HABERLER
CUMHURİYET/11
Ünlü şair, dönemin Emniyet Müdürü Sökmensüer’le neler konuştu?
r
t - - u ı . o uN.Hikmet ‘Cadı Kazanı uda
Gazetemizde 11-25 Şubat 1990 tarihleri arasında 15 gün yer alan, Uğur Mumcu’nun yazdığı
“ 40’ların Cadı Kazanı” başlıklı dizi-araştırma, yine aynı isimle kitap olarak derlendi. Tekin
Yayınevi’nden önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak kitapta, -okuyucularımızın hatırlayacağı
gibi- 40’h yıllara damgasını vuran kişiler ve olaylar inceleniyor.
Kitabın ‘Askeri İsyanaTeşvik Etmedim” başlıklı dördüncü bölümünde, Nâzım Hikmet’in,
dönemin Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer’le görüşmesi de yer alıyor. Aşağıda tam
metnini sunduğumuz bu bölüm, ilk kez yayımlanıyor:
Cumhurreisi A tatürk'ün Yüksek Katma
Türk Ordusunu “isyana teşvik”
ettiğim iddiasıyla “on beş yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk
D onanm asını “ isyana teşvik
etm ekle" töhmetlendıriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum.
Askeri isyana teşvik etmedim. Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdumu seven bir yüreğim var.
Askeri isyana teşvik etmedim. Yurdumun ve inkılapçı senin kar şında alnım açıktır.
Yüksek askeri makamlar, devlet ve adalet, küçük, bürokrat gizli re lim düşmanlarınca aldatılıyorlar.
Askeri isyana teşvik etmedim. Deli, serseri, mürteci, satılmış, in kılap ve yurt haini değilim k i bunu bir an dlsun düşünebileyim.
A skeri isyana teşvik etmedim. Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilecek ha pis yıllarını taşıyabilecek kadar sa bırlı olabilirdim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin fela keti ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak is tenen bu “inkılap askerini isyana
teşvik " damgasının ancak senin el
lerinle silinebileceğine inandığım- dandır.
Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin.
Kemalizmden ve senden adalet is tiyorum.
Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.
Nâzım H ikm et R A N
[Nâzım Hikmet’in Atatürk’e yaz dığı bu mektup, Nâzım’m akrabası Ali Fuat Cebesoy tarafından Dol- mabahçe Sarayı’nda yatan A ta türk’e verilmek istenir, ancak has talık nedeniyle bu mektup Atatürk’e verilemez. Bu mektup Haluk Şeh- süvaroğlu tarafından saklanmak üzere M uhtar E m ata’ya verilir. M uhtar Em ata da mektubu Doğan Avcıoğlu’na verir. Avcıoğlu da bu mektubu Yön dergisinde yayımlar. (Yön, 3 Şubat 1967)]
‘‘..Onun gıyabında beraber veril diğimiz mahkemelerden ve kimbilir kaçma tevkiften ve mahkemelerden sonra bir aralık galiba geçici olarak serbest bırakmışlardı.. Onun bu ge lişinde artık onunla ciddi konıışma- hydım. Çünkü o ne bir parti teşki latçısı, -hatta bildiğime göre- ne par tili idi.
[Nâzım Hikmet TKP’ye üyeydi. Bkz Tunçay Mete-TUrkiye’de Sol Akımlar. 3. bası; Bilgi Yayınevi S.: 362. Ayrıca Ihmalyan Vartan - Bir Yaşam öyküsü; Cem Yayınevi S: 206-207]
Ama inanmış bir komünistti. Fa kat hareket adamı olmaktan ziyade sanat ve heyecan adamı idi. Hatta komünizme sınıf mücadelesinden değil heyecan yolundan gelmişti. O halde bir parti ve teşkilat hareketi ile bağlı bulunmayan -hatta bildiği me göre- 1930'larda parti arkadaş larınca bir sanat adamı, acaba bo yuna hapisleri boylamadan, boyu na cezadan cezaya sürülmeden, dün yanın en fakir toplumu olan bizim milletimizin dertlerini dile getiremez miydi? Hem de şu veya bu şehirde şu veya bu karakol komiserinin şüp heli kontrolü altında değil de bura da, Ankara’da!
Ve gereğince davalarını, bu mül kün en büyüğüne bile hem de dü şündüğü gibi anlatarak?
Niçin oimasındı?
Biz şu şartlar içinde ve biç kim seye medh-ü sena destanları yazma dan, öz benliğimiz ve fikirlerimizle bu şehrin havasında yaşamıyor muyduk? Hem de hücumlara, sal dırılara, tertiplere, komünist ve anarşist gibi suçlamalara rağmen. O halde Nâzım da Ankara'da, yani göz önünde, yani O’nun hasret git tiği topraklar üstünde bir yaşama hakkı ve yaşama hürriyeti sağlama lıydık. Bu benim vazifemdi.”
Bunları Doğan Avcıoğlu’na anla tan Şevket Süreyya Aydemir’dir.
[Yön, 27 Ocak 1967 Avaoğlu Do ğan Şevket Süreyya ile Bir Konuş ma. “ Nâzım Hikmet Ankara’da” ] Ben de bu konulan Aydemir’den birkaç kez dinlemiştim. Şevket Sü reyya Aydemir’in Ankara Bahçeli- evler’de karakol durağmın hemen arkasındaki iki katlı küçük evinde, sonra da bu evin yerine yapılan apartmanda Şevket Süreyya Ayde mir’in o doyumsuz söyleşilerinin ço ğuna ben de katılırdım.
Aydemir, ne zaman Nâzım’dan söz etse gözleri yaşarır; titreyen se si ile Nâzım’dan şiirler okurdu:
Sen benim hürriyetim ve esaretimsin
Çıplak bir yaz güneşi altında yatan etimsin Sen memleketimizsin
Sen ela gözlerinde yeşil hareler Sen büyük, güzel ve muzaffer Ulaştıkça ulaşümaz olan
hasretimsin.
Nâzım Hikmet, 1938 yılında H arp Okulu davası nedeniyle, tu tuklanmadan A nkara’da Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile görüşür.
Şevket Süreyya bu görüşmeyi Av- cıoğlu’na şöyle anlatır:
‘‘Cüretli bir karar içindeyim. Nâ- zım'ı Ankara’nın en ürkeceği insan ları Qe tanıştıracak ve onu Ankara' nın en çekineceği yerlerde dolaştıra caktım. Kısacası onu Ankara’ya ısındıracaktım. Hem de ondan hiç bir fedakârlık istemeyerek. Davası, halkın davası değil miydi? O halde dünyada, bize ondan daha yakın, Türk halkından daha sevilmeye, iş lenmeye layık hangi halk var?”
Şevket Süreyya, Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ve İçiş leri Bakanı Şükrü Kaya ile Nâzım yemekte bir araya getirilecektir. Sol eğilimli öykü yazan Sadri Etem de Matbuat Umum Müdürlüğü’nde ça lışmaktadır. Şevket Süreyya, Sadri Etem’i arar; konuyu anlatır.
Sökmensüer ve Kaya ile görüşü lür. Şevket Süreyya konuyu Nâ- zım’a açar. Nâzım “ olmaz” der. Sonra “ peki” der.
Buluşma sağlanır. Emniyet Genel Müdürü Sökmensüer ve komünist şair Nâzım, Şevket Süreyya’nın Çankaya’daki evinde bir araya ge lirler.
Nâzım İspanya iç savaşı için yaz dığı şiiri okur. Sökmensüer duygu lanır. “ Nâzım” der “ bu şiirde ne
komünizm ne kapitalizm var. Bu şi irde anlatılan bir halkın isyanıdır. Tıpkı bizim istiklal savaşımızda ol duğu gibi. Ama ne yazık ki hiçbir Türk şairi bu destanı dile getirme di. Yazık değil mi Nâzım? Bizim halkımızın isyanı ve savaşı yanında İspanya iç savaşı çocuk oyuncağı kabr. Anadolu destanını yazsana Nâzım sen, Anadolu destanını yaz.”
Ondan sonra sofrada ne Emniyet Umum M üdürü, ne her adımı izle nen Nâzım Hikmet kaldı. Hepimiz bu izlemelerin üstünde ve hepimize muhtaç ülkenin çocukları olarak ko nuşuyorduk.
Emniyet Genel Müdürü
Sökmen
-süer gittikten sonra Şevket Süreyya, Nâzım’a takılır;
“ Nâzım, şu Prodhon’un hikâye sini bilirsin ya, kitabında ‘ben her akşam yemeğimi polis müdürü ile yer, fakat gene ihtilalimi yaparım’ diye yazardı da bunu seninle hep tartışırdık. Şimdi galiba sen de...”
Aynı konuyu bu satırları yazar ken bir teyp bandından dinliyorum. Teypteki ses, Şükrü Sökmensüer’- in.
Tarih araştırmaası Arı İnan, 1975 yjlı şubat ayında Şükrü Sökmensü er ve Şevket Süreyya Aydemir ile bu konuları konuşuyor.
Arı İnan soruyor; Sökmensüer anlatıyor:
SÖKMENSÜER — Komünizm, yani Bolşevik meselesinde size iki şey anlatabilirim:
1— Nâzım Hikmet’le temasım. 2— Celal Bayar ile komünizm meselesinde temasım. Bir de Çanak kale mebusluğuna müstakilen nam zetliğini koyan ve Çanakkale’yi do
laşıp kazanan, sonra Demokrat Par- ti’ye katılan, Nurettin isminde bir mebusun Demokrat P arti’nin ko münizm hakkındaki fikrini anlatan ve benim de kendisinin İnönü ile te mas etmek üzere İnönü’ye gönder diğim bir mesele var.
. İstanbul Üniversitesi’nde Nâzım Hikmet’in şiirleri okunuyor ve ge niş propaganda yapılarak Nâzım Hikmet taraftarlığı her gün biraz da ha çoğalıyordu. Bir gün düşündüm dedim ki, bu üniversite öğrencileri ni Nâzım Hikmet etrafında toplayan adamlarla temas edeyim. Onların içinde mühim olduğunu söyledikleri son sınıf talebesinden bir çocuğu, Emniyet Müdürüne emir verdim, bana gönderin dedim. Bir pazar gü nü getirdiler. Dairede hiç kimse yok ken bu öğrenciyi kendi çalıştığım odaya aldım, oturdum dedim ki ko münizmi Nâzım Hikmet şiirleri do layısıyla benimsemiş, bunu yayma ya çalışıyorsun üniversitede. Bu doğru bir hareket değildir. Çünkü
bu hareket Türkiye’nin Rusya’ya katılmasını icat eder ve istiklal na mına bir şey kalmaz. Bu sizin için de iyi bir akıbet vermez. Memleke timize acıyın. Türkseniz Türklüğe acıyın ve bu fikirlerden vazgeçin ve üniversitedeki bu propagandadan vazgeçin dedim. Bana dedi ki; “ Ne söylersen söyle, ben komünistim, dedi ve hiçbir fikir beni bu zihniye timden ayıramaz” dedi.
Ben o zaman çok müteessir ol dum. Genç bir üniversiteli idi. Ken disine birkaç acı söz söyledikten sonra, buyrun gidin dedim. Polise emir verdim götürün dedim. Trene gitsin dedim. Şimdi çocuğun ismini -belki ilerde dosyalarda bulacağım- hatırlamıyorum am a takriben 3 ay sonra bu çocuktan bir mektup al dım. Diyor ki: Emniyet Umum Mü dürü diye yazıyor; Şükrü Beyefen di diyor, beni 3 ay evvel nezdinize celp ettiniz ve bana nasihat ettiniz; ben nasihatımza mukabil fikrimde ısrar ettim. Siz bana acı acı sözler
söyleyerek beni uzaklaştırdınız. Şimdi düşünüyorum sizi haklı görü yorum ve size söz veriyorum, bun dan sonra komünizm aleyhinde bu lunacağım. Nâzım Hikmet’in şiirleri sadece benim propagandamla değil bizzat o şiirleri üniversite muhitin de tesir yapıyor ve gençleri Nâzım Hikmet etrafında topluyor diye yaz dığı mektup. Ben düşündüm, taşın dım, yahu şu Nâzım H ikm et’le bir de ben temas edeyim dedim. O sı rada Sadri Etem “ Bu Çanlar Kimin İçin Çalmıyor” diye eseri olan bir Sadri Etem vardı. Dahiliye Vekâle ti Basın Yayın Umum Müdürü de beni çok severdi. Bu da solcu idi. Ama hain bir solcu değildi. Çağır dım bunu. Dedim ki yahu beni Nâ zım Hikmet’le temas ettir dedim. Sevindi adeta. İsmet Paşa’mn Çan kaya’daki evi var ya, onun tam kar şısında bir evde bir gece toplantı ol du. Beni bu Sadri Etem o eve götür dü. Bir salonda '»turduk. Nâzım Hikmet karşımf di. Sadri Etem vardı, Şevket Süreyya vardı. H atı rıma gelmeyen solculardan bir iki ki şi daha vardı. Ben Nâzım Hikmet’e “ Nâzım Hikmet” dedim. “ Kıymetli bir şairsin. Güzel şiirlerin var ve bunlar gençlik üzerinde müessir. Siz fikren hâkim olmaya çalışıyorsunuz üniversiteye. Size bu hususta benim söyleyeceğim şu nokta var” dedim. “ Komünizm Türkiye’yi ortadan kaldırır, Türkiye diye bir memleket bir devlet kalmaz. Komünizm eğer devletin iktisadi alanda müdahale sini eğer geniş ölçüde uyguluyorsa, ben size söyliyeyim, Türkiye Cum huriyeti tabiatına Türk milletinin ta biatına uygun olarak C H P'nin dev letçilik umdesi vardır. Bu devletçi lik umdesinin sizi de tatmin etmesi lazım gelir; çünkü memleketin ihti yacı olan mühim eserleri ancak dev letin sermayesiyle ve devletin müda halesiyle vücude getirmek imkânı vardır. Çünkü Türkler içinde büyük eserler, fabrikalar, şu bu tesis ede cek sermaye toplantısı yoktur. Bi naenaleyh ikinci bir mevzu komü nizm, Allah göstermesin orduya si rayet ederse, artık bu memleketin sonu demektir. Onun için bunlardan vazgeç. Bizim devletçiliğimizi ele al. Bu devletçilikte seni tatmin etmek lazım gelir. Mesele bir noktada bu luşuyoruz. Yani devletçilik mevzu unda buluşuyoruz. Herşeye devlet hâkimdir. Halk Partisi’nin devletçi liği de buna az çok yakındır ve CHP programına göre işçiyi himaye eden bir partidir.”
Bana uzun boylu cevap verdi. Ben cevap verdim. Sabah güneş doğu yordu, dedi ki:
“Beyefendi” dedi, “bana ne emrin vardır?” “ Benim sana emrim yok tur. Sen zeki bir adamsın. Okumuş bir kişisin. Ne demek istediğimi an layacak kaabiliyettesin. O kaabili- yete göre karar ver” dedim. “ Ben” dedi, “ gençlik tarafından sevilen bir şahsiyetim. Gençlik benim etrafım- dadır. Ben birdenbire komünist, sol neşriyatından vazgeçip size iltihak edemem. Ama tedricen sizin dava nızı müdafaa ederim” dedi ve uğur ladık.
Güneş doğmuştu. Bu Sadri Etem benden evvel çıktı. O da vekâlette çalışıyor. Sadri Etem koşuyor Şük rü Kaya’ya haber veriyor. Diyor ki, Emniyet Umum Müdürü, Nâzım Hikmet’le dün gece mülakat yaptı ve ne konuştuksa anlatıyor. Bir de baktım Şükrü Kaya bir telefonla be ni çağırıyor. Kalktım; şimdi A ta türk’ün müzesi olan ilk BM Mecli- si’nin bulunduğu bina var ya ora daydı Halk Partisi. Genel Sekreter idi aynı zamanda Şükrü Kaya. Ora ya gittim Odasına girince, ayağa kalktı, gayet hiddetli olarak “ Bira der” , dedi. “ Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Umum Müdürü komünist lerle. Bu nasıl haldir?” dedi, falan bağırmaya başladı. “ Ben” dedim, Emniyet Umum Müdürüyüm. Hem faşistlerin elini tutarım, hem komü nistlerin, hem de Atatürkçülerin eli ni tutarım ki -en çok onların elini tutarım -. Memleketteki havayı, memleketteki cereyanları takip et mekle mükellefim. Bilmeliyim ko münistler ne yapıyor, faşistler ne ya pıyor ve Atatürkçüler hangi istika m ettedir.” Şükrü Kaya geldi bana sarıldı. Elimi tuttu. “ Seni tebrik ederim” dedi. “ Ben haber aldım çok sevindim” dedi. “ Çok isabetli bir hareket yapmışsın. Şimdi senden benim ricam bu Nâzım Hikmet’le beni de konuşturm andır” dedi. “ O nu” dedim “ Sadri Etem Te söy liyeyim. Sadri Etem bu vazifeyi yap sın” . Sonra Şükrü Kaya da Nâzım H ikm et’le konuştu. Benim Nâzım H ikm et’le olan temasımda. Nâzım H ikm et’in zamanla sizin davanızı m üdafaa edeceğim şeklindeki bana cevabı, ben İstanbul vali vekili iken 1937 galiba. Geldi bir eser getirdi. Kabul ettim vilayet makamında O ’na bir kahve içirttim, sigara ver dim. Dedi ki: “ Beyefendi” dedi, “ işte sizin devletçiliğinizi m üdafaa eden bir şey yazdım” dedi. “ Bir nevi tiyatro eseri yazdım” dedi.
Hakikaten verdi bana baktım, bi zim devletçiliğimizi metheden bir eser. Tamamen okumadım. “ Teşek kür ederim” dedim. “ Ben sana gü veniyorum. Binaenaleyh sen bu şe kildeki eserlerine devam et” dedim.
S.— Neydi eserin adı?
C .— Bir tiyatro eseri idi. Bilmem sonra basıldı mı? Oynandı mı? Bil miyorum. Birinci bu. Bu Nâzım Hikmet’le temasım. Yani Nâzım Hikmet’i bir nevi Atatürkçülüğe doğru yanaştırmıştım.
Nâzım, [çişleri Bakanı Şükrü Ka ya ile de görüşür. Kaya ve Nâzım dost olurlar.
Nâzım önce A nkara’ya gelecek, sonra da Anadolu’yu gezip şiirler yazacaktı.
Nâzım, tam o günlerde tutukla nır. Emir yüksek yerden gelmiştir: Mareşal Çakm ak’tan!
[Korcan Kerim-Harbiye Kazam. E Yay. İst. 1990, S: 175]
Mareşal Çakmak’ın yaşamının son günlerinde “ komünistlikle” suçlanması ne ilginç bir yazgıdır.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi