• Sonuç bulunamadı

Hasan Ali Yücel ve çaplılık çağı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hasan Ali Yücel ve çaplılık çağı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

u t o s

çaplılık

U asan Ali — Necati gibi (« y ıld ır ), Tonguç gibi — ölümünün her yıldönümünde anılı­

yor. ATATÜRK’ten başka kime nasip oldu bu

mutluluk..

Kimileri diyorlar ki, yıldönümleri 10 yılda, 25 yılda bir gibi seyrek olmalı ki, bir anlamı bu­ lunsun ve ilgi çeksin; her yıl, her yıl olunca de- ğersizleşır. Bu da bir görüştür elbet. Ancak her yıl anma törenleri yapılanlar, artık bir isim, bir kişi olmanın çok çok üstünde — ve her biri kendi ölçüsünde — birer dönem,

birer çığır, birer çağdırlar. Bi­ rer düşünce, birer devrimdirler; hem de özlenüen ve zaman aşımı na uğramıyan, zamanın önünde yürüyen. Onlar kendi alanlarında bugünün gerçek ülkücülerinin ön derleridirler. Onların ülküleri, ça baları ve amaçlan bugün gerçek

leştirilemezse, yann muhakkak

gerçekleştirilecektir. Onlar bu­ günkü devrimci kuşakların ülkü­ lerinin, kendi yaşadıkları günler deki temsilcileridirler, ve bugü­ ne gibi, geleceğe, yannlara ses­ lenmektedirler.

Yücel, OsmanlI ve Türkiye

Cumhuriyeti maarif tarihinde

—galiba— 105. bakandı; fakat

gerçekte birinci bakan oldu. Ne­ cati başarıda, sevilmekte, sayıl­ makta, özlenmekte birinci bakan olmuştu; o da.

çağı

O yıllarda, bugünlerin sık sık tekrarlanan bir çe­

şit kutsallaşmış ve birçoklarına

sığmak olmuş

kavramları pek bilinmez, söylenmez idi. Atatürk­

çülük, Milliyetçilik, ilericilik sözcükleri ile özet­

lenen bir tek ilke, bir tek ülkü vardı. Bugün çok

özlendikleri için, sözü çok edilen kavramların o-

günlerde o bir tek ilkede toplandığını ve gerçek­

ten yaşanılmış olduğunu anlıyoruz.

M. Rauf İnan

DEVRİMCİ EĞİTİMCİ

KADROSU

Bakanlığın merkez kadrosu

Mustafa Necati zamanında, iyi

bir arama ve seçme ile kurulmuş tu; bunu başaran müsteşar Nafi Atuftu. Bu kadrodakiler Yücel’- in iş. görev arkadaşlarıydı; ken­ disi de onlardan biriydi; 10 yıl sonra Necati’nin masasında, o- nun anlayışı, onun gönlü, onun kafası, onun devrimci, geliştirici ve yapıcı ülküleri, onun ruhiyle çalıştı. Onu ne kadar sevdiği «aziz Necati’ye» şiirinde açıkça görülür. Necati — Saffet Arıkan — Yücel üçlüsü millî eğitimimiz­ de bir devrim döneminin önder­ leridir.

VE DURMAYAN

ADAMLAR KADROSU

Necati «durmayan adam» dı. Onunla birlikte çalışanlar günle, rin, gece—gündüz, sabah—akşam, cuma—pazar—bayram diye ayrıl­ madığım, her ânın çalışma için­ de, emel dolu coşkunluk içinde geçtiğini söylerlerdi. Yücel için de öyle İdi. ATATÜRK’ün:

«Bizce zaman ölçüsü geçmiş

asırların gevşeticl zihniyetine gö­ re değil; asrımızın sürat ve hare­ ket mefhumuna (kavramına) gö­ re düşünülmelidir. Geçen zama na göre daha çek çalışacağız; da ha az zamanda daha büyük iş­ ler başaracağız...» emrini uygulu­ yor, gerçekleştiriyordu; kendisi gibi bu ülküde olan arkadaşla- riyle. Onlar bir devrimci eğitim ci kadrosu, bir durmayan adam­ lar kadrosu İdiler. Onlar için ge ce, bayram, tatü yoktu. Müste şarlan, genel müdürleri, şube mü dürleri, her biri ve hepsi her da kika işe hazırdı, iş başında idi. Anlatırlardı: Geceleri sabaiılara- dek, ve pazar ve bayram günle­ ri, bütün gün, gece ve gündüz bir konu, bir iş üzerinde içten­ likle aralıksız çalıştıklarını.

O kadro aynı zamanda, —o

yıllardaki deyimiyle— «ileri»

memleketlerin eğitim alanındaki bütün olaylarını, yeniliklerini, ye ni girişim ve düşüncelerini, a- kımlarım günü gününe izler; öğ retmen kitlesine aktarırdı. O mes lek hareketleri bizde de denen­

meye uygulanmaya çalışılırdı.

BİR MUTLULUĞU DA,

ARKADAŞLARI

Onların devrimciliği, ülkücü­

lüğü, yüksek kültürleri ve dü­ zeyleri idi. Necati’den ona gelen o değerli eğitimcilerden hiç biri bugün artık ne gece ne gündüz, ne Ankara’da ne de başka bir yerde görünürde yok. O üstün değerli kadronun en son, iki üye­ sinden birini (Kadri Yörükoglu* nu> geçen yılın son ajanda; öte­ kisini ve en ilk üyelerinden iken en son göçenini de, (Cevat Dur- sunoğlu) bu julm ilk ayında yi­ tirdik. Fakat, onların hepsi bu­ gün, 30 yıl önceki gibi, dip diri

ve aynı değerlerle —ancak öz­

lemleri duyularak— kafalarda,

gönüllerde örgütlerle yaşıyorlar; hizmetleri, tjaşarılariyle, eserleri,

düşünleri, davramşlariyle her

gün aramızda ve adlan—anıla-

riyle her gün öğretmenlerin dil­ lerinde Onun müsteşarlan: Rid van Nafiz Edgüer, İhsan Sungu, Rüştü Uzel (teknik eğitimimizin 2. kurucusu), genel müdürleri:

Hakkı Tonguç, Tevfik Ararat,

Halil Vedat Fıratlı, Faik Reşit Unat, Aziz Berker.

Sonradan kendisinin seçip ki­ misiyle öğretim dairelerinde, ki misiyle Talim ve Terbiye Kuru­ lunda, Kimisiyle de kendi kurdu ğu Tercüme Bürosunda birlikte çalıştığı arkadaşları da birer durmayan, başaran eğitimci ol­ duklarını gösterdiler; bugün de o değerleri, o yüksek ktmlikleriy le aramızdadırlar: H a jn Ardıç,

Hamit Zübeyr Koşay, Cevat

Memduh Altar, Prof. Enver Ziya Karal, Prof. Bedrettin Tuncel, Prof. Hikmet Blrant, Prof. Hayri Dener, Prof. Celal Saraç, Prof. Nusret Hızır, Prof Suut Kemal Yetkin, Sabahattin Eyüboğlu, Ha lit Ziya Kalkancı, Muhsin Binal, Vildan Aşlr Savaşır, Ulviye İs- van, Erol Güney, Afif Obay, I.üt fü Ay, Prof. Hamit Dereli, Feh­ mi Baldaş. Prof, trfar Şahinbaş, Prof Orhan Bııryan, Saffet Kor­ kut, Prof. Suat Sinanoğlu, Prof. Sami m Sinanoğlu, Prof Mehmet Karasan. Azra Erhat, Suat Bay- dur, Nuri Gencosman. Nurettin Sevin, Muhsin Ertuğrul. Nurul- lah Ataç, Kutsi Tecer, Hakkı U- ludağ, Hanıdl Akverdi ve daha

niceleri... (Unuttuklarımın özel­ likle aflarını dilerim.) Yurdun düşün durumunu ıziiyen herke­ sin çok iyi tanıdığı bu yüksek değerlerden de bazıları yazık ki, bugün aramızda değiller.

O yılların Bakanlık Şube Mü­ dürlerinden her biri de ayrıca yüksek birer değer, birer karak ter, birer kişilik ve birer seviye idiler. Onların, Bakanın bile her hangi bir İsabetsiz işlem için ci­ lan öneri veya hattâ kesin emri karşısında direndiklerini, böyle- ce onu ve şerefini yanlışlıktan,

haksızlıktan koruduklarım, o-

nun da bu davranışı anlayış ve takdirle karşıladığım işitirdik.

ÇAPLILIK ÇAĞI

ÜLKÜCÜLÜK YILLARI

O yıllarda, bugünlerin sık sık tekrarlanan bir çeşit kutsallaş­ mış ve bir çoklarına sığmak ol­

muş kavramları pek bilinmez,

söylenmez gibi idi; «Kalkınma, toplum kalkınması, gelişme, sa­ nayileşme, özgürlük, demokrasi, insan haklan, fırsat eşitliği, a- daletli gelir dağılımı, devrimci­ lik, «kaderde, kıvançta, tasada or tak», sosyal adalet»... ve b. «A- tatürkçülük, milliyetçilik, ilerici­ lik» sözcükleriyle özetlenen bir tek Uke, bir tek ülkü vardı. Bu­ gün çok özlendikleri için, sözü çok edilen kavramların o günler de o bir tek ilkede toplandığını ve gerçekten yaşanılmış olduğu nu anlıjroruz. O yıllarda «karan İlkçilik, tutuculuk, kredtcillk, vur gunculuk, nurculuk, ayırıcılık, partizanlık, azgelişmişlik.» ve b. gibi deyimler, baştan savmacılık. atlatmacılık, avutuculuk, oyala- macılık, gevşeklik ve yavaşlık gi bi haller de yoktu.

Bugünlerden o yıllara bakılın­ ca, bir başka çağ görünür gözle re o zamanlar, Millî eğitim bir ül kücülük ve atılım, bir gelişme coşkusu içinde idi. Bakanlıktaki ler gibi, illerde, ilçelerde, okul­ larda bütün j-öneticiler birer ön der idiler: Millî eğitim müdürle­ ri, müfettişler, ilköğretim müdür leri, gezici başöğretmenler, bü­

tün başöğretmenler ve müdür­

ler. Meslek alanında çalışma sa- atları sınırlı değildi sanki: Sim fa öğrencilerinden önce girip, on

lardan sonra çıkan, sabahlan

ders Öaşlamadar bir saat önce, dersler bittikten bir saat sonra ya kadar öğrencileriyle birlikte okulda çalışmak için pek çok çe şitii konular bulan öğretmenler, bütün hızıyle ve gücüyle işliyen zekâlariyle, öğrencilerini iyi ye­ tiştirmek için binbir çeşit çalış ma yöntemleri icat ederlerdi. O- kuldan sonra çalışma, çok kez haftada bir akşam «öğrehmen ça lışma birliklerinde» öteki günler

de Halk Evlerinde başlardı.

Halk Evleri öğretmen güciyle gü nün her saatmda, haftanın her gününde ve yılın her ajanda ça lışma içinde idi; en büjdik şe­ hirden en küçük kente kadar. A- tatürkçülük, Atatürk devrimler!, ilkeleri yığınlara, kitlelere bura­ lardan yayılır, ulaştırılmaya çalı şılırdı.

YÖNETİCİLER,

VALİLER,

KAYMAKAMLAR DA

DURMAYAN

ADAMLRDI

Halk Evleri etiket ve formali tenin olmadığı, valjler, kaym a­ kamlarla öğretmenlerin birbirle- riyje kaynaştığı yerdi; orada en çok özveri ile çalışanlar onlardı. Ordumuz herzaman devrimci ve millî eğitimci, okulcu olmuştur. Yöneticiler de o yıllarda öğret­ menlerle dirsek dirseğe okulcu ve devrimci idiler. Adlan bütün jrurt yüzeyinde saygı ile, övgü ile yayılmış öyle üstün değerlileri vardı ki, eserleri ve gönüllerde bıraktıktan etkileriyle bugün de yipe öyle anılıyor ve hep özleni­ yorlar. En başta: General Kâzını Dirik, (sonradan Trakya Genel Müfettişi) yanmış yakılmış bir harabeden İzmir gibi bir şehrin tarihte yeni bir kurucusu olmuş­ tu Bir öğretmen (Sadık Çiner) onun için;

«Dün beline bir kuşak başına sarık saran — Köylü bugün dağ lara yol sarıyor bıkmadan..» demişti. O, her gün öğretmenler­ le birlikte idi. Manisa’da Doktor Lütfü Kırdar da aynı yolu ve ay­ nı yönetimi sürlljrordu; sonradan İstanbul'un Valiliğini, yenileştiril­ mesini ve yapımını üstlendi. Anka ra, Nevzat Tandoğan’la dünyanın en temiz, en bakımlı, en emniyet 11 ve en hızla gelişen şehriydi. Eskişehir, H. Danış Yurdakul’la köyünde ve kentinde okuma yaz ma oranı çok yüksek bir ilimiz olc}u. Ve Haşım tşcan ve Tevfik Sırtı Gür ve ¥evfık Hadi B a y ­ sal... ve daha niceleri ne valiler

ve ne kaymakamlar. Onlar gele­

neksel durgunluğu ıstatizmi),

gevşekliği, yavaşlığı, bunları do­ ğuran ve resmi bayatımızın baş belası olan kâğıtçılığı (kırtasiyeci ligi, bürokrasiyi), etiketi, proto­ kolü kökünden yıkıp atmışlardı. Onların tutuşlariyle, o en olum­ suz, en elverişsiz koşullar altın­ da gelişme, hizmet, başarı yaşa­ mın kendisi olmuştu. Bu hava ile öyle sarılı idiler ki, • onlarda en ufak bir karmaşa (com plexe),

bir «üstsenme duygusu (1) =

Überwertigkeitsgefühl — comple- xe de supériorité» yoktu. İllerin, özel idarelerin dar bütçelerine rağmen, hem ilkokul öğretmenle­ rinin maaşlarım ödüyorlar, hem de illerindeki köyleri, kentleri bü yük, gğizel, sağlam okul binaları ve ders araçlariyle donatıyorlar, okul yapımı işlerini bizzat ken­ dileri yürütüyorlardı.

Onlar toplumsal ruhbilim (sos yalpsikoloji) açısından gerçek­ ten, yönetici ve önder idiler. Yur dun ve dünyanın bütün olayları­ nı, o karma karışık günlerde ya kından izler, sağlam teşhisle ya nılmadan değerlendirir, çevrele - rindekilere açıklarlardı. İllerin deki şehir ve köylerin gelişmesi, güzelleşmesi ile olduğu kadar, tarihinin, coğrafyasının, toplum­ sal, tutumsal durumlarının, kül­ tür hâzinelerinin incelenmesi, ya zılması, toplantılar, konferanslar, kurslar... ve b. gibi çeşitli giri­ şimler ve gösterilerle düşün dü zeyinin sürekli olarak yükselmesi, bütün yurtta tanınması için biz zat uğraşırlardı. Her iyi girişim­ de onlar başta idiler; onun için

unutulamazlar. Akif: «rahmetle

anılmak, edebiyat budur ancak» diyor.

O yönetim yetkilileri (idare a- m rle ri) çok okuyan durmayan adamlardı. Yakından tanımak ta lihine erdiğimiz, yukarıda anılan ilk dört vali, bir millî eğitimci kadar, o jallarm eğitim olayları­ nı ve gelişmelerini, çağımız eği­ timcilerinin görüşlerini, düşünce lerini, kendi eğitim sorunlarımı­ zı, yapılması gerekli işleri ija bi liyorlardı. Zaten okumak, kitap sahibi ve dostu olmak sürekli ge

Üşmedir; durmaj’an adamm te­

mel niteliğidir, ve ussal (rasyo­

nel) olmayan, değerli olmayan

her özellikten, her olumsuzluk - tan, her yanlışlıktan ve kötülük ten insanı kurtarır ve korur.

ÇAĞININ ADAMI ■

Böyle bir atılımlı çağa ve yük. sek düzeyli kadrolara uj'gun bir Millî Eğitim Bakanı gerekti. Vü­ cut yapısı, zekâsı ve kültürüyle, bütün ruhiyle Yücel tam o ça­ ğın ve o kadrolann istediği Ba­

kandı. Yüziyle, Doğu ve Batı

kültürünü içinde topladığı kafa- siyle, sesiyle, sözüyle, kalemiy­ le, yazar, düşünür, şair ve sa­ natçı kişiliğiyle bir üstün adam­ dı da. Ne ondan önce, ne de ondan sonra o kültür düzeyinde ve kişilikte bir bakan gelmedi, öğretmenlere, eğitimcilere, ya­ zarlara arkadaş olacak baş ola­ cak, dost olacak adamdı. (2) Ne­ cati gibi, o da öğretmenliğin, öğretmenlerin temsilcisi idi, ki­ şiliğinde öğretmenliğin itibarım, değerini yansıtırdı. O nedenle öğretmen itibarsızlaştınlmaja, te­ dirgin edilmeyi, haksızlığa uğra­ mayı akimdan bile geçirmeden, engin bir güvenlik içinde idi. öğretmene ceza, istek olmadan nakil, Danıştaya başvurma bilin- mej’en duyulmayan eylemler, iş­ lemlerdi.

DÜNYA

ÖLÇÜSÜNDEKİ

BAŞARISI

Köy eğitimi, ilköğretim, tek­ nik eğitim, sanat, kültür sefer­ berlikleri, müzeler, sergiler, ki­ taplıklar, müzik, tiyatro, opera, ansiklopediler, dergiler, tercüme­ ler. klasikler, yayınlar... (Bunla­ rı resmî kayıtlara, sayılamalara dayanarak ayrmtılarlyle geçmiş yıllardaki yazılarımızda açıkla­ mıştık.) Bunlar, Yücel’in millî düzlemde —ve sade o günkü el­ verişsiz koşullar içinde değil, bu

gün de başarılması artık ola­

naksız— büyük eserleri, hizmet­ leridir. Onların bütünlüğü için de, eğitim tarihimizde o döne

me «Yücel Çağı» denecektir

(Eğitimimizde Yücel ve Yücel Çağı bir ölçü, bir örnek, bir karşılaştırma birimi olmuştur ; bugün ve gelecekte o yılların

atılımma, başarısına yaklaşma

ölçüsüne göre çalışmalar değer­ lendirilecektir.) Ancak YüoeTin.

milli düzlemdeki hizmetlerinin

üstünde, insanlık düzlemine ula şan ve insanlığa mal olacak o lan daha büyük bir başarısı var­ dır ki. —bütün inkârlara, unut­ malara. hatta kötülemelere rağ­

men— gelecek zaman İçinde

•Snrm <= -Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Şardan bu yıl aşı yaptırması gereken kişiler aşı yaptırmış olsaydı bu kadar yaygın ve ağır grip vakalarının olmayacağını, çünkü bu yıl gribe neden olan

Elektronun elektrik yükünün karesinin, ›fl›k h›z›yla Planck sabitinin çarp›m›na bölünmesiyle elde edilen ince yap› sabiti, son bir kurama göre ancak ›fl›k

Fakat o tarihlerde de kayık bütün bu vasıtalar İçinde halk tara­ fından kâh ucuzluğu, kâh her an j emre hazır oluşu bakımından ve yük­ s e k sınıf

lej’de ve Almanya’nuı Magdeburg şehrinde yüksek tahsilini ise An­ kara Hukuk Fakültesinde yap­ mıştır. 17 Nisan 1927 de Dışişleri Bakanlığına intisap

Çiçekleri neredeyse tamamen kapalı sikonyum’lar içerisinde hap- sedilen dişi incir ağaçlarının tozlaşmasına ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve

(Lac Léman) m etrafını geceleri nura gark eden yine bu beyaz kömür dür. Honoré diyor ki « bir kaç manetle mü­ zeyyen bir mermer levhanın arkasına 10,000 ve

Araflt›rmac›lar, daha önce bir morötesi (dalgaboylar›nda parlayan) halka ve optik (görünür) ›fl›kta parlayan s›cak noktalarla ayn› yerde bir X-›fl›n›

Neyzen çok içki içerdi, ben ağzıma koymam; Neyzen sigarayı yutardı, ben tadını bilmiyorum, ama ikimizin bir müştereği var: İkimiz de dilimizi tutamıyoruz. O