t
'T ~ ‘
PİLÂV ve MESNEVİ
Melih Cevdet ANDAY
P
ARİS — Paris'e iîk geldiği gönlerde sık sık gittiği Luxembourg bahçelerine. Yah ya Kemal sonraları, Baudelaire’in. ço cukluğunda oynamış olduğu bir yer diye de dadanır. Bu ünlü Fransız ozanına öyle sine tutulmuştur ki, doğduğu evin arsasını, gençken oturduğu Pimodan Otelini, öldü ğü hastaneyi gömüldüğü Montparnasse Me zarlığını. oradaki yonutunu sık sık gör meye gider-, büyülemiştir Baudelaire onu. Yalnız Baudelaire mi? Sırası ile gidelim.Yahya Kemal, Üsküp'ten İstanbul'a gel diğinde şiir meraklısı bir gençtir; Tevfik Fikret’i, Cenap Şahabettin’i, Abdülhak Hâ- mit’i bilir. Halit Ziya'yı okur, ama Fransız ca bilmez, batı yazını ile ancak çeviriler yo lu ile. bir de Mmakyan Tiyatrosunda gör düğü oyunlar aracılığı ile ilişki kurabilmek tedir. Bir gün eline Ilias adlı bir kitap ge çer. çeviri bir şiir, bir Rum'un şiin sandı ğı bu yapıt Yahya Kemal'i adamakıllı sa rar. Bana sorarsanız, ruh çağırılırken ma saya tarihin gelmesi olayıdır bu. Demek o günlerde Homeros adım bilen yoktu İstan bul’d a Sonra «M org Sokağı Cinayeti», üze rinde büyük bir etki yapar Yahya Kemal'in. Ama Paris'e kaçmasını çabuklaştıran yapıt Mmakyan Tiyatrosunda gördüğü «La Dame aux Camelia»dır. Ağlar bu yapıtı okurken, işte kimi büyük olayların, böyle entipüften nedenleri vardır. «Nedenler» içinde önem sırasını insanlık öğrenmemiştir daha, çünkü böyle bir sıra yoktur.
Geçen yazımda «O zaman Paris’e gidil mez. kaçırıldı» demiştim Yahya Kemal. Pa ris'e kaçmasının nedeni olarak «Ülkeyi zin dan Avrupa’yı nurlu bir âlem» gibi gör düğünü ileri sürer, «hafiyelikten Asya ah lâkından müteneffir»dir.
Paris’te, her kaçak Türkiyeli gibi. Jön Türklerle ilişki kurar. Bir yandan da Me aux Koleii’nde Fransızca öğrenmeye çalı şır (Neye anlatıyorum bunları? Yanıt; Bu yolda düşünmek için.)
Yahya Kemal'in siyasetle (Jön Türklük le) ilgisi 1905’e doğru sönmeye başlar Jön Türkler’in bilinçsizlikleri midir dersiniz bu
nun nedeni? Doğru yolun ne olduğunu ken di düşünemez miydi? Sorun sorunu açıyor, vazgeçeceğiz yanıtlamaktan Yalnızca bir şi irini analım ozanımızın, tam yendin
Jaures’in gür sodası devrinde Tuncu canlandıran ilâhtı Rodin; Verlaine Absent'i Baudelaire afyonuna Karışan bir sihirli hazdı şiir.
Eski Paris'te bir öm ür geçti İdeal rüzgârı ile hür geçti.
Yahya Kemal. İstanbul'daki şiir heves kârlığı döneminde Tevfik Fikret’ten, Cenap Şahabettin'den pek hoşlanmamıştı; onu da ha çok Naci, kendine çekmiştir. Bunu be lirtmemin nedeni arayan ozanımızın erken çağındaki eğilimlerine dikkati çekmektir. Yanlış anlaşılmasın, gelecek yaratıyor bu rada geçmişi. Tevfik Fikret ile Cenap Şaha- bettin’in öncüsü oldukları batın yenilik akı mı için ileride Yahya Kemal şöyle yazacak t ır «Bu şiir Fransızcanın gölgesi, zevksiz, köksüz, acemice bir şiir olarak görünürdü bana.» Peki, onun yaptığı neydi? Tarihimi zin önemli bir sorunu
Yabana toplumun kültüründen etkilen me tartışması, toplumlunuzun bütün bir yüz
yılını doldurmuştur (Gene de sürüyor). Do ğu etkilerini doğal bulup batıya özenmeyi yozlaşma sayan anlayış karşısında Yahya Kemal elbette batılı düşüncenin adamıdır; ama batı öykücülüğünü bir türlü beğenme miş. batıda kendi şiirini ulusal şiiri aramış tır. «Ben daima bize lâzım olanı düşündüm» diyor. Ancak bu arayışın sonucu ve etkile ri bugün bile yeni baştan tartışılacak nite
liktedir. Geleneğin zinciri kurulabilmiş mi dir? Sürdürelim konuyu
O da Fransız şiirinin etkisi içinde idi; önce Hugo'ya bağlanmış, sonra Baudelaire’e tutulmuş. Paul Verlaine’in yaşamına ve şii rine o denli derinliğine girmiştir ki, bu ozanlarla bir arada yaşar gibi duyar ken dini. Fakat onu şaşırtan olay, dostu olduğu Moréas’ın Simgecilere yüz çevirmesidir. Bir gün kahvede. Moréas’m yanında, onun ön cüsü olduğu Simgecilik akımının büyük ad larından sözetmek isterler bir iki arkadaş, Paul Verlaine!. Stephane Mallarme’yi anar lar. fakat Moréas kızar, gerçek ozanların Racine ile Sofokles olduğunu söyler.
Söyle bir açıklamada bulunuyor Yahya Kemal. «Gerçi Hugo’yu iyi anlıyordum, ger çi Gautier'yi ve De Banville! iyi anlıyor dum, gerçi Baudelaire ve Verjaine’i sıtmalı bir tutku ile seviyordum, gerçi Maeterlinck, Verheeren gibi ozanları yakından biliyor dum. ama beğenim, bütün bu ozanlara oran la çok geri sayılan Jose Maria de Heredia- nın şiiri üzerinde durmuştu.»
Hadi. Yahya Kemal gene Luxembourg bahçelerini boylar, bu kez orada José Ma ria dİ Hersdia’nın yonutunu görmeye git mektedir. Bu ozanda onun yıllardan beri aradığı şey vardı, «Yeni Türkçe ile kendi duygularımızın anlatımı, saf ve içtenlikli şi ir nasıl olabilirdi? Bunu bir türlü keşfede- miyordum» diye yazmıştı y a José Maria de Heredia’nın önayak olduğu akım. Fran sız şiirinde klâsik okula dönüş. Yunan - Lâr tin dünyasını yeniden değerlendiriş anla mında Yahya Kemal'e umulmadık
olanak-lann kapısını açıyordu Belki de her ozanın dönüp dolaşıp geleceği yer. klâsik okuldur. Gençliğinde İstanbul’da çevirisinden okudu ğu Homeros’un. sonra Fransa'da Fransızca çevirilerinden tanıdığı Sofokles'ln dili ile ye ni Türkçenin anlatım gücü arasında bir benzerlik buluyordu Bunu Ahmet Cevat Em re de anlamış ve denemişti, ama o bir ozan değildi. «Yeni Türkçeyi Heredia’nm aracılığı ile, eski Yunan ve Lâtin şiirinin ta yanıba- şında görmeye başlamıştım; asıl Türkçe ba na Sofokles’in Yunancası, Tacite’in Lâtince- si gibi saf görünüyordu.» diye yazıyor. On- daki eskiye bağlılık, biçime özen verme, dış güzelliğe tutkunluk gibi özellikler, hep bu etkinin sonuçlandır.
İstanbul’daki yenilikçi ozanlar. Fransız ozanlanna öykünürlerken, Yahya Kemal, Fransız şiirinin göbeğinden bir Türk ozanı olarak çıkmayı amaçlamıştır. Öyle ki. Divan şiirini batılı gözü ve beğenisi ile canlandır ması, sevdirmesi, Türk şiirinin geleneğini kurmak uğrundaki çabası, geçmişi (Osman
lI Tarihini) şiire çevirmesi (estetikleştirme- si), bir de bakarsınız ki. sonunda onun ye ni değil, eski bir ozan olduğu kanısını uyan dırmış. Çünkü Yahya Kemal’in en tutarsız yanı, zaman zaman kendini Yahya Kemal sanmasıdır.
«Uygarlığım ız pilâv ve mesnevi uygarlı ğı idi» diyen Yahya Kemal’in bu sözü üze rinde haklı olarak duran Ahmet Hamdi Tan- pmar. Evliya Çelebi'nin anlattığı bir öyküyü anarak, «Uygarlığım ızı belirleyen o korkunç entellektüalite eksikliği» olgusunu dile geti rir. Bu eksiklik. Yahya Kemal’in serüvenini toplumun malı olmak tarihinden yoksun bı rakmıştır. Bir uygarlık, bütün kurumlan ile sürdürülebilirse vardır, bu gücü bir toplu ma sağlayan ise «entel!ektüalite»dir. Onun bulunmadığı bir yerde hangi «klâsik» anla yış sıraya girebilir! Yahya Kemal, bütün eski sanatlanmızı (oysa burada Tanpmar. «zenaat» demeyi yeğliyor) yanına alarak tutarlı olmak istemiş, ama o çok sevdiği ta rihten (zamandan) yardım görmemiştir. Çünkü biz zamanı aklımızla kuıamamışız- dır daha Akılla kurulamayan bir «zaman» İse yoktur.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi