SANAT «EDEBİYAT
Hâmid ve İ. Habib
Y a za n : Nâzım Kemâl
Büyük şairimiz Abdülhâk Hâ- midle İsmail Habib arasında, öyle zannediyorum ki, sıkı bir müna sebet var. Habibin de tıpkı Hâmid gibi, sanat eserini çoğaltmak için zilini bir savaşa giriştiğini, çetin ve kaypak mevzuları avuçlamağa yeltendiğini görüyoruz. Onun da tıpkı Hâmid gibi, pürüzsüz bir ruhla karşımıza dikildiği aydın saatleri ve yarı-karanlık dakika - lan var. Dilediği şey, her eşsiz sanat adamını olduğu gibi, Fik - retin «tabiattan büyük bir âlem-i külliyet izdad» dediği bu yüce şairi de, bütün cepheleriyle, nok sansızca aksettirebilmektir.
Bu yüzden İsmail Habib, Hâmi- din eserini «olduğundan» ziyade gelecekte «olabümesi» muhtemel bir şekil altında, sükût noktasına kadar takip etmeyi gaye biliyor. Üstüne titrediği ideal, sonsuz bir çınlayış kabiliyetiyle yüklü bulu nan bu sükût noktasına el uzat mak ve baş döndürücü bir derin liğe kadar inebilen Hâmidâne şiiri gün ışığına kavuşturmaktır. Zira o, Hâmidle birlikte yaratıcılığın peşinden sürüklenmeyi ve edebî mevzuu daraltacak yerde alabildi ğine genişletmeyi istiyor.
Bu maksatla, İsmail Habibin şek li değiştirerek, Hâmidin sesiyle kendi sesinin kaynaşmasından iba ret bir «bütün-ses», bir nevi «Hâ mid - Habib» terkibi kesiliverdi- ğine şahit oluyoruz. Yegâne hede fi, Hâmidin tesiri altmda kalarak onunla manen uzlaşmaktır. Bunun için Habibin yazılarında Hâmide has cümlenin karakterini yükle nen sayısız cümlelere ve geceyle gündüzü bölüşen bir tükenmezlik arzusuna rastlıyoruz. O da tıpkı büyük şairimiz gibi, kullandığı kelimelere yadırganan bir güç, göz kamaştırıcı bir sürat ekleme
ğe bakıyor. Onun da cümleleri Hâmidinkiler gibi hırçın hareket
lerden ve çılgın rakıslardan örül müş orijinal cümlelerdir. O da Hâmid gibi tatsız klişelerden ve hazır formüllerden tiksiniyor.
Böylece İsmail Habib, pastişi bile küçümsemiyen yaratıcı bir tenkid sayesinde Hâmidin şiir ik limini yeniden canlandırmaya ni yetleniyor. Fikirden itibaren geli şen bir duyguya yapışıveı-erek ken di varlığını bir kere daha doğru lamayı dert ediniyor. Bu sebep - ten Habibin, Hâmidden bahseder ken kendi kendini ileriye sürdü ğü kuruntusuna kapılıyoruz. O- nun düşüncesi de Hâmidinki gi bi, zekâ ile sezgi arasında ilerli- yerek eşyanın özüne batmayı öz leyen bir düşüncedir. Onun da Hâmid gibi kesif olduğu kadar yaygın, derin olduğu kadar geniş bir muhayyilesi, çalkantılı bir duy gûya yaslanan endişeli ve sinirli bir üslûbu var.
Onun için bu yaratıcı münelc - kid. Makber müellifinin kaideden ürken ışıltılı üslûbunu tarife k o yulurken kendi üslûbunu incele diğini sanıyor ve onda kendi ken dini rahatça deşebileceğine, alçak b ir tondan yüksek bir tona, peş ten tize kolaylıkla geçebileceğine inanıyor. Gerçekleştirmeğe azmet tiği şey, tabiatla bir tuttuğu Hâ- midi, bizzat Hâmidin gözleriyle seyretmektir. Bu uğurda, bütün iradesini seferber ederek şairin hatalarını bile benimsemeye kal kıyor.
Bu bakımdan İsmail Habibin na zarında Hâmid, herhangi bir «mev cudiyet» ten daha çok ihtişamlı bir «durum», edebi manzaramızı baştanbaşa kaplıyan ölçüsüz bir «büyüklük» tür. Habib, bu büyük lüğü Hâmidâne bir eda ile, baki niz bize nasıl tasvir ediyor:
«Fuzuliyi elem ve hicranın şiiri «ni inleyen bir deha biliyoruz. Ba «ki, vekar ve rindliğin şairi oldu. «Nef’iyi tantana ve mübahatın «coşkun bir seylâbesi gibi gördük. «Nedim, tarab ve şetaretin ruhunu «vecde getirmiş, Galip, hayalin «mümtaz renklerini seçmişti.
«Hafız-ı Şirazi de şeffaf bir ga- «ze altında saklanmış derin duy- «gular, Şeyh Sadi de birer düstur «halinde asırlara intikal etmiş «sağlam mahfazalı fikirler, Firdev «si de hurafeleri canlandırarak fe «sanelere hayat veren engin bir «muhayyile, Hayyam da karanlı- «ğı delen bir ziya huzmesi gibi hu «rafelerin maverasını gören haki- «katin felsefî incilâsı vardı.»
«Comeille de daima ihtirasa ga- «lebe çalan vazifenin şiirini, ve «ulviyet ve faziletin ruhlara dol- ♦gunluk veren kudretini, Racine «de en kudretli vazifeleri yenen «canlı ve beşerî ihtirasların aşkını «ve aşkın dilber zaferlerini görü- «yoıuz. Hugo da çok feyyaz, çok »ibda'kâr bir muhayyilenin cuş «ve huruşu ve girdaplı bir kâina- «tın enginlikleri içinde başımız «dönmektedir. Shakespeare de u - «zaklaştıkça daha ziyade heybetle «şen büyük dağlar gibi asırlar geç «tikçe daha çok vüksek görülen «bir azamete şahidiz.»
«Bütün bu sayılan şairleri bir- «birine karıştırınız, şark ve gar- «bın. Fars ve Türkün bütün bu «muhtelif şairlerinden muhtelif «evsaf ve mezaya alarak onlardan «yepyeni, apayrı bir deha yaratı- ♦nız: İşte Abdülhâk Hâmid bu - «dur.»
Yukarıdaki bu satırlardan açık ça anlaşılıyor ki. İsmail Habibin başlıca emeli, büyük şairin duy gulu ve zengin dünyasını bütün «ayrı» lığı ve farklılığiyle meyda na koymaktır. Sanki bu yaratıcı tenkid tarzında, gayr-ı şahsilik dozuna ziyadesiyle bulanmış bir aydınlık iptilâsı gizli.. Şairle mü nekkidin kesin bir eşitlik duygu- siyle aynı noktada birleştiklerini görüyoruz.
Bununla beraber İsmail Habib- de, azametli bir dünyayı küçük bir şapitre sığdırmağa kalkan bir çaresizin kuşkulu hali seziliyor. Belli ki o. Hâmidâne şiirin istilâ sına uğrayıp boğuluvermekten korkuyor. Bu korkuyla, devamlı bir çeşitliliğin belirtilerine daima açık bulunmayı huy ediniyor. Z i ra bu aena «sarrafım» düriüklo- yen sadece amansız bir tecessüs tür. O da, tenakuslarla dolu bere ketli bir tabiatı kurcalamağa can atan Hâmid gibi kesintisiz bir fış kırış halinde zihnine akan edebî hâtıralar ve ilhamlar ortasında bunalıyor.
Hulâsa İsmail Habib de tıpkı Abdülhâk Hâmid gibi mücerred bir devamlılıktan ziyade hayatın dağınık mahiyetine önem veren büyük bir edibimiz, düzensizliği bütün inceliğiyle yaşayarak onu düzene çevirmeyi bilen yaratıcı bir şair - münekkidimizdir.
Taha Toros Arşivi