¡20] |r \ h
•V I
M illiyet I I O V ' Perşem be 1 8 M ayıs 1995L iliİ l
G
ENE bir yaz günü olduğunu balkonda oturmamızdan hatırlı yorum. D eniz nerelerdeydi bil miyorum. Kapı çalındı. Gelen T ü rk an ’ dı (her başı sıkıştığın da, bir konuda kararsız kaldı ğında, beni aramayı adet edin miştir).
Balkonda çaylarım ızı içerken Cihan’ ın onunla evlenmek istediğini söyledi, ne ya pacağım, nasıl davranması gerektiğini bile miyordu. “ C ih a n ’ ı seviyor musun?” dedim. Tü rkan bu tür sorulara pek cevap vermez. Onun yıllardır evlenip bir çocuk sahibi ol mayı ne kadar arzuladığını biliyor, C ih an ’ı sevdiğini de hissediyordum. “ Sen karar ve receksin T ü rk a n c ığ ım ” dedim. “ Yaşadığı şeyi, isteklerini en doğru sen değerlendire bilirsin.” Aslında kararını çoktan verdiğini, bu kararım sevdiği, güvendiği birine onay latıp kendini civdanen rahatlatmaya çalıştı ğını anlamıştım. “ Sana bir tek, Cihan’la ev lenmekle onurlu bir seçim, yaptığını söyle yebilirim ” dedim. Bunun nedeni T ü rk a n ’ ın birçok kadınm yaptığı gibi, beraber yaşadı ğı erkekten daha zengin, daha güçlü birini seçmemesi, dargelirli bir sanatçıyı, sadece sevdiği ve güvendiği için tercih etmesiydi. Sonraki olaylar, çoğunluğun basından takip ettiği gibi gelişti, bir süre devam etti ve bit ti. Bir beraberliği sürdüremeyen bazen iki insanın iy i n iyeti ve sevgisi.de yetm eyebili yor. A yrılm a yı C ih an ’ın istediği, bu a y rılı şın daha çok T ü rk a n ’a acı verdiğini b iliyo rum. Onur kırıklığın ın tek tesellisi, bugün de onu ayakta tutan, kızı Yağm u r’du.
A y a k ta tutan demekle işi biraz abarttım sanıyorum. T ü rk a n kadar ruh sağlığı y e rinde başka bir insana rastlamadım diyebi lirim. T ü rk a n ’ ın öfkeden kudurduğu, bir o- laya çok üzüldüğü anlara tanık oldum. A ra dan 10 dakika geçmeden, az önce öfkelenen ya da ağlayıp sızlayan sanki o değilmişçesi ne kahkahayı basabiliyordu. Metabolizma sındaki, herhalde, kendiliğinden oluşan, kimyasal bir değişimle hemen farklı bir denge kurabiliyordu.
ŞORAY'IN YÖNETMENLİĞİ
Tü rk an ’la Kölen Olayım’ın peşinden sı radan birkaç piyasa fıhni yapmışız, Kara Gözlüm, Ateş Parçası gibi... Daha sonra yaptığımız Güllü’ye biraz ayrıcalık tanımak isterim.
Sanırım Güllü’nün çekimi sırasındaydı. Türkan, derde yönetmenlik yapmayı kafa ya takmış ki “ Size asistanlık yapayım” diye tutturdu. Z eki’nin bu isteği pek iyi karşüa- mayacağını büe bde “ Olur T ü rk a n cığ ım ” dedim. Eline bir senaryo verdik. Tü rk an yapacağı işleri soruyor, anlatıyoruz. Heves le işe başlıyor. Aradan bir saat ya geçiyor ya geçmiyor. Bir şey unutmuş ya da yanlış yapmış. Z ek i’den bir azar. Tü rk an neye uğ radığını şaşırıyor. Senaryoyu fırlatıp asis tanlıktan vazgeçiyor. Üstelik küsüyor da. Z e k i’ye “ Aman Z e k iciğ im ” diyorum. “ A- zarladığm, sinemamızın sultanı Türkan Ş oray.” Oyunculuğu sırasında T ü rk a n ’ a karşı gayet saygüı ve mesafeli olan Zeki “ Şimdi benim asistanım” diyor. “ Ya işini doğru dürüst yapar, beceremiyorsa...” Son ra ilave ediyor: “ Biz sizden az mı fırçak ye dik!” T ü rk an ’ ı bir kenara çekip “ Surat asıp durma” diyorum. “ Z eki haklı.” Tü rk an 'ın asistanlık macerası böyle noktalanıyor.
Y ö n etm en liğe başladıktan sonra çok yu muşak, hoşgörülü, anlayışlı olan Zeki (Zeki Ö kten) asistanlığı sırasında epeyce sert, ka tı ve acımasızdı. Tabii işlerini doğru dürüst yapmayanlara karşı. Benim adıma, benim yapı olarak hiçbir zaman beceremeyeceğim bir terör yaratması da cabası.
SULTANUK İMAJI
İn önü mağaralarında ve civar köylerde, A y ş e ’nin yazdığı, Y ılm a z’ m oynadığı Koza- noğlu film in i çekiyoruz. Konaklama yeri miz Türk Kuşu’nun lojmanları. Kaldığım evden çıkıyorum, 50 - 60 metre kadar ötede, oyuncular, teknik ekip, ağaçların altında tavla oynuyor, yayılm ış dinleniyorlar. Onla ra katılmak için 5 -10 adım ya atıyorum, ya atamıyorum. Ağaçların altında bir koşuş madır başlıyor. İnsanlar ya evlerine sakla nıyor, ya birer köşeye siniyor. Ya da başta Y ılm a z olmak üzere önlerini ilikleyip ayak ta beklemeye başlıyorlar. Z eki’nin yönet mene saygı anlayışının özelliklerinden biri.
G ören ler belki hatırlarlar. Güllü senar yosunda Tü rkan ’ ın bir türlü içine sindire mediği, oynamak istemediği bir sahne va r dı. Laz kızı G üllü aşık olduğu, evlenmek is
Mine filminin çekimi sırasında, kaldıkları otelin gece kiübünde Şoray’ın 41. doğum gününde elele, başbaşa..
Ayrılmayı Cihan Ünal’ın
istediğini, bu ayrılışın
daha çok Türkan’a acı
verdiğini biliyorum. Onur
kırıklığının tek tesellisi,
bugün de onu ayakta
tutan, kızı Yağmur’du
Senaryoda Türkan’ın, aşık
olduğu, evlenmek istediği
adama sevgisini belli
etmek için evin damına
çıkması ve orada kedi gibi
miyavlaması var. Sultan
buna itiraz ediyor...
Türkan damda miyavlıyor!
tediği adama sevgisini belli etmek için evin damına tırm anıyor, orada kedi gibi m iyav lamaya başlıyor. Bizim oyuncular özel ko numlarıyla rollerini bazen birbirine karıştı rırlar. T ü rk a n ’ ın itirazının temelinde de sanırım seyircisinin, sinemanın sultanını o durumda görmek istemeyeceği, bu sahneyle sultanlık imajının zedeleneceği endişesi ya tıyordu. Aşağı yukarı her gün, T ü rk a n ’la o sahnenin çekilip çekilmemesi konusunu tartışıyoruz. Nihayet miyavlama sahnesinin çekileceği gün geliyor. T ü rk a n ’la aramız gergin. Ertesi gün T ü rk a n ’ ı nasıl ikna ede ceğim i düşünerek eve geliyorum ve ateşim birden 39’a çıkıyor.
H er şey hazırlanmış, folklor ekipli, atlı e- şekli, bol fıgüranlı, masraflı büyük bir sah ne. Z e k i’ye telefon ediyor, “ Çare yok, sen çekeceksin” diyorum. Ertesi sabah ekibin yola çıktığı haberi geliyor. Merak ve endi şeyle akşamı bekliyorum. Akşam Z eki geli yor. Telaşla “ Ne oldu?” diyorum. Sakin sa kin “ Tamam çektik” diyor. “ T ü rk an ?” “ 1- yi.” “ Anladım iy i de...” diyorum... “ Dama çıktı mı, çıkmadı mı?” Z ek i “ Çıktı” diyor. “ Niye çıkmasın ki? Senaryoda ne yazıyorsa çektik.” Haftalardır bu sahne için benimle çekişip duran Tü rk an 'ın gıkını çıkarma dan dama çıkıp miyavlamasına akıl erdire miyorum.
Z e k i’nin olumlu raporunun üzerinden beş dakika geçiyor geçmiyor, T ü rk a n ’ ı kar şımda buluyorum. “ Mahsustan hastalandın, değil mi?” “ T ü rk a n cığ ım insan yalandan hastalanır mı? Gel ateşime bak istersen” di yorum. T ü rk an bir karış suratla, “ Sen ol saydın dama çıkmayacaktım” diyor. “ Ze k i’den korkumdan çıkmak zorunda kal dım.”
KAHROLSUN TERÖRİSTLER
T ü rk a n ’ la Ateş Parçası adlı bir film çeki yoruz. Hemen 12 Mart sonrası (sıradan, gü ya ticari filmlerimden b iri daha)... Kadıköy tarafında, Çiftehavuzlar’da, bir çadır tiyat rosunda çalışıyoruz. Terör hepimizi moral olarak etkiliyor. O gün işe gittiğimde, fil min sanat yönetmeni arkadaşımızı bir gün önce, yanmda hüviyeti yok diye yaka paça bir polis arabasına atıp götürdüklerini öğreniyorum. Daha sonra arkadaşı mız halk tarafından linç edilmekten zar zor kurtulduklarını anlatıyor. Benzer durumdaki bir sürü va tandaşla birlikte Kadıköy Em niyet A m irliği’nin önüne geti rildiklerinde, halktan aklı evvel birinin, tıka basa do lu polis aracının içindekile ri yakalanan teröristler zannedip, “ Kahrolsun te röristler” diye haykırma sıyla... halk, polis mini- bisüne hücuma geç miş. Taşlar, sopalar... Minibüsün camlan k i r i l i
-9
=
yor... Tam halk tarafından linç edilmek üze relerken yetişen bir polis ekibi araçtakileri zar zor kurtarıp hemen peşinden nezaretha neye tıkıyor. Arkadaşım ız “Bizim kiler gelip kurtarmasalar, başımıza neler geleceği belli değildi” diyor.
Bu moralle işe başlıyoruz. A llah ’tan o gün başka sahnelerin yanı sıra T ü rk a n ’ın dekolte bir dansöz elbisesiyle göbek attığı bir sahne de var. K afir o kadar da güzel dansediyor ki, kameraya “ Stop” demeyi u- nutuyorum. Yardımcım Z e k i Ökten. Baş erkek rolünü K a rta l T ib e t oynuyor. B ir de çocuk oyuncumuz var, şimdilerde cazip bir kadın, yetenekli bir tiyat ro ve sinema oyun cusu olan S edef
Ecer.
Cihan Ünal Türkan Şoray çifti, küçük kızlan Yağm ur okula başladığı gün...
K SİNEMASI
ÜZERİNE
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi