• Sonuç bulunamadı

Nadir Bey'le perşembeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nadir Bey'le perşembeleri"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

(Ctitnhm &kkinu«»v' „« g e d e n iy le ia d e s in in '# a , i S t U i v j j r . ^ anında azal­ dı gtíJrlyor.

(2)

SADECE

DEVREMULK DEĞİLDİR!

Türkiye’ye yepyeni bir tatil anlayışını getiren öncü kuruluştur.

CLUB FLIPPE

YALIKAVAKÍ---Uluslararası devrem ülk

tapusuyla, dünyanın

70 ülkesindeki 900 den

fazla tatil köyünün

kapısını açar.

Hem size, hem

dostlarınıza...

Konaklama bedeli

ödemeden, nesiller boyu...

Club Flipper, tasarımı,

dairelerindeki konforu

ve üyeleriyle seçkin...

Dünya standartlarındaki

olanaklarıyla 5 yıldızlı...

Tapusuyla günden güne

değer kazanan doğru ve

sağlam bir yatınındır.

A A Resort Member Ol

I

n t e r v a l

/ I N T E R N A T I O N A L Thr (Xuttir> hutunpr Nctwnrk

(3)

3 i. - 7 Fotoğraf: Ali Alakuş (Cumhuriyet Arşivi, Ocak i î | , ' < 1983)

* E > * Z ' f i Kapak düzeni: TülayUlukılıç

NADİR NADİ VE PERŞEMBE SÖYLEŞİLERİ 11

Gazetemizin sahibi ve başyazarı Nadir N adi’nin, düşünce adamı, yazar, sanat ve sanatçı dostu kişiliğinden kaynaklanan özellikleri arasından birini de

biz bu hafta, onun anısına, kapak konusu olarak seçtik: Nadir Nadi, “Perşem beSöyleşileri" ya d a

“Perşembe Yemekleri" diye adlandırılan sohbet toplantılarının mimarı idi. Başta Sami Karaören olmak üzere, çalışma arkadaşları, dost ve yakınları

bize Nadir Bey'in sohbet sofralarını anlattılar.

SİNEMADAN VİDEOYA 14

PAZARÖTESİ GÜNLÜK: İKİ SEN BALONCU 15

BAŞKENT GÜNLERİ

Müşerref Hekimoğlu bu hafta yine Edremit Körfezi'nden sesleniyor okurlarına...

ARLES FOTOĞRAF FESTİVALİ

Fotoğraf dalında Yunus Nadi ödülleri'nin bu yılki sahibi Mustafa Kocabaşı bize A rles’daki

fotoğraflı günlerini anlatıyor.

HAFTANIN KONUĞU: ALTAN ONAT

İstanbul Golf Kulübü Başkanı Prof. Dr. Altan Onat ile Abdülkadir Yücelman konuştu...

SOFRA: FLORYA’NIN KAŞIBEYAZ’I 16

Bekri Çeşnici bizi bu hafta, tartışılmaz bir Antep lezzeti sofrasına oturtuyor. Florya'daki Kaşıbeyaz Et Lokantası'ndayız.

ÖZÜRLÜLER OLİMPİYADI... 18

Temmuz ayının ikinci yarısında ABD’nin Minneapolis kentinde gerçekleşen Özel Olimpiyat’da, özürlü sporcularımız son derece başarılı sonuçlar elde etmişlerdi. Grup rehberleri Şeniz Türkömer, o günlerin sıcaklığını aktarıyor bizlere...

FOTOROMAN / İNCİR ÇEKİRDEĞİ 9

POLİTİK PAZARLAMADA YERLİ, YABANCI 10

Selçuk Erez, “Pazarın Penceresi”nden, Fransız reklamcı Sâguâla'ya bakıyor ve politik pazarlama piyasasındaki yerli-yabancı tartışmasına yeni bir boyut getirmeye çalışıyor...

MÜZİK 19

BRİÇ / SATRANÇ 21

ARMAĞANLI BULMACA / ÇÖZMECE 22

AYVANSARAY’IN SON KALAFATÇISI 23

E

K U R M E K T U P L A R I

Biraz olsun, avcıları

anlamak için...

Öncelikle Cumhuriyet DERGl'ye, avcılık gibi hayli tartışılan bir konuda karşıt görüşlü okur mektuplarına yer verdiği için teşekkür ederim.

3 Şubat 1991 tarihli mektubumda, biz avcıları “eli kanlı caniler" avcılığı da “can almaktan duyulan bir garip zevk" olarak gösteren sayın Toktamış'a avın ne olduğunu anlatmaya çalışmış, yanı sıra avlanmayı kınayıp sadece “yaşamak için öldürten" siz “medeni" insanların sisteminin de bizden daha az vahşi olmadığını göstermiştim.

Ancak okuyuculardan sayın Ayşegül Biçkes, maalesef okuduklarını her nedense tamamen yanlış yorumlayıp, sinirinden tırnaklarını yemiş!

Ayşegül hanım; “Yaptığınız işte doğallıkla özdeş hiçbir şey göremiyorum" diyorsunuz. Peki, doğal olması için ille yırtıcı bir hayvan mı olmak gerekiyor, başka bir deyişle insan sizce doğal bir canlı değil mi? Unutmayınız ki bugün var olmanızın sebebi avcılıkla yaşamayı başarmış olan atalarımızdır. Diyeceksiniz ki, “Onların ihtiyaçları vardı, çünkü kasapları yoktu!" Dolayısıyla, bu iş o zaman doğaldı, ama artık değil. Eğer doğal olan bazı şeyler zamanla doğallığını yitiriyorsa, örneğin; tüp bebek olayı iyice gelişip, insanlar yapay ortamlarda, suni döllenmelerle çocuk sahibi olmaya başlayınca, hemen doğal sayılan sevişmeyi “ilkel"mi bulacaksınız? Yoksa sevişerek çocuk sahibi olmak doğal sayılmayacak mı?

"Bugüne kadar kuşların, tavşanların

çokluğundan hiç şikâyetçi olmadık” diyorsunuz. Zaten benim de kendimi "doğal dengeyi sağlamakla görevli bir kaplan” falan sanıp sayılarını azaltmak gibi bir derdim yok. Am a aklıma geldi: Sivrisineklerin, akreplerin, farelerin çokluğundan şikâyetçi olup, doğanın dengeleme görevini siz devralıp, bir kutu ozon delici aeresolla onları sırf sizi rahatsız etmesinler diye yok ederken, hiç doğaya sordunuz mu, çokluklarından bir şikâyetleri var mı diye? Yoksa siz de bizim tüfeklerimiz yerine, zehirler mi kuşandınız ölüm avına çıkarken?

Yazınızda, “O büyük zevkimin doruk noktasında mutluluğumu tamamlamak için öldürdüğümü” doğayı seviyorsam olayı, “O en son ve en üzücü noktaya getirmeyip, patlıcan veya patates kızartması yememi" tavsiye ediyorsunuz. Acaba patateslerin ve patlıcanlarında canlı olduğunu anlamanız için, patlıcanların kuş gibi ötmeleri mi gerekecek, yoksa patatesler tavşan gibi uzun kulaklar mı çıkarmak zorundalar?. Köpek beslediğinizi söylüyorsunuz, zevk için veya başka nedenle. Sonuçta o köpeğin neyle beslendiğini hiç

düşünmediniz mi? Sadece sizin köpeğiniz beslensin diye ne kadar canlı öldürülüyor biliyor musunuz? (Hiçbir evcil hayvan doğada tek başına var olamaz.)

Ayşegül hanım anlıyor musunuz, hem siz, hem de ben ne çok öldürüyoruz. Ama köpeğimizi beslerken, am a patatesleri tavaya atarken.. Avcıların, dediğiniz gibi “biz dünyanın en mutluluk verici işini yapıyoruz, bizden daha fazla doğayı seven yok" çığlıkları attığı falan yoktur. Ben doğaseverliğin arkasına sığınıp öldürmeyi haklı göstermiyorum, ayrıca “balık

tutmayan, hayvanları öldürmeyen, çiçek koparmayan insanlar doğayı sevmiyor" hiç demiyorum. Dikkatle okusaydınız, tek anlatmak istediğim, doğayı ve hayvanları en az sizler kadar seven avcılara saldırmayı bırakıp, saygı göstermeniz gerektiğidir. Siz pencerenizin kenarına kuşlar için ekmek koymaya, çiçekleri de kökü topraktayken sevmeye devam edin. Yani siz doğayı öyle sevin, am a bırakın avcılar da doğayı bildikleri gibi sevsinler.. “Herkes sizin gibi doğayı sevdiği için eline tüfek alıp yollara dökülseydi, bütün canlıların nesli tükenirdi" diyorsunuz. Bir düşünün, yeryüzündeki tek düşünen canlı olan insan, bu silahıyla doğayı biz "eli kanlı caniler”den beter tahrip etmiyor mu? Hatta asıl hayvan nesillerinin tükenmesi, medeni insanların “ihtiyaç” için veya zevki, egosu, hırsı için yaptıkları “kabul edilebilir" katliamlar değil midir? Kirletilen bir deniz, dökülen bir asfalt, kurulan yeni bir şehirle, barınacak yeri, yiyecek yemeği kalmayıp heba olan hayvan sayısı, milyonlarca bilinçli avcının istese de öldüremeyeceği kadar çoktur. Hayvanlar doğal bir olay olan avcılığı ve bu savaşta m aalesef güçlü olanın kazandığını zaten bilirler. Bilemedikleri ve asla başedemeyecekleri ise m#deni aklın yarattığı bu toplu katliamlardır. İşte kasaplık müessesesi de aynı nedenle bana avcılıktan daha vahşi gelmektedir. Ayşegül hanım benden bu kadar. Hâlâ kafanızda bir avcıyla bir doğaseveri bağdaştıramıyorsanız, ya da biraz olsun avcıların hissettiklerini anlamak istiyorsanız, Cumhuriyet DEFlGl'deki Raif Ertem’in köşelerini okumanızı tavsiye ederim. Saygılar.

Barut Berge / BODRUM

E R G İ ' U E

¡986 yılı, Cumhuriyet

DERG İ’nin birinci senesiydi.

Sekizinci sayımız da o yıl 6

Nisan ’a denk geliyordu re I

Nisan günii de gazetemizin sahibe

ve başyazarımız Nadir Nadi’nin

başyazarlıkta 50. yılıydı. İşte o

hafta biz, Cumhuriyet DERGİ

olarak da Nadir Nadi’nin

başyazarlıkta 50. yılını kutlamak

istemiştik. Ali Sirmen Nadir

Nadi ile bir söyleşi yapmış,

arkadaşımız Erdoğan Köseoğlu

da Nadir Bey'i, gazetedeki

çalışma odasında görüntülemiş

ve biz de bu güzel fotoğrafı

kapağımızda, okurlarımıza

iletmiştik... Aradan beş vılgeçti

ve biz bugün, Nadir Nadi’nin bir

başka yönünü okurlarımıza

aktaran bir başka kapak

hazırladık: Nadir Nadi,

Perşembe Söyleşileri ya da

Perşembe Yemekleri diye

adlandırılan sohbet

toplantılarının mimarı idi. Belki

de dünya çapında bir rekor

sayılabilecek ‘yarım yüzyıllık bir

başyazar olma ’ özelliğinin

yanında, söz konusu Tarabya

toplantıları, Nadir Nadi’nin

yaşamında bir ayrıntı gibi

görülebilir. Ama onun düşünce

adamı, sanat ve sanatçı dostu

özelliklerinden kaynaklanan ve

kişiliğinin sadece bir yönünü

belirleyen bu geleneksel

toplantılar, Melih Cevdet

Anday’ın deyişiyle, “Yaşadığımız

günlerin belge niteliğindeki bir

entellektüeİ olayı olarak

kalacaktır”.

İyi pazarlar.

JA s fi

CUMHURİYET DERGİ SAHİBİ: CUMHURİYET MATBAA-

CILIK VE GAZETECİLİK T.A.Ş. ADINA NADİR HADİ ■ GE­ NEL YAYIN MÜDÜRÜ: HASAR CEMAL ■ MÜESSESE MÜ­ DÜRÜ: EMİNE UŞAKLIGİL ■ YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ:

OKAY GÖNENSİN > YAYIN YÖNETMENİ: LÜTFÜ TINÇ ■

GÖRSEL YÖNETMEN: TÜLAY UÜIKIUÇ ■ REKLAM M Ü ­ DÜRÜ AYŞE TORUN ■

(4)

. j * r -Bu fo to ğ ra f, m a rt ayında A lm a n y a ’da Holzen y a k ın la rın d a çekilm iş! E vet, bu yıl s ıc a k la r m evsim n o rm a lle rin in o k a d a r ü stü n d e idi ki, le y le k le r bile ne zam an n e re d e ne y ap a c ak la rın ı ş aşırd ılar. B akalım , fo to ğ ra fta k i şaşkın le y le k le rim iz de D oğal H ayatı K o ru m a D e rn e ğ i’nin bugün, İstan b u l K ü çü k Ç am lıca T e p e s i’nde

d ü zen led iğ i leylek izlem e gününe g e le b ile c e k le r m i?

Çocuklar, reklamda zor kesim.

5 1

“Reklamcılar annelerimizi çok kolay etkiliyorlar. Ama bizi kazanmaları, ik­ na etmeleri her zaman kolay olmuyor.”

Milanolu bir çocuk tele­ vizyon ekran­ larında rek­ lamlar hak­ kında açıkla­ dığı bu görü­ şüyle reklam dünyasında olay yarattı. Bunun üzeri­ ne İtalya'da bir kamuoyu araştırması yaptıran Kraft, ilkokul son sınıf ve ortaokul öğ­ rencilerinin büyük bölü­ münün “sağ­ lıklı ve form­

da kalmak için” doğadan gelen ürünlere

ilgi duydukların!, bir önceki kuşağa gö­ re reklamlara itibar etmediklerini sap­ tadı. Öte yandan tüketimin Avrupa’ya oranla daha fazla olduğu ABD’de bir dondurulmuş yemek firması çocukla­ rın ilgisini çekebilmek amacıyla

ürün-terini,çizgi

Küçük A ya so fya Kap ısı neden kapandı?

İstanbul’un en eski tarihi kalıntıla­ rından Marmara sahil surları üzerin­ deki Küçük Ayasofya Kapısı nın gö­ rüntüsü hızla değişiyor.

ITÜ’de Mimarlık Tarihi Kürsüsü i- çin İstanbul surlarına ilişkin bir ödev yapan Nursel Gülenaz’m bize anlattık­ larına göre, 8,5 km uzunluğunda, 88 kulesi ve 35’ten fazla kapısı olan M ar­ mara sahil surlarının tahribatı, aslın­ da 1871 yılına dayanıyor. Tren yolu­ nun inşası sırasında surların önemli bir bölümü yıkılmış. Bu yıkım, sahil yolunun inşası sırasında da sürmüş. VI. yüzyılda Justinyen tara­ fından yapıl­ mış olan Sergi- us Bacchus kili­ se ve manastırı­ nın (şimdiki Küçük Ayasof­ ya camii) deni­ ze bağlantısını sağlamak için açılmış olan KüçükAyasof- ^ ya Kapısı, sur- ^ lar üzerinde, 5 günümüze kal- g mış ender kapı- g lardan biri. Şg Yine Nursel ■§> Gülenaz'm be- g lirlemelerine göre, bugünler­

de, kapının hemen arkasında, sur du­ varları yıkılarak bir inşaat yapılıyor. Üstelik kapının girişi de şu anda umu­ mi tuvalet görevi görüyor. İnşaatı ya­ panlar da kapıyı, yazıtlarıyla birlikte pek yakında ortadan kaldırabilirler.

Kapının önemi, iki yanında Ahdi A-

tik’ten alınma metni içeren iki yazıtın

korunmuş olmasından geliyor. Fakat ne yazık ki kapının ardındaki inşaat, bu tür endişelerin dışında, sürüp gidi­ yor. Hem de Eminönü Belediyesi Fen

İşleri Müdürlüğü’nün burnunun di­

binde! ◄

K üçük A yasofya, Sahil surların daki e n d e r k apılard an biri.

H A F T A N I N 1

N U M A

M Ü Z İK : Türk Hafif Müziği’nin zirvesinde de­ ğişiklik: Geçen haftanın yıldızı Ajda Pekkan “ Seni Seçtim” ie ikinci sıraya inerken, Se­ zen Aksu “ Gülümse” ile tekrar liderliğe yükseldi. Üçüncü sıra “Güneşi Biz Uyandır­ dık" ile Fatih Kısaparmak’ın. Türk Sanat Müziğt’nde Muazzez Abacı’nın 'Sensiz Ol­ madı” adlı kasedi bir numaradaki yerini ko­ ruyor. Türk Halk Müziği'nde ise Arif Sağ 'Gurbeti Ben mi Yarattım-Deü Gönül" adlı kasediyle liderliği ele geçirdi. Yabancı po­ pun zirvesinde Cher’in "Love Hurts” adlı kasedi var. ikinci “ Sarah Oedicated to you” ite Carmen Me Rae, üçüncü ’Joyride" ile Roxette. Klasik Batı Müziği’nde lider Holl­ ywood Gold Classic adlı kasideyle Carre­ ras.

S İN E M A : Alaska’da babasından kalan bir , madeni arayan genç ile kurt köpeğinin : dostluğunu işleyen "Beyaz Diş” geçen haf­ ta en çok izlenen film oldu. “ Bekarın Derdi" , haftayı ikinci sırada tamamlarken “ Kral

Ralph” üçüncü sırada yer aldı. CHer “Love H u rts ” kasediyle birinci

(5)

B A Ş K E N T G Ü N L E R İ

?_____________________________

M Ü Ş E R R E F H E K İ M O Ğ L U

Assos kıyılarında mavi balayı

Y

az gelince Ege’ye, Akdeniz kıyı­larına yöneliyor çoğu başkentli- ler. Kimi Marmaris’te, kimi Dat­ ça’da, kimi Bodrum’da, kimi Ke­

mer’de, kimi Çeşme’de. Sonra Edremit Körfezi’nde, Ayvalık’ın Çamlık’ında, Cunda’da ya da sessiz bir adasında. Ki­

mi adaların yerleşim alanına dönüşerek doğal güzelliğini yitirmesini Ali Güreli önleyecek mi bilmem? Ama kimi parla­ mento üyeleri ve de üst düzey bürokrat­ lar çevre kirlenmesine yeteri kadar ö- nem vermiyorlar galiba. Belki de duy­ dunuz, Alman Çevre Bakanı Claus Töp-

fer de Alibey Adası’nın ucunda Doğa- köy’de oturuyor. Çevre kirlenmesine

karşı uyan türü bir olay bu. Doğayı ko­ rumak için hâlâ umut var demek. Al­ manya’nın Çevre Bakanı Ay valık’a din­ lenceye geliyor! Arıtma tesislerini bir an önce kurarsak bizim geleceğimiz de gü­ venceye kavuşur.

Henüz kirlenmeyen bir doğa parça­ mız Edremit Körfezi de birbaşkent kör­ fezine dönüşüyor yaz aylarında. Birçok başkentli, yazarlar, çizerler, avukatlar, bilim adamlan, üst düzey bürokratlar, emekliler burada dinleniyor. Bu yaz bir de Behramkaie tutkusu var. Assos’a u- zanarak derin sularda yüzmek gerçek­ ten güzel bir olay. 27 Mayısçılardan

Haydar Tunçkanat da üç kuşak bir ara­

da yüzdü Assos’un maviliğinde. Eşi Fa­

zilet Tunçkanat, UNICEF’de çalışan

güzel kızı Figen Tunçkanat ve torunuyla birlikte. İki gecesini de Ören’de geçirdi dönüş yolunda. Balkonlarda sofralar, sofralarda söyleşiler. Yıllar geçtikçe gü­ zelleşen, derinleşen bir dostluğu kutladı 27 Mayısçı’lar. Diziler, eleştiriler, ters yorumlar, ama ortak bir eylemin doğ­ rultusunda mutlu görünüyorlar. O- ren’deki buluşmaya Uğur Mumcu ve gü­ zel eşi de katıldı bir gece. Belgesel ve böl­ gesel esprileriyle başka bir renk kattı toplantıya. Son kitabını okudunuz mu? Araştırma dalında yine çok güzel bir ü- rün veriyor değerli yazarımız. Ören söy­ leşilerinde o kitabın sayfalarına da dal­ dık uzunuzun.

Başucumda bir de armağan kitabı var. Başkent kökenli bir bilim kadının­ dan. Çeşme’den İstanbul’a geçerken Nermin Abadan Unat bıraktı. Bizim bal­ konda da o kitabın sayfalarına daldık bir gece. Önce güneşi uğurladık, sonra koyda küçükayın oyunlarını seyrettik. Ertesi sabah da Prof. Bahri Savcı’nın balkonuna kahvaltıya gittik. Sudiş Sav- cı’nın nefis reçelleriyle Bahri Savcı’nın öyküleri birbirine karıştı. Nermin Aba­ dan Unat da Bahri Ağabey’e güzel ha­

berler verdi. Oğlu Mustafa Kemal Aba-

dan’ın evlendiğini, eylülün ilk günlerin­

de Ören’e el öpmeye getireceğini söyle­ di. Mustafa Kemal Abadan’ı okurları­ mız anımsar belki. Parlak bir mimar, ABD’nin en ünlü mimarlık bürosunda çizim yönetmeni. New York’takı İslam Merkezi’nde onun imzası var. Lond­ ra’daki Viktoria İstasyonu onun çizgile­ riyle onarılıyor. Hudson nehrinde bir gemide sade bir nikâh töreninden sonra da Türkiye’ye geliyor. İstanbul’dan

Behramkale’ye, Assos’a ve Marmaris’e

uzanan mavi bir balayı geçirecekler. Gelin Suzan Brady, o da mi­

mar, ışık mimarı. New York’ta ışıklandırdığı bir yapıdan yeteneklerini ka­ nıtlayan bir çalışma diye söz ediliyor. Mustafa Ke­ mal Abadan’ın nikâh tanığı da başkent kökenli bir Türk, Nilüfer Mizanoğlu

Reddy. Ankara Kız Lise-

si’nin, Dil ve Tarih Coğraf­ ya Fakültesi’nin parlak öğ­ rencilerinden, başkentin en güzel genç kızlarından biri. Nerdeyse kırk yıldır New York’ta oturuyor. Birleş­ miş Milletler’de çalışan bir Hintli diplonmatla evli, ko­ cası Üçüncü Dünya uzmanı. Emeklilikten sonra da göre­ vini sürdürüyor. Nermin A- badan Unat’a “Fırtına” de­ rim ben. Eşi İlhan Unat da düzeltir, “Kasırga” der. Gerçekten başdöndürücü hızı var. Şu günlerde de mutlulukla kanatlanmış gi­ bi. Önce ana olarak, kayna­ na olarak, sonra bir bilim kadını olarak. Doktor Eser

Köker bir armağan kitabı sunuyor ho­

casına. Ankara Üniversitesi Basın - Ya­ yın Yüksek Okulu'nun yıllığı olarak ya­ yınlanıyor. Kitap, ‘suyu arayan’ ve bu­ lan kızın güzel bir bilançosu bence. An­ cak bilanço bitmiş değil, son sayfada şu yazılar var; 1988 yılında Siyasaİ Bilgiler

Fakültesi’nden emekliye ayrıldı Nermin

Abadan Unat. Ama emekliliğini yaşa­ madı hiç. Kitapçığın son satırı şöyle:

1991 - İkinci emeklilik kariyerini sürdü­ rüyor..

Hızlı kadınlar emekliliğe de meydan okuyor. Güzel bir olay, toplumumuzda böyle kişiler de var. Sıdıka Su da müzik dalında eylemini sürdüren bir kadın.

Ruhi Su’nun ölümsüzlüğünü kanıtlıyor

durmadan. Türkülerin sonsuzluğunu..

Geçen sabah geleneksel söyleşimizi yap­ tık onunla. Çabalarını, tasarılarım an­ lattı. Kimi çevrelerin Ruhi Su’ya meza­ rında da rahat vermek istemediğini yaz­ mıştım daha önce. Anıt mezardaki bir damla suyu kurutmak çabaları çok acı­ masız boyutlara varıyor. Kırmaya çalış­ tılar, kurşunladılar, buğdayları yoldu­ lar, ama boşuna! Cam kırıldı, ama bir damla suyun yerinde bir çağlayan oluş­ tu nerdeyse. Buğdaylarda yeniden yeşe­ riyor her bahar. Dahası, mezar başında türküler söyleniyor durmadan, sazlar çalıyor, Anadolu’muzun sesi çınlıyor

her yerde, türkülerimizin Ruhi Su ile boyutlanan güzelliği. O kırıcı, hoyrat el­ lere en güzel yanıt bu değil mi? 20 eylül­ de yeni mezarına aktarılıyor Ruhi Su. Çağlayana dönüşen bir damla su, bir granite yerleşiyor. O granit nerden bili­ yor musunuz? İda’nın eteklerinden.. Ruhi Su’nun çok sevdiği Edremit Körfe- zi’nin maviliklerini kucaklayan bir tepe­ den. Tüm dağların, taşların bir simgesi bence.

Kim ölüyor, kim kalıyor, kim taşlanı­ yor, kim o taşlarla daha çok anıtlaşıyor karar vermek kolay değil. Ruhi Su'ya sevgi ve ilgi de boy veriyor giderek. Bel­ ki de duydunuz, Almanya’nın Köln ken­ tinde en büyük konser salonunda Ruhi Su anısına konserler verilecek kasım

a-yında. Genco Erkal ve kocaman bir ko­ ro, Alman dostlarımızı türkülerimizle selamlayacaklar. Almanya'daki Türk- lerde anavatan özlemini dindirecekler.

1975 yılında bir uzunçalarını bana'şu sözlerle sunuyor Sevgili Ruhi Su: “Kim

ne derse desin, asıl doğrulan bu türküler söylüyor, türkülerden şaşma sevgili Mü- şerrefeiğim.”

O uzunçalar Köroğlu. Kapağında A-

bidin Dino’nun bir at başı var. Köroğ-

lu'nun şaşmazlığını simgeler gibi dikili­ yor. Türkülerden şaşmıyorum hiç. Ki­ mi geceler çay bahçelerinden, kahveler­ den ya da iskeleden arabesk şarkılar, sessizliği yırtarken pikaba bir uzunçalar koyuyorum hemen. Gece Ruhi Su'nun sesi ve sazıyla çınlıyor birden. Sonra de­ nizden, ağlardan, iğde dallarından ya­ nıtlar geliyor. Ruhi Su'ya dönük anılar ve çağrışımlar. Türkülerden şaşmıyo­ rum; ama bir şeye şaşırtmaktan da geri

kalamıyorum: TV’de Ruhi Su'ya hâlâ yer verilmiyor!

Bu ne kırılmaz yasak? Oysa TRT’nin bir Ruhi Su belgeseli yapması gerekir. Türkülerimize başka bir boyut katan, halkımızın sesini, doğasını en güzel du­ yuran bir sanatçımızı ödüllendirmesi gerekir. Kaç türkü söylemiş, kaç plak yayınlamış, kaç konser vermiş, ama tür­ küler uğruna hiçbir ödün vermemiş, bir sanatçının yaşam öyküsü izleyenleri de onurlandırır bence. Fransa'nın en ö- nemli ödüllerinden birini alıyor Ruhi Su, sonra Almanlardan önemli bir ödül alıyor, ama ülkesinde TV’de bile yer al­ mıyor. İnandırıcı gerekçe bulamıyor in­ san.

Birgünbuyanlışdadüzelirelbet. ◄

(6)

F F E S T İ V A L İ

M U S T A F A K O C A B A Ş I

LATİN AMERİKA'NIN

u

D E

RENCONTRES

INTERNATIONALES L A P H O T O G R A P H I E

ARLES 1991

YENİDEN KESFİ

5

“G e rç e k le r ü stünde g ezin en g arip b ir şiirsel bakışın fo to ğ ra fıd ır bu. Bu fo to ğ ra f, k ü ltü rle rin , b ir ta rih in ve g ö rü n tü d ek i düşsel g elen eğ in kes işm e le rin d e n y a n s ım a k ta d ır. Bu yaz A rles, 1 9 . yüzyıldan g ünüm üze, Latin A m e rik a fo to ğ rafçıla rın ın

g e rç e k le ş tird ik le ri fo to ğ ra fla rın önem ini, kalite s in i ve e s te tik güncelliğini s erg ile d i...”

A

kdeniz kıyılarında, F ra n s a ’nın sevimli ve düzenli kasabası A rles’d a b u yıl, b aşarılı b ir o rg an izasy o n göze ç a rp ıy o rd u : Bu şirin bel­ dede. “ U luslararası F o to ğ raf K arşılaşm ala­ r ı n ı n yirm i İkincisi, b ir.ay b o y u n ca sürecek etk in lik lerin in açılışını, 5 - 11 T em m uz ta ­ rihleri arasın d a gerçekleştirdi. Bir h a fta boyunca her a k şam Antik T iy a tro ’d a yap ılan m ültivizyon şovlar, görülm eye değerdi... I970'de Jea n -M a u ric e Rouquet­ te. Lucien Clergue ve M ichel T ournier ta ra fın d a n ya­ ratılan festival k ap sam ın d a, K odak'ın Avrupa Fotoğ­ ra f Ö dülü de yer aldı. Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen “ E uropean Kodak A w ard” a, belli b ir k o n u y u işleyen İO fo toğraflık b ir seri ile !5 A v ru p a ülkesinin birinci­ leri katıldı. Y arışm an ın bir kuralı d a, finalistlerin 35 yaşını geçm em iş p rofesyoneller olm ası idi. Ö dül bu yıl ilk kez iki kişi ara sın d a paylaştırıldı: Fabio Ponzio (İtaly a ) ve Anne Denis (Belçika). B aşkanlığını K o- d a k ’ta n P eter B lock’un yaptığı jü rid e, G abriel B auret (C am era In te rn a tio n a l'ın Y ayın Y önetm eni), René Burri (M A G N U M A jansı üyesi), C hantal G rande (F o ru m G a le ri'n in M üdiresi), Flans G eorg Pospischil (F ra n k fu rte r A llgem eine E ki’nin S a n a t Y önetm eni). F ranco F ontana (İtaly a n fotoğrafçı). A ndrew Cowan (H am ilto n G a le ri'n in M ü d ü rü ) yer alıyorlardı. Y a ­ rışm anın yöneticileri. “ Aslında olayın, bir estetik

a-ra ştırm a la r laboa-ratuvarı ya da harikulade bir boş za­ m anları değerlendirm e olanağından çok ötede yer aldı­ ğını,” ç ü n k ü yarışm aya k atılan h er fo to ğ rafın ve her fo to ğ rafçın ın kendi ülkesindeki bakışları ‘Yaşlı Kı- ta ’nın deneyim lerine katabildiğini vu rg u lu y o rd u . Festivalin genel k o n u su ise “ Latin A m erika” idi. L a­ tin fo to ğ rafçıların sergileri ve d ia şovlarıyla G üney A m erik a’yı, L atin dü n y asın ın fo to ğ rafçıların ı. M a r­ tin C ham bi'yi. S ebastiao S algado’yu, S a ra Facio ve diğerlerini tanıdık.

F estiv al’de yer alan sergileri gezip gösterileri izle­ yince, fo to ğ rafın T ü rk iy e’deki d u ru m u n u d ü şü n d ü m ve keyfim kaçtı. N asıl yıllardır, kalıcı sonuç verm eye­ cek anlam sız, am açsız ve en önem lisi, ‘a m a tö r’ y arış­ m a ve sergilerle zam an kaybettiğim izi an lad ım . G e r­ çek fo to ğ ra f d ü n y asın d an nasıl habersiz ve uzak ol­ d u ğ u m u zu d ü şü n ü rk e n K o d a k 'ın A rles Festivali için hazırladığı bro şü rd ek i şu cüm lenin anlam ını d a h a iyi kavradım : “ Yirmi yıldan fazla bir süredir, Avrupa fo­ toğrafı A rles’da fo to ğ raf dünyasıyla kucaklaşır.”

Festival sırasında tanıştırıldığım iki Portekizli b a ­ na b ir alb ü m u zatıp b u n u n ülkelerinde h er yıl d ü z e n ­ lenen uluslararası bir fo to ğ ra f festivalinin k atalo g u o ld u ğ u n u söylediklerinde, “ Çok iyi,” diyebildim . T ü rk iy e’de böyle b ir festival yok m u diye so rd u k la ­ rın d a d a, m ah çu p bir gülüm sem eyle işi geçiştirm eye

çalıştım ...

Festivali izlemek için A v ru p a ’nın d ö rt bir y an ın d an binlerce fotoğrafçı ve fo to ğ ra f m e­ raklısı gelm işti. B u n lan n a ra sın d a , T ü rk i­ ye’den hiç kim se y o k tu . Bu gerçeği fark eden­ lerin b u n a hiç şaşırm adıklarını görm ek beni d a h a da üzdü. K o d ak yarışm asına gelenler, benim gibi ‘tek başına’ değillerdi; en az 3-5 ki­ şilik g ru p la r o lu ştu ru y o rlard ı ve her g ru p ta d a m u tlak a b ir K o d ak tem silcisi vardı.

A rles’a K o d a k yarışm asının finali için git­ m iştim ; am a yarışm ad a n çok. Festival beni il­ gilendirdi. Y arışm a sergisinin açılış kok tey li­ ne ve son u çların açıklandığı basın to p la n tısı­ na ‘z o rak i’ katıldım . Sıkıldım . Ç ü n k ii L atin A m erika fotoğrafını, L atin fotoğrafçılarını keşfettiğim Festival ve A rles'd ak i “ fo to ğ raf günleri” , A rles’ın kendisi beni d a h a çok çekti. T ü rk iy e’ye d ö n erk en , seneye A ries’a nasıl gi­ deceğimi düşünm eye başlam ıştım b ile...

K o d a k ’ın A vrupa F o toğ raf ö d ü lü ’nü B elçikalı Anne Deniş ile paylaşan Italyan Fabio Ponzio’nun ya rış m a y a giren b ir yapıtı.

Perulu M artin C h am b i’nin ( 1 8 9 1 - 1 9 7 3 ) iki yapıtı: Senorita T o rera ve Perulu yoksul çocuk... Ç alışm aları 2 0 b in klişe ve 11 bin cam n eg a tiften oluşan C h am b i’nin fo to ğ ra fla rı, 1 9 2 0 ’den 1 9 5 0 ’ye k adar uzanan dönem de, Peru'nun g elen eklerini, m im arisind en g iyim ine tüm Peru yaşam ını

k u caklayan bir bütün oluşturur.

G eçen yüzyılın sonunda doğm uş M e k s ik a lI usta M anuel Alva­ rez B ravo’nun “ Biraz neşeli ve a lım lı” adını taşıyan yapıtı.

(7)

t

MMMB&

B rezilyalı Sebastiao Salgado'nun C hapelle de la C h a rité ’d ek i serg isin de (sağ ü s tte ) y e r alan “G uatem ala, 1 9 7 8 ” (sol ü stte) ve “ B rezilya, 1 9 8 1 ” (en ü s tte ) im zalı y a pıtları, tan ık lık geleneğini sürdü ren fo to ğ ra fla r...

H u m b erto Rivas'ın “ H a vlam a”sı ve Juan R ulfo’nun ‘uzayan d u v a r’ı...

Uzun b ir s ü re M . A lv a re z Bravo’nun asistanlığını yürüten G raciela Itu rb i- d e ’ln Juchitan ( M e k s ik a ’nın O axaca e y a le ti c iv arı) serisinden b ir yapıt

Şilili fo to ğ ra f ustası Sergio Larrain'in bir ‘V alp araiso ’su: Sergio Larraln, fo to ğ ra fla yazının, sim ge ve düşle buluşm asının en yoğun biçim de yaşandığı bu k e n tte d ek lan şö re b asm aya başlam ıştı Larrain. 1 9 5 9 da Pablo N eruda ile b ir kitap yapm aya yine bu k e n tte k a ra r v e rd ile r ve bu k itap hiçbir zam an b asılm adı... i» #* «ş C U M H U R İ Y E T D E R G İ 25 A Ğ U S T O S 1991 S A Y I 285 7

(8)

H A F T A N I N K O N U Ğ U

A S O Ü L K A D İ R Y Ü C E L N I A N

İstan b u l G olf K u lü b ü B a şk a n ı A ltan Onat:

By pass yerine

golfü seçtim

JO m

Prof. Dr. A llan Onat, 1 9 3 0 İstanbul doğum lu. Zürih Tıp F a k iilte s i’ni b itirdikten sonra A B D 'de doktora yapan kardiyolog A ltan Onat, halen C errahpaşa Tıp F akültesi’nde ö ğretim üyesi. On d ört yıldır Kardiyoloji D ern eği’nin Genel S ekreterliğ ini d e yürüten Onat, on iki yıldan bu yana da İstanbul Golf K ulübü’nün de başkanlığını yürütüyor.

lkemizde pek tanınmayan, an­ cak dünyada 2 i milyon sporcusu I I ile en yaygın sporlar arasında yer alan golf, geçenlerde İstanbul

Golf Kulübü’nde düzenlenen bir turnu­

va ile gündeme gelebildi. I9. yüzyıldan başlayarak dünyanın dört bir yanına yayılan golf sporu böylece 200 yıl sonra ülkemizdede kendini duyurmaya başla­ dı. Aslında İstanbul Golf Kulübü'nün kuruluş tarihine bakarsak bu pek bilin­ meyen sporun kulübünü, 1895'te Ok-

meydanı’nda İngilizler kurmuşlar. Eski

kayıtlara bakılırsa, 12 çukurdan oluşan sahası. 1914’te kapatılıp Bebek yakının­ daki bir başka sahaya alınmış ve 30 kişi­ lik kurucu kadrosuyla Boğaziçi Golf

Kulübü adı altında faaliyetini sürdür­

müş. 1920'de de bugünkü yerine, yani Ayazağa’daki alana taşınmış. Bugünkü sahası içinde9çukur!u birgolfkulübüo- larak yerli ve yabancı üyelerine hizmet veriyor. Gerçi 18 çukurlu olması gereki­ yor, ama oyuncular iki tur yaparak bu küçük alan içinde 18 çukurlu yarışmayı bitiriyorlar.

Kulübün 12 yıldan beri başkanlığını sürdüren Prof. Dr. Altan Onat 4.3 cm. çapındaki bir topun peşinde koşan dün­ yadaki 21 milyonluk golfçü ordusunun neden bu spora böylesine tutkun oluşu­ nu şöyle dile getiriyor:

“47 yaşında iken kalp krizi geçirdim. Mesleğimle ilgili bir takım uğraşları ha­ fifleterek ve sigarayı da bırakarak kendi­ me zaman ayırmaya karar verdim. Böy­ lece öğleden sonra kalan zamanımı da en iyi şekilde nasıl geçireceğimi düşünerek golfe başladım. Aradan 15 yıl geçti, şu anda gayet memnunum, demek ki verdi­ ğim karar yerindeymiş.”

By pass oldunuz mu?

■■ Hayır; doktorlar ameliyat olmamla olmamam arasında pek bir fark bulun­ madığını söylediler. Ben de olmadım.

Yani by pass yerine golfü tercih etti­ niz ve başardınız. Ancak bazı doktorlar kalp hastaları için tenisi önerirler. Siz bir kardiyolog olarak ne diyorsunuz?

■■ Tenis sert bir spordur. Ben önce te­ nis de oynadım. Tenisi bıraktığınızda yeniden başlarsanız tehlikeli olur. Oysa golf öyle değil. Sakatlanma tehlikeniz yok. Teniste süreklilik gerekir. Yani risk vardır. Oysa golfun böyle bir tehli­ kesi yok.

Goljün özel giysileri var galiba. GolJ- çüleri görüyorum, yürürken “takır ta­ k ır” sesler çıkarıyorlar. Bu ayakkabı­ lar şart mı?

" " Şart; şöyle ki arazi engebeli, elbette tırmanma ve inişlerde böyle bir ayakka­ bı gerekli. Ama bu özel ayakkabının tek özelliği çivili olması. Maksat kayma­ mak.

Hocam, g o lf sporu henüz bizde tanın­ madığı için oyun araçları da giysiler de hep dışardan almıyor. Giysiler ve g o lf topları ile sopalan yurtdışında kaça sa­ tılıyor?

3

İG K turnu vasın da bir kıdem li yarışm acı.

■■ Sopaların tanesi 20, 30 dolardır. Ama takım sopa gereklidir. Çünkü jlk atışta bir hayli uzun vurmak gerekir. İyi oyuncular ilk vuruşta 200. 250 metre a- tarlar. Sonra kısa mesafeler başlar, o- nun için dedemirsopalarla vurulur.

Demek ki çeşitli cinste sopalar var. Bunun nedeni?

■■ Dediğim gibi mesafelere göre değişir sopalar. Çukurlar arasındaki mesafe 100 metre ile 500 metre arasında değişir. Bu nedenle eğilimleri değişik, cinsleri değişik sopalar gereklidir. Örneğin or­ talama 8, lOsopaileoynamakşarttır.

Biraz önce golfçü terin sohbetine ka­ tıldık, duyduğuma göre bazen topun hı­ zı 260 kilometreyi buluyormuş.

“ Bubirteknik meselesidir.İyigolfçü- ler iki çukur arasını dört vuruşta bitirir, acemilerse 8, 10 vuruş yaparlar ve o kü­ çücük topu çukura ancak sokabilirler. Bir mesele vardır golfte; hiç acele etme­ yeceksiniz, sabırlı olacaksınız. Çünkü golf bir spordan ziyade yaşam biçimi­ dir. Bir öğleden sonrasını vereceksiniz. Yoksa kulübe gideyim de bir iki alış ya­ payım derseniz, golfçii olamazsınız.

Yaşam biçimi deyimini biraz duha a- çar mısınız.?

■■ Yani golfçü iseniz, işinizi, randevu­ nuzu, davetlerinizi her şeyinizi golfe gö­ re ayarlayacaksınız. Dediğim gibi golf aceleye gelmez. Rahatınıza düşkün

(9)

M A N

maktan, işin keyfini çıkarmaktan ve golfü, sadece o küçücük topu, o küçü­ cük deliğe sokmaktan başka hiçbir dü­ şünceniz olmayacak. Dünya yerinden oynasa bile siz başka bir şey düşünme­ yeceksiniz.

Sonra da kalp rahatsızlığınız diye bir şeyiniz olmayacak öyle mi hocam? Gü­ nümüzde biraz zor bir durum. Buna ka­ lırsa ben golfu pek beceremeyeceğim anlaşılan.

om Bu bir istek ve merak meselesi. Eğer zaman ayırabiliyorsanız mesele yok. Bütün mesele zaman ayırabilmekte. Ben de zaman zaman düşünürüm bu konuyu, ama golfü seviyorum. Seve se­ ve yapılan bir işin keyfine diyecek ol­ maz.

G olf sporunun bir kardiyolog olarak değerlendirmesini yapar m ı siniz?

mm Telaş istemeyen bir spor. Stres yok. Tertemiz hava. Biraz yürüme. Size bu vesile ile Kardiyoloji Derneği’nin yaptı­ ğı bir araştırmadan söz edeyim: Geçen yıl kalp sağlığı konusunda 3700 kişi üze­ rinde araştırma yaptık ve sonunda da ortaya şöyle bir sonuç çıktı: "Fizik akti-

vitesi yüksek olan e riş k in le rd e kolestrol düşük oluyor.” Yani “Yaş ilerliyor da fi­ zik aktivitesi düşük olduğu için koleste­ rol yüksek çıkıyor,” gibi bir düşüncenin

de yanlış olduğu kanıtlandı. Biz aynı yaştaki insanlar arasındaki sonuçlarda da fizik aktivitesi yüksek olanların kan­ daki kolesterolünün çok dü$ük olduğu­ nu ortaya koyduk.

Biraz önce sopaların taşındığı şu tor­ badan söz etmiştik. G olf sporu için mal­ zemeler oldukça pahalı mı? Yani golf sporu zengin sporu mu?

■■ Fazla gibi görünüyor. Ama bu mal­ zemeye bir defa para vereceksiniz. Yani yatırımınız bir defalık. Bir ayakkabı, so­ palar ve top.

Hepsi hepsi, 2 milyon civarında.

Aslında pek fazla değil, galiba golfun en pahalı yum g o lf kulübüne üye ol­ mak. Yani g o lf yapacak bir kulüp bul­ mak.

mm Doğrudur. İstanbul’da bir tek kulüp var, o da bizim kulüp. Ama üyemiz az, bütçemiz kısıtlı, hiçbir yardım almayan bir kulübüz. Gördüğünüz gibi de askeri bir alan içinde bize verilen imkânlar i- çinde spor yapıyoruz ve yaptırmaya ça­ lışıyoruz.

Sayın hocam son yıllarda g o lf turizmi diye bir olayın da henüz yeni yeni farkı­ na varmaya başladık.

mm Evet, dünyada yıllardır yapılan ve müthiş döviz getiren bir olayı biz yeni yeni anlamaya başladık. İstanbul’a ge­ len yabancılar golf oynamak için kulü­ bümüze de geliyorlar. Golf öyle bir olay ki golfcüler gruplar halinde dünyanın dört bir yanını gezerler. Gittikleri yere dedöviz bırakırlar.

Hocam, g o lf tam bir k ey if ve sağlık sporu; ama bizler ne keyfimizi ne sağlığı­ mızı ne de turizmi düşünüyoruz. ^

D YP Genel Başkanı Süleyman Demirel, Tuzla'dakiyazlık evinde.

Fotoğraflar: ERDOĞAN KÖSEOĞLU

M u h a le fe t partileri, üzerinde m utabakat olm ayan konuları günd em e getirirse bu, işi yokuşa sürm ek olur. MESUT YILMAZ / Başbakan A N A P yine Türkiye’nin en büyük partisi olacaktır. I j FAHRETTİN KURT Devlet Bakanı

% /

Çılgın bir insanım , am a ürkekliğim i henüz üzerim den a tam adım .

AŞKIN NUR YENGİ

Şarkıcı

A N A P grubu, doğrusu ne ise onu yapacaktır.

OLTAN SUNGURLU

ANAP milletvekili

Efsun cüm lem izi korusun

HACI MACİT

“ Efsuncu"

Gel Süleym ancığım seni özledim .

GÖNÜL YAZAR

Şarkıcı

Seyircinin fazla oluşu beni heyecanlandırdı.

BAKO

Kaleci

¡1 olm ak isteyen oyunu verir.

TURGUT ÖZAL

Cumhurbaşkanı

Bütün sorun dayanılm az derecede yakışıklı o lm a m d a .

ARNOLD SCHWARZENEGGER

“ Termlnatör”

Sizin güzel yüzünüz, inşallah işçilerin de yüzünü güldürecek.

ŞEVKET YILMAZ

Türk-iş Genel Başkanı

Beni buraya Allah gönderdi.

NECATI ÇETINKAYA

Süper Vali

M illetvekilliği nasıl bir şeydir, ne yaparlar bilm iyorum .

FATMA GİRİK

Şişli Belediye Başkanı

Tanju gibi çakılı bir golcüm üz olm ayacak artık.

MUSTAFA DENİO.İ

Antrenör

(10)

H z El

U N P E N C E R E S İ N D E N

S E L Ç U K E R E Z

Yerli mi yabancı mı tartışması

S égu éla olayının b o yu tları, u lu slararası ko n u lard a dünya kam u o yu n u e tk ile m e k isteyen b ir T ü rk iy e açısından da d ü şü n ü lm elid ir.

J

acques Séguéla bir süredir gazete­

lerimizin ilk sayfasında adı geçen­ ler arasında yer almaktadır. Bir gün “En seksi başbakan” başlığı altında Mesut Yılmaz’ın Fransız rek­ lamcının tavsiyelerine uyarak havuzda yüzerken, bisiklete binmiş gezerken re­ simler çektirerek genç, enerjik bir lider olduğunu vurguladığını yansıtan bir ha­ ber okuyoruz; ertesi gün Demirel, Tuz- la’daki evinde gazetecilere, “Reklamcı

değil uzaydan adam gelse yine de bunları kurtaramaz!”diyor.

SHP liderleri yerli reklam ajanslarıyla çalışacaklarını açıklıyorlar; Ankara Reklamcılar Derneği Başkanı, “Türki­

ye’de siyaset yapılacaksa ve iktidar olu­ nacaksa. Türk halkının toplumsal, psi­ kolojik özelliklerinin tanınması ve Türk yaratıcılığının harekete geçirilmesinin gerektiğini” ileri sürüyor.

Demek ki politikada reklamcının, si­ yasi pazarlama tekniklerinin kullanıl­ masının gerekliliği artık kabul edili­ yor... Tartışılan bu değil, pazarlamacı­ nın yerli mi yabancı mı olmasının doğru olacağı...

Bilindiği gibi siyasi pazarlama yıllar­ dır bütün gelişmiş ülkelerde sadece ge­ nel değil, yerel seçimlerde bile kullanıl­ maktadır. Uzun süredir Yunanistan’da iktidar da muhalefet de bu yöntemler­ den yararlanmaktadır... Kıbrıs’ın Rum kesiminde, İsrail’de, Filipinler’de bu yöntemlerin en gelişmişlerinin uygulan­ dığı da bir gerçek. Mesela Filipin'de es­ ki Cumhurbaşkanı Marcos’un ABD’de

Hubert Humphrey’in cumhurbaşkanlığı

adaylığı kampanyasını yönetmiş olan

Napolitan firmasıyla anlaşıp ABD’ de

geçerli siyasal pazarlama tekniklerini ülkesine aktardığı tarih yirmi sene geri­ de kalmıştır. Böyle gelişmiş yöntemlerle çalışan Marcos’un altedilmesi için de, yine Humphrey’i pazarlayanların düze­ yinde antrenörlerden yararlanılmış,

Cory Aquino, ABD kökenli D.H. Saw­

yer and Associates ile işbirliği yapmış­ tır.

Costa Rica Cumhurbaşkanı Oscar A- rias Sanchez, Washington’da üslenmiş

olan pazarlamacılardan Sergio Bendi- xen’le çalışmıştır..

Politikada pazar­ lama tekniklerinin kullanılmasının ge­ rekliliği artık kav­ randığına göre me­ sele “Türkü Türk

mü pazarlasın yok­ sa bu konuda yaban­ cı antrenör getiril­ sin mi” sorusunun

cevabını bulmak­ tan ibarettir.

Yıllarca önce bir ilaç fabrikasının reklamdan da so­ rumlu tıbbi danış­ manlığını yapmış­ tım. Günün birinde yeni bir ishal ilacı­ nın tanıtılması için pankart hazırlan­ ması gerekti. Rek­ lam firmamızdan öneri istedik. Ko­ lay bir iş değildi; is­ hal ilacı nasıl, hangi resimle, itici olma­ dan tanıtılabilirdi?

Reklam firması­

nın sanatçıları ve pazarlamacıları günlerce çal ışı p çok sayıda değişik pan­ kart ürettiler. Biz de bunları bir sa­ londa yan yana di­ zip çeşitli açılardan irdeledik. Pankart­ lardan biri en par­ lak en güzel buluşu

içeriyordu. Sanatçı bir küvet çizmişti; kapağını kapamış üstüne de -büyük bo­

yutlarda resmedilen- yeni ilacımızı o-

turtmuştu!

Önce hepimiz bu buluşu alkışladık... Ancak küvetli pankartın iktidarı ya da birinciliği uzun sürmedi; şirketten biri çıkıp “Yahu” dedi, “biz bunu Türki­

ye’nin her bölgesindeki eczanelerin vit­ rinlerinde sergileyeceğiz, değil mi?”

— Evet!

— Peki memleketimizdeki insanların arasında alafranga hela görmemiş olan­ ların yüzdesini biliyor musunuz? Bu sayı eğer anlamlı bir yekûn tutuyorsa pankar­ tınız bazı bölgelerimizde seyredene hiçbir şey ifade etmeyecektir!

İtiraz haklıydı, bu çok parlak fikrin ü- reticisi olan pazarlamacı Türkiye’nin gerçeklerini hesaba katmamıştı.. Bu pankarttan vazgeçip başka birini seç­ tik...

S eçuela politik p azarlam anın tüm ünü değil, son a dım ı oluşturuyor.

Öyleyse politikacılarımızı ve politika­ larımızı pazarlamak için yerli reklamcı mı seçelim, yabancı pazarlamacı seçen­ leri kınayalım mı?

Bu konuda yabancıların teknolojisine ve “knovv - how”ına ihtiyacımızın oldu­ ğunu kabul etmek gerekmektedir. Çün­ kü mesele bir adayın görüntüsünün dü­ zeltilmesi, fotoğraf çekilirken enine mi boyuna mı çizgili elbise giyeceğinin, sa­ çının hangi tarafa doğru taranacağının saptanmasından ibaret değildir. Siyasi pazarlama, seçimden aylarca önce yapı­ lan kamuoyu yoklamalarının doğru yo­ rumlanması, bu kamuoyu yoklamaları­ nın sağladığı bilgilerin ışığında strateji­ lerin saptanması ve bu çalışmalar so­ nunda geliştirilecek sloganların kulla­ nılması gibi eylemleri içerir; parti örgü­ tüne strateji ve sloganların aktarılması, açıklanması da bahis konusudur..

Başka? Seçim kampanyalarının dış

ülkelere bile uzanan izdüşümleri bulu­ nabilir. Mesela Filipinler’de Marcos’un yenilmesi için sadece bu ülkede başarılı bir seçim kampanyasının örgütlenmesi yetmemiştir. Buna paralel olarak ABD’de yöneticilere Aquino’nun kor­ kulacak biri olmadığı, Marcos’un dev­ rilmesinin bu ülkenin ABD ile ilişkileri açısından büyük değişikliklere yol aç­ mayacağı izlenimi verilerek o günkü ABD yönetmeninin Marcos’a sağladığı önemli desteğin çekilmesi sağlanmıştı.

Öyleyse Mesut Yılmaz’ı yabancı pa­ zarlamacı kullanıyor diye eleştirelim mi? Hayır! Mesut Bey’in yabancı pazar­ lamacılarla tanışıklığı ve işbirliği yeni değildir. Daha 1986’da Devlet Bakanı i- ken Türkiye’nin dış tanıtımını yapan

Gray firmasının yetersiz bulunduğunu,

bu nedenle bu A BD’li firmanın halkla i- lişkiler konusunda tecrübeli olan başka bir firmayla işbirliği yapmasının isten­ diğini, Gray’m de Hili andNorton’la bir­ leştiğini oaçıklamıştı.

Peki Séguéla en iyi tercih midir? “An­

neme reklamcı olduğumu söylemeyin; o beni bir genelevde piyanist sanıyor” baş­

lıklı yapıtı ile tanınan Séguéla’nin stra­ tejilerini, tekniklerini tanımladığı bir­

çok eseri vardır. Bunlardan birinde, “Hollywood Daha Beyaz Yıkar” başlık­

lısında Mitterrand’ın seçim kampanya­ sında izlenen yöntem açıklanmaktadır:

“Sosyalist parti kusura bakmasın.. Gele­ ceğin cumhurbaşkanı seçimini yapmış, mesajının politika değil reklamcılık açı­ sından belirlenmesini yeğlemiştir! Bu me- >. sajda hiçbir anket hiçbir etüt ağırlık taşı-

5

mayacaktır.”

5 Séguéla gerçekten o seçimde daha çok o- Fransa’da varolan sosyal kültürel grup- § lan belirleyen incelemelerden esinlene­ li rek, sanatsal yönü güçlü zengin kompo- w zisyonlarla pazarlamıştır Mitterrand’ı.. 5 Öysa, politik pazarlamanın hareket s noktası anketlerdir. Seçmenin eğilimle- £ rinin nasıl değiştiğini, nelere yöneldiğini sürekli bir şekilde saptayan kamuoyu yoklamalarıdır; sloganlar, sloganların retoriği, sanatla süslenmesi ise sadece son adımı oluştururlar! Séguéla politik pazarlamanın tümünü sağlayan bir kimse değil sadece son adımı güzel ve başarılı oluşturan bir yaratıcıdır...

Ancak bu önemli eksiğe rağmen bu yabancı pazarlamacıyla çalışma yolu­ nun seçilmesi iyi olmuştur. Önemli kampanyalara katılmış, gelişmiş ülke politik pazarlamacılardan öğreneceği­ miz çok şey vardır. Diğer partilerimizin de -yerlilerle takviye edilmiş- yabancı politik pazarlamacılarla çalışmalarını temenni ederiz. Zira AT’yegirmemizde, Kıbrıs sorununun çıkarlarımıza uygun çözümlere kavuşturulmasında izlenme­ si gereken yöntemler, bu tür pazarlama­ larla, reklamlarla uluslararası kamuo­ yu etkilemeleriyle pekiştirilmeden iste­ diğimiz sonuçlara ulaşamayız. Artık bu konudaki az gelişmişliğimizden de sıy­ rılmanın zamanı gelmiştir! ◄

(11)

NADİR BEY'LE

PERŞEMBELERİ

3

G a z e te m iz in s a h ib i v e b a ş y a z a r ı N a d ir N a d i, P e r ş e m b e S ö y le ş ile r i y a d a P e r ş e m b e Y e m e k le r i d iy e a d la n d ır ıla n s o h b e t to p la n tıla r ın ın m im a r ı id i. N a d ir N a d i’n in , d ü ş ü n c e a d a m ı, y a z a r , s a n a t v e s a n a tç ı d o s tu k iş iliğ in d e n filiz le n e n b u g e le n e k s e l t o p la n t ıla r ı, s îz le r e , e n y a k ın ta n ık la r ın ın k a le m in d e n a k t a r m a k is t e d ik . P e r ş e m b e ö ğ le le r i N a d ir B e y ’in ç e v r e s in d e k a r e b ir m a s a d a h a lk a - la n a r a k iç k ile r in i y u d u m la y a n b u g ru b u n s ö y le ş i k o n u la r ı g e n e llik le g ü n ü n s iy a s a l o la y la rı, d ü n y a d a o lu p b ite n le r , s a n a t v e y a z ın , d ilim iz in s o ru n la rı, T ü r k ç e m iz in a rıla ş ıp g e liş m e s i, ü lk e m iz in v e İs ta n b u l’u n s o r u n la r ı,g e ç m iş te n a n ıla r o lu y o rd u . S A M İ K A R A Ö R E N

Yaz başlarında başlatıldı bu söyleşi yemekleri. Rahmetli başyazarımız Na­ dir Nadi’nin Cumhuriyet’teki odasın­ da, pazartesiden cumaya, hemen her gün yapılan bu söyleşiler, Nadir Bey’in sağlık durumunda ilk bozulma belirtile­ ri başgösterince aksamaya başlamıştı. Nadir Bey, artık gazeteye her gün değil arada sırada geldiği için biz onu evinde ziyaret ediyorduk. Yürürken dengesini yitirme bozukluğu dışında, başka bir sağlıksızlığı yoktu. Koltuğunda, san­ dalyesinde otururken onu görenler en küçük bir sağlıksızlık belirtisi gözlemle- yemezlerdi.

Hemen her gün eşi Berin Hanımda sa­ bah ya da akşam, İstanbul’un sevdiği yerlerini (özellikle Boğaziçi’ni) yine ge­ ziyordu^ ama arabasından pek inmiyor­ du. Durumun böyle olmasına karşın bu geziler, yolculuklara bile dönüştü, İz­

mir ve dolaylarına, Muğla'ya, Göko-

va’ya değin ulaşıldı: Yürümekteki o kü­ çük rahatsızlığına karşın...

İşte, 1989 yazında temmuz sonlarına doğru ev dışında da buluşma, öğle ye­ meği söyleşileri düzenleme kararlaştı­ rıldı. Haftada bir gün perşembeleri dü­ zenli olarak başlatılan öğle yemeğine ilk katılanlar:

Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Yaşar Kemal, Ali Sirmen, Dün­ dar Akünal, Prof. Salih Şanver, Emekli

Elçi Yavuz Gör, bir süre önce yitirdiği­ miz Agop Arad, Dr. Gürbüz Barlas, Me­

rih Sezen ve Sami Karaören.

Birkaç perşembe sonra da Melih Cev­

det Anday, Osman Nuri Torun, İbrahim Çamlı katıldılar. Feyyaz Tokar, Mücap Ufluoğlu, Sabahattin Kudret Aksal,

Prof. Coşkun Özdemir, Cemal Mada-

noğlu ara sıra kaplanlardandır. Bir kez

de Büyükşehir Belediye Başkam Prof. Dr. Nurettin Sözen ve SHP Genel Sek­ reteri Hikmet Çetin katıldı.

Perşembe öğleleri Nadir Bey’in çevre­ sinde, kare bir masada halkalanarak iç­ kilerini yudumlayan bu grubun söyleşi konuları genellikle günün siyasal olay­ ları, dünyada olup bitenler, sanat ve ya­ zın, dilimizin sorunları, Türkçemizin a- rılaşıp gelişmesi, ülkemizin ve İstan­ bul’un sorunları, geçmişten anılar, olu­

yordu. Konuşulur, tartışılır, akademik düzeyde söyleşiler 3-4 saat sürer gider­ di. Hep böyle “ciddi”mi, diyeceksiniz? Şakalar, espriler, kahkahalar süslerdi bu “ciddi”liği kimi zaman da sulandırı- lırdı elbet konular... Ya da ikili tartış­ malar “çıkmaz”a girerse, tatlıya bağla­ yıcı tutumlarla araya girilirdi. Ama he­ pimizin bilgilenmesiyle, doygunluğuyla mutlu sona ererdi Perşembe Yemekleri ya da Perşembe Söyleşileri.

Bu söyleşilerin belki de içimizde en dikkatli izleyicisi Nadir Bey'di. Öyleki dikkatinden hiçbir şey kaçmaz, konuya açıklık getirici sorularla aydınlanmayı daha netleştirirdi. Bizim de elbet Nadir Bey’e sorularımız olurdu. Nadir Bey u- zun konuşmayı sevmezdi, ama kısa ko­ nuşmasında da aydınlanmamıza çok yardımcı olurdu. En çok dinlemekten tat aldığını da bu arada belirtmeliyim.

Söyleşinin kıvamının sona ermekte olduğunu gördüğü anda Nadir Bey

“Eh, gelecek Perşembe buluşmak üzere ayrılabilir miyiz?” derdi. Onu daha faz­

la yormamak için hemen ayağa kalkar arabasına bindirip uğurlamak üzere

dı-Sam i K araö ren , bir P e rş em b e Söyleşisi’nde.

şarı çıkardık.

Böylece ilk ayrılan daima Nadir Bey olurdu. Ardından bizler de yavaş yavaş dağılırdık.

Kimi zaman da küçük bir grup kon­ yak ve kahveyle daha epeyce sürdürür­ dü söyleşiyi. Özellikle Melih Bey isterdi uzatmayı, büyük ilgi ve beğenceyle (zevkle)dinlerdik.

Şunu da belirteyim: Bu toplantıların ilki Ayazma’da başladı. Sonra Tarab- ya’da Hiristo’da daha sonra da Filiz’de sürdürüldü.

Nadir Bey’le Perşembe'lerimiz işte böyle aşağı yukarı iki yıl sürdü. 1991 Ni­ sanından itibaren artık Perşembe top­ lantılarını Nadir Bey’le sürdüremez ol­ duk. Birkaç kez Nadir Bey’siz kendi a- ramızda toplandık. Sağlık sorunu dola­ yısıyla çabuk yorulan Nadir Bey bu ►

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunun cevabı açıktır ve &#34;hayır, bu kimse bu suyu istediği gibi kullanamaya- caktır~' şeklinde olacaktır. Daha kesin ve net bir ifade ile, bunun cevabı, &#34;bu kişi bu

Sülfat tehacümünün vu- kuu için devamlı surette rutubet şartlarının mevcudi- yeti elzemdir ve umumiyetle dış duvarların cephe tuğ- laları sülfat tehacümüne meydan

Idarece buna verilen kar~~l~ kta; Maliye Vekilli~inin, be~~ ay sonra gerekecek kömür için iki yüz bin lira vermesi olana~~~ varsa, be~~ aya kadar hareketten kalacak olan

Elektrikli araç üreten otomobil firmalarının şarj süresini kısaltmanın ötesinde otonom sürüşün sağlanması ve sü- rüş güvenliğinin artırılması gibi hedefleri de

the Submandibular Salivary Gland: A Case Report Submandibular Tükrük Bezinde Gelişen Malign Miyoepitelyoma:..

Hasta ve sağlıklı bireylerin uyku ile ilgili olarak yaşadıkları sorunları, uykuyu etkileyen hastalıkları, çevrenin koşullarını belirleyebilmeli ve uyku kalitesini

“ Bu yıl nisanda yaşın oldu Ası­ ma doksan / Beyin gücün tamam amma beden gücün noksan.’’.. Nisanın beşinde doksan yaşını dolduran Ömer Asım Aksoy, bu

Güünümüzün teknolojisi ile birleşen Mimaride aydınlatma tasarımı gelişerek, özellikle enerji etkin, sürdürülebilir tasarımlar odağında, doğal ışığın öncelikli