• Sonuç bulunamadı

Nazım'ın resme düşkünlüğü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nazım'ın resme düşkünlüğü"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4 ŞUBAT 2001 PAZAR CUMHURİYET • •

KULTUR

k u ltu r@ cu m h u riyet.co m .tr

Celile Hanım-Nâzım Hikmet Portreler sergileri Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde yer alıyor

Çankırı 1940, tuval üzerine yağlıboya. Nâzım Hikmet Bursa Cezaevi’nde, kontrplak üzerine yağlıboya 1946. Piraye Hanım, 1940, kağıt üzerine pastel.

Nâzım ’m resm e düşkünlüğü

Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni:

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık

ve etin daveti:

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak

koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:

bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

► Piraye Hanım’ın

koleksiyonundan derlenen

bölümde büyük ozanın özellikle

hapishane döneminde yaptığı

portreler, desenler, defterler ve

elişleri ilk kez sergileniyor. Oğul

ve ana, yıllar sonra aynı çatı

altında yan yana geliyor. Sergiye

M em et Fuat’ın yazdığı Nâzım

Hikmet kitabı eşlik ediyor.

MEMET FUAT________________

Nâzım resim yapmaya annesine özenerek baş­

lamış olmalı. Celile Hanım’ın ressamlığı var­ lıklı bir kadının oyalanmak için seçtiği bir ho­ bi değil, bir tutkuydu. Ressam olmak için evi­ ni barkını dağıtıp Paris’e gittiği söylenirdi.

Kadıköy’de oturduğumuz yıllarda, Nâzım, annem, ben arada bir ona giderdik. Odaları yap­ tığı tablolarla doluydu. Evi tam anlamıyla bir ressamın eviydi. Resimden başka bir şey dü­ şünmediği açıktı.

' Yalnız yaşıyordu, ama her zaman çok süs­ lüydü. Güzelliğe vurgun bir insan olarak anı­ lırdı.

Yüzünü aşın boyadığı için Nâzım kızar, söylenir. “Şimdi hepsini silmezsen, çıkıp gjdi-

yorum” diye kapıya yönelirdi.

Celile Hanım boyalannı silmeye yanımız­ dan aynlınca, annem, “Nâzım, niye böyle ya­

pıyorsun, o bir ressam, yüzünü de bir tablo gi­ bi boşlıyor, niye anlamıyorsun!” diye fısıldar­

dı.

Ben de merakla bakımrdım iş nereye vara­ cak diye...

Nâzım’m resim yaptığım ilk Mithat Paşa köşkünde oturduğumuz yıllarda görmüştüm. Ama bunlar yağlıboya ya da pastel resimler değildi. Karakalemle mi, ya da yumuşak bir kurşunkalemle mi, bilmiyorum, evdeki herke­ sin yandan kafalarını çizmişti.

Hani eğlence yerlerinde ressamlar vardır, belli bir para karşılığı resminizi çiziverirler, on­ lar gibi...

O gün salondaki şöminenin önüne Adnan Ağabey’in çizim tahtasını yerleştirerek ken­ dine bir yer yapmış, biz de sırayla gidip kar­ şısına oturmuştuk. Bayağı da benzetiyordu.

Vedat Başar, her zaman olduğu gibi işin gır-

gınndaydı. “Nâzım, sen aç kalmazsın” diye ta­ kılıyor, bir panayırda tezgâh açsa günde kaç para kazanacağım hesaplıyordu.

O çizimlerin yok olup gittiğini sanıyordum. Yıllar sonra bir gün Maslak’ta Adam Yayın­ la rın d a otururken, Rasih Nuri İleri’nin üst katımızda. AnaBritannica’da çalışan oğlu Sup­

hi Nuri İleri elinde onlardan ikisiyle geldi: “Bunları babam bir sahafta bulup almış, si­ ze göstermek istedim.”

Çok şaşırmıştım... Nasıl olmuş da bir saha­

fın eline gelmişlerdi?

Vedat Başar. Fahamet Teyzemin, Fifi’nin

kocası. Leman Teyze ise Fifi’nin çok sevdiği bir arkadaşı, ona da “teyze” derdim. Kadı­ köy’deki apartmandayken bizimle otururdu, Mithat Paşa Köşkü’ne de sık sık gelip gece ya­ tışma kalırdı.

Öteki resimler kim bilir nerede, kimlerdey­ di? Nenem, Fifi, annem, Selma Teyzem, Ad­

nan Ağabey, ben, evde kim varsa, hepimiz sı­

rayla oturmuştuk Nâzım’ın karşısına. O günün dışında Nâzım’ı resim yaparken gör­ düğümü anımsamıyorum.

Bir de işte kitap okurken kurşunkalemle ka­ paklara, kapak içlerine, kenar boşluklara çi­ zimler yapardı. Genellikle gemi, yelkenli, çi­ çek, el, göz çizimleri, korkunç suratlar...

Resim yapmaya düşkünlüğü İstanbul Tev- kifhanesi’nde başlayıp Çankırı Cezaevi’nde tam anlamıyla patlak verdi.

Yağlıboya, guvaş, pastel, karakalem... Cezaevinin içinden görünümler, mahkûm­ ların, Piraye’nin, kendisinin portreleri...

Sonra Bursa Cezaevi’nde de arada bir yo­ ğunlaşarak sürdü.

Sanırım bu onun için dinlendirici, oyalayı­ cı bir uğraştı.

“Bugünlerde kendimi bütünüyle resme ver­ dim” deyip başka her şeyi bıraktığı olurdu.

Balaban’ın yeteneğini sezip gereçlerini ona

armağan ettikten sonra resim yapmadığı söy­ lenir, ama açlık grevi sırasında Üsküdar Pa- şakapısı Cezaevi’nde kendisini görmeye git­ tiğim bir gün, bana akrabası olan Mehmet Ali

Aybar’ı tanımaktan duyduğu mutluluğu aktar­

mış, “Birlikte resim yapıyoruz, o benden da­

ha iyi ressam” demişti.

Cezaevinden çıktıktan sonra, Türkiye’de ya da Sovyetler Birliği’nde resim yapıp yapma­ dığını bilmiyorum.

Piraye’nin resimlerinde Nâzım’ın onun iç dünyasını yansıtmayı çok iyi başardığı kanı­ sındayım. Bunu kendisi de biliyordu.

1940’ta Çankırı’da yapıp neneme gönderdi­ ği pastel bir Piraye resminin altına şöyle yaz­ mıştı: “Anne, ancak sen ve ben onu böyle gö­

rürüz, ve ancak sana yahut bana kızdığı zaman bu kadar şirin olur.”

Bir başkasına da şöyle:

“Attığın taş dediğin kuşu vurmuyor.”

Çizdikleri Piraye’nin belli durumlardaki gö­ rünümleriydi...

Annemi tanıyanlar, “İyi yakalamış” derler­ di.

Nâzım’ın resimlerinde toplumsal bir bildi­ ri yoktu. Yalnızca, Bursa Cezaevi’nde yaptı­ ğı iki resimde bunu denemiş, doktor kapısın­ da sıra bekleyen hastalar ile savaşa giden as­ kerleri renklerle etkili kılmaya çalışmıştı.

Samiye ve Hikmet Yaltınnı (kızı ve torunu) 1940.

Cesur, öncü ve üretkendi

Kültür Servisi - Yağlıboya, desen, pastel

ve suluboyalan sergilenen Celile Hanım (Selanik 1880 - Ankara 1956), babası

Enver Paşa tarafından çok özenle

yetiştirilir. Vals yapmayı, piyano çalmayı, Fransızca ve Almanca konuşmayı erken yaşlarda öğrenir. Padişahın özel ressamı İtalyan ressam Fausto Zonaro’dan aldığı özel derslerin yanı sıra eğitimini Roma ve Paris’te sürdürür. İleri düşünceye sahip, çağının çok ötesinde bir kadın olarak karşımıza çıkar Celile Hanım. 1900’lü yılların başında İstanbul’da güzelliği

“dillere destan”dır. Bir düğünde tanışarak

evlendiği Hikmet Bey’den 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru boşanır. Berlin’e giderek yoğun resim çalışmaya başlar. Celile Hanım kırk yaşından sonra Paris’e, resim akademisinde eğitim almaya gider. Daha önce ağırlık verdiği portre ressamlığından sonra bu kez çıplak etütler ve nü resmine yoğunlaşır. Yurda geri döndüğünde ilk Türk kadın ressamlarından biri olarak yaşamını

Otoportre, kağıt üzerine karışık teknik.

resme adar. Eğitimini aldığı resim tarzının Türkiye’de geçerlik kazanabilmesi için nü resmini hamam resmine

uyarlar. Yaşamının büyükçe bir bölümünü

sıkıntı ve mücadele ile geçiren oğlu Nâzun’a çok defa arka çıkar Celile Hanım. Nâzım ’ın Bursa’da geçirdiği hapishane yılları boyunca ona yakın olabilmek için Bursa’da ev tutar. Düşündüğünden dönmeyen, başı dik bir insan olan Celile Hanım, Nâzım ’ın açlık grevi yaptığı dönemde, destek amacıyla Galata Köprüsü üzerinde pankart açarak imza toplar. Çok üretken bir ressam olan Celile Hanım, sabahtan akşama kadar köşesinde zor rastlanır bir titizlikle çalışır. Belli bir yaştan sonra gözlerine katarakt indiğinde resim çalışmalarını

sürdürebilmek için üç gözlük üst üste takar. Çok sayıda resim üreten Celile

Hanım, bunların çoğunu etrafındakilere seve seve dağıtır. Bu yüzden aile çevresi dışında da çok sayıda resmi

bulunmaktadır. Özellikle hamam

resimlerine çok sayıda talep gelir. Ancak, hamam resimlerini verirken bir koşul öne sürer Celile Hanım: “Bunu yatak odasına

değil, salona asm lütfen».”

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada belirlenen değerler (dikey sapmanın en yüksek mutlak değeri 4°, ortanca değeri kadınlarda 2° ve erkeklerde 2,5°) sağlıklı Türk genç erişkinler için

Mahmut Nedim paşanın nak­ line göre Âli paşanın vefatından sonra kendisi sadrıâaza olup hu- zurua girince Sultan Abdülâziz:.. —

醫療衛教 腺樣體腫大 返回醫療衛教 發表醫師 郭雲鼎醫師 發佈日期 2013/03/21

5.Alt Problem: Özel eğitim okullarında çalıĢan, alan değiĢikliği yoluyla özel eğitim öğretmenliğine geçen sınıf öğretmenlerinin tükenmiĢlik düzeyi ve yaĢam

Sabık serasker ve Tophanei âmire müşiri Ali Saip paşanın hafidi ve Sa­ di paşanın ikinci oğlu Osman bey, etrafa bambaşkalık, yepyenilik olsun diye

«Hayatımızda bütün faaliyetimiz, memleket işle­ rinde keyfî, müstebitçe hareket edenlere karşı mü­ cadele ile geçmiştir» diyen Atatürk, en kutsal

Vaktile, benim de kalem yar­ dımımla milliyetçi “Turan,, gazete­ sini çıkarmış olan Zekeriya Beyin Türk ordusunu, Türk milliyetper­ verlerini ve Türk

Ney ve nısfiyeyi, mest olduğu demlerde; gelişi güzel, fakat bir bahçeden rastgele toplanan çiçekler gi­ bi, hoş çalar ve ayık olduğu zamanlarda ise; değil