirler.

6 Türk Dünyasından Halil Açıkgöz’e Armağan, Doğu Kitabevi, İstanbul 2013 (içinde s. 237-256). 7 Ali Kemal, Tunus, Kütüphane-i Kemal, Matbaa-i Osmaniye, Kahire 1900, 16 s.

(10)

Kırıntıları: Model”, “Hayat Kırıntıları: Mini Mini Bir Osmanlı”; Ali Kemal imzasıyla çıkan “Refref-i Hayal: Endülüs”, “Bir Safha-i Hayat: Kâh Olur Gurbet Vatan”, “Bir Safha-i Hayat: Canan da Muhacir Oldu”; Orhan müstearıyla çıkan “Tesadüf”; Ali Seza müstearıyla çıkan “Canan Gibi Şadan da Muhacir Oldu” olmak üzere 13 telif hikâyeye daha çalışmamızda yer vermiş durumdayız.

Bütün bunlardan, sayın yazarın eserinin çok eksik olduğu ortaya çıkmaktadır. Kolcu’nun, Ali Kemal: Bir Muhalifi n Hikâyesi eserimize başvurmadığını, bir göz atmadığını, s. 102’de yer alan Ali Kemal’in kullandığı müstear ve rumuzları görme-diğinden anlayabiliriz. Eserimizde s. 117’de Orhan ve Kuner (Konur) Alp’in de Ali Kemal’in kullandığı müstearlar olma ihtimalinden bahsetmiştik. Ali Seza, aslında Ali Kemal’in arkadaşı olup genç yaşta vefat eden Abdülhalim Memduh’un kullandığı müsteardır. Ali Kemal, arkadaşına vefa göstererek “Canan Gibi Şadan da Muhacir Oldu” hikâyesini Ali Seza adıyla yazmış olabilir. Mecmua-i Kemal’de kullanılan *** işaretinden ise daha önce söz etmiştik.

“Hayat Kırıntıları” serisine konulan Romen rakamları esas metinlerde yoktur. Üç hikâyenin *** işaretiyle Mecmua-i Kemal’de çıktığı bilindiği halde, bu, künyelerde verilmemiştir.

Bizde, sayın Kolcu’nun şiirlerde ve hikâyelerde derin, vukufl u çalışma yapmadığı zehabı hasıl oldu. Eğer öğrencilerini de çalışmaya dahil ettiyse, verileri iyice kontrol etmeliydi. İlmî kariyerinin son aşamasına gelmiş bir akademisyenin daha titiz, daha dikkatli çalışması gerekirdi. Biz, şiirlerde gözden kaçan hatalara düşmemek için hikâye metinlerini defalarca kontrol ettik. Fransızca özel isimlerin yazılışları ve Arapça iba-relerin çözümünde de işin uzmanlarına danıştık. Bu hususta belki bir iki hata olabilir. Kolcu’nun hazırladığı eserde, hikâyelerde okuma ve yeni alfabemize aktarmada şiirlere göre daha fazla hata vardır. Hatta unutulan, aktarılmayan kısımlar görülmek-tedir. Bu konuda aşırı iddialı olamayacağımızı itiraf ederiz ama yine de bir hikâye üzerinden ne kadar hatalı okunuş ve aktarmanın yapıldığını göstermek durumundayız. Bu hikâye, “Hayat Kırıntıları: Kerime”dir. Biz, hikâyeye –yazarın dikkatinden kaçmış olabilir– Ömrüm’de biraz değişik şekilde yer alan varyantını da ekledik.8 Bu değer-lendirme daha önce “Ali Kemal’in Hikâyelerinde Hayatına Dair İzler” çalışmamızda da yapılmıştır.9 Bizim ve Kolcu’nun metinleriyle eski harfl i metni vererek ayrıca değerlendirmede bulunacağız:

8 Ali Kemal, Ömrüm (Haz. Zeki Kuneralp), İsis Yayıncılık, İstanbul 1985, s. 32-34; Ali Kemal, Ömrüm

(Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2004, 39-41.

9 “Ali Kemal’in Hikâyelerinde Hayatına Dair İzler”, Edebiyat Üzerine İncelemeler: Rıza Filizok’a

Ar-mağan (Editörler: Şerife Çağın-Seçil Dumantepe), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2019 (içinde s.

(11)

Faruk Gezgin’in İkdam gazetesinden aktarıp hazırladığı metin:

HAYAT KIRINTILARI: KERİME10

[Paris’ten]

Ekâbirden [büyük zatlardan] birinin kızı idi ki bir vakit komşumuzdu. Beş altı yaşında iken adeta çirkin görünüyordu. Ya çocuktan ziyade cüceye benziyordu. Fakat büyüdükçe bir parça latifl eşti. On dördüne, on beşine doğru yine güzel değil idi ise de hoştu, ba-husus

[özellikle] taravet-i nev-civanisiyle [gençlik tazeliğiyle], pembe teniyle, sırma saçıyla az

çok dil-fi rip [cazibeli, alımlı] idi. Hemen bir yaşta olduğumuz için aramızda iptida-yı sabavetten [çocukluk başından] beri bir münasebet-i masumane [masumca, temiz bir

ilişki], tıfl ane [çocukça] bir münasebet başladı:

Babamın bir itiyad-ı güzini [beğenilen bir alışkanlığı] vardı: Her gün ale’s-seher [seherde,

erkenden] uykudan kalkar, salat-ı subhı eda için [sabah namazını kılmak için] civarımızdaki

camiye giderdi, bazen bu ibadete beni de, kardeşlerimi de beraber götürürdü. Ömrümün bu demi hiç hatırımdan çıkmaz, hafızamda o kadar safvetle [sâfl ıkla] müncelidir [parlar,

meydandadır], sokaklar tenha, cihan pür-sükût [sessizlikle dolu]. Biz el ele, sevine sevine

yürürdük... Bir merdivenden yukarı çıkarak caminin hol-i fasihine [açık holüne] girdiğimiz zaman nesim [rüzgâr]11 başka bir cevdetle [tazelikle, güzellikle] yüzümüze çarpar, pîş-i nazarımızdaki [gözümüzün önündeki] sal-hurde [çok yaşlı] ağaçlar bizi başka bir müla-yemetle [yumuşaklıkla], rıfk ile [tatlılıkla, yumuşaklılıkla] karşılarlar idi. Kulağımıza her taraftan bir sada-yı inbisat [ferahlık sesi] gelirdi ki bunun da menbaı [kaynağı] kalbimizde, kalb-i abid ve sâfımızda [temiz ve tapınan kalbimizde] idi. O zaman hayatımız ne kadar gıll u gıştan [kin ve hileden] azade [uzak, serbest] bulunuyordu! Efsus [Yazık]! Tevali-i devran [dünyanın dönmesi, devam eden olaylar, kader] bu saadeti nasıl altüst eyledi, ne peder kaldı, ne dader [kardeş] kaldı.12 Ne de elde bu hatıraları besler eser kaldı.

Bazen böyle sabah namazından sonra saatlerce yine camide kalırdık. Kimi İzzî,13 kimi Kadı

Mîr, kimi Gülistan14 okutan muallimin-i kiramın [değerli, saygıdeğer muallimlerin] halka-i tedrisatını [öğretim halkasını] birer birer dolaşırdık. Dolaşırdık, çünkü bu derslerden bir nebze [bir parça] bile anlamadığımız için aynı noktada kalmaktan sıkılırdık. Babamızın bu devirden merakı, meramı bizi bir an evvel ilme ısındırmak idi. Nazarında cami dersi başka ulviyeti [yüceliği], başka füyuzatı [feyizleri, bereketleri] haiz idi [malikti, taşıyordu]. Bir gün bu iştigalat-ı güzideden [beğenilen uğraştan] sonra eve avdet ederken [dönerken]

10 İkdam, S. 866, 2 Kânunıevvel 1312/14 Aralık 1896. Hikâye, gazetede Musahabe sütununda çıkmıştır.

Hikâye, Ali Kemal’in şu eserlerinde de yer almıştır: Paris Musahabeleri, c. 3, Dersaadet 1315, s. 115-128; Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, İstanbul 1331, s. 201-213 (“Hayat Kırıntıları 1 Kerime” şeklinde). (F.G.)

11 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 202’de “nesim”, “seher” şeklindedir. (F.G.) 12 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 202’de “Hatta” eklenmiştir. (F.G.) 13 İzzî ve Kadı Mîr, Osmanlı döneminde okutulan fıkıh kitaplarıdır. (F.G.) 14 İran şairi Sadî’nin eseri. (F.G.)

(12)

Kerime’nin pederine, komşumuza rast geldik, konağın kapısında ayakta duruyordu. Biz ale’l-usul [usulüyle] etek öptük, şöyle geri çekildik... Pederimle görüşmeye başladılar. Söz cami derslerine, Gülistan tedrisatını [öğretimini] dinlediğimize intikal edince [geçince] komşu gülümsedi: “Hacı Efendi mahdum [oğlan] daha küçüktür, öyle mebahise [konulara] akıl erdiremez. Çocuğu akşamları ya sabahları bir aralık bize gönder de Kerime ile beraber

Tuhfe-i Vehbî okusun, öbürleri sonra...” dedi. Bu tarihten itibaren iki günde bir Kerime’nin

konağına ya sabahleyin saat ikide ya akşam yemekten sonra gidiyordum. O zamana kadar bu kâşâne [köşk, konak] hayal-i tıfl anemde [çocukluk hayalimde] büyük yer tutuyordu. Nasıl tutmasın?.. Kırk odalı bir konak. Bir taraftan Boğaziçi’nin müntehasına [sonuna, ucuna], diğer cihetten de ta Adalar’ın arkasına nazır idi [bakıyor idi], hele bahçe, bir cihan-ı letaif

[güzellikler cihanı], bir zemin-i bedayi’di [güzellikler yeriydi]... Limonluklar, renk renk

havuzlar, ağaçlar, çiçekler, yemişler, bütün behişt-ârâ idi [cenneti süsler idi, cennet süsü idi]. Bu hakaika [gerçeklere] birçok hayalat [hayaller], hurafat [hurafeler] da inzimam ediyordu

[katılıyordu]. Bazı bilgiç kadınların rivayetine göre komşumuzun bostan-ı harikuladesinde [eşsiz bahçesinde] nelerden,15 nelerden başka sâf mermerden bir kuyu vardı ki karmakarışık liralarla, mecidiyelerle mâlâmâl [dopdolu] idi. Bu defi neden sahib-i mes’udu zaman zaman altın bir bakraçla para çekiyordu. Fakat şu yakınlarda galiba kuyunun dibi görünmeye başlı-yordu. Çünkü komşu arabalarından, atlarından bir ikisini sattırmıştı. Şu masallar bu kadarla da kalmıyordu. Biz konağa girenlerden, çıkanlardan, komşumuzla sıkı sıkı16 görüşenlerden olduğumuz için umumiyetle bu kıyl ü kâllere [dedikodulara] inanmıyorduk. Fakat bu nakliyat-ı garibe [garip, tuhaf anlatılanlar], bu hikâyat-ı kâzibe [yalan hikâyeler] çocukların sem’ine [kulağına] hakikatten hoş geliyordu. Bunun içindir ki Tuhfe-i Vehbî okumak üzere bu kâşânenin ta kalbine, daire-i haremin en iç tarafına dahil olunca derunumda [içimde,

gönlümde] bir neşe doğdu. Kerime’nin bana karşı hüsn-i kabulü [güzel karşılaması] de bu

şevke [sevince] başka izdiyat [artış, çoğalma, fazlalık] veriyordu.

Kadın bir hoca, evet, hiç taaccüp etmeyiniz [şaşırmayınız], bir hoca hanım, bize Tuhfe’den ders göstermeye başladı. İlk günü birinci sahifeyi hafızamıza soktu. Kelime kelime, harf harf vezin ile, ahenk ile soktu. “Evvela ‘hamd-ı bî-hadd’ [sonsuz övgü], saniyen ‘O kerem fer’, salisen ‘mâya’17 [O cömertlik buyuran] diye ezberliyorduk.” Bu üç parçayı birbirinden ayrı,

15 Paris Musahabeleri, 1315, c. 3, s. 117 ve Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 203’te yoktur. (F.G.) 16 Paris Musahabeleri, 2. b., s. 204’te “sık sık” şeklindedir. (F.G.)

17 Burada Tuhfe-i Vehbî’nin ilk mısrasına işaret ediliyor: “Hamd-ı bî-hadd O kerem-fermâya”. Prof. Dr.

Ali İhsan Kolcu, yayınladığı “Ali Kemal Bütün Şiirleri & Bütün Hikâyeleri” kitabında, bunu “Evvele

hamdi-bî-hamd saniyen eger mefer salisen mâye diye ezberliyorduk.” olarak çok hatalı bir şekilde

vermiştir. Adı geçen kitapta, gerek şiirlerdeki ve gerekse de hikâyelerdeki bugünkü alfabemize aktar-malarda yanlış okumalar- eski harfl i metinlerden Latin alfabeli Türkçe metinler hazırlamada az çok hatalar olduğunu da belirtelim- çok fazladır: Kolcu, Kerime hikâyesinde “iptida-yı sabavet”i “ibtidâi sebavet”, “salat-ı subh”u “salât-ı sabah”, “hol-i fasih”i “hol kısmı”, “kalb-i âbid ve sâfımızda”yı “kalbe aid vassafımızda”, “gıll u gış”ı “gul u guş”, “halka-i tedrisat”ı “halta-i tedrisat”-hatalı harf yazımı da olabilir-, “cihan-ı letaif”i “cihât-ı letâif”, “zemin-i bedayi’di”yi “zemin-i bedâiydi”, “komşumuzla”yı “komşularımızla”, “hüsn-i kabulü”yü “hiss-i kabulü”, “sözde rabt, mana”yı “sözde rabt-ı mana”, “Bu dekaikı hoca da, hazirun da bilmiyorladı”yı “Bu dakâikı hoca da hazirun da bilemiyorlardı”, “Ertesi gece pederimle, sairleriyle beraber otururken yine beni selamlığa istetti... Yine aynı ders, aynı fasıl,

(13)

hem de fena ayrı maddeler sanıyorduk, çünkü ez-kaza [kazara, kaza olarak] birleştirecek olursak hocamız derhal küplere biniyor, bağırıyor çağırıyordu. Birkaç ders böyle devam et-tikten sonra bir gün beni beyefendinin huzuruna çıkardılar. Birinci bâbı [bölümü] şöyle makta

[kesik] bir surette okuttular. Kerime’de hafıza yoktu. Fakat bende çoktu. Hem de pek çoktu.

Bu kıraat [okuyuş] lisanımda bila-fasıla [aralıksız], bila-hata [hatasız] mevzun [vezinli], mürettep [tertipli] su gibi yürüyordu. Ama kelimeler ağzımda parça parça oluyor, sözde rabt

[bağlantı], mana, hiçbir meziyet kalmıyordu. Bu dekaikı [incelikleri] hoca da, hazirun [hazır olanlar] da bilmiyorlardı. Komşu bey şu muvaffakiyetten pek neş’e-dar oldu [neşelendi]:

Ertesi gece pederimle, sairleriyle beraber otururken yine beni selamlığa istetti... Yine aynı ders, aynı fasıl [bölüm], aynı vech [tarz, usul] ile tekerrür eyledi [tekrarlandı]. Hazirun hayret içinde idi.18 Sudan ezberciliğimi bildiği için bu hal babamın taaccübünü [şaşkınlığını] mucip olmadı [gerektirmedi, yol açmadı]. Fakat her taraftan gelen: “Hacı Efendi, bu çocuğu güzel okut, zihni pek açık” gibi ihtarlar gurur-ı übüvvetini [babalık gururunu] okşadı.

***

Bu iftihar-ı tıfl ane [çocukça övünme] bir tarafa dursun, gitgide biz Kerime ile hakiki bir dost olduk. Sabavetin [çocukluğun] dostluğu ne hoştur. Maddî ve manevî her türlü şevaipten [eksikliklerden] ârîdir [arınmıştır]. İnsan arkadaşını sever, fakat niçin sever bilmez, sevdasından bir netice, bir emel beklemez... Sever, işte bu kadar... Semayı, encü-mü [yıldızları], mehtabı nasıl seviyorsa öyle sever. Telakilerde [buluşmalarda] sevinir, iftiraklarda [ayrılıklarda] ağlar. Bu muhabbet mahz-ı ismet [namusun, temizliğin halisi] olduğu için arada cemal [güzellik] de aranmaz. Güzellik, çirkinlik nedir bilmez, düşünülmez. Bildiklerimizden niceleri vardı ki şu kızdan, Kerime’den bin kat latif [hoş] idiler, hatta bu vefret-i letafetle [güzellik bolluğuyla, çokluğuyla] sonraları beni çok düşündürdüler. Fakat çocuklukta hiçbiri bu derece nazar-ı meylimi celp eylemedi [ilgimi çekmedi]. Hasılı, on, on bir yaşına kadar Kerime ile beraber oynadık,19 beraber okuduk, beraber yaşadık. Hayret,

aynı vech ile tekerrür eyledi”yi “Ertesi gece pederimle, sairleriyle aynı ders, aynı fasılaynı veçhe ile tekrar eyledi”, “vefret-i letafetle”yi “vefret letafetle”, “Kerime ile beraber oynadık,”ı “Kerime beraber uyandık,”, “bir açıklık peyda oluyordu”yu “bir açıklık peyda oluverdi”, “vehle-i ûlâda”yı “vahle-i ulâda”, “Bu sindeki karı kocalardan...”ı “Bu sendeki karı kocalardan”, “o koca konağa iç güveyi, bey, efendi oluyoruz”u “o koca konağa iç güveyi, beyefendi oluveririz”, “Aramızda az çok bir itibarı haizdi...”yi “Aramızda az çok bir itibari haizdir”, “Bu halin sebebi nedir?”i “Bu halin sebebi neydi?”, “Öteden beri bana namzet, izdivacı mukarrer iken”i “Öteden beri bana namazda izdivacı mukarrer iken”, “muhaba”yı “mahaba”, “Fakat bu hüznüm”ü “Fakat bu hanım”, “Bu sinde kulûp”u “Busende kulûb”, “hiç sun’u olmadığını”yı “hiç sun’i olmadığını”, “validesinin cebriyle”yi “valdesinin haberiyle”, “iptihacıma”yı “ibtihaca”, “Mahdum’a gayet muhibbane”yi “Mahdum’a gayet mahabâne”, “vekayi-i izdivacını”yı “vekâyi-i izdivacı”, “Hatta mazideki münasebatımıza dair”i “Hatta mazideki münasebetimize dair”, “İftirak vicdana dokunuyor”u “İftirak-ı vicdana dokunuyor”, “maayibini”yi “mu’ayibini”, “bütün bütüne bozuştuk”u “bütün bütün bozuştuk”, “müzayakaya”yı “mazikaya”, “keyfe mettefak”ı “keyfemâtefak”, “zevklenmeye kalkışmasın mı?”yı “zevklenmeye kalkışmaz mı?”, “şu talak”ı “şu talakat” olarak hatalı şekilde okumuştur. Tuhfe-i Vehbî’nin bu ilk mısrası, Ali Kemal’in romanı, Fetret, (Haz. M. Kayahan Özgül], Hece Yayınları, Ankara 2003, s. 162’de de söz konusu edilmiştir. (F.G.)

18 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 205’te “idiler” şeklindedir. (F.G.)

19 Paris Musahabeleri, 1315, c. 3, s. 120; Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 206’da “beraber oynadık”

(14)

büyüdükçe aramızda bir soğukluk, bir açıklık peyda oluyordu. Lakin yine yekdiğerimize

[birbirimize] munis [yakın] kalıyorduk. Çünkü pek çok hatırat-ı sabavet [çocukluk ha-tırası] ile birbirimize bağlı idik. Ebeveynimizce ben, Kerime... âlâ [iyi, güzel] bir karı

koca... Zaten komşu bey bana çoktan damat nazarıyla bakıyordu, öyle muamele ediyordu, her halime alakadar oluyor, her işime karışıyordu. Şu mektebe gitsin, bu cihete [tarafa,

yöne] gelsin gibi ihtarlarına [uyarılarına] pederimce büyük ehemmiyet veriliyordu. On

dördümüze doğru20 ben leylî [yatılı] bir mektebe girince Kerime’yi görmez oldumdu, hemen hemen de unuttumdu. Çünkü hevesatımda [heveslerimde] yeni yeni temayülat

[yönelmeler, sevgiler] peyda olduydu [göründüydü]. Bir yaz biz Bursa’da idik... Komşu

beyin fena halde hasta olduğuna dair pederime bir mektup geldi... İki gün sonra hemen İstanbul’a döndük... Bir gece pederim beni her nedense hastanın yanına götürdü. Adamcağız manidar manidar [manalı manalı] bana baktıktan sonra başımı okşadı. Bu hal rikkatime

[yufka yüreğime, acımama] dokundu. Zaten o soluk sima, o çukur gözler, o yanak,21 o hey’et [görünüş] vehle-i ûlâda [ilk önce, birdenbire] hayretimi tahrik etmişti [harekete

getirmişti]. Çok geçmedi, gözlerimden yaş boşanıverdi... Beni hemen dışarı çıkardılar,

eve getirdiler. İki gün sonra komşu bey irtihal eyledi [öldü]. Bu esnalarda ne oldu, ne22 bitti, bilmiyorum. Aradan daha üç dört ay geçmedi. Evimizde bir fi skostur, bir tedariktir

[hazırlıktır] gidiyordu. Peder, valide manidar manidar bana karşı birbirine bakışıyorlardı.

Bir gün dayımın böyle mahfi [gizli] bir mükâlemede [karşılıklı konuşmada] ebeveynime hitaben: “Canım, on beş yaşında bir çocuk evlendirilir mi? Mektep, tahsil ne olur! Bu sin-deki [yaştaki] karı kocalardan nasıl bir aile çıkar? Bu adeta bir cürümdür [suçtur], akıbeti fena bir harekettir, insaf buyurunuz” dediğini fakat babamdan “Adam sen de! Okursa okur, okumazsa işte mağaza, gitsin gelsin. Allah rızkını verirmiş” ile cevap aldığını tesadüfen işittim. Artık iş anlaşıldı, beni evlendiriyorlar, hem de Kerime ile evlendiriyorlar. Oh!.. Oh!.. Fena değil, o koca konağa iç güveyi, bey, efendi23 oluyoruz. Kerime’den ziyade bu debdebe [gösteriş, tantana] emelimi okşuyordu. Mektep arkadaşlarımdan birkaçına bu teşebbüsten mağrurane [gururla] bahsettim. Bunlardan biri, Mahdum Bey bu sözlerime pek alakadar [ilgili] görünüyor, pek kulak kabartıyordu. Bu çocuk hoşhal [hali vakti

yerinde], nazik, sevimli idi... Aramızda az çok bir itibarı haizdi [vardı]...

***

Bir perşembe akşamı eve avdetimde [dönüşümde] ebeveynimi gayet mahzun [hüzünlenmiş], müteessir [üzüntülü] buldumdu... Pederimde hiddet, şiddet hadden efzun idi [son sınırda

idi]. “Bu halin sebebi nedir?” diye bir düşüncedir, bir tecessüstür [araştırmadır] beni aldı.

Nihayet esas mesele meydana çıktı. Öteden beri bana namzet [aday], izdivacı mukarrer iken

[kararlaştırılmış iken] ortaya bin türlü şeyler girerek komşumuz Kerime Hanım geçen salı

günü bî-muhaba [çekinmeden, sakınmadan], Mahdum Bey’e nikâh edilivermiş. Bu hadise

20 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 206’da “On üçüne doğru” şeklindedir. (F.G.)

21 Esas metindeki siliklikten dolayı “yatak” olarak da okunabilir. Bu, cümledeki mana ile de çelişmez.

(F.G.)

22 Paris Musahabeleri, 1315, c. 3, s. 121’de bu “ne” yoktur. (F.G.)

(15)

evvel emirde [her şeyden önce] benim için de uzun bir teessüre [üzülmeye] bâdî oldu

[se-bep oldu]... Fakat bu hüznüm ancak bir izzet-i nefs [onur, şeref] ezasından [eziyetinden, incinmesinden] münbaisti [doğuyordu]. Derd-i aşk ile, hırs-i menal [mal, kazanma hırsı]

ile alude değildi [bulanmış değildi]. İçimde nâ-hak [haksız] yere Mahdum Bey’e bir adavet

[düşmanlık] husule geldi [ortaya çıktı]... O kadar ki ertesi günü mektepte buluşunca bu gence

karşı izhar-ı infi alden [gücenmeyi göstermekten] kendimi alamadım. Bu sinde [yaşta] kulup

[kalpler] gayet mütehassis [duygulu] oluyor. Rakib-i muzafferim [galip rakibim] bu

iğbira-rımı [kırılmamı] anlayınca bana uzun bir mektup yazdı. Bu nikâhta, bu izdivaçta, bütün bu muamelatta [işlerde, işlemlerde] hiç sun’u [etkisi, dahli] olmadığını bildiriyor, validesinin cebriyle [zorlamasıyla], ısrarıyla bu cürmü işlediğini söylüyor.24 Hatta bunun için bir taraftan vicdanen bana karşı muazzep [eziyet çeken] olmakla beraber diğer cihetten kızı sevmemek, bu istikbalden [gelecekten] korkmak düşüncesiyle ıztırap çektiğini ilave eyliyor.25 Nihayet affımı temenni ile şayet bu olmazsa şu akdi [nikâhı] bozmaya, bu hatayı tamire kadar varacağını bildiriyordu. Ah, bu name-i nedamet [pişmanlık mektubu] o zaman bana ne latif geldi, ne derece derunî [samimi, içten, gönülden] bir ibtihacıma [sevinmeme] sebep oldu. Hele cürüm

[suç], hata itirafl arı pek hoşuma gidiyordu. Çünkü insan için düşmanına bile böyle teslim-i

hak ettirmek [hakkı kabul ettirmek] bir meserrettir [sevinçtir]. Mağduriyet bazen bir fazilet

[erdem] yerine geçebilir: “El-fadlü mâ şehidet bihi el-a’dâ”26 da latiftir [hoştur]. Bu şevk

[sevinç, neşe] ile Mahdum’a gayet muhibbane [dostça], vefakârane [vefalı olarak] bir cevap

yazdımdı... Oh, ey sinn-i latif-i şebap [gençliğin hoş yılları]...27 baştanbaşa fedakârlıkta, uluvv-i cenapta [cömertlikte], semahatta [cömertlikte, iyilikseverlikte] müsabaka [yarış] ile mâlâmâlsin [dopdolusun], bu yolda cihana taş çıkarırsın...

Şu vak’a [olay] Mahdum’la aramızda inbisat-ı uhuvvete [kardeşlik, sevincine, ferahlığına] sebebiyet verdi, birbirimize adeta mahrem-ı esrar [sır arkadaşı] olduk... Çocukcağız ta leyle-i zifafından [zifaf, gerdek gecesinden] bed’ ile [başlayarak] bütün vekayi-i izdivacını

[evlili-ğinin olaylarını] peyderpey [sırasıyla, yavaş yavaş] bana naklediyordu [anlatıyordu]. Hatta

mazideki münasebatımıza [ilişkilerimize] dair Kerime’den, zevcesinden alabildiği malumatı bile söylemekten çekinmiyordu. Şüphe yoktu ki beni kayınvalidesinden, hatta karısından daha ileri tutuyordu. Fakat bazen Kerime’yi o kadar faslediyordu [çekiştiriyordu] ki bu sözleriyle beni düşündürüyordu. Daha garibi şu ki akşamları ekseriya yeni gelini yalnız bırakıyordu, birçok vesilelerle kâh validesinde, kâh başka akrabasında kalıyordu... Bir gün yana yakıla bana dedi ki: “Birader, Allah aşkına bana akıl öğret. Bu kız iliklerime dokunuyor, hiç hoşuma gitmiyor. Kayınvalidem beni atlara, arabalara değil, altınlara müstağrak etse [boğsa] nafi le

[faydasız, boş]... Of... Ne yapmalı? İftirak [ayrılık] vicdana dokunuyor. Fakat hiç olmazsa

geceleri ayrı odalarda yatmak mümkün değil mi? Bu izdivaç ne bela imiş!”

24 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 209’da “söylüyordu” şeklindedir. Aslında mana ve sıralı cümle

açı-sından düşünülürse, birkaç cümle, daha sonra “...bildiriyordu” fi iline bağlanmaktadır. Bu birkaç cümle arasına virgül konulabilirdi. (F.G.)

25 Paris Musahabeleri, 2. b., c. 2, s. 209’da “ilave eyledi” şeklindedir. (F.G.) 26 “Düşmanın şahitliği en iyisidir.” (F.G.)

(16)

***

Mahdum gayet yakışıklı, gayet latif bir genç idi, bununla beraber Kerime’nin mehasininden

[güzelliklerinden] hiçbirini bilmiyor, maayibini [ayıplarını, kusurlarını] ise tepeden tırnağa

kadar görüyordu. Rivayetine göre akşamları eve avdetinde karısıyla baş başa kalınca ruh sıkın-tısından ölüyor, ne yapacağını şaşırıyordu. Çünkü bu taze vücutlarda henüz hayat-ı hayvaniye

[hayvanî, cinsel hayat] kabarmamıştı, ortadaki fıkdan-ı muhabbet-i maneviyeyi [manevî sev-ginin eksikliğini] tadil eder [değiştiren] bir lezzet-i maddiye daha meydan almamıştı. Bu ahval

saikasıyla [durumlar sebebiyle] şu on beşlik karı koca arasında üç dört ay tıfl ane [çocukça] münazaalardan [ağız kavgalarından], münafeselerden [çekememezlikten, gizli düşmanlıktan] maada [başka] bir münasebet peyda olmadı [ortaya çıkmadı]. Dördüncü ay bitmemişti, bir sabah Mahdum geldi, mektepte beni buldu. Şu sözleri söyledi: “İşte birader, artık hep oldu, bitti. Akşam canıma tak dedi, Kerime ile bütün bütüne bozuştuk. Bir daha o konağa dönersem bana lanet olsun... Ne kadar mesut imişsin ki bu müzayakaya [sıkıntıya] düşmedin... Bu kız kadar insana azab-ı ruh olmaz. Dün ikindiden sonra eve döndüm, odaya girdim. Derhal koşa koşa yanıma geldi. Evvela: ‘Vay beyefendi, nasıl oldu da bugün böyle erkenden teşrif buyuruldu

[şeref verildi]?’ gibi soğuk soğuk söylendi, sesimi çıkarmadım. Elime keyfe mettefak [nasıl rastgelirse] bir kitap alarak bir köşeye çekildim. Arkamı da inadıma ona çevirdim, o da inadına

yerini değiştirdi. Karşıma geçti. Bana birçok saçma sapan şeyler sordu... Evet, hayırdan, ya bir baş hareketinden başka cevap alamayınca gayet hadidane [öfkeli] bir tavır ile ‘Ayol, sade kitap okuyacağına azıcık da sözlerime cevap versen e, şimdi âlimliğin mi tuttu?’ dedi. Ben de aynı şiddetle ‘Bana senin sözlerinden hayır yok, kitaptan hayır var’ cevabını verdim. Müna-kaşa uzadı. Nihayet hanım yüzüme karşı ‘Vay beyefendi vay... Maşallah, okudunuz okudunuz da allame [çok bilgin] oldunuz. Onun için geçen sene imtihandan döndünüz, peh peh...’ diye zevklenmeye kalkışmasın mı?.. Artık fes başımdan fırladı... Ağzıma geleni söyledim, bir de lisanımdan ‘Vay şaşı gözlü hanımefendi...’ sözü kaçıverince baktım ki kızın benzi attı, çeneleri kilitlendi, gözlerinden zaten yaş boşanıverdi. Bu esnada kayınvalide içeri girerek bu hali gördü, hemen koştu çocuğunu kucakladı, bana da gayet acı birkaç lakırdı söyledi. Zaten bu rabıta

[bağ, ilişki] devam edemezdi. Şu münasebetle bir daha avdet etmemek üzere hemen bu konağı

terk ettim. Dün gece ağladım, sızladım, validemi de ikna ettim: Bugün eniştem kayınvalideye giderek nikâhtan, nafakadan vazgeçerlerse tatlika [boşamaya] müheyya [hazır] olduğumu teklif ediyor, onlar da dünkü teessürün tesiriyle buna hazırdırlar... Her halde bu netice iyi oldu.” Garibi şu ki Mahdum’un tavrında bir ferah [iç açıcılık, sevinç] vardı. Bu vak’ayı dinledim, o zaman hafızamda dolaşan Vasıf’ın:

“Ne kırarsın ikide birde benim hâtırımı? Gönül, ey tıfl -ı ziyân-kâr oyuncak değil a”

beytini hatırladımdı. Şimdi anlıyordum ki bu tahattur [hatırlama] gayet manidar imiş... Şu karı koca henüz çocuk idiler. Hem de ziyankâr çocuklardan idiler. Bunların eline oyuncak yerine ne verdiler, izdivaç... İşte o da böyle parça parça oluverdi. Şu iftirak [ayrılık], şu talak

[boşama] evvel emirde [her şeyden evvel, en önce] beni derunî [içten, derinden] sevindirdi.

İzzet-i nefsimce [onurum, şerefi m için] bir intikam yerine geçti. Fakat bilhassa bu sebeple, bu saika [hal, sebep] ile bîçare Kerime’nin dertten derde, felaketten felakete düşerek nihayet

(17)

verem döşeğine serildiğini gördüm, sabavetimizi [çocukluğumuzu], maziyi hazin hazin andım. Vefatından bir hafta evvel bîçare kızcağız istifsar-ı hatır [hatırını sormak] için gelen annemin ellerinden bîtap [bitkin] yakalamış, “Ah, hanım teyzeciğim, keşke vaktiyle oğlunuza vara idim! Belki şimdi böyle olmazdı... Bana bütün şu bela, şu acı ilk izdivacımdan geldi” diye hüngür hüngür ağlamış. Validem bu sözleri nakledince benim de gözlerimden yaş boşanıverdi.

Kerime Hikâyesine Ek

“Hayat Kırıntıları: Kerime” hikâyesindeki olay, Ali Kemal’in hatıratı Ömrüm’de biraz farklı şekilde anlatılmaktadır. Komşuları olan bey ve konağı tanıtılmadan ve kızın da adı verilmeden anlatılan aşk hikâyesindeki kız, Ali Kemal ile evlendirilmesi söz konusu iken, bu durum her nedense bozulmuş, başka bir gençle evlendirilmiş ama birkaç ay sonra boşatılmış; yeniden bir başka gençle evlendirilmiştir. Bu genci de bir türlü sevemeyen komşu kızı, arasının bozulduğu kocasından ayrı yaşadığı günlerde, Ali Kemallerin konağına ziyarete gelir, yalnız kaldıklarında ona âşıkane yakınlık gösterir. Ali Kemal, hikâyedeki durumun aksine, kızın bu yakınlığı karşısında heyecanlanır. Daha sonra da hayallere dalar; kızı, evlenmeden önce kendi konaklarının penceresinden ilk gördüğü zamandaki duygularına döner. Hafta sonu Mekteb-i Mülkiye’den konağa heyecanla dönen Ali Kemal, kızın kocasıyla barıştığını, giderken kendisine bir selam bile söylemediğini anlayınca üzülür. Komşu kızı ise, iki üç yıl sonra amansız verem hastalığına tutulup ölür. Ölüm döşeğinde iken, Ali Kemal’in dadısıyla ona selam gönderir, yalnız kaldıkları geceyi hatırlatır. Ömrüm’de kısa olan bu aşk hikâyesi şu şekilde verilir:

Mustafa Reşid’in zikrettiğim hikâyelerini okuya okuya kalben müteheyyiç iken bir kere başıma bir vak’a geldi; bir vak’a ki, benim için ilk macera-yı aşk demektir. Perşembe akşamı evime döndümdü, odama kapandımdı. Yaşım henüz on dört, on beş idi; lâkin gönlüm, gözüm şiir ile, sevda ile dolu idi.

Açar âguşumu fi gan ederim Beni öldürdü iftirâk derim

gibi beyitler söylüyordum; lâkin ne için, kimin için söylediğimi bilmiyordum. Böyle mütehassirâne [hasretle] pencereden bakarken karşımdaki odada lâtif bir sîmâ gördüm. Yüreğim hop etti; çünki o lâtif sîmâ çocukluğumdan beri âşinâlarımdan idi. Komşula-rımızdan birinin kızı idi. Benden iki, üç yaş büyüktü; fakat ibtidâları benimle evlenmek mukarrer [kararlaştırılmış] iken sonraları her nasılsa bu karar bozulmuştu. O kızcağız başka bir gence varmıştı; birkaç ay sonra ondan boşatılarak diğer bir adama tezvic edil-mişti [eş ediledil-mişti]. Bir türlü sevemediği bu ikinci kocasıyle çok geçmeden bozuşmuştu. Bu esnalarda bir müddet validesiyle beraber bize misafi rliğe gelmişti. Çocukluktan beri aramızda bir muârefe [tanışıklık], samimî bir muârefe olduğu için beni görünce gülümsedi, sevinir gibi oldu. Bu ibtisam [gülümseme], bu iltifat o sevdaya susamış gönlümü halecana düşürdü. Bütün o garâm-engiz [aşkı depreştiren] şiirler fi krimde uçuşmağa başladı. Artık

(18)

odamda yerimde oturamaz oldum. Yemekten sonra bir lâhza dadımın odasına gittimdi, o da oraya geldi. Benimle uzun uzadıya görüştü; safvetle, samimiyetle görüştü. Hattâ bir-iki kere, birkaç dakika yalnız kalınca ellerimi sıktı.

O gece bana bir hâl oldu. Odama döndüğüm vakit mest idim, mest-i sevda idim. Yatağa girdim, fakat gözlerime uyku girmedi. Bazen uyur gibi oluyor, derhâl ateşler içinde uya-nıyordum. Henüz nühüfte [unutulmuş] bir kalbe sevdanın bu in’itafı [dönüşü] garip, lâkin müdhiş, müessir idi; beni âdetâ sarsıyordu. Bereket versin ki ertesi günü mektebe avdet edince arkadaşlarımla, işlerimle meşgul oldum; bir parça o derd-i aşkı unuttum, teselli buldum. Mâmâfi h zaman zaman o lâtif hayâl gözümün önüne gelince yüreğim cız ediyor; âdetâ benzim sararıyor, leblerim soluyordu.

Bir hafta sonra o mâşûka-i kalbime mülâkî olmak [kavuşmak] emeliyle koşa koşa eve geldimdi. Heyhat, o yâr-ı bî-vefa kocasıyle barışmış, hânesine gitmişti; hattâ giderken bana bir selâm bile bırakmamıştı. Bu sefer bende ıztırâb-ı sevda bir derece daha arttı. O gece sabaha kadar yine gözüme uyku girmedi. Mevsim lâtif idi, yaz ibtidâları idi. Penceremi açtım. Mehtap her tarafı nurlara gark eyliyordu. İbtidâları,

Mâhitâba bakarım yâr gelir hatırıma

diye söyledim, sonra da derin bir tahassüse tutuldum. Gözümün önünde parıl parıl parlayan kamere hitaben bir neşîde söyledim:

Melâl içinde nümâyan cemâl-i pür-nûrun Nedir o vaz’-ı hazînin, o tavr-ı mehcûrun Esîr-i hicri misin bir nigâr-ı mağrurun Bitirdi ömrümü derd-i fi râkı bir hûrun Ne söylesem ki harâbım ne eylesem ki harab28

Aradan yirmi dokuz sene geçtiği hâlde bu ilk sevdamın bütün safhaları, o neşîde-i aşk da kâmilen yâdımdadır, yâd-ı hazînimdedir. Çünki o tarihten iki-üç sene sonra idi, o zavallı genç kadıncağız aman vermez bir illete tutulmuştu.

Sarı bir güldün ey adem çiçeği İstemezdim sana verem demeği

bedîasının meâl-i nâlânına dönmüştü, çok geçmeden toprakta nihan [görünmez] oldu. Fakat ölüm döşeğinde iken bana dadımla birgün selâm gönderdi, o leyle-i nîm-visâli [yarı

kavuşma gecesini] hatırlattı.29

28 Şiirin tamamı için bakınız: Ali Kemal, “Maha Hitap”, Gülşen, nr. 19, 19 Haziran 1302/1Temmuz 1886,

s. 75-76; Ali Kemal, Ne Söylesem ki Harabım... -Şiirler, (Haz. Faruk Gezgin), İsis Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 66; Mecmua-i Ebüzziya, nr. 66, 15 Rebiülevvel 1315/14 Ağustos 1897, s. 956-961, (“Tahrirat-ı Mahsusa” yazısı içinde sadece ikinci kıta veriliyor). (F.G.).

29 Ali Kemal, Ömrüm, (Haz. Zeki Kuneralp], İsis Yayımcılık, İstanbul 1985, s. 32-34; Ali Kemal, Ömrüm,

(Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2004, s. 39-41. Alıntı, Latin harfl erine daha doğru ak-tarmanın olduğu Metin Kayahan Özgül’ün eserinden yapılmıştır. Sadeleştirme ve imla Özgül’e aittir. (F.G.)

(19)

Kolcu’nun Hazırladığı Metindeki Hatalar:

Edebiyat Üzerine İncelemeler: Rıza Filizok’a Armağan30 kitabında yer alan çalışmamız-da, “Hayat Kırıntıları: Kerime” hikâyesine koyduğumuz dipnotta birçok hatayı göstermiştik. Daha başka hatalar ve bazı yerlerde aktarma eksikliği de olduğundan, burada hepsini tekrar gösteriyoruz. Noktalama işaretlerinde, eski yazılı metne tam bağlı kalmadığımızı belirtmek durumundayız. Bazen de biz işaret ekledik. “-mak” “-mek” mastar ekleri sesli ile başlayan ek aldığında, bunları genellikle “-maya” “-meye” vb. şekilde verdik. Arapça, Farsça kelime-lerde pek uzatma, inceltme işareti kullanmadık. Yine bazı Arapça, Farsça asıllı kelimekelime-lerde genellikle sonda ve bazen de arada yumuşak sessiz yerine, karşılığı olan sert sessizi tercih ettik. Hataları Kolcu’nun eserindeki sayfalardan takip edeceğiz: Kolcu, s. 83’te “iptida-yı sabavet”i “ibtidâi sebâvet”; “salat-ı subh”u “salât-ı sabah”; “caminin hol-i fasihine”yi “camiin hol kısmına”; “kalb-i abid ve sâfımızda”yı “kalbe aid vassafımızda”; “gıll u gış”ı “gul u guş”; “azade bulunuyordu”yu “azade bulunurdu”; “halka-i tedrisatını”yı “halta-i tedrisatını –belki harf yanlışlığı vardır–”; “Dolaşırdık, çünkü bu derslerden bir nebze bile anlamadığımız için...”i “Dolaşırdık, çünkü bu derslerden bir nebze bile anlamamız için...”; s. 84’te “Adalar”ı “adalar”; “hele bahçe, bir cihan-ı letaif, bir zemin-i bedayi’di”yi “Hele bahçe bir cihat-ı letâif bir zemin-i bedâiydi”; “komşumuzla sıkı sıkı görüşenlerden”i “kom-şularımızla sıkı sıkı görüşenlerden”; “bu kıyl u kâllere”yi “bu kıl u kâllere”; “Kerime’nin bana karşı hüsn-i kabulü de bu şevke başka izdiyat veriyordu”yu “Kerime’nin bana karşı hiss-i kabulü de bir başka izdiyâd veriyordu”; “Kadın bir hoca, evet, hiç taaccüp etmeyiniz, bir hoca hanım, bize Tuhfe’den ders göstermeğe başladı. İlk günü birinci sahifeyi hafızamıza soktu. Kelime kelime harf harf vezin ile, ahenk ile soktu. Evvela ‘hamd-ı bî-had’, saniyen ‘O kerem fer’, salisen ‘mâya’ diye ezberliyorduk.”u “Kadın bir hoca hanım, bize Tuhfe’den ders göstermeye başladı. İlk günü birinci sahifeyi hafızamıza soktu. Evvele hamdi-bî hamd saniyen eger mefer salisen mâye diye ezberliyorduk.”;31 “beyefendinin”i “Beyefendi’nin”; “...sözde rabt, mana”yı “...sözde rabt-ı mana—doğru da olabilir ama arada virgül var-“; ”Bu dekaikı hoca da hazirun da bilmiyorlardı”yı “Bu dakâiki hoca da hazirûn da bilemiyorlardı”; “Ertesi gece pederimle, sairleriyle beraber otururken yine beni selamlığa istetti... Yine aynı ders, aynı fasıl, aynı vech ile tekerrür eyledi”yi “Ertesi gece pederimle, sairleriyle aynı ders, aynı fasılaynı veçhe ile tekrar eyledi”; s. 85’te “Bu iftihar-ı tıfl ane”yi “Bu ihtihâr-ı tıfl âne”; “Sabavetin”i “Sebâvetin”; “Semayı, encümü, mehtabı nasıl seviyorsa öyle sever”i “... simâ-yı encümü, mehtabı nasıl seviyorsa öyle sever”; “Bildiklerimizden niceleri vardı ki şu kızdan, Kerime’den bin kat latif idiler,”i “Bildiklerimizden niceleri vardı ki şu kızdan Kerime’den

30 “Ali Kemal’in Hikâyelerinde Hayatına Dair İzler”, Edebiyat Üzerine İncelemeler: Rıza Filizok’a Armağan

(Editörler: Şerife Çağın-Seçil Dumantepe), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2019 (içinde s. 97-116).

31 Kolcu’nun Tuhfe-i Vehbi’ye de bakmadığı anlaşılıyor. Tuhfe-i Vehbi’nin ilk mısrası Ali Kemal’in şu

romanında da söz konusu edilmiştir: Ali Kemal, Fetret (Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2003, s. 162. Yazar, İkdam’daki ilk metinle, Paris Musahabeleri’nin her iki baskısında da yer alan metinler arasında da karşılaştırma yapabilirdi. Biz hataları, haliyle yazarın İkdam’dan aktardığı metin üzerinden gösterdik. (F.G.)

(20)

“Ha ya t Kırıntıları: K erime”, İk dam , S. 866, 2 K ânunıe vv el 1312/ 14 Ar alık 1896.

(21)

bin kat latif edilir,”; “Hasılı, on, on bir yaşına kadar Kerime ile beraber oynadık”ı “Hâsılı on, on bir yaşına kadar Kerime ile beraber uyandık”; “Hayret, büyüdükçe aramızda bir soğukluk, bir açıklık peyda oluyordu”yu “Hayret, büyüdükçe aramızda bir soğukluk, bir açıklık peyda oluverdi”; “Bu hal rikkatime dokundu”yu “Bu hakikatime dokundu”; “vehle-i ûlâ”yı “vahle-i ulâ”; “Çok geçmedi, gözlerimden yaş boşanıverdi”yi “Çok geçmedi, gözle-rimden yaş boşanıyordu”; s. 86’da “Bu sindeki karı kocalardan nasıl bir aile çıkar?”ı “Bu sendeki karı kocalardan nasıl bir aile çıkar?”; “Artık iş anlaşıldı, beni evlendiriyorlar, hem de Kerime ile evlendiriyorlar”ı “Artık iş anlaşıldı, beni evlendirebilirler, hem de Kerime ile evlendirebilirler”; “...o koca konağa iç güveyi, bey, efendi oluyoruz”u “...o koca konağa iç güveyi, beyefendi oluveririz”; “Aramızda az çok bir itibarı haizdi”yi “Aramızda az çok bir itibari haizdir”; “Bir perşembe akşamı”yı “Bu perşembe akşamı”; “Bu halin sebebi nedir?”i “Bu halin sebebi neydi?”; “Öteden beri bana namzet, izdivacı mukarrer iken”i “Öteden beri bana namazda izdivacı mukarrer iken”; “...Kerime Hanım geçen salı günü bî-muhaba”yı “... Kerime Hanım geçen Salı günü bî-mahaba”; “Fakat bu hüznüm ancak...”ı “Fakat bu hanım ancak...”; “Bu sinde kulup gayet mütehassis oluyor”u “Busende kulûb gayet mütehassis oluyor”; “...bütün bu muamelatta hiç sun’u olmadığını bildiriyor, validesinin cebriyle...”yi “...bütün bu muamelâtta hiç sun’i olmadığını bildiriyor, validesinin haberiyle...”; “...ne derece derunî bir ibtihacıma sebep oldu”yu “...ne derece deruni bir ibtihaca sebep oldu”; “

ÒïĐźÒįÖÚïıüÓĨģąęĤÒ

” yani “Düşmanın şahitliği en iyisidir”i sadece eski harfl erle ve yanlış şekilde “

ģýęĤÒÚïıüÓĨįÖÒïĐźÒ

”; s. 87’de “...da latiftir”i “...de latiftir”; “Bu şevk ile Mahdum’a gayet muhibbane, vefakârane bir cevap yazdımdı”yı “Bu şevk ile Mahdum’a gayet mahabâne, vefakarâne bir cevap yazdımdı”; “Oh, ey sinn-i latif-i şebap”ı “Oh, ey sen latif şebâb –belki bu da doğru olabilir–”; “Şu vak’a Mahdum’la aramızda...”yı “Şu vak’a madumla aramızda”; “...vekayi-i izdivacını...”yı “...vekâyi-i izdivacı...”; “Hatta mazideki münasebatımıza dair...”i “Hatta mazideki münasebetimize dair...”; “Bu kız ilik-lerime dokunuyor”u “bu kız ilikilik-lerime dokunur”; “İftirak vicdana dokunuyor”u “İftirak-ı vicdana dokunur”; “...maayibini...”yi “mu’ayibini...”; “Kerime ile bütün bütüne bozuştuk”u “Kerime ile bütün bütün bozuştuk”; “...münazaalardan...”ı “münaza’lardan...”; “Bir sabah Mahdum geldi...”yi “Bir sabah mahdum geldi...”; “Ne kadar mesut imişsin ki bu müzayakaya düşmedin”i “Ne kadar mes’ûd imişim ki bu mazikaya düşmedin”; s 88’de “Elime keyfe mettefak...”ı “Elime keyfemâtefak”; “Arkamı da inadıma ona çevirdim”i “Arkamı da inadım ona çevirdim”; “...diye zevklenmeye kalkışmasın mı?..”yı “...diye zevklenmeye kalkışmaz mı?”; “...gözlerinden zaten yaş boşanıverdi”yi “...gözlerinden zaten yaş boşanıyordu”; “...,hemen koştu çocuğunu kucakladı...”yı “Hemen koştu çocuğu kucakladı...”;.”...onlar da dünkü teessürün tesiriyle buna hazırdırlar”ı “...onlar da dünkü teessürün tesiriyle buna hazırlar”; “Garibi şu ki Mahdum’un”u “Garibi şu ki mahdumun”; “Şu iftirak, şu talak...”ı “Şu iftirak, şu talakat” olarak hatalı şekilde aktarmıştır.

Diğer on bir hikâyede de birçok okuma hatası ve eksik aktarma bulunmaktadır. Biz, sadece yazarın hayatını en iyi veren hikâye olması bakımından “Hayat Kırıntıları: Kerime” üzerinden karşılaştırma yaptık.

(22)

Sonuç

Ali Kemal’in eski harfl i süreli yayınlarda kalan şiirlerinin yeni harfl ere aktarılma-sında bizim hazırladığımız eserdeki hatalar, Kolcu’nun hazırladığı eserdekilerden çok azdır. Üstelik Kolcu, eserini en son hazırladığından hataları çok az olmalıydı. Kolcu, eserinde yer vermediği şiirleri, eserimizdeki künyelerden yola çıkarak temin edebilirdi. Bu yapılmamıştır. Yine bazı kitaplarda yer alan şiirler bizim hazırladığımız kitapta bu-lunduğu halde, Kolcu’nun eserinde yer almamıştır. Kolcu, hikâyeler bölümünde ise, Ali Kemal’in telif 13 hikâyesini tespit edememiştir. Hazırladığımız, basılacak olan kitaba başlık olan ve Ali Kemal’in hayatını vermek bakımından en önemli hikâyesi sayılması gereken “Hayat Kırıntıları: Kerime”de ise, Kolcu’nun bir metin için çok fazla olan hatalı aktarmalarını yukarıda gösterdik. Diğer hikâyelerde de okuma, aktarma hataları fazladır. Bizim hazırladığımız metin basıldığında ise çok az hata olduğu görülecektir.

KAYNAKLAR

Ali Kemal, Bütün Şiirleri &Bütün Hikâyeleri (Haz. Ali İhsan Kolcu), Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum 2018.

, Fetret (Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2003.

, “Maha Hitap”, Gülşen, nr. 19, 19 Haziran 1302/1 Temmuz 1886, s. 75-76; Mecmua-i Ebüzziya, nr. 66, 15 Rebiülevvel 1315/14 Ağustos 1897, s. 956-961 (“Tahrirat-ı Mahsusa” yazısı içinde).

, Ne Söylesem ki Harabım...-Şiirler (Haz. Faruk Gezgin), İsis Yayıncılık, İstanbul 2011.

, Ömrüm (Haz. Zeki Kuneralp), İsis Yayımcılık, İstanbul 1985.

, Ömrüm (Haz. M. Kayahan Özgül), Hece Yayınları, Ankara 2004.

, Ömrüm-Ali Kemal’in Hatıratı (Haz. Berna Kazak), İstanbul Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi, Yayınlanmamış Mezuniyet Tezi, İstanbul 1954.

, Paris Musahabeleri, 3 cilt, İkdam Matbaası, Dersaadet 1315; 2. b. , c. 1, Matbaa-i İkdam,

İstanbul 1329, c. 2, Matbaa-i İkdam, İstanbul 1331.

, Tunus, Kütüphane-i Kemal, Matbaa-i Osmaniye, Kahire 1900.

, Yıldız Hatırat-ı Elimesi, İkbal-i Millet Matbaası, Dersaadet 1326.

Gezgin, Faruk, Ali Kemal: Bir Muhalifi n Hikâyesi, İsis Yayınları, İstanbul 2010.

, “AliKemal’in Hikâyelerinde Hayatına Dair İzler”, Edebiyat Üzerine İncelemeler Rıza

Filizok’a Armağan, (Editörler: Şerife Çağın-Seçil Dumantepe), Ege Üniversitesi Yayınları,

İzmir 2019 (içinde s. 97-116).

, “Ali Kemal’in Romanları”, Türk Dünyasından Halil Açıkgöz’e Armağan, Doğu Kitabevi, İstanbul 2013 (içinde s. 237-256).

Özgül, M. Kayahan; Arayışlar Devri Türk Şiiri Antolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bruselloz; tüm dünyada yaygın olarak görülen, özellikle Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinin çoğunda olduğu gibi ülkemizde de ende- mik olan, hayvanlardan insanlara

Ku­ lis’i geçtikten hemen sonra bir zamanların Ye­ ni Melek Sineması’na giden pasajda, içkisiz olan, ama Türk mutfağının en güzel örnek­ lerini sunan Hacı

In the study, education, and household type as household demographic variables; working sector type and the share of pension in total household income as proxy

Akropolis(Yüksek Kent):Şehrin en yüksek yerinde konumlandırılmış bölüm olup, Yunan kentinin en önemli yapısı olan tapnakların ‘’temenos’’ olarak

Sağlık Bakanlığı Üst Solunum Yolu Patojenleri Referans Laboratu- varında incelenen örnek Rt-PCR ile N.meningitidis pozitif bulundu ve moleküler yöntemle

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

Yani, kısa vade talep daha esnek değildir ve kısa vadede uzun vadeden çok vergi yükü tüketicinin üzerindedir.. BELİRSİZLİĞİ de Kabul edebiliriz eğer cevap verginin

İlk defa bu kadar çok yazma eseri önümüzde görüyoruz… Tabii böyle bir çalışmada kullanılan kavramlar, bir yazma eserin özellikleri, yazarını tespit etmek için ne