• Sonuç bulunamadı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:29:Fikret ittihatçıları hiç sevmiyordu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:29:Fikret ittihatçıları hiç sevmiyordu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yokup Kadri Karoosmnnoglu’nun Cengli ve Edebiyat Hatıraları: 23

Y A Z A N : Y A K U P K A D R İ

K A R A O S M A N O Ğ L U

Fikret İ t t i hat çı l ar ı

H i ç S e v m i y o r d u

F

AKAT, bu nezaket sözleri asıl söyle­

mek istediklerine bir girişti. Söyle­ mek istedikleri ise, kurmak, adını koymak gafletinde bulunduğu Tanin gazetesinden tiksintisi idi ve onun başına geçirdiği Hüseyin Cahit'e karşı kırgın­ lıkları, öfkeleri, kinleriydi. Fakat Tanin için o Tanin değil (Cenin) ( I I ) diyordu. Hüseyin Cahit adını (Hüseyin F âsit)'e çeviriyordu. Bu gazeteyle bu başyazarın sözcülüğünü ettiği İttihat ve Terakki Ce­ miyeti yerine ise (İrtikâ p ve Tedenni Çetesi) tabirini kullanıyordu.

Evet, onca memlekette bir Meşruti­ yet inkılâbı yapmak ve millete hürriyet getirmek iddiasında bulunan o siyasi te­ şekkül b ir eşkiya çetesinden başka şey değildi. Bu çetenin elebaşıları — ki bun­ lar arasına Tevfik Fikret ikidebir Hüseyin Cahidi de katıyordu— üç yıl zarfında Abdülhamit'in otuz yılda yapamadığı «maddi ve manevi tahribatı» ın ( I I I ) on mislini yapmışlardı. Fikret, esefle başını sallayarak ilâve ediyordu:

«— Meğer, 8 Temmuz 13 2 4'te biz bir baskına uğramışız da farkına varma­ mışız. Farkına varmak şöyle dursun, o günü alkışlamışız. Ben (Rücû) u yazmı­ şım; (Riza Tevfik'e dönerek) siz de el­ de bayrak, halkın önüne düşüp heyecan­ lı nutuklar söyleyerek sokak sokak do­ laşmışsınız. Meğer meğer...»

Tevfik Fikret, bütün bunları söylerken sesinde öfkeyle hüzün birbirine karışıyor ve bu yüzden bende b ir isyandan ziyade bir acıma hissi uyandırıyordu. Zira, onu, sert ve katı gerçekler karşısında bozgu­ na uğramış, herşeyden umudunu kesmiş bir ülkü adamının en tipik örneği halin­ de görüyordum. Oysa, biz buraya kal­ bimizi umut ve cesaretle kuvvetlendire­ cek bir önder bulmağa gelmiştik. Ne ha­ tâ, ne gafle t!...

Bir vakitler :

Zulmün topu var, güllesi var, kaVesi

varsa

Hakkın da bükülmez kolu, dönmez

yüzü vardır.

diyen şair, şimdi kendi oğluna hitap ederken b ile :

Bu memlekette de bir gün sabah

olursa Haluk...

mısraiyle yalnız Haluk'un değil, bütün Türk gençliğinin o sabaha inancını uzak bir ihtimale bağlamış olmuyor muydu? Ve bu, Namık Kem al'in:

Ölürsem görmeden milletten ümmid

ettiğim feyzi

Yazılsın senki kabrimde vatan

mahzun, ben mahzun.

beyitindeki şüpheden, füturdan başka neyi ifade ediyordu?

Ona son

gelmiştim

defa Ada vapurunda ras-

ve vapurun tenha güver­

tesinde tek başına oturduğunu gö­

re re k y a n ın a gitm iştim . Çökmüş,

z a y ıfla m ış , bitkin bir h a li v a rd ı.

( I I ) Dölüt.

( I I I ) Giyme ve tırnak işareti içine

aldığım sütler Tevfik Fikret’e aittir.

Fikret ve eşi Nazima hanım.

Bu satırları yazdığım sırada, Namık Kemal'in ayni şüphe ve füturu başka türlü belirten:

Vatanın bağrına düşman dayamış

hançerini

Yok mudur kurtaracak bahtıkara

maderini?

beyitinl hatırlayorum. Bir gün gelecek, Fikret'in farz ettiği «sabah»a karşı Mus­ tafa Kemal adında b ir gerçek önder bu­ nun üzerinde şöyle b ir düzeltme yapa­ caktı: «Bulunur kurtaracak bahtıkara maderini».

SAĞ OLSAYDI

Bir gün gelecek, dedim. Çok zaman sonra değil; ya sekiz ya dokuz yıl için­ de... Ve Tevfik Fikret sağ kalsaydı o za­ man e|ll b ir yaşlarında olacaktı. Yani henüz gücü kuvveti yerinde bir adam. İşte bu adam, acaba, Bebek sırtındaki fildişi kulesinden çıkıp gerçek önderin Anadolu yaylalarından akseder; sesine koşar mıydı? Doğrusunu söylemek lâ- zımgelirse, şu satırları yazarken, bu noktada zihnim cevabını bulamadığım bir soru işaretine takılıp kalıyor. Bu

hu-Fikret’in meşhur «Aşiyan» ı

susta, Fikret'in son yazdığı şiirlerden ve kendisile gerek Balkan Harbi, gerek Bi­ rinci Dünya Savaşı günlerindeki konuş­ malarımdan edindiğim izlenimlere göre ancak bir takım «indî» tahminlerde bu­ lunabilirim :

Tevfik Fikret, son şiirlerinde bize yal­ nız medeniyetçi ve insaniyetci tarafile görünür. Fakat, medeniyyet ve insanlık anlayışının Tanzimat devri aydınlarından kalma pasif bir Avrupa hayranlığından ileri gittiği de hissedilmez. Oğlunu Ingil­ tere'de tahsile yollarken yazdığı (Ha­ luk'un Vedaı) adlı şiirinde şöyle der:

«Ey, Bizansın çürük, düşük kolların­ dan sevinçle sıyrılan Yolcu — Bakma arkana hiç; onun (yani Bizansın) ahlâ­ kı solduran gözleri — Seni b ir an he­ yecanlandırmasın. Git, daima önde, da­ ima yukarı».

«Arkana bakmadan git i «Fakat» ne­ reye varmak için? Günün birinde «şu muhitin», — yani Bizans dediği İstan­ bul'un — «Uyuşuk kafasına taş, iğne ne bulursa fırlatmak» için. Ya bunu yap­ makla ne olacak? Bunu da yukarıki mıs­ raları gibi öz Türkçeye çevirdiğimiz şu mısraiarıyla b e lirtir:

« O

biraz belki canlanır ve senin

zahmetine,

Himmetine karşılık koyar elbet vatan

bu hasta nine

Bir sıcak öpücük terli alnına...»

«Belki canlanır». Buradaki «belki» Fikret'in şüphesinden, umutsuzluğundan başka neyi ifade eder? Ve «vatan» a has­ ta nine» derken AvrupalIların o zaman­ ki Türkiyeye taktıkları «Hasta Adam» adını hiçbir isyan duymaksızın kabullen­ mesi mânasına gelmez mi? Bu sorulara, o vakitler, evet demeğe dilim varmıyor­ du ama, şimdi canlanan b ir hâtıramın ışığında hayır demeğe de imkân y o k :

SİZİ DE ZEHİRLEMİŞLER

Balkan Harbinin bozgun havası içinda idi. Düşman ordusu Çatalca'ya gelip da­ yanmıştı. Sabahları oradan gelen top seslerile uyanıyorduk. İşte böyle günle­ rin birinde Karaköy Köprüsü üstünde Tevfik Fikret'e rasgelmiştim ve aramız­ da on onbeş dakika süren şöyle bir ko­ nuşma olm uştu:

Ben — Beyefendi, bu ne felâket I O — Felâket değil; işlenen cinayetle­ rin cezası...

Ben — Bu telakkinize iştirak edemi­ yorum. Biz, Avrupa devletlerinin hima­ yesi altında hazırlanmış korkunç bir su­ ikasta kurban olduk. Cinayet adını ver­ diğiniz hatâları işlemeseydik de bizi yine bu akıbete uğratırlardı. Nitekim, hatır­ larsınız, Meşrutiyet İnkılâbının ertesi günlerinde de böyle b ir suikastın küçük bir denemesi karşısında kalm ıştık:: Avusturya - Macaristan devleti Bosna Harsek'i ilhak etmiş ve ayni zamanda Bulgaristan bizden tamamile ayrılmıştı. Nitekim, Birinci Meşrutiyet de Rusya'nın bize karşı açtığı harp sonunda ortadan kalkmıştır. Kanaatim şudur ki, bizi tak­ sime karar vermiş büyük Avrupa devlet­ leri, biz her İslahat yoluna girmek iste­ dikçe türlü gaileler çıkarmaktadırlar.

O — Çünki, bu İslahat hareketleri­ mizde samimi olduğumuza inanmamak­ tadırlar. (Yüzüme hem acımayı, hem is­ tihzayı ifade eden bir gülümsemeyle ba­ karak ) «Görüyorum ki, ( Merkezi Umumi) hocalarıyla Ocaklılar sizi de zehirlemiş.»

Bunun üzerine artık ağzımı açıp bir kelime söylememiş ve sözü hep ona bı­ rakmıştım. Meşrutiyetin ilk günlerinde, memlekette din ve cins ayrılıkları tama­ mile kalkmış ve Hocalarla Papazlar bi­ le birbirile sarmaş dolaş olmuşken orta­ ya bir (M illeti Hâkime) lafı atarak m il­ letin muhtelif unsurları arasına nifak sokan kimdi? Hüseyin Cahit. Orduyu si­ yasete âlet etmek suretile bugünkü pe­ rişanlığına sebep olanlar kimlerdi? itti­ hatçılar. Hür dünyanın kalesi Ingiltere- den ( I ) yüz çevirip Abdülhamit'in

dos-Ç1KAN KISM IN ÖZETİ

Karaosmanoğlu, sırasıyla, Meh­

met Rauf, Sahabettin Süleyman,

Ahmet Haşim,

Yahya Kemal,

Cenap Şahabettin, Süleyman Na­

zif ve Abdülhak Hâmid'den son­

ra bu yazısında da Tevfik Fik­

ret’i anlatmaya devam ediyor.

tu Wilhelm Almanyasının kucağına atıl­ mak politikasını güden hangi hükümet­ ti? İttihat ve Terakki hükümeti... v.s.

Bütün bu sözlerinden anlayordum ki, Tevfik Fikret'te ittihatçı düşmanlığı h8r duygunun, her düşüncenin, her kaygının üstünde yer tutuyordu. Onun İçin, şim­ di, «Acaba, sağ olsaydı M illi Mücadele­ ye katılır mıydı? Yoksa bu mücadeleyi de b ir ittihatçılık hareketi sanıp küs­ kün küskün, fildişi kulesinin içine çeki­ lir kalır mıydı?» soruları önünde tered­ dütten tereddüde düşüyorum.

Doğrusunu söylemek lâzım gelirse, ikinci ihtimal bana daha kuvvetli görü­ nüyor. Hele, Galata Saray lisesi müdür­ lüğünden çıkarıldığı sıralarda Tanin ga­ zetesine yazdığı bir protestosunda «Be­ nim irfanım, bundan böyle, terki tâbiyet etmiştir» deyişini hatırlayınca, Tevfik Fikret'in, M illi Mücadeleye katılmak şöy­ le dursun, belki de Mütareke devrinin Amerikan mandacıları arasında yer ala­ bileceğini düşünüyorum. Zira, «İrfanım terki tabiiyet ediyor» un manası onca bir Amerikan Kolejinin edebiyat hocalı­ ğına girmiş olmak değil miydi? Bundan başka, Fikret, yalnız irfanını değil, oğlu­ nun ardısıra, kalbini de «vakar ve hür­ riyet dolu medeniyet köşesi» dediği In- giltereye göçürmüş bulunmayor mıydı?

SON KARŞILAŞMA

Size, bu tahminlerimi haklı gösterecek ikinci bir olaydan bahsedeceğim:

Birinci Dünya Savaşının ikinci yılında id i; Tevfik Fikret'e, son defa olarak, Ada vapurunda rasgelmiştim ve vapurun tenha gövertesinde tek başına oturduğu­ nu görerek yanına gitmiştim. Çökmüş, zayıflamış, bitkin ve ıstıraplı b ir hali vardı. Benim, yanına sokuluşumdan te­ dirgin olmuş ya da o halini bana gös­ termekten sak. nıyormuş gibi yüzünü de­ nize çevirerek şöyle konuşmaya başladı: «— Son zamanlarda kendimi iyi his­ setmiyorum. Doktorların tavsiyesi üzeri­ ne bir kaç zamandan beri Heybeli adada bir (tebdili hava) kürü yapmaktayım. Fakat, bundan hiç istifade etmiş deği­ lim. Istıraplarım gittikçe artıyor. Şu menhus harp, seyahat yollarını kapama­ mış olsaydı, oğlumun yanına gidecektim. Orada, her halde derdime bir çare bulu­ nacaktı. Fakat... (Sustu. Bir yerine şid­ detli b ir sancı saplanmış gibi kıvrana­ rak ) fakat, işte, bu menhus harp I » di­ ye söylendi. «Başımızda bulunan denaet erbabından her kötülüğü beklerdim ama, bizi, günün birinde böyle bir badireye sürükleyeceklerini ummazdım. Zavallı millet, zavallı m illet... Bu maceraperest­ lerin divanelikleri uğruna kanı oluk oluk akıyor.» Durdu ve gözlerinde tuhaf bir parıltı İle ilâve etti «Umid ederim ki, çok sürmez bu. Yegâne tesellimi bu

ümitde buluyorum. Dün Marne, bugün Verdun derken gelip kurtarırlar elbet...»

Kimler kim i kurtarır diye sormağa dilim varmadı. Bu, bizim kuşağın, ha­ yata ilk adımlarını attığından beri bü­ yüklerinin ağzından işittiği b ir söz, b ir slogan'dı. «Bizim adam olacağımız yok. Düveli Muazzamadan b iri elimizden tu­ tup medeniyet yoluna sokmadıkça. Bakı­ nız, Ingiltere beş on yıl içinde Mısırın çehresini nasıl değiştiriverdi ve o mem­ leketin sefil ve perişan halkını nasıl re­ faha, hürriyete kavuşturdu I» Adlarına Jön Türkler, yani Genç Türkler denilen hürriyet ve medeniyet mücahidi aydınla­ rımızdan çoğunun fik ri de bu idi. Nite­ kim, 1902'de İngiliz İmparatorluğu Gü­ ney Afrika sömürgesinde patlayan ve yıl­ larca süren Boer'ler kurtuluş mücadele­ sine karşı açtığı haksız ve kanlı savaşı kazandığı gün, bunu medeniyetin zaferi sayan b ir Edebiyatı Cedide şâirile ileri fik irli geçinen b ir sarıklı Hoca İstan­ bul'da Ingiliz Büyükelçiliğine giderek tebriklerini sunmuşlardı. Aynı şekilde 1921'de askeri şeref ve itibarın en yük­ sek mertebelerine erişmiş ve namuslu, haysiyetli bir devlet adamı olarak tanın­ mış Sadrazam İzzet Paşa, «Heyeti Nâsı- ha» nın başında Anadoluya gittiği zaman Garp Cephesi Kumandanı ismet Paşa ya «Fena mı olur sanki, şu mücadeleyi bı­ raksanız da sulh yoluyla ingllterenin hi­ mayesine girsek» demeği şanına, şerefine yakıştıracak kadar bir gaflete düşmüştü.

Bütün bunları, o devirlerdeki bozgun ve perişanlık havasında böyle görüş ve düşünüşlerin nihayet b ir umutsuzluğu ve b ir perişanlığı ifade edebileceğini belirt­ mek için anlatıyorum. Bu bakımdan Tev- fik Fikret'in vatanseverliğini şüphe altın­ da bırakmak pek büyük b ir haksızlık olur. Yalnız şunu söylemek isterim ki, onda adalet, hürriyet, medeniyet, fazilet ve hakikat ideallerine bağlılık her halde harcı - âlem bir vatanseverlik anlayışının üstünde idi.

Bu satırları yazarken son devrin en ünlü Fransız edebiyatçılarından Albert Camus'nün «Bir Alman dostuma mek­ tuplar» adlı küçük kitabını hatırladım : «Siz bana (Memleketinizi sevmeyorsu- nuz) demiştiniz. Evet, bunu kendi mem­ leket anlayışınıza göre doğru söylediniz. Biz, Fransızlar memleketimizi Almanlar gibi ( her şeye rağmen) sevmeyiz. An­ cak, bize adalet ve hürriyet içinde yaşa­ mak imkânını ve şerefini verdiği için severiz ve sizinle savaşımız kana ve ya­ lana dayanan bir zafer hedefini değil, bu manevi değerleri korumak ülküsünü güt­ mekte idi.»

İşte, Tevfik Fikret'in vatan sevgisini, ben, şimdi bu sözlerin ışığında açıkla­ yabileceğimi ve o büyük Türk şâirini, yukarıda adlarını saydığım Osmanlı koz­ mopolitlerinden ancak bu suretle ayıra­ bileceğimi sanıyorum. Yalnız şu fark ile ki, bu sözleri söyleyen, deha doğrusu bu vatanseverlik tarifini yapan Fransız, memleketinin manevi değerlerini koruma savaşında zafere ermiş genç bir yazardı. Oysa, Tevfik Fikret, ömrü boyunca yap­ tığı bu savaşta bozgundan bozguna uğra­ yarak vaktinden önce yıpranmış, ihti­ yarlamış b ir şâirdi ve bana «Gelip kur­ tarırlar» derken artık kimin neyi kurta­ racağını bilmez bir hale girmişti.

Gelecek hafta:

Abdülhak Şinasi Hisar

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Saltuk, 20 aralık günü saat 14.30’da, 21 aralık günü saat 14.30’da ve 22 aralık gü­ nü saat 19.30’da Ankara Çağdaş Sahne’de üç konser verecek..

200 metre kadar yüksekliği varsa da, denize Çamlıca gibi uzak olmadığından, göze daha yüksek gibi görünür.. Ağaçları, suyu, manzarası ve ziyaret- gâhı

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

This touched one of the more vexed discussions at San Francisco: the balance between the General Assembly and the Security Council, or the balance between small and large powers

LYS-3’te size verilen Türk Dili ve Edebiyatı Testinin Soru Kitapçık Numarasını cevap kâğıdınızdaki “Türk Dili

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından

Sanatımızda köklü yeri olan lale, Tanpı- nar’ın yaşadığı günlerde, zevkteki erişilmez- liğini yitirm iştir “Bugün İstanbul’da belki es­ kisinden

Örneğin demir, bakır ve çinkodan üretilen gereçler paslanmaz çelik ya da altından üretilen- lere göre daha kolay tepkimeye girebildikleri için yiyecek- lerin tadında