Ahmet Midhat Efendi, Fazıl ve Feylesof Kızım Fatma Aliye’ye Mektuplar, (hzl. F. Samime İnce-oğlu ve Zeynep Süslü Berktaş, Tashih-Kontrol: M. Suat Mertoğlu), İstanbul: Klasik, 2011, 486 s. Ahmet Midhat Efendi yeni Türk edebiyatı alanı-nın en önemli isimlerindendir. Yaşadığı dönemde adı her türlü tartışmaya karışmış, renkli bir hayat sürmüş, etrafında tarafl ar oluşmuş bir yazar. Bir-çok yazarın yetişmesine katkıda bulunan Ahmet Midhat’ın şüphesiz ki büyük hizmetlerinden biri de eserlerinde kadın konusuna büyük yer ayır-ması ve kadın yazarları desteklemesidir. Ahmet Midhat’ın Fatma Aliye’ye yazdığı, kitap yazma derslerinden, özellikle kadın yazarlarla ilgili de-dikodulara kadar, devrine ait çeşitli değerlendir-meler ve bin bir ayrıntıyla dolu mektuplarını
der-leyen Fazıl ve Fey-lesof Kızım Fatma Aliye’ye Mektuplar, sanıyorum ki bun-dan böyle Tanzimat dönemi kadınlarıyla ilgilenenlerin, vaz-geçemeyecekleri bir başvuru kitabı ola-caktır. F. Samime İnceoğlu ve Zeynep Süslü Berktaş’ın
ha-zırladıkları Ahmet Midhat’ın Fatma Aliye’ye mektupları bu yılın önemli neşirlerinden biridir. Kitabın hazırlanış hikâyesini F. Samime İnceoğ-lu, sunuşunu, eserin editörü M. Suat Sertoğİnceoğ-lu, takrizini ise Orhan Okay yazmıştır.1
Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 5, Nisan 2012, s. 211-220
FAZIL VE FEYLESOF KIZIM
FATMA ALİYE’YE MEKTUPLAR
İnci Enginün
*LETTERS TO MY VIRTUOUS AND
PHILOSOPHER DAUGHTER FATMA ALİYE
* Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Emekli Öğretim Üyesi.
1 Bu kadar emek verilen eserde ufak tefek düzeltme yanlışları herhalde kitabın ikinci baskısında
gideri-lecektir. Önemli gördüğüm bir yanlış “kürre” kelimesi (s. 147). Bu metinde kullanılan “sıpa” anlamına gelen “kürre” değil, yer yuvarlağı anlamındaki “küre”dir. Bu yanlışla son zamanlarda sık karşılaştığım için belirtmek ihtiyacını hissettim. Okunamayan kelimelerin keşke orijinallerini koymak mümkün ol-saydı. O zaman belki okuyucular da bazılarını çözebilirlerdi. Mesela “alamperiter?” (s. 168) şeklinde
Mektup neşriyle uğraşanlar bunun ne kadar zahmetli bir iş olduğunu bilirler. İnceoğlu da karşılaştıkları zorlukları dile getirmiş. Arapça, Farsça ibareler ve Fransızca kelimeler dipnotla-rında açıklanmış. Kitapta çok sayıda açıklayıcı dipnotları kitabın arkasına sıralanmış. Bu mek-tupların varlığı bilinmiyor değildi. Zaten Ahmet Midhat da onların bir kısmını Tercüman-ı Ha-kikat’te yayımlamaktan çekinmemiştir. Fakat bir şeyin nerede olduğunu bilmek başka, onu hazırlamaya kalkışmak başkadır. Ben o dosyayı gözden geçirdiğim zaman, Abdülhak Hâmid’in bütün eserlerini neşirle uğraştığım için, dilerim bir başka çılgın da bunlara el atar demiştim. Eserin bende uyandırdığı izlenimlere geçme-den önce bu genç bilim adamlarını kutlamak ve başladıkları bu verimli alanda çalışmalarına devam etmelerini dilemek isterim.
Bu hacimli eserin her şeyinden söz etmek mümkün değil. Ben dikkatimi çeken bazı nok-taları işaretle yetineceğim. Bundan sonra Ah-met Midhat çalışmalarında, hatta II. Abdülha-mit dönemi araştırmalarında vazgeçilemeyecek malzeme artık elimizin altında.
Mektuplar yer yer Ahmet Midhat’ın öteki eserle-rinde, hatta romanlarında gördüğümüz babacan bir tonda yazılmıştır. Ahmet Midhat şahsiyeti-nin, gazetesinin dönemi için ifade ettiği anlamı bilmekten doğan bir güvene –zaman zaman ken-dini beğenmişliğe kadar ulaşır– sahiptir ve bunu sık sık da yansıtır. O, toplum için örnek olduğu-nu bilir (s. 31, 46). Bu güvenledir ki, bilmediği bir şeyle karşılaşınca itiraftan da çekinmez (s. 50). “Bendenize gelince Osmanlı gençleri nez-dindeki mazhariyet-i âcizânem otuz senelik hiz-metimin en meşkûr mükâfatıdır.. O mazhariyetin devamından hatta tezayüdünden başka arzum kalmamıştır” (s. 231) der. İlk mektuplarda genç bir hanıma mektup yazmaktan doğan çekingen-liğini, her ne kadar böyle bir şey olmadığını söylese de hissetmemek mümkün değil. Ancak gitgide bu hava geçer. Aydın bir insan olan
Fat-ma Aliye’nin ağabeyi Ali Sedat (1857-1900) bile bu mektuplaşmalardan hoşlanmamakta, karşı çıkmaktadır. Dönemin hayli baskıcı şartlarının, mantık alanında yazdığı eserlerle tanınmış bir şahsiyet olan Ali Sedat’ı da pençesine aldığı görülmektedir. Çevrenin dedikoduları da Ahmet Midhat’ın tedirginliğini arttırmış olmalıdır. Ahmet Midhat, Fatma Aliye Hanım’ın kendi-sine yazdığı ilk mektubu ve Meram çevirisini okuduktan sonra onu âdeta kendisine manevi evlat edinir, sürekli olarak teşvik eder. Çeviriy-le yetinmemesini, “ilme” yönelmesini ister, te-life başlamasını tavsiye eder, Nisvan-ı Âlem’le ilgili tavsiyelerde bulunur, müsveddelerini görmek ister, kitabı baştan sona gözden geçirir, düzeltmeler yapar. Zaman zaman da yazılarını yeniden okumadan gönderdiği için biraz serze-nişte bulunur (s. 375). Muhazarat romanında (Bu eserin adının Muhadarat olarak okunma-sını yadırgıyorum). Calibe’nin maceraokunma-sını be-ğenmeyerek, onunla ilgili yeni bir olay örgüsü teklif eder (s. 72-73). Romanın olay örgüsünü verir, şahıslar ve bazı yorumlar hakkında gö-rüşleri bildirir, yine de onu, tercihinde serbest bırakır. Bu arada ifadesinde daima dikkatlidir, “fazıla ve feylesof kızını” kırmaktan ödü pat-lar. Ahmet Midhat, Fatma Aliye’nin kendisiyle ortak bir kitap yazmak istemesi üzerinde durur. Herhalde Hayal ve Hakikat (1309/1891) adlı ortaklaşa yazdıkları kitap böyle bir işbirliği is-teğinin sonucu olmalı. Fakat bu kitaptan mek-tuplarda söz edilmemesi garip bir durumdur. Acaba Fatma Aliye kitabın kendisine ait ilk bölümünü yazıp gönderdikten sonra Ahmet Midhat Efendi ona fazla açıklama yapmadan kitabın son iki bölümünü yazıp bastırdı mı? Belki böylece hayli marazi bir bölümü olan “Hayal”e “Hakikat” bölümüyle kendi cevabını vermiş, onu da son bölümdeki psikolojik bilgi-lerle desteklemiştir. Eğer böyle ise o zaman or-tak roman yazma teşebbüsünde de ilk bulunan Ahmet Midhat olmaktadır.2
kaydedilen kelimenin “à la militer” şeklinde okunması gerektiğini sanıyorum.
bölümü-FAZIL VE FEYLESOF KIZIM FATMA ALİYE’YE MEKTUPLAR
213
Ahmet Midhat gazetecileri “bir bakıma müder-ris-i âm ve bir bakıma vâiz” saydığı için, ga-zetede yazmanın gerektirdiği sorumluluğu da hatırlatır (s. 47).
Tanışıklık ailelerini içine alacak şekilde geli-şir. Ahmet Midhat’ın manevi kızını, kalabalık ailesindeki kadınlara örnek göstermek istediği anlaşılmaktadır. Onun yazılarını okurlar, ondan söz ederler. Fatma Aliye de üstadına, manevi pederine seccade, yastık işler. Onun hoşuna gi-decek seçimler yapsa da, Ahmet Midhat, ondan asıl yazmasını istemektedir. Fatma Aliye’nin bunları kadınlığın işleri olduğu için değil, sa-nat olduğu için yaptığını söylemesindense çok hoşlanır. Fatma Aliye’nin sıfatlarına bir de “ar-tist” (sanatçı) niteliğini ekler (s. 103). Fatma Aliye, mektubunda Ahmet Midhat’ın eserle-riyle yetiştiğini, yazmaya heveslendiğinde hü-cumlara uğradığını anlatır. Onu basın âleminde koruyan üstadına minnettardır. “Erkeklerde benden fena mütercimler yok mu” diye sızlan-maktan da kendini alamaz (s. 37-38). Bir başka ilginç nokta ise Ahmet Midhat’ın yazarların “Bir Hanım” adı arkasında saklanmalarını hoş görmemesidir.
Ahmet Midhat’ın tek söz ettiği kadın yazar Fatma Aliye değildir. Makbule Leman, Selma Rıza, Gülnar Hanım, Nigar Hanım Zafer Ha-nım’ın adları sıkça geçerken, basında adı gö-rülen başka kadın yazarlar da anılır: Kamer, Gülizar Hanımlar. Fatma Aliye’ye Şükûfezar gazetesi yazarı Afi fe’nin ölümü dolayısıyla bir yazı yazmasını tavsiye eden (s. 394) Ahmet Midhat kadın adları kullanan erkeklerin
ya-zılarına da dikkati çeker (s. 307). Hanımlara Mahsus Gazete’nin desteklenmesinden yana olan Ahmet Midhat bu gazetede Halide Edib’i de Mader (1897) adlı çevirisi dolayısıyla ilk kutlayandır.3 O, kadın erkek eşitliğini ve birlik-te çalışmaları gerektiğini ilk fark eden kişidir. Bu tavrının devrinde pek anlaşılmadığı, hatta belki üzücü dedikodulara yol açtığı şüphesiz-dir. Mektuplarında sık sık yanlış anlaşılmaktan ürktüğünü gösteren ifadeler yer alır. Gülnar Hanım’ı uzun süre korumuş, teşvik etmiş fakat sonra terk etmiştir. Onu kıskanç ve dedikoducu bulmuştur. Fatma Aliye’yi de ona karşı uyarır. Makbule Leman’ı özellikle kemik vereminden mustarip olduğunu öğrendikten sonra acımayla anar. Bunlar ilk ifadelerinden (s. 28) farklıdır. Fatma Aliye’nin ona el uzatmasından, görüş-mesinden memnun olur. Çok güzel bir kadın olan Makbule Leman’ı hiç görmemiş, sadece mektuplaşmışlardır. Onu da yazdıkları dolayı-sıyla Fatma Aliye gibi manevi evladı sayar (s. 297).4 Erkekler dünyasında kadının polemikle-re katılmasını da Ahmet Midhat önlemeye çalı-şır. Çünkü bu insafsız dünyada kadın kendisini koruyamaz zannındadır. Onun Osmanlı erkeği yanı kadını himayeden yanadır. Ahmet Midhat bu anlayışında yalnız değildir. Daha sonraki yazarlar da onun bu görüşünü devam ettirir-ler. Mehmet Akif’in acıdığı insanlar yaşlılar, çocuklar ve kadınlardır. Bunların erkekler ta-rafından korunmasını ister. Aynı koruyucu eda Ziya Gökalp’ta da görülür. Belki yazarların sü-rekli bu tür yorumları kadınlarda da bir tür ko-runma ihtiyacını doğurmuştur ve II. Meşrutiyet yıllarında kadın yazarlar da toplumda kadını
nü yazıp kendisinden sonraki yazara aktardıkları bir roman olarak tasarlanan (tasarım Bülent Erk-men’e ait) Beşpeşe’nin (2004) en zor bölümü olan sonuncuyu yazmak Pınar Kür’e düşmüştür. Bu deneme, Pınar Kür’ün de belirttiği gibi romanın bir kalemden çıkması gerektiğini gösteren bir deneme olmaktan ileri gitmemiştir.” İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, İstanbul: Dergâh Ya-yınları, 8. b. 2007, s. 387.
3 Ahmet Midhat, Hanımlara Mahsus Gazete; İnci Enginün, Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 3. b. 2007, s. 35, 464.
4 Ahmet Midhat’ın Makbule Leman Hanım ve eşi hakkında yazdıkları bu alandaki yeni bilgilerdendir.
Bk. Sema Uğurcan, “Makbule Leman Hanım Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri”, Türklük Araştırmaları
koruyacak erkeklere ihtiyaç hissederler. Halide Edib’in “Bir Kadın İçin” adlı hikâyesi, henüz kadını hayatındaki arkadaş olarak kabul ede-meyenleri eğitmeye yönelik bir tutumu yansıtır. Fatma Aliye Hanım da Enîn adlı romanında erkek himayesine ihtiyaç göstermeyen bir kah-raman canlandırmıştır. Acaba bu eser Ahmet Midhat’a bir tür gizli isyan mıdır?
Zehra Toska’nın Aşk-ı Zafer adlı kitabını ya-yımlamasıyla, ilk kadın romancılar arasına ka-tılan Zafer Hanım hakkındaki ibareler beni çok ilgilendirdi. Kitabını okumadığını ve kendisini tanımadığını yazan Ahmet Midhat, sanki Fatma Aliye’nin yazdıklarından tedirgin olmuştur. Bu arada kadın yazarlar arasındaki arkadaşlıklar ve rekabet de dikkati çekmektedir. Çok alafranga bir kadın olduğundan söz ettiği Zafer Hanım’ın kitabını okumadığını, hakkında yazı yazmadı-ğını kaydettikten sonra unutmuş olabileceğini de belirtir. Kullandığı “Reh-yâb-ı Zafer” tamla-ması beni düşündürdü. Tercüman-ı Hakikat’te “Bir Hanım” imzasıyla yazılan Reh-yâb-ı Za-fer adlı bir romanın henüz ilk cüzü çıkınca, Ahmet Midhat bu hanımı da alkışlayan bir yazı yazmıştır.5 Fatma Aliye’nin bu yazıyı hatırla-yarak Ahmet Midhat’a onun yazarı hakkında bir şeyler yazdığı anlaşılmaktadır ki Ahmet Midhat çok kesin olarak Zafer Hanım hakkında hiçbir şey yazmadığını ifade eder. Söz konu-su yazısında Ahmet Midhat alafranga âdetleri iyi bildiği anlaşılsa da yine bazı eksiklerinden söz ettiği yazarın bu başlangıcını övmüştür. Bu arada Zehra Toska’nın Reh-yâb-ı Zafer’in bir nüshasını bulduğu ve hakkında bir tanıtma yazdığını hatırlatmak gerekir.6 Zehra Toska’nın belki de bir Rum kadının yazdığını tahmin etti-ği eserin yazarı acaba Zafer Hanım mıydı soru-su zihnimde uzun zamandır yaşamakta. Ancak Reh-yâb-ı Zafer’in metnini okuduktan sonra bu konuda belki bazı tahminlerde bulunmak müm-kün olabilir.
Bu hacimli eserde neler yok ki. Bunlarla ilgili bazı başlıklar açılabilir. Fakat hepsinin Ahmet Midhat’ın Osmanlı ve İslamiyete bağlılığı açı-sından değerlendirilmesi gerekmektedir. Fatma Aliye Hanım’ın Avrupalı hanımlarla görüş-mesini bile mükemmel bir Osmanlı kadınının görünüşü ve konuşmasıyla bir propaganda va-sıtası sayar. Hatta onlarla nasıl konuşulması gerektiğini de anlatır, maksat onların “hiddet-lerini tahrik değildir” (s. 27). Ahmet Midhat çeşitli romanlarında bu tür sahnelere yer ve-rir, her fırsatta insanların eşitliğini savunarak Hıristiyanların Müslümanlara karşı yaptıkları haksızlıkları teşhir eder ve onların fi kirlerini değiştirir. Bu konuda yazdıkları, onun Avrupa ve Amerikalı, özellikle kadın yazarların kendi-sini ziyaret ettiklerini, görüştüklerini ve sonra da Osmanlı ve İslamiyet hakkında yazdıklarını göstermektedir. Fatma Aliye de okuyan, Avru-pa’daki neşriyatı takip eden bir kadındır. Za-man zaZa-man okuduklarından söz eder. Balzac’ın mektuplarını Ahmet Midhat’a gönderir. Ahmet Midhat, çok beğendiği, zaman zaman gözyaş-larıyla okuduğu mektuplar hakkındaki görüş-lerini yazar. Kendisinin vaktiyle Makbule Le-man ile olan mektuplaşmalarına benzetmiş ve kadın-erkek mektuplaşmasının “sâfi dostâne” olamayacağına bir kere daha inanmıştır. Ancak kendisinin dostlukta kalmayı başarabildiğini de söylemekten geri kalmaz (s. 231-233). Fatma Aliye Ahmet Midhat’a bir Kuran anali-zinden söz eder. Ahmet Midhat daha önce Ku-ran’ın dizininden haberdar olmuştur. Bunları Hıristiyanların İslamiyete hizmeti saymaktadır (s. 270). Bütün bu sahneler, romanlarında biraz safça da olsa Batılı Hıristiyanı ikna eden Müs-lüman Osmanlı’yı anlatan Ahmet Midhat’ın bizzat dayandığı tecrübeleri gösterir. Fakat ne olursa olsun Avrupalılarla ilişkilerinde daima şüphecidir. Ahmet Midhat Türk yazarlarının
5 Bu yazının metni için bk. “Bir Muharrire Daha”, Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 2 Nesir (hzl. İnci
En-ginün, Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s. 271-273.
FAZIL VE FEYLESOF KIZIM FATMA ALİYE’YE MEKTUPLAR
215
Avrupa’da ve Amerika’da tanınmasını çok arzu eder, bu konuda birçok teşebbüste bulunduğu mektuplarında görülmektedir. Kendi öğretim yöntemlerinin bütün Tataristan’da uygulandı-ğını, Kırım’dan aldığı bir haberden öğrenmiş ve çok sevinmiştir “Meğer biz epeyce hizmet etmişiz” der (s. 268-269). Bu şüphesiz ki cüman-ı Hakikat ile İsmail Gaspıralı’nın Ter-cüman’ı arasında kurulmuş olan ilişkinin sonu-cudur ve Gaspıralı savunucusu olduğu “usul-i cedid”e uygun kitapları Ahmet Midhat’ınkiler arasında bulmuştur.
Batı ile karşılaştırmalarında Ahmet Midhat’ın tekrarladığı ifadelerden biri de “Bizde rasi vardır” cümlesidir (s. 283). Burada demok-rasi kelimesi siyasi anlamından uzaktır. O kişi-ler arasında sınıfl arın olmamasından söz eder. Abdülhamit’e olan büyük bağlılığını da sık sık tekrarlar. Fakat Abdülhamit’in emriyle kurul-muş olan sansürden de o derece şikâyetçidir: “El-yevm bizim başımızda bir sansür belâsı vardır. Nâ-ehiller elinde olup devletimize nâfi i muzırdan tefrik etmek yine terakkiyât-ı neşriy-yeye külli ziyan vermektedir. Padişahımızın en ziyade iftihar eylediği terakkiyâtın biri neşriyât iken onu da sektedar ediyorlar. Fakat bunlar bir yabancıya söylenir mi”(s. 284). Bu cümlelerde padişahı, yapılmakta olan kötülükten habersiz kılma çabasının yanında sansürün basını geliş-tirmediğini yabancılardan gizlemek ihtiyacı da görülür ki, bu aslında sistemin, kişilerin kendi zihinlerinde de kurdukları sansürü ifade eder. Ahmet Midhat’ın samimi olarak sansürün aley-hinde olduğunu, sansürün lealey-hinde bulunduğunu gösteren cümlelerine rağmen (s. 376) sanıyo-rum. Nitekim Üss-i İnkılâb’da da basındaki tartışmaların felâketleri önleyen gücünden söz
eder.7 Yine de Kadınlar gazetesine Fatma Ha-nım’ın yazdıklarını, onu yetiştirmek, korumak amacını belirtse de, kendi sansüründen geçirir (s. 311). Fatma Aliye’ye çok ciddi tavsiyeler-de bulunur. “Galiba yazdığınızı bir daha oku-muyorsunuz” (s. 327) der ve eleştiri yazarken “kavga eder gibi” yazmamasını tavsiye eder.
Felsefe, din ve mitoloji
Avrupa ve İslam fi lozofl arı, kavramların açıklan-ması, hakîm, feylesof arasındaki farklar. Avrupa felsefesini hayli okumuş, kendi dünya görüşü-ne uyanları veya kendisinin uydurabildiklerini beğenmiş olan Ahmet Midhat, din konusunda Osmanlı ve İslamiyet aleyhindeki Hıristiyanlara karşı da ihtiyatlıdır. Onların nice tuzağından söz eder. Ahmet Midhat’ın felsefe tarihi derken bir çeşit din tarihini kastettiği Fatma Aliye’ye tavsi-ye ettiği plandan da görülür. Fatma Alitavsi-ye’nin ec-nebilerin felsefesini çok özetlerken İslam hakîm-lerini çok uzun yazmasını beğenmemiş, ölçüsüz bulmuştur. (s. 144-145).
Dinî kurallar “mitoloji efkârı”nı imha ettiği hal-de, yine de “şair ve münşilerin kalemlerinden başka ressamların fırçaları ve heykeltıraşların demir kalemleri dahi yine mitoloji hayalâtı ile iştigalden hali kalmıyorlar” diyen (s. 27) Fatma Aliye, mitolojinin sanattaki etkisinin, insanlık kadar eski karakter ve duygu örnekle-rine dayandıran işlevinin farkına varamamıştır. Fakat Ahmet Midhat çeşitli eserlerinde de mi-tolojiden söz etmekten, yorumlamaktan, hatta olduğu gibi gününün meselelerine uyarlamak-tan (Taaffüf), Ahmet Metin ve Şirzad’da olduğu gibi mitolojik bir keşif gezisine bile çıkmaktan kendisini alamamıştır.8
7 Parga olayı dolayısıyla Üss-i İnkılâb (1294/1878)’ta yazdıkları için bk. İnci Enginün, Yeni Türk Ede-biyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul: Dergâh, 2006, s. 76.
a Bu konuda Namık Kemal ve Mehmet Rifat’ın yazıları için bk. Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 2 Nesir,
(hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011, s. 158-162.
8 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, İstanbul: Dergâh Yayınevi, 2006;
“Ah-met Midhat Efendi ve Mitoloji”, Türk Edebiyatı, nu. 440, Haziran 2010, s. 11-14; “Ah“Ah-met Metin ve Şirzat”, Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, nu. 4, Ekim 2011, s. 7-20.
Mektuplarında dinî, felsefi , edebî kavram ta-rifl eri ve açıklamaları yer alır (s. 15-17), kime feylesof, kime hakîm denmesi gerektiği üzerin-de dururken hakîm kelimesini Voltaire ve Fi-sagor için kullandığına göre (s. 17, 19) fi lozof kelimesini hakîm ile karşıladığı, feylesofu ise düşünür anlamında kullandığı anlaşılmaktadır. Bunlar bütün mektuplarına dağılmıştır. Bunla-rın ayrı bir önemi vardır. Tercüme yapan herkes bu sıkıntılarla karşılaşmıştır.
Din konusunda bu kitapta çok malzeme bulun-maktadır. Bunlardan birisi tesettürün anlamı ve saç örtülmesinin Acemlerden geçmiş olduğu ve şehirlerdeki tesettürün yörükler arasında bulun-madığı hakkındaki görüşüdür (s. 256-257).
Kadın konusu
Kadın-erkek eşitliği, ailenin kutsallığı, yete-nekli hanımların desteklenmesi, kadının erkek tarafından desteklenmesi gerektiği. Kadın-er-kek arkadaşlığının tehlikeleri. Kişilerin şahsi-yetleri ve eğitimi konusunda Ahmet Midhat, devrini aşan düşüncelere sahiptir. O, kadınların her meslekte olmaları gerektiğini söyler. Dok-tor, ressam, avukat olmalıdırlar. “Zira tevârüs ve eytam ve sair umur-ı hukukiyede kadınların hukuku daima zâyi oluyor. Erkekler zaaf ve cehalet-i nisvandan daima istifade eyliyorlar” demekten çekinmez ve Tanzimat’taki pek çok eserde savunulmuş olan bir görüşün eskidiği-ni açıklar: “Kadınların evlat için ilk muallime oldukları artık eskimiş, çürümüş bir hükm ol-duğunu da söylemeli. Neden kadınlar ilk mual-lime olmakla kalsınlar? Cemiyet-i medeniyenin yarıdan çok azasını onlar teşkil etmiyorlar mı?” Erkeklerin eğitimine itina edildiğini yazdıktan sonra, “Bunlar tam medenî bir halka lâyık ter-biyeyi, talimi görüyorlar, alıyorlar. Ya bunlar kendi terbiyelerine münasip kadını istemeye-cekler mi? Bulamazlar ise Avrupa’ya müracaat etmeyecekler mi? Emsali nadir mi?… Bir
mil-letin milliyeti kadınlar elinde olduğundan ha-remlerimize unsur-ı ecanib girer ise maazallah milliyetin ihlaline kadar varılmayacak mı? İşte buralarını dahi düşüneceksiniz” (s. 223). “Ka-dın yükseldikçe gayret-i merdanesi hasebiyle erkek dahi teâliye gayret eder” (s. 228) diyerek kadının eğitiminin dolaylı olarak erkeği de yük-selteceğine inancını belirtir. Kendi eserlerinde yabancı kadınlarla evlenmeye pek itirazı olma-yan Ahmet Midhat’ın özel mektuplarında bunu doğru bulmaması, gençlerin kendi milletlerine karşı yabancılaşmalarını tehlikeli bulması il-ginçtir. Onun kadınlarla erkeklerin aynı eğitim-den geçmeleri isteği (s. 222-223) daha sonraki yıllarda Halide Edib’in de hararetle savunduğu bir görüş olacak ve okullarda okutulan derslerin kızlar ve erkekler için farklı olmaması gerekti-ğini çeşitli yazılarında dile getirecektir.
Eser nasıl yazılır?
Fatma Aliye henüz genç bir kadındır ve o da önce şiirde kendisini denemek istemektedir. Fakat Ahmet Midhat onun düşünce eserleri yazmasını ister. Şiir yazmasını âdeta yasaklar. Kendisinin de bir zamanlar şiir yazdığını söyler. Tanpınar, onun “Şiir şuur işidir” tarifi ni biraz da şaşarak zikretmiştir.9 Onun bir başka çarpıcı ifa-desi de “Fakat şair bildiği şeyi herkesten güzel söyler” cümlesidir (s. 24). Ahmet Midhat şiirin de “edeb ve hikmetle” süslenmesinden yanadır (s. 24); o, şiirin ne kalıplaşan ifadelerinden ne de genç hanımların iç dünyalarını herkesin gözleri-ne sermelerinden hoşlanır. Nigâr Hanım’a bun-dan dolayı kızar, onun örnek alınmamasını ister ve Fatma Aliye’ye şiiri yasaklar. Fakat ne olursa olsun, kadın şairin sayısı az olduğu için Fatma Aliye’nin bazı şiirleri de döneminin antolojisine girmiştir. Ahmet Midhat önleyemediği olaylar dolayısıyla ah vah etmektense onları unutturacak yeni teşebbüslere girişir.
Şiir ve nazım tarifl erini yapan Ahmet Midhat asrın “nazımdan ziyade nesire lüzum”
FAZIL VE FEYLESOF KIZIM FATMA ALİYE’YE MEKTUPLAR
217
diğine kanidir. Gazetenin hazırlanmasındaki sürat bunu gerektirir. Ancak nazmın hizmetini de unutmaz (s. 7). Teknoloji ilerledikçe, yeni buluşlar artıkça “nesre ihtiyacın” çoğaldığına kanidir (s. 13). Şimendifer vs. hakkında man-zume söylenmediğini yazarken Ahmet Midhat, Sadullah Paşa’nın ve daha nice yazarların fen alanındaki gelişmeleri nazımla anlattıklarını hatırlamaz (s. 13).10
Romanın önce planının hazırlanması
Şahısların işlenmesi, olay ve şahısların birbirle-rine bağlanması üzerinde durur.
Muhazarat hakkında hayli görüş bildirmiş olan Ahmet Midhat’ın asıl katılmadığı noktalar Levayih-i Hayat’tadır. Levayih-i Hayat (1897-1898) Fatma Aliye’nin belki de en iyi ve ka-dın duyarlılığını yansıtan, kaka-dının mutluluğu için asıl erkeklerin eğitilmesi görüşünü ileri süren romanıdır. Ahmet Midhat’ın onunla ilgi-li eleştirileri çoktur. Kahramanların adlarından başlayarak eleştirdiği eserde, sanırım onu en fazla rahatsız eden, aile birliğinin sarsılmakta oluşunu göstermesidir. Eserdeki dört evlilikten üçünün boşanmayla sonuçlanmasını kötü örnek sayar. O okuyucularına bu mesajı veren yazılar-dan ürkmektedir. O “Koca olan efendiler ma-demki teehhül eylediler mama-demki bir kadının ömrünü kendi hayatlarına kattılar, ona hüsn-i refakat borcu altındadırlar” diyerek evlilikte er-keğin sorumluluğunu da anar (s. 237).
Udi ve Refet konusunda hayli uzun görüşler yer alır. Bu iki kitabın başlangıçlarını beğenmemiş-tir, bunları roman saymaz. Onlar sadece hikâ-yedir. Roman olması için sanat lazımdır der ve bazı açıklamalar yaparken bu eserlerde merak unsurunun (gerilim) bulunmamasını eleştirir. Kitaplarda tekrarlar çoktur (s. 339). Udi için bir plan yapar (s. 340). Mamafi h sonunda Refet’i beğendiği anlaşılmaktadır (s. 384). Udi
konu-sunda Ahmet Midhat’ın eleştirileriyse Fatma Aliye’yi öfkelendirmişe benzer (s. 392). Ahmet Midhat, kendisi biyografi k roman yazmamış gibi, tercüme-i hallerin roman olamayacağını söyler (394).
Ahmet Midhat, Fatma Aliye’nin Hanımlara Mahsus Gazete’de yazdığı makaleleri Münte-habat-ı Fatma Aliye adı altında toplamayı, mek-tuplaşmalarını da Müntehabat-ı Fatma Aliye ve Ahmet Midhat adıyla bastırmayı teklif eder. Ay-rıca Tercüman-ı Hakikat’e bir kadın kısmı açıp başmuharrirliğine Fatma Aliye’yi getirmek iste-diğini de Mehmet Cevdet söylemiştir.
Biyografi k özellikler
Ailesi ve çevresiyle ilgili daha önceki kaynak-larda ve çalışmakaynak-larda görmediğimiz ayrıntılar yer alır. Her birinin meziyetlerini belirtmeye de çalışır. Damadı Naci’yi hep över. Aleyhindeki söylentilerden bıkınca beddua da eder “Beni hasta eden gazetecilerin kendileri hasta olsun-lar. Edepsiz herifl er!” (s. 309) Eserlerinin kay-naklarıyla ilgili bilgiler verir. Mesela Nedamet’i Serseri adlı bir tiyatro oyunundan çıkarmıştır (s. 10). Sezar Kantu’nun tarihini hiç elinden düşürmemiş, ondan çok yararlanmıştır. Aslında Ahmet Midhat kaynaklarını gizlemez, önsözle-rinde neyi nereden aldığını, ilham kaynaklarını okuyucusuyla paylaşır. Bu mektuplarda en çok üzerinde durduğu Ahmet Metin ve Şirzad adlı romanıdır. Bazı noktalarda üstadına katılmayan Fatma Aliye’yi ikna için tekrar tekrar bu konuya dönmüştür. Ahmet Midhat bu eserini ve kahra-manını çok sevmiştir. Kitabın ikinci kısmını yazmaya başladığını haber verse de (s. 256) hızlı gitmediğini de belirtir (s. 272). Ahmet Metin ve Fatmetü’l Azra adını verdiği kitabın nasıl bite-ceğini planlamıştır. Ahmet Metin, Tunus ve Ce-zayir’e gidecek; orada Fatma Azra adlı, Fransız terbiyesi almış bir Arap kızı ile evlenecektir.
10 Bu tür şiirler için bk. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi I, (hzl. Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Birol Emil),
Bu arada Ahmet Midhat Taaffüf adlı romanını bir hafta içinde, sadece on beş saatini yazmaya ayırarak tamamladığını söyler. Fatma Aliye’nin beğendiği bu roman da sansürün hışmına uğra-mış ve bazı yerleri çıkarıluğra-mıştır: “Ne faide ki sansür romanın bir hayli yerlerini çıkarıyor. Onun bed11 tahribinden kurtulabilenleri oku-yorsunuz” (s. 318). Ahmet Midhat gazete ya-zılarında sansürün çıkardığı kısımların, kitap olarak basılırken yerine konulabileceği umudu-nu belirtir. Bu açıklama çok önemli ve yazarın eserinin bazı kısımlarından sorumlu olmadığını gösterdiği gibi, tefrikalarla kitapların karşılaş-tırılmasını şart koşmaktadır. Fatma Aliye Ha-nım’ın Tercüman-ı Hakikat’te çıkan tercüme-i hali de iki tefrika sonunda, Ali Sedat’ın Dahi-liye Vekâleti’ne yaptığı şikâyet sonucu yasak-lanmıştır. Ahmet Midhat onu da kitap olarak basacağını söyler (s. 318-319). Mamafi h bakan-lık bu tercüme-i halin basılabilmesi için Fatma Aliye’nin eşi Faik Paşa’nın iznini istemiştir (s. 323). Bu satırlar Ahmet Midhat’ın birkaç for-ma çıktıktan sonra yarım kalan eserlerini açık-lar mahiyettedir (Menfa, Zuhur-ı Osmaniyan). Bir de tefrikalarla kitapların karşılaştırılması gerekmektedir ki sansürün müdahalesinin bo-yutlarını veya yasakların, eğer varsa mantığını anlamak mümkün olsun.
Sevdiği yazarların basındaki tartışmalarından rahatsız olan Ahmet Midhat, Recaizade Ek-rem’in basında hırpalanmasına üzülse de bu işe önce Ekrem’in başladığını söylemektedir: “Kendi taarruz ettiği halde taarruz olunmamak istiyor” (s. 331). Fatma Aliye’nin biraz sert, kinci yönleri olduğunu hissetmiştir, kadın ya-zarlar arasındaki kavgadan uzak durmasını,
kavgadan kaçınmasını tavsiye eder (s. 345, 369). Ahmet Midhat’ın objektifl iği özlediği se-zilir (s. 355). Fatma Aliye’ye basındaki yabancı müdahalesinin “dinî” değil “siyasi” olduğunu hatırlatır (s. 356). Dünyada İslamiyetin yayıl-masıyla ilgili kısımlar çoktur. Bunlar Abdülha-mit’in desteklediği İslamcılık görüşüyle birleşir (s. 358-364). Dünyanın neresinden olursa olsun İslamiyeti tanımak ve tanıtmak isteyen herkesle görüşür, sorularını cevaplandırır (s. 370). Ahmet Midhat Efendi’nin musiki meraklı oldu-ğunu, İstanbul’daki en zengin müzik kitaplarına sahip bulunduğunu, Zeybekler ve Çengi oyunla-rının operetlerini yazdığını, sahnelenen operetle-re de hizmet etmiş olduğunu öğoperetle-reniriz (s. 398). Yazılarda rastladığımız fakat tanımadığımız bazı yazarları başvuru eserlerinde de bulama-dığımız çoktur. Bunlardan bazıları hakkında açıklayıcı bilgi verilmiştir. Charles D’Agos-tino’nun12 İstanbullu bir şair olduğu, Nikola-dis’in Paris’te Türk yazarlarının tanıtılmasıyla ilgilendiği, ama güvenilmez biri olduğu, İstan-bul’u dedikodularla çalkalayan Refi ka adlı bir kadın (insan bu kadın tipinin Fatma Aliye’nin Calibe’sinde, Vecihi’nin, Safvet Nezihi’nin kahramanlarında devam edip etmediğini merak ediyor) bunlardandır. Tabii döneminin bütün kişileri bütün özellikleriyle mektuplarda yer almıyor Ahmet Midhat, önce Elif, Sin takma adıyla yazan sonra da adının Ali Suat olduğunu açıklayan birinden söz eder. Ona çok kızmıştır (s. 33). Çevresinde de onun Ali Sedat olduğu söylenmektedir. Ahmet Midhat buna ihtimal vermez, ama bu adın da müstear olduğunu ileri sürer. Halbuki bu tarihlerde genç bir yazar yeni yeni de olsa yazı hayatına adım atmıştır.13
11 Burada bir yanlış okuma olduğunu sanıyorum, kelimenin “bed” değil “bu” olması gerekir.
12 Şairlerin Charles D’Agostino’ya şiir ithaf ettiklerine dair bir örnek için bk. Yeni Türk Edebiyatı Metin-leri 4 Kitap Tanıtma ve Önsözler, hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman, İstanbul: Dergâh Yayınları,
2011, s. 584.
13 Ali Suad [Mehmet Suad] (1869-1933)’ın hikâyeleri, çevirileri, eleştirileri bulunmaktadır. İlk
yazıların-dan olduğunu sandığım yazısı Recaizade’nin Muhsin Bey adlı kitabını tanıtmasıdır: “İntikadât-ı Ede-biye: Muhsin Bey-Hikâye. Müellifi : Ekrem Bey”, Mektep, nu. 1, 30 Kânun-ı evvel 1309/ 11 Ocak 1894, s. 13-18 (Yeni Türk Edebiyatı Metinleri 4. Kitap Tanıtma ve Önsözler, (hzl. İnci Enginün-Zeynep Kerman), İstanbul: Dergâh Yayınevi, 2011, s. 246-251.
FAZIL VE FEYLESOF KIZIM FATMA ALİYE’YE MEKTUPLAR
219
Mektuplar okunurken Ahmet Midhat göz önün-de çok iyi canlanıyor. Fatma Aliye ise daha uzak, bir pus arkasında. Onun sanki her şeyi söylemediği, söylediklerini de bir süzgeçten geçiren mesafeli tutumunu hissediyor insan. Fatma Aliye Hanım’ın sert bir mizacı olduğu-nu gösteren noktalar, Ahmet Midhat’ın onları yumuşatma çabası da var. Bir yandan da Fat-ma Aliye’nin bazı kişilerle münasebetinin çok yumuşadığı da görülüyor. Bir noktadan sonra Fatma Aliye’nin artık pek söz dinlemediği (s. 406) de sezilir. Halbuki Ahmet Midhat taassup-tan çok çekinmektedir: “Zekâ gazetesini oku-yor musunuz? Bizim feministlere erbab-ı taas-sub nasıl hücum ediyorlar. Âdeta tekfi re kadar varıyorlar. İhtardan meramım her halde ihtiyatı elden bırakmamanız içindir.” (s. 414)
Yine de Fatma Aliye’nin şahsiyeti çok iyi belir-miyor. Elbette bunun sebebi, mektupların çoğu-nun Ahmet Midhat tarafından yazılmış olması. Fatma Aliye’ninkileri de okursak belki daha farklı bir portre ortaya çıkacaktır.
Bu arada vatanperverlik konusuna da dokunan Ahmet Midhat tehdit edildiğinden söz eder. “Böyle ölümlere mahkûm olduğuma sebep ise vatanıma, dinime, padişahıma sadık olarak onların efkâr-ı melunânelerine müşterek olma-mışımdır [olmayışımdır?]” demektedir (s. 384). Bu tehditlerde onun Jön Türkleri itham ettiği anlaşılmaktadır.
Önemli olaylar
Şikago Sergisi’ne gidileceklerin seçilmesi, Ah-met Midhat’ın kendisini buna uygun görmesi, arada birçok yazışmalar var. Fatma Aliye’nin biyografi si de gönderilmişti. Bu projenin ar-kasında Cevdet Paşa’nın olduğu hissediliyor. Keşke bu sergi ile yapılan bütün yazışmalar da müstakil bir çalışmada toplansa. Samime İn-ceoğlu, kitabı nasıl hazırladıklarını anlatırken Atatürk Kitaplığı’ndaki dosyada bu konuda da
mektuplar olduğunu belirtmiştir s. XV). Keza kendi kardeşleri, akrabalarıyla ilgili mektupla-rın da neşri, o devrin ev hayatıyla ilgili bilgi-lerimizi de arttıracak nitelikte olabilir. Umarım genç araştırıcılar bunları da hazırlarlar. Gençlerin yetişmesiyle uğraştığı halde Ahmet Midhat’tan nefret edenler de çoktu, hatta bun-lardan biri vaktiyle, ilk romanını neşrettirmek isterken ondan bir takriz alabilmek için peşinde dolaşan Hüseyin Cahit’tir. Özellikle “Dekadan-lık tartışması”nın Servet-i Fünuncularda ona karşı büyük bir nefret uyandırdığı, Tevfi k Fik-ret’in “Timsal-i Cehalet” başlıklı şiirinden de anlaşılabilir.14 Servet-i Fünuncuların bu genel tavrına karşı Halit Ziya Uşaklıgil ilk romancı-lar arasında sadece onun adını anar. Halit Ziya gibi Türk romanının “piri” sayılan bir şahsiye-tin bu tavrı çok anlamlıdır. Belki de Halit Ziya ile Ahmet Midhat’ın aralarındaki bütün farkla-ra farkla-rağmen bir karşılaştırılma yapılması gerek-mektedir. Zira türün ustasının kendisinden önce gelenleri değerlendirmesi uyarıcı bir anlam ta-şımaktadır. Şemsettin Sami’nin ufak romanını görmemiş bile olsa, Namık Kemal’in efsane adını roman yazarlığı ile birleştirmemesi bana çok anlamlı gelmektedir.
Tanpınar’ın edebiyat tarihinde, Namık Kemal’i merkez olarak alması önemlidir. On Dokuzun-ca Asır Türk Edebiyatı’nda “Namık Kemal’in Yanı Başında Ahmet Midhat Efendi” başlığını taşıyan bölüm, yer yer Ahmet Midhat’a karşı küçümsemeler taşısa da onun yeni Türk ede-biyatına getirdiği ilk dalgalanmaları ve temas-ları gözden kaçırmayan ciddi bir incelemedir. Ancak bu başlık Tanpınar’ın yenileşmenin asıl merkezi olarak Namık Kemal’i gördüğünü de ifşa eder. Mustafa Nihat Özön’ün Namık Kemal ve İbret Gazetesi (1938) ile Türkçede Roman (1934) adlı kitaplarından sonra, sanırım üniver-sitelerde Ahmet Midhat hakkındaki çalışmalar Tanpınar’ın bu eserini yazdığı yıllarda artmış-tır. Yahya Kemal’in öğrencisi olan bu iki
tırıcının, edebiyat tarihi söz konusu olduğunda ne kadar haysiyetli davrandıklarını ve şahsi tercihlerini bir yana bıraktıklarını göstermesi bakımından önemli bir başlangıçtır. Mehmet Kaplan’ın doktora ve bitirme tezleri olarak öğrencilerini Ahmet Midhat’a yöneltmesi de sonraki nesil araştırıcılarının Ahmet Midhat’ı ihmal etmemelerini sağladı. “Yazı makinesi” diye adlandırılan, Beykoz’dan İstanbul’a giden vapurda özel bir kamarada bile yazılarını yazan Ahmet Midhat’ın eserlerini derleyip neşretme-ye, incelemeye bir araştırıcının ömrünün yet-meyeceği şüphesizdir. Kaldı ki her adımda yeni belgeler de çıkmaktadır ve hayli nankör bir alan olan belge neşri de büyük bir sabrı ve ciddiyeti gerektirmektedir.
Ahmet Midhat’ın arşivine henüz ulaşamadıkla-rını da söyler Samime İnceoğlu, dilerim onlar da bir yerlerden çıkar. Ama Ahmet Midhat bir yandan Fatma Aliye’ye Figaro gazetesini paket kağıdı olarak kullanmamasını, önemli yazıları keserek saklamasını tavsiye eder ve bunu ken-disinin de yaptığını ve çok yararını gördüğünü söylerken öte yandan da kendisine gelen evrakı saklamadığını yazar (s. 31).
Mektuplarda sözü edilen noktalardan hangisi bir ipucu sayılıp peşine düşülse, genç araştırı-cılara çok cazip araştırma ve inceleme konuları verecektir. Hele sanatçılar, biyografi yazarları bu kitabı okurlarsa, hayallerini ateşleyen nice noktalarla karşılaşacaklar ve hayallerini bir za-manların gerçeğiyle birleştirmekten kendilerini alamayacaklardır.
Kitap 1305’te Fatma Aliye ve Ahmet Midhat arasında Meram çevirisi dolayısıyla başlayıp bir kısmı Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanan ve 4 Şevval 1330/16 Eylül 1912 tarihine kadar sü-ren özel mektuplaşmaları içine alıyor. Hacim-li bir eser. İçinde çeşitHacim-li konular var. Kimisini okurken anladığımız, kimisini bilemediğimiz noktalar, kişiler hatta dedikodular. Bir kısmı
ders gibi. Fakat eserin en unutulmayacak yanı Ahmet Midhat’ın şahsiyetinin belirmesi. O, da-ima kendi kendisi olmasını bilen, meziyetleriy-le övünürken kusurlarını bimeziyetleriy-len, insanı tanıdığı anlaşılan ve aslında iyi kalpli, yaşama zevki ile dolu dünyayı kucaklayan kocaman bir adamdır. Kalabalık ailesinden, aile fertlerinden, balık-çılar, bahçıvanlarla sohbetlerinden, eve gelen misafi rlerden, hastalıklardan, kısaca günlük ha-yatın bin bir ayrıntısından söz ederken bazen de tabiatın güzelliğini tadar. Hünkâr Çayırı’nın ba-hardaki güzelliğini coşkunlukla anlatırken gözü kelebeklere ilişir: “Ya o kelebekler! Ekrem’in en güzel sözlerinden olmak üzere her biri bir şükûfe-i tayyar!” der (s. 291). Sağlığının pek iyi olmadığı anlaşılan Fatma Aliye’ye riyazet-ten uzak olduğu, şişmanladığı için sağlığının bozulduğunu hatırlatmaktan da geri kalmaz (s. 310). Bir gün romancılarımız onun hikâyesini yazmak isterlerse, buldukları malzeme karşı-sında şaşıracaklardır. Mektupları okurken, Ah-met Midhat’ın biyografi k özellikler taşıdığını söyleyegeldiğimiz nice roman ve hikâyelerin-deki kendisine benzettiği kahramanlardan çok daha sevimli olduğunu gördüğümü söylemeli-yim. Roman bir kurgu işi, kahramanını kendi özelliklerinden yaşantılarından örmüş olsa da, eseriyle vermek istediği nasihatlere uygun mü-dahalelerde bulunması kaçınılmazdı.
Şahsen çok yararlanarak okuduğum bu mek-tupların ne kadar aydınlatıcı olduğunu da gör-düm. Buradaki bilgilerin başka kaynaklarla da desteklenerek incelenmesi, edebiyat tarihimizi de çok zenginleştirecek ve birçok eksikleri ta-mamlayıp, yanlışları da düzeltecektir. Bu kitap bir kadın yazarın kendisini kabul ettirme sava-şının belgesi olarak da okunabilir ve bulunan ipuçlarından hareketle bu ilk yazarların çabaları başka bir ışık altında da görülebilir (s. 380). Bu kitabı hazırlayarak büyük bir hazineyi eli-mizin altına getirenlere sadece teşekkür gerekir.