• Sonuç bulunamadı

Bir varmış bir yokmuş:Reşat Nuri Güntekin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir varmış bir yokmuş:Reşat Nuri Güntekin"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

E

ski Zeynep Kâmil Hanım Ko- nağındayız. Darülfünun Ede- biyat Fakültesinde. Sınıflar­ dan birinde, sıralara dizilmiş genç­ ler, yine kendileri kadar genç biri­ ni dinliyorlar: Yirm i dört yaşında birini. Bu keskin çizgili yüzün ai- trnda, uçlan hafifçe kırık iki yaylı kaş ve içi altının, zümrütün, ba kırın, çeliğin karıştığı, renkli ı- şıklarla dolu iki göz var. Bu yirmi dört yaşındaki genç adam, Hik­ met-! bedâvi muallimi Hamdullah Suphi Beydir. Kendisini, soluk al­ madan dinleyen sınıfın karşısında, talebesinden birini ayağa katdır- mış, konuşuyordum

— «Size haber veriyorum: Doğ­ duğunuz gün, talihin eli, oeş'ğini- zin üstüne bir yıldız asmıştır. Ya­ zınızın, gözlerimin önüne serdiği manzarada ne kadar feyiz var, ne kadar servet var. Eğer isterseniz, eğer hilkatin size cömertçe verdi­ ği değere sırt çevirmezseniz, e- min olunuz, şöhretiniz bir gün memleket hudutlarını da aşacak, dış âlemde de tanınacaksınız!

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in heyecanla övdüğü bu derisi kemi­ ğine yapışık, bu çelimsiz, bu hare­ ketli genç, Reşat Nuri idi.

Ben onu, Şehzade Camiinin 'ist yanında, sokak içi, eski, ahşap bir evde tanıdım, tarihçi Emin A lî Çavlı’nm evinde. Adı pek ya­ bancı değildi bana: İmzasını, ara sıra, piyes tenkidlerinin altında görüyordum. Fatih taraflarında bir ortaokulun müdüriydi o za­ man. Manzum bir piyes yazdığımı öğrenince beni mektebine çağırdı. Yaz günlerindeydik. Elimde iki defter, ona, henüz «Darülbedâyi = Şehir Tiyatrosu» edebî heyetine vermed'ğim eserimi, Binnaz’ı gö­ türdüm. Sınıflar boştu. Sıralardan birine o oturdu, birine ben. Sonu­ na kadar, dikkatinin bütün anten­ leriyle dinledi, ik i asır yaşasaydık, bu ikinci konuşmamızdakinden da ha fazla dost olamazdık.

Biraz sonra onu Tanin natbaa- smda, dış merdivenden çıkınca sağdaki odada buldum. Burası La Pensé Turque dergisinin idare e- viydi. ittihat ve Terakki Cemiye­ tinin beslediği bir mecmuaydı bu. Paris’te okumuş, Paris’te yaşa­ mış, Paris’te imza sahibi olmuş bi ri çıkaracaktı bu dergiyi: Halit Carim.

Reşat Nuri’nin bu dergiye girişi anlatılmaya değer:

La Pensée Turque hazırlanırken, Halit Carim hepimize soruyordu: — Makaleleri, hikâyeleri Türk- çeden Fransızcaya çevirecek biri­

4

ni tanıyor musunuz?... Her iki di­ li de iyi bilen birini?...

Hepimiz düşünüyor, hafızamızı yokluyor, tanıdığımız bir kaç ismi, yarım yamalak bir güvenle keke­ liyorduk.

En son, sora soruştura Reşat Nuri’nin üstünde birleşildi. Ondan üstünü yok. Am a bu Reşat Nuri başka Reşat Nuri’dir, alafranga Reşat Nuri!

Hemen nerede oturduğu öğrenil­ miş, adresine mektup yazılmış, dâvet edilmişti...

ik i gün sonra Reşat Nuri gel­ miş... Ama gelen O Reşat Nuri değil, bizim Reşat Nuri!

Halit Carim ikisinin de yaban­ cısı. Ne gelenin farkında, ne gei- miyenin. Başlamışlar çalışmaya... Netice umduğundan üstün, umdu­ ğundan güzel.

Ancak bir ay sonra anlaşılmış ki, tavsiye edilen Reşat Nuri oaş- ka Reşat Nu ri’dir, kendisine mek­ tup yazılan, dâvet edilen başka!... Ama dergi sahibi bizim Reşat Nu- riyi o kadar seviyor, Fransızcasmı da, Türkçesini de, tercüme san’a- tmdaki hünerini de o kadar beğe­ niyordu ki:

— Aman ne güzel yanlışlık, ne

mutlu yanlışlık, diye seviniyordu. Bunlar, Reşat'ın gizli değerleri, gizli hizmetleridir elbet. Onuo bü yük şöhreti, şimdi sizin de bir a- ğızdan fısıldadığınız romanla baş­ lar: Çalı Kuşu ile... Onu okurken Kaç bin gözün ağlıyarak sabahla­ dığını bilmem. Ama Süleyman Na­ z if’in, ama Celâl Sahir’in, ama Is- mail Habib’in ağladıklarını bili­ rim.

Reşat Nuri, bize bir değil, İki değil, üç, dört, beş kalemin vere­ ceğini tek başına verdi. Ama biz o çapta bir AvrupalI yazara veri­ len huzurun beşte birini ona ver­ medik!

Hafızamdakileri sayayım size: Çalı Kuşu, Damga, Akşam Güne­ şi, Dudaktan Kalbe, Yeşil Gece, Acımak, Bir Kadın Düşmanı, Yap­ rak Dökümü. Eski Hastalık, Mis­ kinler Tekkesi. Kızılcık Dallan, Kan Dâvası, Gökyüzü. Harabeler Çiçeği, Gizli El,., Onbeş cilt ro­ man!

Lev!â île Mecnun, Olağan işler, Tanrı M'safiri. Balta... Dört cilt küçük ve büvük hlkflve.

Sonra tiyatro eserleri: Taş Par­ çası, Hançer. Hakikî Kahraman­ lık, Gönül, Bir Gece Faciası, Eski

Rüya, Gazeteci Düşmanı, ihtiyar Serseri, Şemsiye Hırsızı, Çifte K e­ ramet, Ümidin Güneşi, Bir Donan­ ma Gecesi, Sevmek Hakkı, Karan­ lık Kuyu, Babür Şahın Seccadesi,

Bahar Hastalığı, Karaman Kahve­ si, Gözdağı, Eski Borç, Balıkesir Muhasebecisi, Yaprak Dökümü, Bu Gece Başka Gece, Tann Dağı Ziyafeti... Eksik yazmadımsa ylr. mi üç piyes.

Reşat Nuri düşünmekle, yarat- makia kalmamış, kalemi, fikir ve sanat hayatımızı bir yandan da tercümelerle zenginleştirmiştlr:

Fransız Edebiyatı Antolojisi, X IX Asır Fransızca Edebiyatı, Tb- sen, Muhammed’ln Hayatı, Don- kişot, La Dam O Kamelya, Bir Fa­ kir Delikanlı, Tolstoy, Yabancı, Altın Adam, Hakikat... Bunlar da sadece basılmış olanlar.

Bir de her parçası büyük bir ro­ mana harç olacak değerde İnce görüşler, zekî dikkatlerle dolu, a- cımsı blp kitabı daha vardır: A- nadolu Notlan... Okurken, bazı güler, bazı utanır ve daima düşü­ nürsünüz.

Bu saydıklanmın öz ıgıd ıkla­ rını bırakınız, ama hepsini terazi- nin bir kefesine, Reşat’ı bir kefe- sine koysanız, yine kitaplar ağır basar.

Bu elli altı kiloluk dev adam bu kadar eseri ne zaman yazdı?... Size cevabını yüzüm kızararak ve­ reyim: Hep, biz güzel bir yemek­ ten, tatlı bir sarhoşluktan, bir si­ nema, bir tiyatro, bir balo dönü­ şünden sonra mışıl mışıl uyurken., Reşat Nuri’nin kendi boyunu çok aşan eserleri bu kadar da değil­ dir. Günlük gazete sabifelerinde, çeşitli dergilerde, eski Akbabalar- da unutulmuş, kımbllir kaç yüz yazısı var.

Bir aralık, Mahmut Yeşert, îb- nurreflk Ahmet Nuri ve Ressam Münif Fehlm’le beraber bir de mizah dergisi çıkardı: Kelebek... Kışlık kumaş fiatlan yükselmeye başladı... (Gazeteler)

(2)

İlk sayısını bana getirdiği gün, yüzündeki kahkaha artığı çizgiler hâlâ gözümün önündedir. Saçından küçük bir tutam alnına düşmüş, yarım sigarası alt dudağına yapı­ şık, sessiz sessiz gülüyordu:

— Yusuf Ziya, dedi, ismine hak da Akbaba İle nasıl boğuşacağını anla!...

Sık sık gelir, masamın üstüne sıçrar, otururdu. Bakardım, siga­ rası gittikçe ufalıyor, ucundaki kül gittikçe büyüyor. Derken kork tuğum olur, esmer bir toz sütu­ nu dudağından kopar, yakasından yuvarlanarak masamın üstüne dü­ şerdi. Titiz olduğumu bilirdi be­ nim, Ama:

— Dur Reşat, Tablaya süpüre­ lim, demeğe kalmaz, ceketinin ko liyle, hem de büsbütün sıvaştıra­ rak siler, hem kendi esvabım, hem masayı berbat ederdi...

Evlendiği günü hatırlıyorum: Akbaba'ya hemen kafes içinde u- facık bir kuş çizdirmiştim. Bu in­ ce gagalı, alt dudağı sarkık luışun başı Reşat Nuri idi. Altına iki ke­ lime yazdık: «Çalıkuşu Kafeste!»

Bu şaka pek hoşuna g'tmtşti o- nun.

Tatlı, uysal bir mizacı vardı. Çoğumuzu kızdıran olaylar onu güldürürdü.

Bir gün, îstanhul Maarif Mü­ dürlüğünün merdivenlerini çıkar, ken, duvara çakılı büyük, rakkas­ lı saati tamire götüren hademe Reşatın omuzuna adamakıllı bin. dirmiş. Ama o, can acısını hazin bir tebessümle örterek:

•— Evlâdın, demiş, cep saati kul­ lunsan daha iyi edersin!

Bir aralık Mebus oldu. Ama po- titikacı olamadı. Meclisten çok Bâbıâli'de görüyorduk yine...

Sonra Paris’e gitti: Hem Talebe Müfettişi, hem Unesko temsilcisi olarak... Orada, başından geçen, ucuz atlatılmış pahalı bir kaza vardır:

Bir çalışma gecesinin sabahı, o- dasmda yalnız uyurken upartıma- na hırsız girmiş ve yükte hafif, pahada ağır ne varsa çalmış: Re­ şat’ın birikmiş parasını, eşi Ha- diye Güntekin’in elmaslarını...

Tahkikat yapan polis, her şeyi inceledikten sonra, ayrılırken elini uzatmış Reşat’a:

— Tebrik ederim sizi... Talihi­ niz varmış!

— Talihim mi?... Neden? — Hırsızlığın tarzına göre bu bir zencidir. Gündüz, kapıdan gi­ rer onlar. Gözleri gayet pek olur. Eğer uyansaydınız, eğer karşılaş- saydınız, sizi bir daha ayılmamak üzere nakavt ederdi!

Reşat, yalnız eserlerinin ikinci, üçüncü baskısını görmüş büyük bir romancı, bir hikâye ustası değil, İnce bir mizah yazarı İdi de. Ak- baba’da çok emeği vardır: Hem asıl imzası, hem Ağustos Böceği, Ateş Böceği imzasiyle çeşitli konu lar üstünde hünerle kalem oynat­ mıştır. Bunların arasında Balta 1- simli büyük hikâyesi, bence onun

msmm

Neler gördük, neler?

Birinci Dünya Savaşmın sonun, da bölüğümüze bir garip adam verdiler. Adı, Mehmet Çavuş. Sa. hiden garip adamdı bu: Yaşı çok genç olmasına rağmen insan aklı­ nın alamıyacağı mesafeleri yaya dolaşmış, sonra bölüğümüze gel­ mişti. Bacağının kuvveti, uyanık ruhu, okuma yazma bilmediği halde ona iki yaman yardımcı ol­ muştu. Am a konuşma kabiliyeti kocaman bir sıfırdı. Sabahtan ak- şama kadar boş gözlerle uzakla­ ra dalarak susardı Mehmet Çavuş. Mehmet Çavuş Irak cephesinde­ ki savaşlarda tngilizlere esir düş­ müş, Hindistan’a gönderilmişti. Sonra buradan kaçmış, Burma’ya (Birmanya’ya ) geçmiş ve orada dağlara kaçarak, hem bir yandan yaşamak, hem de ele geçmemek için dövüşmüştü. Uzun aylar bu mlhnetli mücadeleden sonra Hindi Çini’ye, oradan Siyam’a ve niha­ yet Çin’e atlamıştı. Ama Mehmet Çavuş Çin’de de kalmamış, oradan Türkistan’a, ayaklanan Rusya’ya, daha sonra İran’a ve en nihayet sınırı aşarak Van’a, ana vatana ulaşmış, bölüğümüze verilmişti.

N e gariptir ki bu müthiş ma. en başarılı eserlerinden biriydi.

Reşat Nuri’nin hizmeti, yainız bir roman, bir hikâye mimarı ol­ makla da kalmaz. Çalıkuşu, güzel Türkçemizle her duygunun dile ge tirilebileceğini de isbat etti. Son­ ra, yine Çalıkuşu, sayısı on binle­ ri aşan bugünkü roman okuyucu­ sunu hazırlamıştır: Salon kadının­ dan hizmetçi kıza kadar!...

M aarif ve politika arkadaşı Ce- vat Dursunoğlu, onu anlatan özlü bir yazısında: «Cepheye giden her subayın manevra sandığında bir Çalıkuşu vardı» diyor.

Dudaktan kalbe yazarı, yıllarca sonra, san’atinde bir dönemece gelmişti: Kalpten k a fa y a .. Bu yeni çığır, ona eskisi kadar oku- yucu kazandırmıyaeaktı. Am a e- debiyat tarihindeki yeri eskisinden büyük, eskisinden üstün olacaktı elbet.

Bu dönüm noktası, eyvaaah, me­ ğer bir ölüm virajı imiş! .. Bu bir yerde duramıyan, şimdi bir kol­ tuktan bir sandalyeye, şimdi bir sandalyeden bir masa üstüne sıç­ rayan, canlı, çevik adamın ansı­ zın o ıslak, o karanlık, o sonsuz çukura yuvarlanacağı hiç aklıma gelmezdi.

Benim zavallı, zavallı, zavallı Çalıkuşum!

Yusuf Ziya ORTAÇ

ceralar turistine:

— Eeey Mehmet Çavuş, su gör- düklerini anlat bize dediğimiz za­ man, telâşsız, heyecansız, korku

buz bir kaç kelime kekeler, yalnız sınırı nasıl geçtiğini, vatan top­ rağını nasıl öptüğünü anlatırken gözlerinin içinde ıslak bir sevinç ışıldardı, o kadar.

Zaman zaman onu kendi içine dalmış, düşünür gördüğüm vakit İnsanlar gördün başından geçme­ dik kalmadı,,. Haydi, yediğin iç­ tiğin senin olsun, neler gördün, onları anlat bana...

Her defasında Mehmet Çavuş başını iki yana sallardı:

— A h beyim neler gördük, ne ler gördük, soran mı?...

— Soruyorum ya... Hele bir an lat bakalım, en acayip, en tuhafı­ na giden şeyler nelerdi senin?

Mehmet Çavuş yüzüme bakmaz, başmı biraz yana çevirir ve kesik kesik, âdeta bir sır fısıldar gibi anlatırdı:

— Soran mı begim, neler gör. dük, neler gördük,.. Burma’da ka­ nlar sokaklarda donsuz gezerler di!...

M. Şevki Y A Z M A N

Şiirli politika

Geçen pazar Zeytinbumunda bir V. C. ocağı daha açıldı. Tö­ rende, İstanbul saylavlarından, Dokunmayın bu arslana şairi Fa­ ruk Gürtunca manzum bir nu­ tuk döktürmüştür:

B ir tek elin nesi var?

İk i elin sesi var. Büyük Türk M illetin in Adnan Menderesi v a r!

Kâfiyeyi bulan şair, kürsüden indikten sonra manzumeyi şöyle tamamlamıştır:

Ben yazayım, siz gülün, Dikeni olu r gülün! Halk P a rtili bülbülün H il t on da kafesi v a r? Törende hazır bulunan D. P mebuslarından Halûk Nihad Pe­ peyi de bu şiirli politikaya ka­ tılmış ve bir dörtlük hazırlamış ise de söylemeğe vakit kalma­ m ıştır

Akbaba muhabirinin ele ge­ çirdiği bu mısraları neşrediyo­ ruz:

Adım Halûk Pepeyi, N e yaparsak hep iy i! Bu sefer sileceğiz Meclisten C. H. P. y i!

İşittiğim ize göre, Halk Partisi, açacağı yeni ocaklar için Beh­ çet Kem âl Çağlar’dan yardım is­

temiştir. İstimlâk şakalarından :

<§>

C-2-Kam uflâj!... 5

Referanslar

Benzer Belgeler

Topaloğlu, bu alanda daha önce ya- pılan çalışmalara değindiği “Giriş” bö- lümünden sonra gelen birinci bölüm- de Reşat Nuri’nin hayatına ve tiyatroya

Timur hakkında son söz olarak şunu söylemek lâzımdır ki bunun kadar sevilmiş ve gene o kadar zemmedilmiş adam çok azdır. Türkistan ahalisi ve bilhassa kendi

If we accept the spiritual interpretation of the book that Christ is the Bridegroom speaking of the Church, of the Christian, as the bride, then we get

Tiroid cerrahisinde karşılaşılabilecek başlıca komplikasyonlar geçici veya kalıcı rekürren larengeal sinir paralizisi, geçici veya kalıcı süperior larengeal

Bundan sonra Ofluoğlu’nu oyunculuğunun yanında tiyatro adamı ve tiyatro kurucusu olarak da görüyoruz: 1958‘de İstanbul Oda Tiyatrosunu 1966’da da Mücap

Parti boyunca yüzlerinden eksilmeyen gülümsemeleri ve kahkahalarıyla mutlu bir aile tablosu oluşturan Jolia Gabor ve kızları Zsa Zsa, Eva ve Magda Gabor

Evvelâ arkadaşlık tesis etmek lâzım;para ve ya parasızlık sonra gelir.. Öyle kızlar görüyo­ rum ki kendilerini eğlendirecek adam

Sebils were constructed from the 16 th century onwards, and quite recently two sebils were built in the classical style at the corners of the Mevlevi complex