kay'ı severdi. Karşılıklı geldikleri zamanlarda o cin gibi zeki ve bal gibi espritüel iki insanın sohbetle rini dinlemenin tadına doyum ol mazdı.
Muhafazakâr yaradılıştı bir insan sa yılırdı rahmetli Doğan Nadi. Evi, matbaası ve önceleri Park Otel so n raları Divan oteli arasındaki bir üç gen içinde yıllar yılı şaşmaz bir ha yat sürmesi, çevresinde hep aynı dostlarını aramasından uzun ve siv ri uçlu yakalı, ellerinin üzerine ka dar düşen uzun ve bol manşetti be yaz gömleklerine kadar herşeyinde bu muhafazakârlığı görmek müm kündü. Halk adamı görünme çaba sındaki aristokratlar pek çoktur. 0 ise tamamen aksine, aristokratmış gibi görünen tam bir halk çocuğu idi. Hele sosyete ile hiç mi hiç ili şiği yoktu. Kendine çizdiği üçgen bir dünyanın içinde gönlünce ya şamıştı Doğan Nadi.
Ailesine düşkün, evine bağlı bir er kek, iyi bir patron, candan bir ar kadaş ve mükemmel bir insandı. Onda ille bir kusur bulmaya çalışan lar sadece içkisini dillerine dolaya- bilmişlerdi. Hakkında başkaca diye cek lâf bulamamışlardı.
0 da bundan dolayı böyle düşü nenlere yüksünmemiştir asla. Bi lâkis kendisiyle birlikte onları da alaya almıştı her zaman.
Doğan Nadi basın hayatımızda bir çığırdı. 0 ufacık çerçeveleriyle Türk basınına apayrı bir renk kat mıştı. Aslında bu konuda ulaştığı başarı pek büyüktü. Otuz yıldan fazla bir süre içinde onun açtığı bu yoldan sadece iki kişinin gelebilme yi basarmış olması bu üç-beş ke limelik esprilerin ne denli zor bir şey olduğunu gösterir.
Bizim emektar yokuşun gelmiş geç miş en iyi patronlarından biriydi D o ğan Nadi. Tıpkı babası Yunus Nadi bey gibi...
Nur içinde yatsın. . Yalnız yıllar boyu kahrını çektiği
miz bizim emektar «Yokuş»ta değil, tüm yaşantım boyunca tanıdığım en zeki insanlardan biriydi rahmetli Doğan Nadi. Yalnız zeki değil, ay nı zaman espritüel ve son derece cana yakındı da.
Bir saman alevi gibi parlayıp orta lığı kasıp kavurduğu anlarında dahi cana yakınlığından bir şey yitirmez di ki, bu onun kendine özgü bir ö- zelliği idi. Bir yanardağ gibi indifa ettiği anlarında önünde durulamı- yacağını söylerdi herkes. Ben de onu böyle tanımlayanlara kanıp yıl lar yılı böyle bilmiştim kendisini. Ancak yıllar sonra bizzat şâhidi ol duğum bir vak'a, kendisi hakkında bu teşhisi koyanların ne kadar al danmış olduklarını göstermişti ba na. Çeyrek yüzyıl önceki o günü dünmüş gibi hatırlarım:
Servisimde çalışan genç bir arka daş, özel yaşantısındaki çocuksu bir davranışından ötürü bazı kimseler tarafından Doğan Nadi Bey e şikâyet edilmişti. Dışardan gelen sözlere karşı her zaman aşırı bir hassasiyeti vardı rahmetlinin. Bu şikâyet kar şısında derhal tepesi atmış ve he men «kovdum» kararını verivermiş- ti.
Devir, öyle Sosyal Sigortalarmış, sendikalarmış, toplu sözleşmeler miş gibi şeylerin henüz bizim yo kuşun semtine bile uğramaya niyet lenmediği yıllardı. «Kovdum » de mek, her şeyi kökünden halletmeye yetip de artıyordu bile.
Ne olursa olsun, bir kerre Doğan Bey ile konuşmak istedim bu konu üzerinde.
Hademesi rahmetli Tahsin Efendi o- nun barometresi idi âdeta. Patro nun hava durumunu onun kadar iyi bilen kimse yoktu. Tahsin Efendi beni görünce yüzünü hafiften buruş turup başını usulca yukarı doğru kaldırırken:
— «Hava kötü Cem bey...» diye mırıldanmakla da yetinmemiş arka sından eklemişti hemen «Barut gi bi...»
Bu bir bakıma «seni çağırmadıysa içeri hiç girme» demekti. Anlama- mazlıktan gelip içeri girdim. M a sa sında oturuyordu. Beni görünce he men lâfa girdi:
— «Yahu senin şu ( ... ) ne yap mış öyle?...» diye köpürdü. Öfkeli öfkeli anlattı anlattı.
— «Haklısınız...» dedim.
— «Muhasebeye talimat verdim, derhal hesabı kesilecek!...» dedi. — «Siz bilirsiniz Doğan Bey...» di ye konuştum, sonra mümkün mer tebe aşağıdan almaya çalışarak mı rıldandım: «Fakat özel yaşantısın daki saf ve çocuksu bir davranışın dan ötürü şikâyete uğrayanı atar sak, korkarım çalıştıracak kimse bu lamayız sonra...»
Bu fırtınada bütün şimşekleri üzeri me çevirmeye yetecek bir sözdü bu muhakkak ki. Fakat cana yakın patronum o anda ayni öfkeli sesiy le gürleyiverdi:
— «Bak, bunda da sen haklısın...» Fırtına sanki bir anda dinivermişti. Sigarasını tazelerken gülümseyerek baktı bana:
— «Çekiver keratanın kulağını, bir daha böyle çocukluk yapmasın...» Rahmetli, en sinirli anında dahi ma kûl olabilmeyi başaran kişi olduğu nu göstermişti o akşam...
Son derece kıvrak bir kalemi ve üslûbu vardı. Zekâsı ve espri ka biliyetiyle birleşen bu kalem Türk basınına ilk minik fıkraları sokm uş tu. Bir kaç kelimeyle ne espriler döktürürdü. Bu yazılarına kendi ga zetesi dururken «Tasvir» sütunları arasında başlamış olmasıysa onun bir diğer ilginç yönüydü. Neden sonra kendi gazetesinde «Bir da
kika» başlığı ve (D.N.) imzası al tında bu fıkralarını yayınlamaya başlamıştı. 0 ufacık çerçevesinin içinde hemen hergün birisine sata şırdı tatlı tatlı. Bu öylesine tatlı sataşmalar olurdu ki, en çok sataşı lan kişi gülerdi.
Alkolü pek severdi. Alkolü sevdiği kadar da (1) numaralı içki aleyhtarı ve Yeşilaycı olan sayın Prof.
Gö-" YOKUŞ Gö-" TAN GELİP GEÇENLER (6 )
d o ğ a n n a d i
Yazan: Cem AT A B E Y O Ğ LU
Taha Toros Arşivi