RabbüPudun ölümü
INI
evres, gerçekten Rabbül’ud idi, öldü. Bu ölüşte Türk musikisin den bir parçanın sönüp gidişi sezilir. Musikimiz, zaten şahikalaşmış bir varlık değildir, Avrupa musikisinin eh - ramlardan yüksek cüssesi önünde basit bir türbe irtifaı taşır. Nevres, o irtifam temeltaşlarından biri idi, ölümün zorile sarsıldı, düştü.Büyük san’atkârm hastaneye kaldırıl dığı gün de yazmıştım: Ud, onun kuca ğında bir tahtapare olmaktan çıkar, gü len ve ağlıyan bir göğüs olurdu, teller bu göğüste gören, duyan, sezen sinirler gibiydi ve Nevres, mızrabının sehhar te- maslarile onları canlandırarak, heyecan landırarak dile getirirdi, en beliğ insan lara parmak ısırtacak bir belâgatle ko - nuşturufdu. Teli dil, tahtayı ruh yapan böyle sâhir bir mızrabı bizim diyarımızda ancak Nevresin parmakları kullandı ve bundan dolayı Rabbül ud olarak tanıldı» N e yazık ki şimdi o, san’at şeririnden ta buta intikal etmiş ve udunu yetim bırak mış bulunuyor.
San atla saadet kolak kolay uzlaşmı •* yan mefhumlardır. Çünkü san’at, sonsuz bir hassasiyet, saadetse biraz kayidsizlik demektir. Sezenler adım başına elemi mevzuu bulabilirler. Bol mikyasta dem lenmek tabiatile diğerkâmlık doğurur. Bahtiyarlıkla diğerkâmlığın uyuşması ise pek gücdür.
Nevres işte bu İlâhî güçlüğe örnek sa yılacak bir yaradılıştaydı, saadetin tadı na tamamile yabancı kalarak yaşadı v£ hayatın zevkini ıstırabda buldu. Onun ağlamadığı gün yoktu, aç kaldığı günler de çoktu. Fakat dudağından tek bir şi * kâyet kelimesi çıktığını bir ferd duyma mıştır. O, ıstırabdan şikâyeti kir sayardı ve kirden iğrenirdi. Nağmelerinin temiz liği biraz da bu halinden, hertürlü kirli •» Iiğe karşı taşıdığı istikrahtan doğmuş olsS gerek. O halde Rabbül’udun ölümünde alnı ak, vicdanı pâk bir yurddaşuı sönü «* şünü de görmüş oluyoruz. Bu, matemi «* mizi katmerleştiren birşeydir.
Başına uzanan cellâd satırını sesinin güzelliğile dost selâmına çeviren musikî i üstadı Şahkulu nasıl can verdi bilmiyo * | rum. Türk musikisine Itri gibi bir cevher
veren Vâkıf Halhali ve bizzat Itri ha * yattan ne dereceye kadar kâm almışlar dır, bunu da bilmiyorum. Dede Efendi, Hicazda kumlara gömülürken gülüyor muydu, ağlıyor muydu?.. Meçhul. Her geceyi bir tareb âlemi olarak geçirdikleri söylenen Kırımlı Ahmed Kâmlılar, fe <* rehnâk muhterii Şakirler, Vardakosta Ahmedler, A rif Mehmedler, Hızır A ğa lar, Abdülhalı'mler, Sadullahlar gerçek ten mes’ud muydular, yoksa yüzleri gü lerken içleri kan ağlıyan takımından mıy dılar?.. Bu da belli değil. Fakat Ondo *
kuzuncu asnn ikinci yarısı içinde doğup ta Yirminci asra intikal eden musiki üs- tadları içinde hayatı yük olarak taşımı - yanlar hemen hemen yoktur. Onlar yal nız san’at heyecanile tağaddi ettiler ve yaylarile, mızrablarile ördükleri şöhrete sarılarak kefensiz gömüldüler.
Nevres te onlardan biridir ve en mus- tarib yaşıyanıdır. O, ölerek ıstırabdaP kurtuldu ve şimdi biz onun ölümile mus taribiz.
M. TURHAN TAN
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi