Yılmaz Güney 1967’de vizyona giren ‘ Kurbanlık K atil’ filminde.
Yılmaz Güney’in fırtınalı yükselişi
Çirkin Kralı
kim yarattı?
,
h
.
9
■
O'Z-H
Yılm az Güney, bundan tam 1 6 yıl önce yani 9 Eylül 1 9 8 4 ’te,
yurtdışına ka çışın da n üç yıl sonra P a ris ’te yaşam a veda etti.
Bugün, sana tı ve kişiliği, hâlâ tartışılıyor. Biz de ‘Çirkin
K ra l’ ın ilk adım larını izledik: G üney’ i kim ya da kim ler
yaratm ıştı?.. N asıl ve hangi ko şu llarda?..
//>
2
-Ag â h Öz g ü ç_____________
0
* * nce sorular şöyle açılabilir: "Çoğu kez yapay gündem ler yaratılarak sü rekli tartışılan ve özellikle de karşı görüşlere göre, ‘adi bir katil’ ya da ‘lümpen bir kişilik’ olarak suçlanan Yılmaz Güney kimdir? Nedir, ne değil dir?.. Güney’i kim ya da kimler yaratmıştır?.. Nasıl ve hangi ko şullarda?.."Güney’in özel yaşamına ve sinemacı kişiliğine, özellikle de fırtınalı yükselişini gerçekleşti ren olaylar dizisine baktığımız da, bu sorularla ilgili çeşitli ipuç ları bulabiliriz.
Bu ipuçları ilk bakışta ne ka
dar karmaşık bir görünüm orta ya koysa da olayın ana kaynak ları Güney’in ‘çalkantılı kişili ğinde’ gizlidir.
Güney, kan davalı, yoksul bir köylü ailesinin çocuğudur. Zor koşullar altında geçen ço cukluğu acılarla doludur. Ezik büyümüştür. Ortaokul öğrenci liği sıralarında, o dönem sinema- i cılarının deyimiyle, ‘pursantj memurluğu’ yapmıştır.
Bu ilkel programcılık siste mine göre, birkaç kuruş yövmiye karşılığında paslı teneke kutular içindeki film bobinlerini sinema dan sinemaya taşıyarak, onları izleyerek Türk sinema seyircisini tanıyacaktır. Seyircinin hangi sahnelerde coşkuya kapıldığına, hangi sahnelerde ağladığına, hü- i zünlendiğine birinci elden tanık olacaktır.
ATIF YILM AZ’LA ÇALIŞMA Ünlü İsveçli yönetmen Ing- mar Bergman, bir söyleşi sırasın da der ki, "Film yapmak benim için bir varoluş nedenidir."
İşte Yılmaz Güney de ilk gençlik yıllarından başlayarak, bu yeni yaşam biçimi içinde se yirciyi tanımaya çalışıp elde etti ği birikimleriyle, böyle bir ‘varo luşun yolunu’ arayacaktır.
Ama nasıl?
Önce Atıf Yılmaz gibi usta bir yönetmenle çalışır. Asistanlık yapar, senaryo çalışmalarına ka tılır. Oyunculuğu dener. Bu ara da da çeşitli edebiyat dergilerine öyküler yazarak aydın çevrenin ilgisini çekmeye çalışır. İlk aşa mada değilse de, daha sonraki dönemlerde elinin kalem tutma sının yararlarını görecektir.
İLK CEZAEVİ DENEYİ Atıf Yılmaz’ın yönetip Gü ney’in asistanlık yaptığı, senaryo çalışmalarına katıldığı, başrolle rini paylaştığı ‘Bu Vatanın Ço cukları’ ve ‘Alageyik’, düzeyli j filmler olmalarına karşın, döne min koşulları içinde, bir ‘yıldız yaratmaya’ yeterli değildir.
Or-hon M. Arıburnu’nun Necati Cumalı’dan uyarladığı ‘Tütün Zamanı’ da bu tür bir çalışma dır. Kaldı ki, bu ara yazdığı bir öykü (Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri) nedeniyle sinema ya şamı kesintiye uğrar. ‘Komü nizm propagandası’ suçlamasıy la yargılanıp Paşakapısı ve Nev şehir cezaevlerinde bir buçuk yıl yatar, ardından Konya’ya sürgü ne gönderilir.
Özgürlüğüne kavuştuğunda yeni ve zorlu bir dönem başlaya caktır Güney için. Yapımcılar uzun süre iş vermez. Aydınlara da küskündür.
Güney’i hapse girmeden ön ce, ‘genç bir hikayeci’ olarak ilk ‘keşfeden’ Vedat Günyol’dur as lında... Ama buna rağmen, o yi ne yalnızdır. Yakın dostları dı şında beklediği desteği göremez. Ve o günlerle ilgili olarak
şunla-" Bir taraftan aydın lara güveniyorum. Ro man yazmışım, kimse bununla ilgilenmi yor. Ancak 1 9 6 3 ’ün so nunda, küçük firmalarla ça lışmayı düşün düm... Kap kaççı, hırsız, eli ni versen kolunu kapan firmalar var. Onlarla ça lışırsam belki bir şey yaparım diye düşünmeye başladım."
Güney zorun lu olarak taktik d eğ iştire ce k tir. Taviz verse de bundan böyle ko şullarını kendi yaratacaktır. Ne pahasına olursa olsun amacı halk la bütünleşmektir Onun desteğini alıp onun gözüne girerse ancak bir
Güney ‘Sevgili Muhafızım’ filminde.
K A PA K
yerlere gelebilecektir. Gerçekte Gtiney’in amacı yönetmenliktir. Böyle bir amaca ulaşmanın en kestirme yolu, yıldızlaşarak güç kazanmaktır.
İLK GİŞE REKORU
İşte ‘sürgünden dönüşüyle’ başlayan bu yeni dönemin ilk fil mi, ‘İkisi de Cesurdu’ adını taşır. Film, Beyoğlu’nun büyük si nemalarına giremez; ama Ana dolu’nun tüm bölgelerinde gişe rekorları kırar. Senaryosunu da Güney’in yazdığı filmde, Nevşe hir Hapishanesi’nde tanıdığı Ali Duran isimli bir kabadayının öy küsü anlatılır. Bu öykü bir an lamda, Yılmaz Güney’in yaşa mıyla da paralellikler taşır. An latılan sürgün dönüşü, ‘ana’sına kavuşmak için çırpınan bir ada mın öyküsüdür. Film, ilkel ko şullarda çekilmiştir, ama final deki istasyon sahnesi kolay ko lay akıldan çıkmaz: Düşmanları tarafından kurşunlanan kabada yının, kendisini anasına kavuş turacak trene doğru bir yürüyü şü vardır ki...
ÖNCE ÇOCUKLAR...
Yılmaz Güney’i önce çocuk seyirci alkışlayacaktır. Nevzat Çalıkuşu, bu olayı bir anısında şöyle dile getirir:
" ...Bir gün mahalle arkadaş larımdan biriyle Yeni Sinema’ya (Bursa) gitmiştik. O gün ‘İkisi de Cesurdu’ adlı bir film oynu yordu.
Filmin sonu oldukça duygu saldı. Bu duygusal sonun ardın dan ben de arkadaşım da şok geçirmiş gibiydik. Filmin sonun da ‘Ana, ana’ diyerek ölen mert kabadayının tesirine girmiştik.
İlk defa karşılaştığımız o ‘mert kabadayı’ rolündeki oyuncuya tutulmuştuk. İlkin adını ezberledik: Yılmaz Güney. Daha sonra gelecek filmlerini gözledik.
Ve beklediklerimiz geldi. Kamalı Zeybek, Koçero, On Korkusuz Adam, Kasımpaşalı Recep, Üçünüzü de Mıhlarım, Haracıma Dokunma vs. Yılmaz Güney’i ilkin biz çocuklar sev miştik. Minicik ellerimizle bizler alkışlamıştık onu..." Popüler T A R İH / Eylül 2000 Yılmaz Güney'in yaşamından ilginç enstantaneler; Solda İmralı Cezaevi'nde; üstte ünlü yönetmen Elia Kazan ile birlikte. .Sağ üstte ise son eşi
Fatoş Güney, sağda da ilk eşi Nebahat Çehre ile birlikte.
HAYALET GİBİ BİR ROL Tunç Başaran’ın yönettiği ‘On Korkusuz Adam’daki sus kun kişiliğiyle, çok küçük bir rolde oynamasına karşın, alkış lanan yine Yılmaz Güney’dir. ‘On Korkusuz Adam’, Güney’in kitleleri böyle diyalogsuz ve ‘ha yalet gibi bir rolle’ nasıl etkileye bileceğini gösterebilme açısın dan, ilginç bir denemedir.
Bir aktörün yaşamında dü zeysiz ve sıradanlığı aşamayan öyle filmler vardır ki, tüm ilkel liklerine karşın, beklenmedik çı kışları oluştururlar. Bir denge kurarlar. İşte Yılmaz Güney, kö tülerle iyiler arasında böyle bir dengeyi kurabilen bir sinemacı olarak da öne çıkar. İrade dışı bazı ani çıkışlar hariç, Güney her şeyi bilinciyle çözümler.
‘KRAL’A KARŞI ‘ÇİRKİN KRAL’
Ayhan Işık bir ‘kral’ ise Yıl maz Güney de onun karşıtı ola rak, ‘çirkin kral’dır.
Her şeyin hesabını yapar, dü şünür. Örneğin, Çetin Emeç’in
yayın yönetmenliğini yaptığı Ses dergisinde zar zor ‘iki sütunluk bir habere’ konuk olabiliyorsa, nedenlerini araştırır. Ve bilir ki, salon filmlerinin sinekkaydı traş- lı jönlerinin köşeleri tuttuğu bir dönemde, Emeç’in değerlendir mesiyle, ‘sokaktaki adam’dır...
Ama Güney, ne zamanki Ku lüp 12’de bir tartışma sonucu üç kişiyi bıçakla yaralar, işte o za man gölgesi yüzüne vuran dol ma burunlu, kavruk yüzlü, kır sal kökenli oyuncuya, ‘silme dört büyük sayfa’ açılır.
işin ilginç yanı, Güney o sıra lar, ‘Üçünüzü de M ıhlarım ’ adıyla yeni bir film bitirmiştir!
BİLİNEN MED YATIK TUZAKLAR
Güney’in ‘çirkin kral’ yakış tırmasını kabullenip uzun süre tepkisiz kalması, ‘kız öpen jön- ler’e karşı alınmış bir tavırdır. Kaldı ki, böyle bir tavır sonucu, sokaktaki seyirciyi aşağılık kompleksinden kurtarıp onların sözcülüğünü yaparak destek al dığı kitle üzerinde gücünü kanıt
layacaktır.
Bu kanıtlama sürecinde, po pülizme çanak tutup, bilerek medyatik tuzaklara düşer. O gü nün çarpık koşulları içinde, ödün vemeden bir yerlere varıl mayacağının, bir şeyler verme den bir şeylerin alınamayacağı nın bilincindedir.
‘Çirkin Kral’ gibi medyatik bir yakıştırmayla anılan Yılmaz Güney, ger çekten ‘çirkin bir adam’ mı dır? Kesinlikle hayır. Bazı bel g e s e l l e r d e d o ğ u m t ari hi Yılmaz Güney, Gülsün Kamu ile birlikte ‘ Çirkin Kral’ da (sol sayfada); altta ise ‘İkiside Cesurdu’ filminde. Popüler TA R İH / Eylül 2000 *
89
Sol üstteki fotoğraf, Yılmaz Güney'in son yıllarına ilişkin bir enstantane... Üstteki fotoğraf ise Yılmaz Güney'i annesi ve eşi Fatoş Güney ile birlikte bir dinlenme anında gösteriyor. Sağ üstte Güney babası ile birlikte. Solda 'Çirkin Kral' 12 Mart dönemindeki bir duruşmasında; sağdaki fotoğrafta ise bir basın toplantısında, Agâh Özgüç ile birlikte.
K A P A K
maz Güney’le yıllar önceki bir anısını anlatırken, filmlerindeki sevdiği ve etkisi altında kaldığı sahneleri şöyle sıralar:
"B aha’daki çocuğun arka bahçede bir horozu kovalaması nı, ‘Umutsuzlar’da bir mafya toplantısında köşkün pencere sinden tekir kediye bakışını, ‘Acı’da Fatma Girik küreği kafa sına indirdiğinde, düşmeden ön ce ona bakışını, ‘Umut’un ilk ya rısı, bazı unutulmuş ‘çirkin kral’ filmlerindeki unutulmaz küçük sahneler..." Baydur’un ilk anım sadıklarıydı.
Yılmaz Güney Türkiye’den ayrılmadan kısa bir süre önce... Altta, Güney 1958’ de çevrilen ‘ Bu Vatanın Çocukları’ filminde Ali Ekdal ve Nurhan Nur ile birlikte. Çocuk yıldızlar ise Nesrin ile Atilla.
sürekli yanlış yazılan ve de ‘çir kin kral’ yakıştırması konusun da yanlışa düşenler, asıl gerçeği bu olayın tanığı yazar ve ro mancı Tarık Dursun K.’ya sora bilirler.
VE İŞİN POLİStYE TARAFI
İlk nikahlı eşi Nebahat Çeh- re’nin üzerine araba sürme si, aynalardaki hayaline ateş I etmesi, bir kumarhanede çifte tabancayla yakalanma sı gibi polisiye olaylar bir yana bırakılırsa, karizmatik kişiliği hep öne çıkar. Kim olursanız olun, sizi etkiler. Bakışlarıyla, yürüyüşüyle, kendine özel tavırlarıyla, saygınlığıyla ve de sevecenli ğiyle...
Bu karizma, ister istemez filmlerine de yansımaktadır. Yazar Mehmet Baydur, Yıl
‘SEYYÎT HAN’LA İLK K EZ ... Ve bir sürü ‘döküntü’ film den sonra, yönetmenliğini yaptı ğı ‘Seyyit Han’la ilk kez aydınla rın dikkatini çeker. Kemal Ta- hir’in bu konuda söyledikleri hayli ilginçtir:
"Yılmaz Güney, gerçekten halktan yetişmiş, halkın bir şeyi nasıl görmek istediğini belki de rin ilmiyle değil, yaşantısıyla bi len bir halk sanatçısıdır. Benim böyle sanatçılardan bir aydın olarak öğrenecek çok şeylerim olduğuna inanıyorum."
Evrenselliğe doğru yol alışı nın ilk filmi ‘Umut’la da Yılmaz Güney sinemasının etkileri yurt- dışına taşar. Marcel M artin ‘Umut’la Türk sinemasını keşfe der. Ya Elia Kazan’ın ve Henri Laglois’mn hayranlığı... Ne var ki ‘Umut’un bir sahnesinde, soy mak istediği dev yapılı Amerika
lı zenciden dayak yemesi, sadık seyircisine ters düşer.
YILMAZ GÜNEY NASIL DAYAK YER?..
Seyircisinin bağrına bastığı Güney, nasıl dayak yerdi? Ve ‘Umut’ bu nedenlerle ‘iş yap maz’.
Seyircisi onu, başta nasıl gör mek istediyse, nasıl ‘üstün erkek ideolojisi’nin bir simgesi olarak kabul ettiyse, onu aynı kalıplar içinde düşleyecektir. Güney’in ağlaması bile yasaktır. Oysa Gü ney, duyarlı bir kişiliğin sahibiy di, çelişkileri olsa da... Nebahat Çehre ile evlenmeden önce, bir likte yaşadıkları evde, Rodri- go’nun Gitar Konçertosu’nu dinlerken gözleri dolmamış mıy dı?
Güney’in açıklamasına göre, babası Hamit, zaza; annesi Gül lü, Muş kürtlerindendi. Bir Kürt ailesinin çocuğu olan Güney’in ilk günlerinde ‘böyle bir sorunu’ yoktu. Ama yıllar sonra ‘kürt kimliği’nin öne çıkarılarak anıl ması, dönemin siyasal koşulları içine çekilmesi nedeniyle sanat sal başarısı gölgeleniyordu. Ulu dağ Üniversitesi Fen Fakülte sinden Yavuz Çobanoğlu’nun saptaması da bu doğrultudaydı:
"Üzülerek belirtmeliyim ki, Türk sinemasının yetiştirdiği belki de en iyi sinemacı olan Yıl maz Güney’in politik kimliği, ideolojik popülizm adına sömü rülmektedir."
Elbette bu ‘idelolojik sö- mürü’de, Güney’in de hata ları vardı. ‘Çirkin kral’lık döneminde onu dışlayan, ancak kamerasını bir silah gibi kullanmasından sonra siyasal çıkarlar sonucu des tek veren bir kesimin tuza ğına düşmüştü Güney. Ama yine de, Yılmaz Güney ya da bir başkası, kim olursa olsun; bir sanatçının politik kimliğiyle sanatsal yakla şımlarının ayrı ayrı değer lendirilmesi gerekirdi...
14 Eylül 1974 tarihinde Yılmaz Güney Yumurtalık savcısını vurmuş ve bu suçla yargılanmıştı. G Ü N EYİN GERÇEK YARATICISI
Ünlü sanatçının bir yaratıcı olarak temel özelliği, oynadığını yaşaması, yaşadığını da oyna masıydı. Örneğin, Güney çocuk luğunu yaşayamamışsa, filmle rinde çocuklar olacaktı. Nikah sız eşi Can Ünal’dan doğma kızı Elif’e gerektiği biçimde ‘babalık’ yapamamışsa, bu sevgiden uzak yaşamışsa, kendi kendisiyle he saplaşacaktı. Günah çıkarttığı ‘Canlı Hedef’ adlı filmde olduğu gibi...
Ele aldığı öykülerine dek, özellikle de İbrahim Tatlıses’in taklit etmeye çalıştığı Güney, an cak Yılmaz Güneyle kıyaslana- bilirdi.
Şimdi yeniden başa dönüp anahtar soruyu yanıtlayalım: "Çirkin Kral’ın ve Yılmaz Gü neyin gerçek yaratıcısı kim di?.."
Olayların akışına baktığı mızda görüyorduk ki, halkın kit lesel desteği altında, kendine öz gü bilinçli kullanım taktiğiyle Güney’i yaratan, ‘kendisi’ idi. Ve yazımızı noktalarken, Dr. Bernardo Carduci’nin şu top
lumsal genellemesine bir kulak verelim:
"Toplumumuz sadece hız lanmakla kalmıyor, aynı zaman da daha yüksek sesli ve daha parlak bir hal alıyor. Başka in sanların farkımıza varması için gittikçe daha güçlü bir kişiliğe ihtiyaç duyuyoruz. Bunu Ho ward Stern gibi şarkıcıların, De nis Rodman gibi acayip insanla rın ortaya çıkışında görebiliriz, insanlar sadece fark edilmek için bile gittikçe daha acayip yollara başvuruyorlar."
Ç lFT KİŞİLİKLİ SİNEMACI Bu psiko-sosyal saptamada adı geçenleri tanımıyoruz; ama Güney’i, birbirleriyle çelişen çift kişilikli bir sinemacı olarak iyi tanıyoruz. Ve altı çizilmesi en önemli gerçeklerden biri de şu: "Nasıl kaş kaldırmak, kasılmak gibi yapay tavırlar, yalnızca Ay han Işık gibi ciddi bir aktöre ya kışıyorsa; Yılmaz Güneyin de yaşamındaki sansasyonel olay lar, peşinden sürüklediği yandaş kitlenin değerlendirmesiyle ona yakışıyordu. İyi ya da kötü, her hareketi seyircisinin gözünde
garip bir şekilde büyük bir ‘gü ce dönüşüyordu’. Ve bu nedenle Türk sinemasında sözcülüğünü yaptığı kitle, onu her zaman hoşgörüyle karşılayıp bağışla maya hazırdı." Ve bağışlamıştı
da... ■
Popüler TARİH/ Eylül 2000 •
91
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi