|
M3m
SANAT DÜNYAMIZDAN P O R H E lit
HALİKARNAS BALIKÇISI
SAZRA ERHAT
Ne yalan söyleyeyim , Halikamas Balıkçısı sizin benim gibi bir insan değildi benim gözümde. Karşıma dikilip gürül gürül “ Merha- ba” smı çınlattığında, önce bu Merhaba’nın ses dalga larından şöyle bir sarsılır sendeler, yankılarına kendi mi kaptırır giderdim. He men kafamda bir soru beli rir: Nasıl söyledi bu Merha- ba’yı diye. Neresini vurgu ladı, hangi hecesine patlatı cı gücü yükledi, niçin bu Merhaba benim karşılık ola rak verdiğim cılız selâma hiç benzemedi? Kimi zaman onun Merhaba'sına yenil memek için kendim bir Merhaba salardım o dav ranmadan, kendi sesim i onun sesine benzetmeye ça lışarak. Ama olmaz da olmazdı, bir Merhaba kari katürü çıkardı ağzımdan, utanır susardım. Hoş Balık çı kendi Merhaba’sına kim seden yamt da beklemezdi ya. O Merhaba dedi mi, selâm verilmiş de alınmış da olurdu. Onun sevgi çığlığı öylesine kapsayıcı idi ki, yankısını da beraberinde getirir, saldığı neşeye dağ taş insan ve hayvan, çevre de kim varsa hepsi katılırdı. Düşünürdüm kimi zaman ne demek bu Merhaba, anlamı nedir, nasıl oluyor da hergün birbirimize söy lediğimiz selâmlara hiç ben zemiyor. Balıkçı Merhaba’- sım çınlattı mı, karşısında kiler ona “ Nasılsın- Cevat bey?” diye soracak olsalar, Balıkçı sıkılır, kızarır boza rır, ne yamt vereceğini bile mezdi. Eh iyiyiz işte, nasıl olalım, aslan gibi, turp gibi diye bir şeyler gevelerdi. Sonra da şakaya vururdu işi, başına gelen bin bir dert, bin bir belâ içinde yine de iyi olabilmesine ne denli şaştığını dile getirerek, “ Eh neşemiz var yahu!” diye birtümce daha patlatır, bunun ardından da hemen konuya geçerdi, başka bir konuya, kendi sağlığı, dünyanın du rumu ya da havanın güzel liği bozukluğu ile hiç ilintisi olmayan bir konuya. Ama ben, ama siz bakakalır, sorunuza yanıt bulamamış olmanın dalgınlığı içinde daha bin bir soru soradu- rurdunuz kendinize.
Elleri kolları, hiç bitme yecek gibi uzayan bacakları bu adamın, nasıl olup da böyle devindiğini anlaya mazdınız. Balıkçı Ana Tan rıça Kybele ya da onun tapımına bağladığı hexa- metron vezni üzerine almış yürümüştü. Yürümüştü de lâf mı, oynamaya, dans etmeye koyulmuştu. Ama havada mı, binlerce yıl öncesinden kalma bir tapı nağın göklere dikilen sütu nu önünde mi, yoksa kapalı bir salonda, dört bir yanı kanepeler koltuklarla çevrili daracık bir yerde mi? Umu runda değildi Balıkçı’nm, nerde olsa kalktığı gibi oynardı, davudi sesini saz niyetine, kahkahasını davul niyetine kullanarak. Bakar dınız, devinimi yatay ola mıyorsa, düşey biçime gi rerdi. Havaya hoplardı bü tün gövdesi. Bir dert değil di onun için uzay ya da oylum sorunları.
Dedim ya, bir insana benzetemezdimonu. Efsane tanrılarından birine mi ben zetmeliydi? Bir Zeus mu, değil; bir Poseidon mu, denizci ama ona da benze mez; bir Prometheus mu, onun gibi baş kaldıran ama içinde acı kin hiç yok; bir Dionysos mu, dionisyak yönleri çok ama o da değil; bir Pan, bir Marsyas, bir Silen?... Hani Platon “ Şö- len” de Alkibiades’in ağzın dan Silen’e benzetir yaman ustası Sokrates’i. Bir Silen ki düdüklü kavallı, içi açıldı
mı, binlerce tanrı heykel cikleri görülür, ama çalgısız kavalsız tek sesi sözü ile insanları b üyüleyen . Bu benzetmeler uyar belki Ba- lıkçı’ya ne var ki Sokrates’i hiç sevmediği gibi, birinin çirkinliği ile öbürünün gü zelliği arasında hiç bir bağ kurulamaz. Balıkçı güzeldi, ama nasıl güzel, bir ağaç gibi güzel, kendisine simge olarak seçtiği bir sahurluk gibi güzel. Dinleyin ne der “ Mavi Sürgün”ün başında: “ Sahurluk vardır, güneşin ateş yağdırdığı iklimlerde biter. Anasınm memesini tutup emen yavru gibi, toprakları kavrayan kökle rinden, uçları süngülü dik yapraklarını salar. Cehen nemde yanan ifrit gibi, on yıl alevlerde yavaş yavaş büyür ve güneşte parlayan bitkisel bir amt olur. On yıllarca aldığı ışıkla sıcaklı ğın -bir kıymığını bile alı koymadan- bir kıyafetinde yine yaratılışa verir. Böyle likle, en yalın tarifiyle iyi insana benzer. Hayattan aldığını fazlasiyle gene ha yata verir.”
Bu betimleme Halikamas Balıkçısı ’mn dış görünüşüne tam tamma uyduğu oranda, iç dramını da yansıtır. Ce hennemde yanan ifrit gibi, alevlerle bir ömür boyu sa vaştıktan sonra büyür bü yür bu insan, tâ ki bir anıt ola. Bitkisel bir amt demiş, bir insansal anıt, bir anıt- insan diyeceğim. Balıkçı’yı en iyi anlatan, en kesince tanımlayan bu deyim olsa gerek. Sabır ede ede nasıl kökleri toprağı kavrayan, yapraklan dik süngüler gibi fışkıran bir sahurluk olarak yetiştiğini hiç açıklamaz, açımlamazdı Balıkçı. Ancak o anı, o günü yaşar gibiydi, başından geçmiş bir olayı anlatsa bile, öylesine hava da ve gerçek koşulların dı şında anlatırdı ki, o olay acıklı, korkunç yönünden sıyrılır, bir masal oluşuve- rirdi ağzında, neredeyse bir
söylence, bir efsane.Kimi öy külerinde yansıyan duyarlı, duygusal, göz yaşartıcı ya nı, gümbür gümbür taşla ma olan eğilimi üe nasıl bağdaşırdı? Bir yandan me lek huylu, mazlum, doğaya karışmış, denizi, kuşu, balı ğı ile bütünleşmiş ihtiyar balıkçı tipi, öte yandan kimi roman ve öykülerinde kap kara çizgilerle betimlediği acımasız, kaba ve kötü kentsoylular, para babala rı. Hemen söyleyeyim ki Halikamas Balıkçısı birinci tipleri biraz melodrama ka çarak betimlemiştir, ama üstün duyarlıkta bir ro mantizmin ürünü olan bu tiplerde Balıkçı kendi gerçe ğini yan sıtm ıştır. T ıp kı kendisi gibi, gerçek, güncel insanlara benzemez bu tip ler; onlar doğaya karışmış, doğanın birer parçasıdır, ötekilerse düpedüz gerçek değildir, çünkü gerçekçilik anlayışı da başkaydı Balık- çı’nın. Evrensel boyutlara ermemiş ufak tefek gerçek lerden ve bu gerçekler üstü ne ağlamaklı biçimde ya kınmaktan tiksintiye varan bir sıkıntı duyardı. Du yulan ve söylenen güçlü bir duygu olmalı, anlatımı ve söylenimi de gür ses ve sözle yansımalıydı. Renk dediğin renk olmalıydı, Bo- ğaziçinin gümüşiye çalan mavisi gibi değil. Ege’nin şarabı andıran dolgun ma visi gibi. İnsan, yirminci yüzyılın cılız yaratığı de ğil,açık ötelerin çocuğu ol malıydı. Doğa içinde tam doğal, evrenin devinimine, sonsuzca akışına uygun, onunla uyumlu bir yaratılış ürünü. “PA N T A REİ” diye gürlerdi Ege’nin çok sevdiği, özdeşleştiği doğacı düşünü rü Herakleitos’un adını an dığı zaman. Herşeyin aktı ğına, değiştiğine, devindi ğine, devrimlendiğine ina nırdı bu büyük adam. Onun içindir ki, yalnız gözleri nin melûl bakışında yansıt tığı hayat faciasını hiçe sa yarak ölüm döşeğinde bile insanlığa gür bir MERHA BA salmış ve öyle ayrılmış tır arşımızdan.