• Sonuç bulunamadı

Rıfat Ilgaz'la tatil sohbeti:Milliyet'te yayınlanacak "Hababam Sınıfı"nın yeni bölümlerine Karadeniz fıkralarını da ekleyeceğini söyleyen ünlü yazar, sırrını açıkladı:Hababam'da bütün okullar var

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rıfat Ilgaz'la tatil sohbeti:Milliyet'te yayınlanacak "Hababam Sınıfı"nın yeni bölümlerine Karadeniz fıkralarını da ekleyeceğini söyleyen ünlü yazar, sırrını açıkladı:Hababam'da bütün okullar var"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

\

4 •

MİLLİYET

A

R ıfat İlgaz'la Tatil S o h b eti

28 ARALIK 1986

s;

ıM illiy e t

’te yayınlanacak “Hababam Sımfı”mn yeni bölümlerine

Karadeniz fıkralanm da ekleyeceğini söyleyen ünlü yazar, sırrım açıkladı:

»Hobabam'tkı bütün

okullar var*

Bazı Fransızca esprilerden dolayı kendisinin Galatasaray

Lisesi mezunu olduğunu sandıklarını söyleyen İlgaz,

4‘Eserde velileri değil, eğitimi eleştiriyorum” diyor

İYOGRAFİSİNİ sorarsanız Rıfat İlgaz’ın, şöyle: 1911 Cide doğumlu. Babası kolculuktan ye­ tişme Düyun-ı Umumiye memuru Hüseyin

Vehbi Bey.

1938’den bu yana tüberküloz çekiyor. Yatmadığı sanatoryum yok. Geçen yıl Kıbrıs’ta geçirdiği ağır bir trafik kazası şimdilerde onu yatağa bağlamış. Yeni emeklemeye başlayan bebeler gibi sevgili oğlu Ay-

dın’ın kolunda Florya'daki evde talim ler yapıyor. “Kastamonu Muallim Mektebinden mezun olduk­

tan sonra, Bolu, Adapazarı, İstanbul’da öğretmenliği var. 1948 yılında öğretmenliği büsbütün bırakarak, Ba­ bIali’ye yerleşiyor. Dizgi ustalığından düzeltmenliğe, teknik sekreterlikten dergi sahipliğine kadar olmadı­ ğı “usta”lık yok...

Hayatının önemli bölümünü hastalık yüzünden hastanelerde, yazarlık yüzünden hapishanelerde ge­ çirmiş Rıfat İlgaz, bu yılın son konuğu. Unutulmaz

“ Hababam S ın ıfinın yaratımcısına 76’ncı yaşında “ Merhaba” diyerekten başlıyoruz söze...

GEREDE S O S Y E T E S İ"

—“Sayın İlgaz, birkaç gün sonra yeni bir yıla gi­ receğiz. Öğretmenlik, yazarlık yaşamınız içinde unu­ tamadığınız bir yılbaşı var mı? Kutladığınız ilk yılbaşı hangisi oldu?”

—“ İlk yılbaşı 1929’dan 1930’a geçtiğimiz gecey­ di. O zaman ben Gerede’ye atanmıştım. Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra aldığım ilk görev­ di. Gerede’nin eşrafı, öteki öğretmenler bir yılbaşı ge­ cesi düzenlediklerini söylediler. Ben de gittim .”

—“Nasıl bir eğlence düzenlenmişti?

—“ Gittim ama, iki eksiğim var. Poker bilmiyorum, dans bilmiyorum, ilk stajımı o gece yaptım. Dans edenlere baktım, kâğıtların adını öğrendim. Hanım öğ­ retmenler çok iyi oynuyorlardı. Ben de onların yanla­ rında oturup, ‘rua’yı, ‘dam’ı öğrendim.”

—“Hangi .salonda yapılıyordu yılbaşı eğlencesi?”

—“ Bizim ‘Misak-ı Milli’ llkokulu’nun geniş salon­ larından birindeydi. Kaymakam Bey’in çevresi, oranın sosyetik memurları o gece okulumuzu şereflendirdi­ ler. Ben de kenarından, bucağından, yılbaşı nedir öğ­ renmiş oldum. Hiçbir şey yapamamakla beraber, çok güzel bir yılbaşı gecesi oldu. Yaşamın aralığından ile­ riye doğru bir bakmış olduk. Sayın Süsoy, çok ilginç­ tir, orada tanıdığım en iyi danseden, en iyi poker oynayan hanımla evlendim. Ondan bir kızım dünya­ ya geldi. Öğretmendi, kızım da öğretmen oldu.”

YENER SUSOY

"Ben seyretmeyi arzuluyordum, sonra­ dan iyi bir poker ustası oldum. Gerede’ de kimse benimle poker oynayamaz ol­ du. Bu, şairlik meselesidir. Karşında- kinde kağıt var mı, yok mu, bileceksin."

—“Sizin için ‘çok iyi bir poker ustası’ derler.”

—“ Ben seyretmeyi arzuluyordum, sonradan iyi bir poker ustası oldum. Gerede’de, benimle kimse poker oynayamaz oldu. Yedek Subay Okulu’ndaki arkadaş­ larım da benim pokerdeki dehamı kontrol etmek ge­ reğini duydular. En büyük oyuncu olarak bilinen Akif adlı arkadaşı buldular. Adam, yeteneğimi arkadaşla­ rıma teslim etti. Kâğıt filan düzmem ama, bir ara öy­ le de dediler.”

—“Ne kadar zamanda böylesine usta oldunuz?”

—“ O yılbaşı gecesinden sonraki bir-iki ay içinde. Efendim, bu şairlik meselesidir. Yani sezgi... Karşın- dakinde kâğıt var mı, yok mu? Bunu bileceksiniz.”

—“Çok blöf yapar mısınız?”

—“ Katiyen. Yalnız arada-sırada blöfçü görünmek gerekir?”

ORTA ASYA'YA

HAKARET!

—‘‘Rıfat Bey, yazılarınızdan, şiirlerinizden dolayı

sık sık demir parmaklıklar arkasına davet edildiniz. Bugüne kadar toplam kaç yıl hapis yattınız?”

—“ Aftan yararlanmasaydım, sekiz sene kadar ya­ tacaktım. Çok parçalı olarak dört sene kadar yattım .”

—“Hapishaneye ilk merhaba ne zaman oldu?”

—‘İlk girişim 1944’te, ‘Sınıf’ isimli bir kitabımla oldu. Altı ay temiz yattım. Şimdi aynı maddeden beş sene yatıyorlar. 141 - 142’den yani... Demek bizden sonra o maddeye çok zam yapmışlar. Suçlu bulunan kitabımda yer alan ‘Çocuklarım’ adlı şiirim bugün okullarda ezberlettiriliyor. Oysa beni mahkûm e ttik­ leri cümle de buradaydı. ‘Orta Asya’dan çıktık laf

kıtlığında’ mısraı suç kapsamına giriyorm uş.” —“Orta Asya’yı küçümsediğiniz gerekçesiyle mi karşınıza çıkıyorlardı?”

—“ Evet... Yani soyumuza-sopumuza hakaret edi- yormuşum. ‘Orta Asya’dan gelmedik mi? Laf kıtlığın­

da değil, övünülerek söylenilir Orta Asya’ dediler. Aynı

1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi ‘Turancılar’ı da muhakeme ediyordu. Onlara da ‘Turan’da ne işiniz var

sizin?’ diyorlardı. Ben, oraya gitmediğim için suçlu

oluyordum. Onlar da oraya gidecekleri için suçlu olu­ yorlardı. ikimiz de suçlandık. Sonra yıllar geçti ara­ dan. Onlar gidemediler oraya ama, ben g ittim .”

—“ Nereye gittiniz hocam?”

—“ Özbekistan’a gittim. Taşkent’teki toplantıya Asya-Afrika Yazarlar Birliği’nin üyesi olarak katıldım. Oradaki ‘dedelerimizi’ gördüm. Tercüme işlerimize ba­ kan o dedelerimizden birinin torununun boyu 1.45 fi­ landı. ‘Yahu, biz sizi gözümüzde büyüttük durduk’ dedim. Oktay Akbal da yanımda. ‘Üstelik bizi evinize

davet ettiniz. Sofrada bize at eti yediriyorsunuz. Siz nasıl Türksünüz? Bizde at, avrat, pusat derlerdi. Siz atı kesiyorsunuz. Ata hakaret ediyorsunuz’ dedim. O

zaman bana, ‘Hocam, siz at eti yemez misiniz?’ diye sordu şaşkınlıkla. Ben de ‘Biz, at eti yemeyiz’ dedim.

‘Biz, Orta Asya’dan gelmişiz be... Oralardan ata binip de geldik. Yol arkadaşımızı kesip de, yer miyiz?’ de­

yince ‘Dur, ben bunu not edeyim’ dedi, yazdı. Yani, ben o ‘dedelerimizi’ de gördüm, altı ay temiz de yat­ tım .”

K IR M IZ I KAPAK!

—“O ilk kitabınız şu anda elimde. Bakıyorum ka­ pağının rengini de kırmızı yaptırmışsınız. Sonra adı da ‘Sınıf’...”

—“Yener Bey, kitabın kapağının kırmızı oluşu da

suçlamalarından biriydi. Bana sorunca, ‘Elinizdeki Ce­

za Kanunu’nun kapağı da kırmızı’ dedim. Dediğiniz gi­

bi, ‘Sınıf’ da seçme bir isim tabii. Öğretmen oluşum ortada. Şiire ‘Yoklama defterinden öğrenmedim sizi

benim hayran çocuklarım’ diye başlıyorum. Artık bu­

nun başka sınıf olarak düşünülmesi olası mıdır?”

—“Sayın İlgaz, sanat dünyasında önce şiirleriniz­ le, sonra da mizah öykülerinizle tanındınız. Zaman za­ man biri, ötekini aşıyor, yer değiştiriyor. Hangisine öncelik tanıyorsunuz?”

— “ Şiir bazı yıllar suç unsuru haline geldi. Ben, tabii şiiri bıraktım. ‘S ınıftan sonra da devam. ‘Yaşa

dıkça’, ‘Üsküdar’da Sabah Oldu’ gibi kitaplarım var

‘S ınıftan sonra 10 tane ş iir kitabım çıktı. H içbir za man şiiri bırakmadım. Ama mizahı da bırakmadım Kastamonu’da, 1926’da şiire başladığım vakit, aynı yıl larda orada çıkan ‘Çalçene’ isim li bir mizah gazete sinde yazılarım çıkıyordu. Şiirle mizah benim için atbaşı yani...”

—“Hocam, ‘Hababam Sınıfı’ ne zaman, nasıl doğ­ du?”

—“ Menderes’in son dönemlerinde İlhan-Turhan Selçuk’ların ‘Dolmuş’ dergisi vardı. Ben de onun ya­

zarları arasındaydım. İşe başlarken ben bir veya iki öykü yetiştirecektim . Okulda geçen anılarımı derle­ meyi düşündüm. Her hafta bir tanesini yayınlayacak­ lardı. Oturdum, üç tane hikâyeyi yazdım. İkincisi çıkınca çok telefonlar gelmeye başladı. 10, 20,30, der­ ken 70 oldu. Önce üç tane küçük kitap halinde çıktı. Sonra üçünü birden toplayıp, bir kitap yazdım.”

—“ Bu eserlerinizi sahneye ilk kez rahmetli Ulvi

Uraz taşımıştı... Piyesi tek başınıza yazmadığınız doğ­

ru mudur?”

—“Ulvi, benden piyes istedi. Bunu ben, kendim

yazdım. Bazıları, bana yardım edildiğini söylerler. Ben, kimseden yardım, destek istemeden, piyesi kendim yazdım. Bir tiyatrocuyla bile istişare etmeden. Kara­ mürsel’de, üçüncü sınıf bir otelin bir odasında piye­ si yazıp, bitirdim. Makinem de olmadığı için, köy kâtibiyle dilekçe fiyatı üzerinden anlaşma yaptım. Di­ lekçeden beş lira alıyordu, bana daha da indirim yaptı. Ben okudum, o yazdı. Makine yazısını okumadan, Ul-

vl’ye verdim. Ertesi gün beni aradı, ‘Mutabıkız’ dedi.

25 gün provadan sonra Küçük Sahne, üç ay aralıksız kapalı gişe oynadı. Sonra Ankara’da, Büyük Sinema’ da büyük olay oldu. 1400 kişilik salon her gece dol­ du. Sonra turneye çıktılar ama, bana kırk para verme­ diler.”

—“Bütün bunların ardından, ‘Hababam Sınıfı’ be­ yazperdeye geçti. Film şirketiyle, yönetmeniyle mah­ kemelik olmuştunuz Rıfat Bey. O filmler sizden izinsiz mi yapıldı?”

— “ Altı tane film çevrildi. Onlar, ‘Hababam Sini- fı’ nın özüne saygı gösterilerek çevrilm iş film ler de­ ğ ild i.”

—“Ne gibi aykırılıklar vardı?”

—“ İçeriği bakımından, tezi bakımından da aykı­ rı. Ben, ‘Hababam Sınıfı’nda eğitim i eleştiririm. Kop­ yacılığı, ezberciliği... Senaryoyu yapanlar öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya, ‘Hep sizin

yüzünüz-den bu çocuklar böyle oldu’ yüzünüz-deniyor. Bir kere özün­

de sapma var. Birinci piyeste daha film başlar başlamaz Tarık Akan, bir kızla ilişki kuruyor, ‘Damat

Ferit’ oluyor. Benim kitabımda böyle bir tip yok. Gayri

meşru bir çocuk dünyaya geliyor ve bu çocuk yatak­ hanede büyütülüyor. Daha önce Mahmut’a ‘Kel’ de­ diğimiz için senaryoya karşı çıkmışlardı. Burada gayri meşru çocuk, yatakhanede büyütülüyor Hafize Ana tarafından. Buna sansür müsaade ediyor. Buna da ak­ lım ermez. Hemen dava açtım. Manevi tazminat iste­ dim. Araya kıramayacağım arkadaşlar, oyuncular gir­ diler. Benim gönlümü aldılar. Ondan sonraki film le r­ de içeriğe bağlı kaldılar.”

—“ Hababam Sınıfı’nın başarısı, sizin böyle okul­

larda okuduğunuzdan, öğretmen oluşunuzdan mı ge­ liyor hocam?”

—“Yener Bey, o okullarda okuyan binlerce öğren­

ci var. O binlerce öğrenci de öğretmenlik yaptı. Ön­ ce bu işin bir yazınsal beceri olduğunu kabul edelim mi, etmeyelim mi? Yaşadığım olaylar belki bana mal­ zeme oluyor. ‘Dolmuş’ta bunları yazmaya karar ver­ diğim vakit, öyküleri beşer kere yineleyerek, bir biçim aradım. Üslup, içerik, tempo aradım. Tempoyu bul­ dum. Durmayacak, betimlenmeyecek kişi ve yer tas­ viri yok. Eylemlerden karakterler çıkacak. Olayları durdurmamak için hepsini uc-uca ekledim. Böylece karakterler çıktı ortaya. Tiyatrocu delikanlılar oyun bi­ tip de, oturdukları vakit ‘Oh, çok yorulduk’ derlerdi. Voleybol oynar gibiydiler, işte, bu tempo meselesi­ dir. Bunu remandada, tiyatrosunda da verdim. Başarı buralardan geliyor.”

"İNEK AHMET" YAŞIYOR

—“ Başkalarının size anlattığı olayları da bu öy­ külere yansıtıyor musunuz?”

—“ Olayların bir kısmını bana başkaları anlatmış­ tır. Haydar adlı bir arkadaşım Haydarpaşa Lisesi’ndeki olayları anlatırdı. Oğlum, Kabataş’ta yatılı okudu, onun anlattıklarını da öykülere kendi mizah anlayışım­ la aktardım.”

— “ Hababam Sınıfı’ndaki karakterlerin gerçekle il­

gisi var mı efendim?”

—“ Vardır. Mesela en çok üzerinde durulan, en ba­ şarılı olan ‘İnek Şaban’dır. ‘İnek Şaban’, Kastamonu Öğretmen O kulu’ndard sınıf arkadaşım ‘122 inek Ah­

met’tir.”

O ğlunun e v in d e

Rıfat İlgaz, 1938 yı­

lından beri tüberküloz çekiyor. Bunun üs­ tüne bir de Kıbrıs ta geçirdiği trafik kazası eklenmiş. 75 yaşındaki ünlü yazar, THY’de çalışan oğlunun Florya’daki evinde dur­ madan yazıyor. Kimıldatamadığı ayakla­ rı, belleğini daha da güçlendiriyor sanki.

EKONOMİ

Odalar B irliğ i B aşkanı,'K urtarm a'form ülünü açıkladı ve seslendi

é

Bankalara denetim ş a rt*

İthalatta özgürlüğün sınırı genişledi

Pahalı ama, serbest

AHALILAŞTİRILAN ithalatın serbestlik sının biraz daha genişletildi. Hükümet, ithali izne bağlı birçok malın ithali­ ni fonlu ve gümrüklü olarak serbest bıraktı. İthalatta yapı­ lan yeni düzenleme ile birlikte bazı kamu kuruluşlanna tanınan ayncalıklar da kaldınldı.

Daha önce ithali izne bağlı m allar listesi 245 iken, bu sayı yeni düzenleme ile birlikte l l l ’e düşürüldü.

Hazine ve Dış Ticaret M üsteşarlığının konuya ilişkin yönet­ meliği dünkü Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. İth a­ li izne tabi mallar listesinde yapılan düzenleme ile, serbest ithalat kapsamına alınan mallar arasında bulgur, irmik, nişasta, sucuk, salam, sosis, balık konserveleri, havyar, turunçgiller, sert kabuk­ lu meyveler ve eritilmiş domuz yağı da bulunuyor.

İthali izne tabi mallar listesinin 130 dolayında mal grubunda birden daha daraltılmasıyla, tekstil ve demir-çelik yan mamulleri ile mamulleri de serbestçe ithal edilebilecek. İthalatında izin şartı kaldırılan mallar listesinde koyun, keçi, m anada , sığır etleri ve sakatat da yer alıyor. Ayrıca, bazı ilaç hammaddelerinin ithalin­ deki izin şartı da kaldırıldı. İzinsiz ithali yapılacak m allar arasın­ da ayrıca şunlar yer alıyor: Erkek ve kadın iç ve dış giyim eşyala- n , eldivenler, çorap, battaniye ve benzeri örtüler, demir ve sacdan fıçılar, avizeler, gemi, su araçları, mobilya, kadife, pelüş, resimli kartpostal, havlu, karton takvim, hazır çorba, su, maden suyu, gazoz, üzüm şırası, sofra tuzu, rafine tuz, meyve ezmesi, pestil, dondurulmuş meyve, meyve.

(TOBB Başkanı Ali Coşkun, bankaların şirketlerdeki iştirak

paylarının yüzde 10'a indirilm esini, işçi şirketlerinin ön­

celikle kurtarılmasını, kredilerin denetim i için de özel bi­

rim le r ve bankalar konsorsiyumu istedi

H

ANKARA, ÖZEL

ÜKÜM ET, sermaye güçlüğü için­ deki şirketlerin ekonomiye kazan­ dırılması ve sınai mülkiyetin taba­ na yayılması için hazırladığı yasa tasarı­ sını Meclis’e sunarken Türkiye Odalar Bir­ liği Başkanı Ali Coşkun, bu konularla il­ gili görüşlerini Milliyet’e açıkladı.

T asanda yer alan ve güç durumdaki şirketlerin yönetim değişikliği He birlikte bankaların sermayelerine katılımını, ardın­ dan 5 yıl sonra banka payının yüzde I5’e kadar düşürülerek, şirketin halka açılma­ sını öngören düzenlemeye ilişkin olarak

Coşkun, “ Bankaların iştirak payı yüzde 10’a indirilmeli” dedi.

Üretken durumdaki şirketlerin ekono­ miye kazandmlmasma “ Evet” , şahıs kur­ tarm aya “ Hayır” diyen Ali Coşkun,

“ Devletin, milletin parasını çar-çur edenle masaya oturmayız” şeklinde konuştu.

Banka kredilerinin denetlenmesini is­ teyen O dalar Birliği Başkam, kurtarm a operasyonu sırasında kredilerin kullanımı­ nın izlenmesi için D PT ’nin daha etkili rol oynamasını önerdi. Bu amaçla D PT’de ye­ ni bir denetim birimi kurulmasını isteyen

Coşkun, ayrıca kurtarm a ve alacak taki­

bi işlerinin bankalar konsorsiyumu aracı­ lığıyla yapılması gerektiğini savundu.

Ali Coşkun, TOBB’nin “ kurtarma modelini” de şöyle dile getirdi.

“ Örneğin işletme sermayesi 1 milyar lira olan bir şirketin 2 milyar lira borcu varsa, önce alacaklı banka bu borcu bir süre askıya ahr, ayrıca bu şirkete 1 mil­ yar lira da yeni kredi sağlanır. Böylece 3 milyar liralık bir finansmanla güç du­ rumdaki şirketin ekonomiye kazandırıl­ ması yolu açılır.

“ Ancak burada ölçü kesinlikle şahıs­ lar olmamalıdır. Üretimini sürdüren, an­ cak kredi faizleri, işletme sermayesi ye­ tersizliği ve yönetim bozukluğu nedeniy­ le güç duruma düşmüş olan faal durum­ daki şirketlere destek sağlanmalıdır. Şu anda en feci durumda olan işçi şirketle­ rinin ekonomiye kazandırılmasına çahşd- maktadır. Ama bunların yeniden bir re­ habilitasyona tabi tutulması şarttır. İşçi şirketlerine kurtarma operasyonunda ön­ celik tanınmalıdır.

“ Ayrıca İcra-İflas Yasası’nda değişik­ lik yapılarak, borçlan nedeniyle tasfiye­ si istenen şirketler de fabrika kapatma ye­ rine, yönetime müdahale edilmelidir.”

■.ıııu 'iim ı

Döviz tekerleği

★ Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND), geçtiğimiz yıl

içinde uluslararası karayolu ta­ şımacılığı yolu ile ülkeye 707 milyon dolar döviz kazandıran uluslararası nakliyecileri ödül­ lendiriyor. U N D Başkam Saf­

fet Ulusoy, sektörün kriz için­

de bulunduğunu, döviz girdile­ rinin giderek azaldığını, maliyet­ lerin ve dış rekabetin ise arttı­ ğım söyledi.

Em isyon inişte

★ Merkez Bankası 12-19 A ra­ lık tarihleri arasında piyasadan 25.7 milyar lira daha çekerek, emisyonu 1 trilyon 933 milyar liraya indirdi.

Vergi kolaylığı

★ Maliye, ihracatçıya vergi kolaylığı sağladı. Bundan böyle ihracatçılara yapılması gereken iadeler, kendilerinin veya mal sattıkları firmaların KDV veya diğer vergi borçlan inceleme ra­ poru ile tem inataranm ayacak.

Kelebek Mobilya

★ Kelebek Mobilya ve Kontr­ plak Sanayii A .Ş ., 290 kişi­

yi ilgilendiren, l ’inci yıl yüzde 42, 2’nci yıl yüzde 35 ücret zammı ile#- sosyal yardım larda ortalam a yüzde 75 artış sağladı.

— “O arkadaşınız size kızmadı mı eserinize yaz­ dınız diye?”

— “ Adını değiştirdim ama, 122 numarasını Şa-

ban’a da verdim. Olgun bir arkadaşımdır. Safranbo­

lu’da yaşar. Yakında onunla beraber olduk. Mesela bir başka Safranbolulu arkadaşım, oyundaki ‘Refüze Ek­

rem’ tipidir. Kızların peşinde dolaşan, şık giyinmek

İsteyen, dans etmek isteyen bir arkadaştır. Onu da alarak, ‘İnek Ahmet’in köyüne g ittik .”

‘ÇOCUKLARA GÜLERİM'

—“ Ahmet Bey’e inek’ lakabını okulda siz mi tak­

mıştınız?”

—“ Hayır, benden önce takmışlar. Ama kitabının arasına otu ben koydum. İlkbahardı, okulun bahçe­ sinde otlar yeşermişti. Otu Fransızca kitabının 22’nci sayfasına koymuştum. Öğretmenimiz Şakir Bey sınıfa girer girmez o sayfayı açtırdı. Ahmet baktı ki ot var kitabın arasında, şöyle bir bakıp ‘Bu ot ne geziyor bu­

rada?’ dedi. ‘Bunlar, bana inek demek istiyorlar ama’

diye mırıldandı. Hiç kimse ilgilenmiyor, hepimiz du­ var gibiyiz. Kalktı, beni eliyle itti. Tam o sırada hoca gördü. ‘Ne oluyor?’ dedi. ‘Bana hakaret ediyor’ dedi.

‘Bir şey söylemeden nasıl hakaret olur?’ dedi hoca. ‘Kitabın arasına ot koymuş’ deyince, bütün sınıf yer­

lere yattı. Ben bu olayı kitapta, Fransızca dersinde de­ ğil, tarih dersinde geçirdim. Olaylar böyle. Bakınız, yaşamın gerçeği başkadır, sanatın gerçeği başkadır. Sanat yaşamdan yararlanır ama, hiçbir zaman yaşa­ mın kopyası değildir.”

— “ Kel Mahmut’ da gerçek kişi midir?”

—“ Bizim ‘Kel Mahmut’un Muallim M ektebi’nde- ki müdür muavinimizle karakterleri aynı ama, saçları gür. O zamanki müdür muavinimiz Nihat Bey... Son­ radan bana mektup yazdı. ‘Eserinizde bana da yer ayır­

dığınız için çok İftihar ettim, teşekkür ederim’ diyordu.

Sonradan elini öpmeye gittiğim de yine teşekkür et­ ti. Bana, ‘Benim saçlarım gür, neden Kel adını taktın’ diye sormadı. Köy Enstitüleri Müdür Yardımcısı, her­ kesin tanıdığı ‘Kel Hamit’ vardı. Onun adı hoşuma g it­ ti. ‘Kel’i ondan aldım. ‘Kel Hamit’e ait çok olay dinledim ve tip olarak çok sevdim. Bizim Nihat Bey’ in karakterini onun adıyla uzlaştırdım. ‘Kel Mahmut’, karma bir tip oldu.”

"Felsefe okurken, sosyalizm i ö ğ ­ rendim . Bulunduğumuz yerlerde sos­ yalist partilerin şubeleri yoktu. Oy­ larım ız boşuna g itti. Karam ürsel’ de piyesi yazarken, M ehm et Ali Ay- bar benden, partisinden senatör ada­ yı olmamı İstedi, ben kabul etm ed im .”

— “ Rıfat Bey, siz ‘Hababam Sınıfı’ndaki tiplerden

hangisisiniz?”

—“ Ben ‘Güdük Necml’yim. Boyum çok kısaydı. Öğretmen olacağım aylarda birden uzadı. Voleybol bi­ rinci takımına geçtim, takımın kaptanı oldum. Öteki tip le rd e bizim sınıf arkadaşlarımızdan ‘Tulum Hayri’ sınıf mümessilimizdi. Cemal ile Fehmi arası. ‘Bacak­

sız İsmail’, kitaptaki ‘Badi Ekrem’. Demin de dediğim

gibi, olaylar yalnız bizim okuldan değil. Haydarpaşa’ dan, Kabataş’tan, Galatasaray’dan da çok var. Öğret­ men olduğum için arkadaşlar durmadan olay anlatır­ lar. Yedek Subay Okulu’ndaki fasulye meselesini bile olduğu gibi yazdım. Hatta Galatasaray beni o kadar benimsemiştir ki, eskj müdürleri, öğrencileri beni ora­ dan mezun sanırlar. Öğretmen Okulu’nda bizim oku­ duğumuz Fransızca metotla onlarınki aynı olduğu için bazı esprileri yakalayıp, kendilerinden mezun sanıyor­ lar."

—“ Hocam, çok ünlü bir mizah ustası olarak çok güler misiniz?”

— “ Neşeliyimdir ama, gülmek için kendimi zorla­ mam.”

—“ En çok nelere gülersiniz?”

— "Ben, çocukların konuşmalarına, şakalarına gü­ lerim. Çocukça şeylere bayılırım.”

—“ Karadenizli olduğunuza göre, Karadeniz fıkra­ ları bakımından da belleğiniz zengin olmalı.”

— “ Cide’deki bir bankayı yapan müteahhit arka­ daşla birlikte Ankara’ya gidiyorduk. Ona dedim ki:

‘Ağabeyin sana, ‘Celal, Ankara’ya niye geldin?’ diye sorarsa, ‘Başbakan olmaya geldim ’ de.’ O günlerde

de seçim telaşı var. ‘Sana ‘Deli m isin?’ derse, sen de ‘Şart mıdır?’ dersin’ dedim. Celal, benim bu fıkrayı bir­ kaç yerde anlattı, sonra gelip bana anlattılar yazayım diye.”

—“ Rıfat Bey, hem Karadenizliyim diye övünüyor­

sunuz, hem de ‘Hababam Sınıfı’nın hiçbir öyküsün­ de yok. Bunu neden yaptınız?”

—“ Sinoplu birkaç öğrenci arkadaşımız vardı. Si- nop’a kadar biz Karadeniz’den saymayız. Samsunlu­ ya sorarsanız, Ordu’dan, Giresun’dan öbür tarafadır. Trabzonlular Rize’yi gösterirler. Rize'ye giderseniz,

‘Yahu, kim Laz?’ derler. Kimse Karadeniz’e Karade-

nizliliği yakıştıramaz. ‘Hababam Sınıfı’nda Karadenizli tipi de, fıkrası da yok. Galiba onu ihmal ettim. Oysa ben Samsun’un Terme ilkokulu'ndan mezunum. Pek önem vermemişim demek ki Karadeniz fıkralarına. Gerçekten bir eksiktir. Sizden gelen bu güzel öneriyi hemen uygulayacağım. Teşekkür ederim.”

ECEtfİT ■ İNÖNÜ

~

—“ Hocam, siyasetle aranız nasıl? Geçmişte ka­ lan sosyalist partilerle çeşitli ilişkileriniz olmuştu.”

— “ Felsefe öğrencisi de olduğum için birçok fi­ lozofları, bu arada Marx’ı, Engels’i de inceledim. Sos­ yalizmi öğrendim böylece. Bu partilerle, bu partileri yönetenlerle yakından arkadaş oldum. Esat A d il’in, Türkiye Sosyalist Partisi’nin çıkardığı ‘Gerçek’ gaze­ tesinin mutfağına karıştım. Oyumu Halk Partisi'ne ver­ dim. Hiçbirzaman aradığımı bulamadım. Bulunduğu­ muz yerlerde sosyalist partilerin şubeleri yoktu. Ve oylarımız boşa gitti. Gazeteciler Sendikası’na 25 yılı aşkın hizmet ettim. Benim politikacılığım bu kadar, yani sosyal politika."

—“ Kendi görüşünüze uygun bir partiden millet­ vekili olmayı düşünmediniz mİ, teklif mİ almadınız?”

—“ Karamürsel’de, ‘Hababam Sınıfı’ piyesini ya­ zarken bu fırsat bana verildi. Bir telefon geldi, ‘Sena­

to seçimleri için adaylığını koyar mısın?’ Telefonun

öbür ucunda Mehmet Ali Aybar vardı. Koysaymışım kazanacakmışım. Kocaeli’den Senato’ya bir aday se­ çildi, bir hanım. Çetin Altan'ların girdiği yıl. Ama ben parlamenterliği istemedim.”

—“ Hocam, bir sosyalist parti kurulması yolunda

Sen otellerde benim konuğum, Bense dar günlerde senin... Sürüp gidiyor işte, u

Saltanatımız baba oğul Kim ne derse desin! Ne saray, ne yalı, ne köşk Ne bir dairecik kooperatiften, Ne Bebek sırtlarında bir çadır, Bir gecekondu da yok memleket işi Taşiıtarla’larda.

Diyelim ki elden düşme bir Ford Kilometresi üç kez silinmiş,

Dört tekerim de olmadı bugüne kadar Ayaklarımı yerden kesecek.

Her saltanatın bir sonu vardır oğlum, Buna musalla taşları şahit...

Son sözümü henüz söylemeden İşte geldim gidiyorum

Altımda bir kuru tabut, Tacım, tahtım sana emanet.

yeni girişimler var. Sizce bugünkü ortamda gerçek an­ lamda sosyalist bir parti kurulabilir mi?”

—“ Behice Boran'ın size söylediklerine katılıyo­

rum. Bu 141-142 varken kurulamaz. Ama demokratik b irto p lu lu k içinde solcular toplanabilirler. Sosyalist parti kurulamayacağına göre, kendimizi kandırmaya­ lım. Sosyal demokrat ne demek? Ben gireceksem, sosyalist partiye girerim. Demokratik bir cephe için­ de bütün sosyalistler, hatta Marksistler, gerçek Ata­ türkçülükten yana olanlar toplanacaksa, ben sakınca görhnem, onların arasına girerim. Yazarım, savunurum. Bu memlekete bugünlerde en gerekli ilke ‘laik’ lik. Sahtesi değil. Gericilerin çok kötü davranışlarıyla kar­ şı karşıyayız. Daha da kötü durum lar olabilir. Şu an­ da tek kurtuluş yolu Atatürkçü olmayı içtenlikle be­ nimsemek ve ona göre davranmaktır.”

— “ Rıfat Bey, son günlerde SHP ile DSP’nin kar

şılıklı atışmaları hızlandı. Sayın Ecevit ile Sayın Inö nü’nün yaptıkları düellolara ne diyorsunuz?”

— “ Onları hizaya getirecek, yönlendirecek, sağ lam, kültürlü tabanları yok. Anadolumuzda bugün yep yeni bir kadro gelişmiş. Bunların partilerle, politikayla şim dilik ilgileri yok. Bazı politikacıların ‘Baldı

rıçıplaklar’ dedikleri artık ayakkabı giyiyorlar, hatta bo

yattırıyorlar da. Gazete alıyorlar. Okur-yazar halk olu şuyor, artık eskisi gibi değil. Ben, bunu imza günle rinde görüyorum.”

—“ Ülkemizin bugünkü siyasi, ekonomik tablosu nu nasıl görüyorsunuz hocam?”

— “ Bir gelişmeyi inkâr edemeyiz. Bugünkü genç ierim izaynı gençler değil. Çok iyi sınavdan geçtiler Kime güvenilir, kime güvenilmez artık biliyorlar. Ey lemci gençlerimiz bir zamanlar bize karşı oldular. Son ra aynı kişiler sanatsız hiçbir şey olamayacağını söylediler. Bir an önce sonuç almak için acelecilik yaptılar. Sanatı, kültürü geriye bıraktılar. Ama bugün öyle değil. Atatürk’ü anlayanlar, gençleri daha iyi an­ lamaya başladılar.”

ARKADAŞ K A Z IC I!

—“Sizin Atatürk anlayışınız nedir hocam?”

— “ Önce gençleri çok iyi anlayan kişi olarak anlı­ yorum Atatürk’ü. Cumhuriyeti onlara emanet edişin­ den belli. Sanki şu son ayların olaylarını biliyormuş gibi, ‘Gençliğe Hitabe’sini yazmış. Okuyalım bir ke­ re daha, içinde olduğumuz durumları belirten satır­ lar bulabiliriz. Atatürk, gençleri iyi bildiği için Atatürk. Biz temenni ederiz ki, gençlerim iz de Atatürk’ü ince­ lesinler. Atatürk, bize ümmetçiliği önermemiş. Bugün, m illiyetçilerin önerdiği üm m etçiliktir. Din ile karışık bir m illiye tçilik. Umre seferlerini düşünüyorlar. 30’ar kişilik gruplarla çocukları oraya götüreceklermiş. Ge­ rek var mı bunlara? Birçok pansiyonların, kursların pa­ raları dışardan geliyor. Biz, çocuklarımıza bakamıyor muyuz? Çocuklarımızın okuması-yazması için ARAM- CO’nun yardımı mı gerekiyor? Atatürk’ü kabul e ttiğ i­ mizi söylüyoruz ama, onun vasiyet ettiği şeylerin hiç­ biri kalmadı ortada."

—“ Bu konuda özellikle kendilerini iledrfplarak gösteren siyaset adamlanmıza görev düştifayarmu?”

— “ Bunlara politikacılarımızın yasal yollardan kar­ şı çıkmaları gerekirken, birbirleriyle sürtüşüyorlar. İşte

İnönü ile Ecevit’in gereksiz tartışmaları. Yersiz tartış­

ma. Hâlâ eski politikacıların peşindeler. Dokuz kere parti değiştirm iş, Meclis deneyinden geçmiş p o liti­ kacıları alarak güçleneceklerini zannediyorlar. Taban­ da kendilerini destekleyecek gençleri, emekçileri, halkı arayıp, bulmaları gerek. Hâlâ kaşarlaşmış poli­ tikacılar birbirleriyle dirsek teması halindeler.”

—“Sayın İlgaz, ‘Hababam Sınıfı’ bu kadar tiyatro­ da kapalı gişe oynadı, filme çekildi, videolarda satıl­ dı. Herhalde siz de ekonomik olarak refaha kavuşmuş- sunuzdur. Bugüne kadar yalnız Hababam Sınıfı’ndan ne kazandınız?”

—“Yener Bey, Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: ‘Sen hiç âşık oldun mu?’ demişler. ‘Tam bir kere oluyor­ dum, üzerime geldiler’ demiş. Ben de tam hakkımı al­

mak üzereydim, Egemen Bostancı öldü. Biçimine getirdik, dava açtık, bilirkişi d inlettik. Artık karar saf­ hasına gelm işti. Vefat olunca dava düştü. Bizim za­ manımızda video işi yoktu. Ben bir madde olarak‘Eğer

TV’de oynarsa, yarı yarıya kırışırız’ dem iştim film c i­

lere. Son iki oyun için bana iki defa çok para verdiler.”

—“ Ne kadardı hocam?”

—“ Onun ne aldığımı bilmiyorum. F ilm ciler bana

‘Bunu oynatmak kolay olmayacaktır?’ dediler. Bana

iki oyun için 500 bin lira teklif edildi. Hemen o gün pa­ rayı verdiler. İlk defa ‘Hababam Sınıfı’ndan 500 bin lira­ yı bir günde bir arada aldım. Toplamını düşünelim. Ben ‘Hababam Sınıfı’ndan bu kadar para almadım. Ki­ tapları da dahil. ‘Küçük Sahne’de 20 günlük para ola­ rak 9 bin lira almıştım. Ondan sonra 7 bine indi. Ayda 12 bin lira yani. Benim idealist arkadaşlarım turneye çıktılar, bütün yaz dolaştılar, bir tek kuruş vermedi­ ler. Video yaptılar, para ödemediler. Neyse... Ne der­ ler ‘Ölüler hayırla yâdedilir’."

—“Sayın İlgaz, sizin 'Hababam Sınıfı’nın günümüz Türkiye’sinde var olduğuna inanıyor musunuz?”

— “ Olduğu içindir ki hâlâ film olarak istiyorlar. Bu gidişle ‘Hababam Sınıfı’ olacaktır. Ben isterdim ki ‘Ha­

babam Sınıfı’, benim unutamayacağım bir anı olarak

orada kalsm.”

—“Teşekkür ederim.”

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu yazıda Say­ gun’un bir Türk sanatçısı olarak kendi ül­ kesinin geleneksel sanatına tarafsız, içten bir görüşle yaklaştığını, ancak vermiş oldu­ ğu

İzmir’de de Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü tarafından düzenlenen Muhsin Ertuğrul Semineri sona

Türk gazeteciliğinin piri Agâh Efendinin torunu, merhum Çapanoğlu Süleyman bey ile merhume Çürllk- sulu Zekiye Hanımefendinin oğullan, Neşide Çapan-

Sonuç: NOS inhibisyonunun kademeli olarak artırılmasıyla kan basıncı artmasına rağmen kalp hızının değişmemesi, bu modelin sabit doz NOS inhibisyonuna

Eski çağ yontularına yapıldığı gibi, üstlerindeki zaman köpüklerini temizleyerek o güzelim se­ siyle söyler, yaşar, altta yatan başyapıtı ortaya çıkarabilmek için,

Gerek abdestte, gerekse hem abdest hem de gusülde ağız ve burnun iç kısımlarının yıkanmasının farz hükmünde olduğu görüşünde olan Hanefî ve Hanbelî

Beş dakikalık bir yürüyüş­ ten sonra Yenimahallede yolun so­ lundaki Çinili camiin cenup avlu kapısından içeri

Endülüs hadis şerh geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan Kurtubî, Müslim’in Sahih’i üzerine erken dönemde şerh yazmış âlimlerden biridir. İlk eğitimini