• Sonuç bulunamadı

Resim:Bubi:sanatta, 'ben yaptım oldu' mantığına karşıyım'

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Resim:Bubi:sanatta, 'ben yaptım oldu' mantığına karşıyım'"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bubi: “Sanatta, ‘ben yaptım oldu’

m antığına karşıyım ”

B

u ay 500. Yıl Vakfı’nm düzenlediği kutlama

etkinlikleri çerçevesinde AKM’de kişisel bir

sergi açan Bubi, psikoloji eğitimi gördükten

sonra, yaşamını tamamen resim sanatına

adayan bir sanatçı, çalışmalarında, teknik

olarak bir dönem graffitiden çok yararlandığını belirten

Bubi'nin bu sergisinde, 1990’dan bu yana uyguladığı

konstrüksiyonları yer alıyor. Bubi ile, sanatı ve özel yaşamı

üzerine VİZYON için Nur Nirven konuştu.

is a iy a ü g ar t . D* fV 1

Usa-Adsız, tuval üzerine tuval, akrilik, 110x140, 1992 İlk dönemlerinize ait bazı desen­ lerinizi görmüştüm. Bazısı, mo­ delinizi birebir yansıttığınız por­ trelerdi. Bu desenlerde modelini­ zi böyle canlı yansıtmanızda psi­ koloji öğrenimi görmenizin rolü var mı?

Resim serüvenim psikolojiden ön­ ce başladı. Fakat, gördüğüm psiko­ loji öğreniminin yaşamıma büyük katkıları olduğu gibi, yine aynı doğ­ rultuda, yaptığım resimlerde de ne tip tuzaklara düşmemem gerektiği­ ni sorgulama olanağı verdi. Ancak, psikolojiyi hiçbir zaman resimleri­ me malzeme yapmadım. Örneğin, bilinçaltını hiç istismar etmedim. Bu tür yaklaşımları sanatımdan her za­ man dışladım. Genel anlamda psi­ koloji yöntem bulmama, bulduğum yöntemi sağlıklı biçimde sürdürme­ me yardımcı oldu.

Resim serüveniniz daha önce başladığına göre neden güzel sa­ natları değil de psikolojiyi seçti­ niz?

Doğrusunu söylemem gerekirse, o zamanlar Akademi’ye karşı bir ön­ yargım vardı. Öğrencileri yönlendir­

diklerini ya da asker gibi sıraya soktuklarını düşünüyordum. İkinci neden ise, 5-6 kuşak kadar geriye giden bir doktor ailesinin son ferdi­ yim. Yalnız babam ve amcalarım değil, dedelerim de doktor. Ailem benden doktor ya da dişçi olmamı bekliyordu. Yani, tıp ile sanat ara­ sında bir seçim yapmam gerekiyor­ du. Çocukluğumdan beri psikoloji­ ye ilgim vardı. Bir yerde benim için “sırdaş meslek”ti. Okulu bitirdikten sonra çeşitli işler yaptım. Ekonomik sorunlarımı bir an önce çözümle­ mek, satış kaygısı gütmeden ba­ ğımsızca resim yapabileceğim bir ortam yaratmak için ticarete atıl­ dım. Eskicilikten konfeksiyonculu­ ğa, dekorasyondan galericiliğe ka­ dar çok çeşitli işlerle uğraştım. Ni­ hayet 80’li yıllarla birlikte bütün yan uğraşların benim için vakit kaybı ol­ duğunu ve enerjimin büyük bölü­ münü tükettiğini fark ettim. Ve Lami macerası dışında başka hiçbir işle uğraşmadım. Şimdi, sanatımın ge­ tirdiği ekonomik olanaklarla ayakta duruyorum.

Lami’ye neden macera diyorsu­

nuz? Galeriyi belirli bir çizgiye oturttunuz, çevrenize belirli sa­ natçılar toplandılar ve bir anlam­ da yaygın eğitimi de üstlenen bir gazete çıkardınız.

Macera sözcüğünü olumsuz an­ lamda kullanmadım. Lami’nin Türk resim sanatında önemli bir yeri ol­ duğunu ben de kabul ediyorum. Özellikle, gerek galeri, gerekse ga­ zete bizim, yani bu işin başından itibaren birlikte olduğum Yalçın Sa­ dak ile benim sanata bakışımızın ve düşüncelerimizin hayata geçirildiği yerler oldu. Bunu özellikle belirt­ mek isterim. Bu macerayı düşün­ düğümde, biz, bu etkinlikleri çok kahramanca başlattık ve bütün sa­ natçı arkadaşlarımızın, eleştirmen­ lerin ki, bunların arasında siz de varsınız, desteğini gördük. Yalnız bu, sadece destekle yürütülecek bir İş değildi. Ekonomik sorunları çözümleyemediğimizden, bir süre sonra düşüşe geçeceğimizi fark et­ tik. Düşüşe geçmeden önce, en üst düzeydeyken bu işi durdurmayı da­ ha akıllıca bulduk.

Peki, geçtiğimiz Temmuz ayında TÜYAP’ta açılan 1. İstanbul Sanat Fuarı projesi nereden aklınıza geldi?

Piyasanın oluşması için kamuyu hareketlendirecek, daha geniş kit­ lelere ulaşabilecek bir etkinliğe ge­ rek vardı. Bu işi galerilerin çözeme­ yeceğine inandım ve projeyi Plastik Sanatlar Derneği’ne sundum. Der­ nek, uzun tartışm alardan sonra projeyi kabul etti ve projeyi ben ha­ zırladığım için genel koordinatörlü­ ğü üstlenmem istendi. Sanırım, ba­ şarılı bir fuar oldu.

Yeniden psikoloji öğreniminize dönersek, sizin iki tez çalışması yaptığınızı biliyoruz. Bunlardan biri, okulu bitirirken savunduğu­ nuz tez. Diğeri ise o zamanların Türkiye’sinde henüz işlenmemiş bir konuyu ele aldığınız “Tuvalet Duvarları.”

Bitirme tezi olarak tuvalet duvarla­ rındaki ve dış mekanlardaki duvar yazılarını konu olarak seçmiş ve bir pilot araştırma hazırlamıştım.' An­ cak, tezimi yöneten profesör araş­ tırmamı okumaya başladığında te­ zimi reddetti. Bana, “Bu müstehcen yazıları nasıl okuyacaksın” gibi ga­ rip bir soru sorduğunu hatırlıyorum.

Peki, tuvalet duvarlarındaki gra­ fittiler resminizi etkiledi mi?

1980’li yıllardan bu yana taşıyıcı ol­ mayan b ir sanatı savunuyorum ben. Buna karşın, teknik olarak grafittiden çok yararlandığımı itiraf etmeliyim. Burada yararlandığım, taşınan içerik değil, şüphesiz bu duvarlardaki acemi gibi duran tek­ nikti. Bir tuvalet duvarındaki bir çi­ ziktirmenin güzelliğinin dille anlatıl­

ması olanaksız. Örneğin, bir duvar­ da gördüğüm boya akıntısından böyle bir tekniği kendi tasarımlarım doğrultusunda kullanabileceğim sonucuna vardım.

Sanatçı çağının tanığıdır, denir. Diyelim ki, 50-100 yıl sonra, sizin resimlerinize bakan bir izleyici nasıl bir izlenim edinsin istersi­ niz?

Sanatçı, tabii ki, zamanın ve içinde yaşadığı toplumun tanığıdır. Nasıl, arkeolojik dönemlerde kullanılan gündelik eşyalar bize o dönemler­ de yaşayan insanların hayat tarzla­ rı, düşünceleri konusunda bilgi ve­ riyorsa, 2500 yılında da benim re­ sim lerim bugünün insanının bir göstergesi olarak izleyicinin karşısı­ na çıkacak. Bu bir. ikinci olarak, be­ nim öncelikle üzerinde durduğum “ Bubi, sanat tarihine ne eklemiştir ya da neleri dışlamıştır?”, “ Bubi’nin 2500 yılının sanatına ne gibi katkıla­ rı olmuştur?” sorularının yanıtları. Ama bu da, benden çok eleştir­ menlere ve sanat tarihçilerine dü­ şen bir sorumluluk.

Söz arkeolojiden açılmışken, si­ zin birçok merakınız var. Bunlar­ dan biri de arkeoloji koleksiyon­ culuğu.

Düşünün, 3500 yıl önce herhangii bir yerde yapılmış bir vazoyu bu­ gün elinize alıp baktığınızda o yıl­ larda yaşanmış bir olayı, bir sevinci, bir kavgayı sanki hissediyorsunuz. Bir tür röntgencilik değil mi bu da? Ayrıca, insanlık tarihine, insan eme­ ğine duyduğumuz bir saygı da var tabii. Yani ister kendi kültürüm, ister başka bir kültür olsun bilgilerimin bir kültür sentezinden geldiğine inanıyorum. Sizinle daha önce yap­ tığımız bir röportajda özellikle vur­ guladığım bir cümle vardı; “Adem ölmedi, ben Adem’im ” demiştim. Bunu söylerken bu kültürel sürekli­ liği dile getirmiştim. Yani, hepimiz birlikte varız aslında. Bugünkü uy­ garlığımızı fırıncısından ayakkabı boyacısına, sanatçısından doktoru­ na hiç bir ayrım gözetmeden birlik­ te yaratıyoruz.

Başka ne koleksiyonlarınız var?

Ben, 2. Ramses’in mezarına bir sü­ rü şeyi toplaması gibi sürekli bir- şeyler toplarım. Tahta oymalardan sandıklara, cam eşyaya, eski yazı­ lara, resime kadar. Çocukluğumda pul, para ve bilya koleksiyonlarım vardı. Başka bir özelliğim de, çok sevdiğim her eşyadan iki tane al­ mam. Çok beğendiğim bir gömlek­ ten ya da pantolondan iki tane alı­ rım. En son, bir bej gömlek beğen­ dim, üç tane birden aldım.

Arkeoloji koleksiyonunuzda Neo­ litikken Bizans’a kadar birçok parça var. Bugün böyle bir kolek­ siyon yapmak kolay mı?

VİZ Y O N NİSAN 1992

(2)

Adsız, tuval üzerine tuval, akrilik, 120x12, 1992

“S a fa ra d la r’ın e tk in lik le ri T ü rkiye’nin

B a tı’daki im ajın ı değiştirm eye yönelik.

Türkiye B a tı’da barbar, yıkıcı, kan dökücü

gibi yanlış im a jla rla tak d im ediliyor ve

bugüne ka d a r bunu d eğ iş tirec ek pek bir

şey y a p ılm a d ı.”

Koleksiyonun yüzde 60-70’i bana ailemden kaldı. Ailenin çeşitli fertle­ ri tarafından toplanmış olduğundan çok farklı dönemleri içeriyor. Bu ko­ leksiyonu bugün ben toplamaya başlasaydım, koleksiyonculuk bilin­ cinin gerektirdiği sistemin tersine gene böyle farklı parçalar toplar­ dım. Çünkü her zaman için dağınık­ lığı düzene tercih etmişimdir. Karı­ şıklıktan pek çok düzen doğar. Ek­ lektik bir biçimde nice organik bü­ tün saklıdır.

O zaman, sizin bu tezinize göre Post Modernizm’in temelleri doğ­ ru atılmış oluyor.

Konuya -izm’ler açısından bakmak istemiyorum. Bir süreç yaşıyoruz. Bugüne kadar dışladığımız ya da safra diye attıklarımız farklı kılıklarla yeniden karşımıza mı getiriliyor? Bence yanıt bekleyen en önemli sonu budur. Yaşamakta olduğumuz durumu geleneksel terminoloji ile tanımlayam ayacağım ız açık. 14. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına dek sanat yapıtını değerlendirmede te­ mel alınan yaratıcılık, özgünlük gibi kavramların bugün nesnel bir karşı­ lığı kalmamıştır. 19. yüzyılda baş ta­ cı edilen muhalifliğin de öyle. Bu durumda, sanatçının toplumsal sta­ tüsü yepyeni bir terminoloji ile ta­ nınmayı bekliyor. Bugün sanata ve sanatçıya baktığımızda elim izde gerçekten ilginç veriler var.

Sanat konusunda oldukça farklı ve ilginç çıkışlarınız var. Uzun yıl­ lardan beri sanat ve sanatçı üze­ rindeki tabular yıkılmalı diyorsu­ nuz. Bu görüşünüzü biraz açar mısınız?

Öncelikle bir saptama yapmak zo­ rundayız. Bildiğiniz gibi, 19. yüzyıl­ da batı toplumlarında tanık olunan büyük değişmeler, sosyal çalkantı­ lar, normların yıkılması sanatın tanı­ mını ve sanattan beklenenleri de­ ğiştirdi. Ellerindeki değerlerin yıkıl­ ması insanları şaşkınlığa, bir yerde boşluğa düşürdü. Bu dönemde in­ sanlar kendilerine bir dayanak ara­ maya başladılar. Dogmalar tartışıl­ maz gerçekler gibi karşımıza çıka­

rıldı; Marksizm’den tutun da Fre- ud’çu düşünceye kadar. Sanat ve sanatçı yol gösterici, öncü bir deha olarak kabul edildi. Sanatçı, mesih sayıldı. Bugün de böyle romantik özlemlerle karşılaşıyoruz. Ancak gerçek şu, sanatçı hiç de ayrıcalıklı konumda olmayan, hatta sanat ile zanaat arasındaki sınırın giderek ortadan kalktığı bir durumla karşı karşıya. Artık sanatı başka bir gözle kavramak zorundayız.

Nasıl bir göz bu?

Daha samimi bir göz. 20. yüzyıla baktığımızda yaratıcılık, ayrıcalık, özgünlük, teklik, bireysellik vs. gibi romantik kavramların yavaş yavaş terk edilmesi sanatı yalnızca bu tip değerlerle kavrama alışkanlığında olan birçok sanatçı ve aydını sana­ tın öldüğü savma götürdü. Oysa bunlar sanatın kendi değil, sanata yüklenen değerlerdi. Hatta izin ve­ rirseniz, iftiralardı demek istiyorum. Konuya bu açıdan baktığımızda sa­ natı daha yalın ve açıklıkla kavraya­ bileceğimizi görüyorum. Yani sanat öldü diye birşey yok. Ölen, yanlış anlamalar; mesihçi tavır.

Sanatın ölmediğini, değiştiğini söylüyorsunuz. Peki, sonuçta or­ taya ne çıktı sizce?

En basit anlamda, sanat ile zanaat arasındaki sınır artık yok denebile­ cek bir noktaya geldi. Bir üretim et­ kinliği olan sanatın artık ayrıcalıklı yeri ve rolü yok. Sanata ve sanatçı­ ya yüklenen misyon da değişti. Sa­ natçının muhalif tavrı gittikçe an- lamsızlaştı. Artık ondan yenilik ve öncülük de beklenmiyor.

Peki, bütün bunlar sanatçının ye­ ni şeyler yapmayacağı anlamına mı geliyor?

Şüphesiz hayır. Yalnız, tüm insanlar gibi o da artık ekmek alırken kuyru­ ğa girecek.

7 Nisan’da, Yahudilerin İspan- ya’dan kaçarak Türkiye’ye geliş­ lerinin 500. yılı nedeniyle düzen­ lenen kutlama etkinlikleri kapsa­ mında siz de Safarad kökenli bir sanatçı olarak AKM’de bir kişisel sergi açıyorsunuz. Bu serginizde

1990’lardan bu yana uyguladığı­ nız konstrüksüyonlar yer alıyor. Daha önce sizinle yaptığımız rö­ portajlardan birinde “Benim ya­ pıtlarım soyut değil, somuttur” derken dışardaki herhangi bir şe­ ye gönderme yapmayan işlerden mi söz ediyordunuz?

Evet. Bu konstrüksiyonlarımın da taşıyıcı olmayan birer mimari ele­ man olarak ele alınması gerektiğine inanıyorum.

Bu kutlamanın kamuoyunda nasıl bir izlenim yaratacağını, ne tür bir ses getireceğini düşünüyor­ sunuz?

Bu etkinlikler Türkiye’nin Batı ülke­ lerindeki imajını değiştirmeye yöne­ lik. Türkiye, Batı’da barbar, yıkıcı, kan dökücü gibi yanlış bir imajla takdim ediliyor. Bugüne kadar bu imajı değiştirecek etkinlikler fazla yapılmadı. Safaradlar, bu kadar yıl­ dır Türkiye’de rahat yaşadıklarını, hiçbir problemle karşılaşmadıkları­ nı, kendi kültürlerini sürdürebildik­ lerini ve Türk kültürü ile etkileşim içinde olduklarını göstermek istiyor­ lar. Türkiye’nin Batı'da uyandırılan yanlış imajını silmenin sanıyorum en güzel yolu günlük yaşamın yanı- sıra sanat ve bilim alanındaki çalış­ maların bu tip vesilelerle sergilen­ mesidir.

Son çalışmalarınız kafesleri andı­ rıyor. Osmanlı mimarisinde kulla­ nılan kafeslerin bunda rolü olabi­ lir mi?

Kafes adlandırması izleyicide he­ men hapis ya da arkadakini gizle­ me gibi çağrışım lara yol açıyor. Şüphesiz, bunun önünü kesmek güç. Oysa, yapıtlarımdaki kafes ör­ güsü, temelde, yüzeydeki boşluğu geçmek için kullanılan bir teknik. Eski köşklerin, camilerin pencerele­ ri bir dayanak olmuştur. Yalnız, az önce de söylediğim gibi resimle­ rimle Osmanlı mimarisinde kullanı­ lan kafes arasında işlev farkı var. Mimarideki kafes iç mekanı dışarıya karşı örtmek amacıyla yapılandırıl­ mıştır. Resim lerim deki kafes ise oluşturmak istediğim biçimin tuğla­ sı, bir yerde temel elemanıdır. Kısa­ ca, ben kafesin resmini yapmıyo­ rum.

Yapıtlarınızın çok renkli olması yörük çadırlarını, kilimlerini de anımsatıyor.

Evet. Renkçi bir yaklaşımım var. Ki­ limler, yörük çadırları, adak ağaçlan beni çok ilgilendirmiştir.

Vejeteryen olduğunuzu biliyoruz. Neden vejeteryenliği seçtiniz?

Çocukluğumdan beri eti hiç sev­ medim. Bir de, çocukluk romantiz­ mi içinde hem hayvanları sevmek, sonra da onları kesip yemek ikilemi bana itici geliyordu. Gene de ara sıra et yiyordum. 19 yıldan beri ise ağzıma et koymuyorum. Ama ağzı­ ma et koymuyorum derken hay­ vansal besin alıyorum. Peynir, süt, yumurta yiyorum. Buna vejeteryen- likten çok vejet-eteryenlik denebilir belki. Açıkça itiraf etmem gerekirse ilk başlarda zorlandım. Şarküteri cinsi etler bir tat hafızası oluştur­ muştu damağımda. Bunu aşmanın yollarını aradım. Örneğin, pastırma tadını özlüyordum. Sonra, çemenle kaşarın birlikte yendiğinde pastırma tadı verdiğini gördüm. Fakat şimdi

hiç aramıyorum. Bir ara, yanımda et yendiğinde tiksinti duyuyordum. Şimdi bunu da aştım.

Vejeteryen olmanın pratikte güç­ lükleri var mı?

Hayır. Eşim de vejeteryen. Ama oğ­ lum ve kayınvaldem et yerler. Yalnız bizim evde sıkı bir disiplin uygula­ nır. Yani, oğlum ve kayınvaldem ile eşimin ve benim tencerelerimiz, ta­ baklarımız, çatallarımız, bıçakları­ mız ayrıdır. Demek istediğim, et ye­ meğine girip çıkmış bir kaşığı bile ne ben, ne de eşim kullanırız. Pra­ tik açıdan tek zorluğu, dışarıda ye­ menin önünün kesilmesi. Ama za­ ten sandviç çağırda yaşıyoruz. Res­ toranlara hiç gitmiyoruz. Özel da­ vetlerde salata yiyoruz yalnızca. Herhangi bir davete gitmeden önce de eşimle birlikte yemeğimizi evde yiyoruz.

Vejeteryenlik söylendiği kadar yararlı mı?

Özellikle şunu söyleyebilirim, vücut ısınız yükseliyor. Et yemediğiniz için damarlarınız açık, kan daha rahat dolaşıyor.Bu nedenle çok soğuklar­ da bile üşümüyorum. Kalp hastala­ rına vejeteryen olmaları bütün dün­ yada öneriliyor.

Kitaplarınızın, koleksiyonlarınızın yanısıra gökyüzü ile de ilgileni­ yorsunuz sanırım. Örneğin, şu te­ leskop.

Teleskopla gökyüzüne ve mikros­ kopla mikro boyutlu varlıklara bak­ mak her zaman ilgim i çekmiştir. Ama bu konularda hiçbir zaman profesyonel olmayı düşünmedim. On yıldır teleskopum var, ama ben hala yıldızların adlarını bilmiyorum. Otuz yıldır çok gelişmiş bir mikros­ kobum var. Hala amiple terliksi hay­ vanı ayırt edemem. Ben, sürekli olarak Amerika’yı yeniden keşfet­ mek istiyorum . Aynı şeyi resme başlarken de yaptım. Kendim öğ­ rendim.

Formel bir sanat öğrenimi gör­ memenin sizce avantajları ve de­ zavantajları neler?

Sanatı çok yönlü olarak ele alma olanağı buldum. Fakat bir ara tek­ nik konusunda çok zorluk çektiğimi itiraf etmeliyim. Kesin bir oto-didak- tım ve bu yüzden çok zaman kay­ bettim . Fakat bugün, bu zaman kaybının avantaj olduğunu görüyo­ rum. Malzemeden tasarıma kadar her aşamayı emek ve çaba harca­ yarak, yaşayarak öğrendim. Dikte edilmesinden hiç hoşlanmıyorum. Çocukca bir oyun oynamak hoşu­ ma gidiyor.

Sanatın genelde bir oyun olduğu tezi yaygındır.

Yaşam gibi bir oyunsa bu teze katıl­ mamak olanaksız. Benim için baş­ langıçta sanat, çevremdeki olum­ suzluklardan, tedirginliklerden ka­ çıştı. Sanatın dünyasında tamamıy­ la özgürdüm. Her istediğimi yapa­ biliyordum. Fakat zaman içinde şu­ nu anladım ki, hayır! Özgür deği­ lim! Bugün sanatımda özgür olma­ dığımı biliyorum. Çünkü bir sorum­ luluk ve tarih bilinci taşıyorum. Yani, ben yaptım oldu, mantığı ile sanata bakılmasına karşıyım. Fakat makro ve mikro varlıklar dünyasına eğilir­ ken böyle profesyonel bir amacım olmadığı için daha özgür ve mutlu­ yu m *

VİZ Y O N N İSAN 1992

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

lerek her bir koroner arter iç in ayrı ayrı olmak üzere koroner y avaş akım olan damarda kontrast progres- yonu iç in gere kli olan TIMI f rame sayıs ı hesaplan-.

bulguların iskemi ile korelasyon göstermediğini sap- tamışlardır (13). Bu çalışma 12 hasta ile yapılmı ş ve hiçbir vakada koroner yavaş akım bildi rilmemiştir. Daha

( abiasyon sonrası İA VİF devam eden 8 hastanın.. Tezcan ve ark.: Yavaş Yol Abiasyonunun Başarısım Değerlendirmede Hızlı Atriyal Uyan Sırasmda Elde Edilen

Altın ve gümüş madenciliğinde arama, üretim ve rafinasyon faaliyetlerinde bulunan firmalar bir araya gelerek K ıymetli Metal Madencileri Derneği kurdu.. Dokuzu yabancı 14

Yava ş Şehir olmak için gürültü kirliliğini ve hızlı trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan

Devamlı salım sistemlerinin birkaç gün lokal, yüksek konsantrasyonlarda salımı amacıyla siste- min cepten uzaklaşhrılmaması için biyolojik olarak çözünebilir,

1 Aralık’ta bütün dünyadaki savaş karşıtlarıyla birlikte tek bir ses olmak için, savaşı başlamadan durdurmak için ve savaşa hayır demek için sokaklara

Hadimoğlu Konağında, üst kattaki iki başodanın güney duvarında, ahşap do- lapların üzerinde ve üst kattaki helânın doğu duvarında üç manzara resmi yer alır..