• Sonuç bulunamadı

Giacomo Puccini'nin Il Tabarro Operası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Giacomo Puccini'nin Il Tabarro Operası"

Copied!
69
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MÜZİK ANABİLİM DALI

ŞAN BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

GIACOMO PUCCİNİ’NİN IL TABARRO OPERASI

DANIŞMAN

Doç. Dr. Nalân YİĞİT

HAZIRLAYAN

Habibe FİDAN KONYA 2011

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Bu çalışmam süresince bana engin deneyim ve bilgileriyle ışık tutarak beni yönlendiren, yol gösteren, yardım ve emeğini esirgemeyen danışmanım Sayın Doç. Nalân Yiğit’e, bilgi ve tecrübelerinden faydalandığım Yrd. Doç. Dr. Seyit Yöre’ye sonsuz minnet ve teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.

Tezin hazırlanma aşamasında manevi desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen anneme teşekkürlerimi sunmak isterim.

Habibe FİDAN Konya 2011

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n Adı Soyadı Habibe FİDAN Numarası:

084251021002 Ana Bilim/Bilim Dalı Müzik/Şan

Danışmanı Doç. Dr. Nalân YİĞİT

Tezin Adı Giacomo Puccini’nin Il Tabarro Operası

ÖZET

Giacomo Puccini’nin Il Tabarro operasının incelenmesi amacıyla yapılan bu çalışmada literatür taranarak kavramsal çerçevesi oluşturulmuştur.

Nitel araştırma metodolojisinde doküman analizi ile yapılan çalışmada; operanın DVD ve partisyonu üzerinde müzikal yapısı incelenmiş, libretto’ya göre de dramaturjik çözümlemesi yapılmıştır. 19. ve 20. yüzyıl arasında İtalyan operasının en önemli bestecilerinden biri olan Pucccini’nin tek gerçekçi operası Il Tabarro’nun partisyonu ve librettosuna göre yapılan çözümlemelerde müzik açısından incelendiğinde; Michele, ilk tam gelişmiş, olgun, erkek ana karakter olarak ortaya çıkmaktadır. Eserin, dramaturjik yönden çözümlenmesinde; zıt karakterlerin müzikli dramatizasyonla yorumuna olanak sağlayacak önemli tipler ve grupların yer aldığı görülmüştür.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

S

tudent’

s Name Surname Habibe FİDAN ID:

084251021002 Department/Field Music/Şan

Advisor Doç. Dr. Nalan YİĞİT

Research Title Giacomo Puccini’s Il Tabarro Opera

ABSTRACT

İn this work for the purpose of Giacomo Puccini’s Il Tabarro Opera research, the literature is scanned and it’s conceptual framework has been made.

In the present study conducted according to document analysis in line with the qualitative research methodology; Puccini has been determined as one of the most important composer in the Italian opera between 19. And 20. Century and Il Tabarro is his the only opera written in line with realism. . Opera’s musical construction has been analysed on DVD and it’s partition and it’s dramaturgical analyses has been made according to libretto. According to Il Tabarro’s partition and libretto analyses out of a musical aspect reveals that Michele is the first mature and well developed male main character. The libretto analysis of this musical masterpiece reveals that there are important groups and figures with contradictory characters enabling the musical dramatization of the work.

(7)

İÇİNDEKİLER Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

ÖNSÖZ...iii ÖZET ... iv ABSTRACT ... v İÇİNDEKİLER ... vi 1. GİRİŞ ... 1 1.1. Amaç ... 2 1.2. Önem ... 2 1.3. Sınırlılıklar ... 2

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE, İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR ... 3

2.1. Puccini’nin İtalyan Operasındaki Yeri ... 3

2.1.1. Giacomo Puccini ve Operaları ... 4

2.2. Verismo ... 16

2.3. Dramaturji ... 21

2.4. İlgili yayın ve araştırmalar ... 22

3. YÖNTEM ... 24

4. BULGULAR VE YORUMLAR ... 25

4.1. Il Tabarro Operası ... 25

4.1.2. Il tabarro operası’nın müziğine ait bulgular ve yorumlar ... 30

4.2. Il Tabarro Operası’nın Dramaturjik Çözümlemesi İle İlgili Bulgular ve Yorumlar ... 33

(8)

4.2.1 Eserin kimlik çözümlemesi ... 33

4.2.2. Eserin Ortam Çözümlemesi ... 45

4.2.3. Eserin Dramaturjik İncelemesi ... 45

5. SONUÇ ... 58

(9)

1. GİRİŞ

19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başındaki kısa dönemde, dünyada çok büyük değişimler yaşandı. Sanayi devrimi, imparatorlukların çöküşü, bilim ve teknolojideki ilerlemeyle ortaya çıkan yeni icatlar, bu icatların ticarete ve sanayiye aktarımıyla değişen yaşam biçimleri, geçim sıkıntısı, hayatın zorluğunun mutlak gerçekliğiyle yüzleşme zorunluluğu ortaya çıktı. Opera da toplumsal hayattaki bu değişimlerden nasibini aldı. Eskiden efsane ve masalları, romantik mitleri, soyluların ve kralların yaşam öykülerini konu alarak ayakta duran bu sanat dalının artık böyle bir lüksü kalmamıştı. Opera 19. yüzyılın sonunda nihayet hayatın gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kaldı (Altar, 2001).

Altar’a (2001: 5) göre; “Orta avrupa’da özellikle Avusturya ve Alman opera sanatı, yakın geçmişe kadar sürüp gelen romantik duyuş ve anlayışın etkisi altında destan ve masal türüne bağlanmış, bu kadar ağır bir yükü taşıma zahmetinden öteden beri uzak kalan İtalyan operası ise, romantik espriden zamanla daha da uzaklaşıp Natüralizmi benimsemiştir. Bu durum, İtalyan opera sanatında gerçekçi bir yönde gelişen Verismo (gerçekçilik) türünün doğmasını gerektirmiştir. Öte yandan İtalyan Verismo türünü, yalnızca Wagner etkisine karşıt bir akım olarak değil, aynı zamanda o tarihlerde Orta Avrupa sanatında oluşup gelişen müzikte senfonizma’ya (symphonismus) karşıt bir eylem olarak nitelemek de mümkündür”.

19. yy İtalyan operası, bu süre içinde İtalya’dan çıkan bestecilerin birbirini izleyen önemli yenilikler sonucunda opera tarihinde çok özel bir yer tutmuştur. Rossini’nin ilk operasından, Puccini’nin son operası Turandot’a kadar İtalya önemli politik değişimler yaşamıştır. Bu değişimler, önceleri işgal altında olan, daha sonra özgürlüğü, ardından da birleşmeyi yaşayan bir ülkenin sanat hayatına da yansımıştır. Puccini, opera sanatının tarihsel gelişim sürecinde gerek bestelediği eserlerinde ortaya koyduğu stil ve sanat akımları gerekse eserlerinin tiyatral yönünü libretto oluşturmaktaki titizliği ile güçlendirip müzikle en az aynı seviyeye taşıması yönünden 19. yüzyıl opera sanatı ile 20. yüzyıl opera sanatı arasında köprü olma özelliğini taşımaktadır.

19. ve 20. Yüzyıllarda operanın gelişimi ve Puccini’nin bu gelişimde aldığı rol çok önemlidir. Bu anlamda Puccini eserlerindeki yaratıcılığı ve Verismo akımının

(10)

öncülerinden biri olması bakımından opera sanatında yeri kolay doldurulamayacak bir besteci olmuştur. İtalyan gerçekçiliğinin en büyük yaratıcısı olarak gösterilmiştir. Puccini’nin Verismo akımının ışığında yapmış olduğu Il Tabarro operası, hazırlanan bu çalışmada tüm yönleriyle ele alınarak incelenmiştir.

1.1. Amaç

Güzel sanatların her dalının birleşmesiyle ortaya çıkmış olan opera sanatı ülkemizde Cumhuriyetin ilanından sonra eğitim kurularında daha bilinçli bir çalışma sürecine girmiştir ama ne yazık ki ülkemizde yeterli opera kurumlarının olmaması ve çoğu halkın opera sanatını ve eserlerini tam anlamıyla tanıyamamış olması yönündeki sıkıntılar hala devam etmektedir.

Bu doğrultuda, hazırlanan çalışmada Giacomo Puccini’nin salt gerçekçi akımı yansıtan “Il Tabarro Operası”nın incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Il Tabarro Operası’nın librettosu ve müzikal yapısı incelenerek, dramaturjik çözümlemesi yapılacaktır.

1.2. Önem

Puccini’nin Verismo akımının öncülerinden birisi olması ve “Il Tabarro” operasının konusuyla karakterleriyle ve ayrıntılarıyla diğer operalarından ayrılan salt gerçekçi tek operası olması bu konuyu araştırma açısından önem teşkil etmektedir. Çalışmanın bu alanda yapılacak araştırmalara, opera sanatına katkı sağlayacağı düşüncesiyle konu olarak seçilmiştir. Ayrıca konservatuar ve müzik eğitimi veren kurumlarda okuyan ve hizmet veren kişiler için bir kaynak olması bakımından da önem taşımaktadır.

1.3. Sınırlılıklar

Araştırma;

1. İtalyan opera bestecilerinden G. Puccini ile,

(11)

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE, İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR 2.1. Puccini’nin İtalyan Operasındaki Yeri

İtalyan operası, 19. yüzyılda, Rossini, Donizetti, Bellini ve Verdi ile doruğa ulaşmıştır. Rossini geleneksel kalıplara, klasik operaya bağlı kalsa da, onu izleyen Donizetti ve Bellini, romantik öğeleri ve duyarlılığı zorlayarak romantik operayı taçlandırmıştır. Verdi ise dramı ve melodiyi yücelterek kendinden sonrakilere ışık tutmuştur.

19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişi sağlayan, bu iki yüzyıl arasındaki opera köprüsünü kuran “Giacomo Puccini” oldu. Puccini, “Verdi” sonrası İtalyan operasının en büyüğü ve de son büyüğü kabul edilmiştir (Kaygısız, 1999: 124)

Giacomo Puccini yaşadığı dönemin müzikte yenilik isteğine ayak uydurarak, besteleme tekniğini yenileme çabasına önem vermiş, çağdaşları olan modern Fransız, Rus ve Avusturya bestecilerinin ( Debusy, Strawinsky, Schönberg) teknik ve estetik özelliklerini yakından izlemiş fakat yine de kendi eserlerine, genç-romantizme dayalı tipik bir anlatım gücü sağlamaktan geri kalmamıştır.

Çağın opera sanatıyla ilgili uzmanların Giocomo Puccini üzerindeki görüşleri, sanatçının Verismo türü ile, geleneksel-opera karşısındaki tutumu kendisinin “Verismocular” arasında yer almasını sağlamıştır.

İtalyan verismo türünün bir bestecisi olduğu kadar, verismo dışında da verimli olan Giacomo Puccini’nin yaratıda olgunlaştığı dönemde yazdığı dört operayla, dünya çapında üne ulaştığı, hemen herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu dört eser, kronolojik sıraya göre şöyledir; La Boheme, Tosca, Madame Butterfly, La Fanciulla del West. Ama bu dört eser arasında sadece La Boheme operasının, bestecinin en üstün eseri, hatta yaratıcılığının zirvesi olduğunda tüm eleştirmenler birleşmişlerdir (Güngör, 2005: 35).

Libretto seçmede büyük bir özen gösteren, ancak hiçbir zaman edebiyat değeri olan librettolar üzerinde çalışma mutluluğuna erişemeyen Puccini, İtalyan gerçekçiliğinin en büyük yaratıcısı olarak gösterilmiştir. Opera sanatını halkın en alt

(12)

tabakalarına indirme uğruna bayağılıkların her türlüsüne başvurabilen Leoncavallo’nun ya da Mascagni’nin karşısında Puccini, her ne kadar halkın hoşuna gitme amacını gözetmişse de bu yolda sanatının daha soylu değerlerine saygı göstermesini bilen bir sanatçı olmuştur. Bir yandan da geleneğe başvurup şarkılarının orkestraya üstünlüğünü gözeten ve insan sesi için yazısında, kendine asıl ününü sağlayan melodi zenginliğine ve etkileyiciliğine önem veren Puccini, öte yandan da eşlik orkestrasını, saydam bir çalgılamayla türlü tını birleşimleriyle beslemiştir (Güngör, 2005: 41).

La Bohéme, Tosca, Madame Butterfly ve La Fanciulla del West’te realizmi romantizm ile kaynaştıran Puccini, sadece tek perdelik bir opera olan Il Tabarro’da romantizmden uzaklaşarak, Cavalleria ve Pagliacci’deki haşin gerçekçiliği elde etmiştir.

2.1.1. Giacomo Puccini ve Operaları

Giacomo Puccini 22 Aralık 1858 günü İtalya’nın Tuscano bölgesindeki Lucca kentinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Antonio Domenico Michele Secondo Maria Giacomo Puccini’dir. Müzikçi bir aileden gelen Giacomo Puccini’nin, sanatındaki üstün yeteneği, ilk olarak C. Angeloni tarafından keşfedilmiş ve İtalyan Kraliçesi Margerita’nın yardımıyla genç sanatçı, Milano Konservatuvarına girerek, Bazzini ve Ponchieli gibi hocalarla çalışma imkânı elde etmiştir. Bir sanat kenti olan Milano’ya, İtalya’nın her yöresinden yetenekli gençler geliyordu. Milano güzel sanatların toplandığı bir merkez durumundaydı ( Saydam, 1997: 131).

Giacomo, müzik eğitimi sayesinde önce kilisede org çalmaya başlar. Aynı yıl komşu kentlerden Pisa’da izlediği Verdi’nin Aida operası ile İtalyan drama geleneğine ilgi duymaya başlamış ve böylece opera bestecisi olmaya karar vermiştir. Puccini, Milano Konservatuvarı’nı kazandığı ilk yıl, bir eser bestelemiş ve adını da ‘Messa’ koymuştur. Eser daha çok “Messa di Gloria’ olarak bilinmektedir. Adını eserdeki duacılardan biri olan Gloria’dan almıştır. Bu eser, Puccini’nin bir opera bestecisi olarak kariyerini hazırlar. Çünkü bir katolik ayini olan Messa di Gloria’da kısa bir süre sonra bestecinin operalarıyla sahneye taşıyacağı dramatik güç sezinlenmektedir (Ayazlar, 2007: 28).

(13)

1883 yılında Milano Konservatuvarı’nı bitiren G. Puccini, diploma töreni için istenen eseri, orkestral bir parça olarak bestelemiştir. Sanatçı, Capriccio Sinfonico adını taşıyan bu eserden alınmış temaları, 1896 yılında bestelediği “La Boheme” operasında da kullanmıştır (Altar, 2001: 32).

Saydam’a (1997: 132) göre; Puccini, 1883 yılında Ponchielli sayesinde ilk libretisti olan Ferdinando Fontana ile tanışmıştır. İlk iş birliktelikleri “Le Villi” oldu. Milano’daki müzik basımevi “Sonzogno” tarafından düzenlenen tek perdelik opera yarışmasına, ilk olarak yazdığı “Le Villi” adlı operasıyla katılmıştır. Eser her ne kadar bir derece alamadıysa da Giulio Ricordi’nin dikkatini çekmiştir. Ancak Puccini, piyano doğaçlamaları yaptığı bir toplulukta, içlerinde Arrigo Boito’nun da bulunduğu dostlarının desteğiyle 31 Mayıs 1884’de Dal Verme Tiyatrosu’nda ‘Le Villi’ operasını sahneleme fırsatı bulmuştur.

Prömiyer öylesine başarılı olmuştur ki Teatro della Scala bir sonraki sezon için eseri sahneleme kararı almıştır ve gördüğü ilgi üzerine Teatro della Scala için genişletilmiştir. Puccini’nin bu operası olgun yapıtlarından olmadığı halde, melodik buluş ve güçlü hayalci duyguları içermiştir (Güngör, 2005: 15).

Eser, İtalyan bestecilerinin yapıtlarını yayımlamakla tanınan Ricordi Yayınevi tarafından basılmıştır. Ricordi yayınevi yeni eserler bestelemesi için Puccini ile sözleşme imzalamıştır ve ayda 200 liret ödeyecektir. Puccini 200 liret aylıkla, o tarihten itibaren kendini tamamen opera besteciliğine vermiştir (Altar, 2001: 32).

Bu prodüksiyondan sonra Ricordi, Puccini ile uzun süreli iş birlikteliğini başlatmış ve ikinci bir opera siparişi vermiştir. 1889’da bir savaş süvarileri dramından ilham alarak, gösterişli, tantanalı, 3 perdelik “Edgar” adındaki ikinci operasını bestelemiştir (Saydam, 1997:132).

Neredeyse dört yıllık bir çalışma sonucu Puccini’nin ikinci operası “Edgar” 1889 yılında prömiyerini yapmıştır. Eser, librettonun zayıflığından dolayı büyük bir başarı elde edememiştir. Bu başarısızlık Puccini’ye çok ağır gelmiştir. Otuz bir yaşında olması ve başka bir başarısızlık demek onun kariyerinin sonu demekti. Basımcısı Giulio Ricordi ona şöyle dedi: “Unutma Puccini, artistik hayatının en zor anındasın… senin

(14)

durgun olmana izin veremem… Kendimize işkence etmeye son vermeliyiz, çalışmaya

başla ve kendine iyi bir konu ve iyi bir libretist bul.”

(http://www.operaturkiye.com/wp1/index.php/yazarlar/yigit-gunsoy/giacomo-puccini.html/?wscr=1366x768).

Puccini, Ricordi’nin bu sözlerinden sonra daha da çok çalışarak başarılı işlere imzasını atmıştır.

Edgar’ın konusu, Alfred de Musset’nin ‘La coupe et Les lévres’ adlı oyunundan alınmıştır (4 perde). Librettoyu yine Ferdinando Fontana yazmıştır. Eser melodik, etkileyici ve canlı olmuştur. Ancak libretto oldukça ağırdır ve opera bu yüzden başarısızlığa uğramıştır (Güngör, 2005: 15).

Puccini, ‘Edgar’ operasının ardından ‘Manon Lescaut’ Operasıyla kendisini ispatlamaya başlamıştır.

Hayatının sonuna kadar genellikle aşk müziği besteleyen Gicomo Puccini, ün yolunda ilk adımını 1893’te 4 perdelik “Manon Lescaut” operası ile atmıştır. Puccini’nin bu operası, ondan önce yazılan ve başarılı olmayan Le Villi (1884) ve Edgar (1889) gibi realist akıma kapılmamış, romantik türden bir eserdir. Şunu belirtmek gerekir ki Puccini romantik yönünü ilerde, realizme yöneldikten sonra da terk etmeyecek, realizm onda romantizmle bir arada, birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayacaktır (Mimaroğlu, 1999: 98).

Abbé Prévost’nun ölümsüz romanı Manon Lescaut’yu 1889 yılında okumuş, eserin zarif kahramanına hayran olmuştur. Müzik tarihinde metni bu kadar çok yazar tarafından kaleme alınmış tek operadır. Eser beklenmeyen bir başarı elde etmiştir. Şövalye des Grieux’ ün birinci perdesindeki aryasından (“Tra, voi belle”) itibaren hemen her parça alkışlarla karşılanmıştır. Puccini o tarihten sonra Avrupa’ya yayılmaya başlamış, o çağlarda “World” dergisinde müzik eleştirileri yazan George Bernard Shaw bile onu takdir ve heyecanla karşılamıştır. Yapıtın Covent Garden’da sahnelenmesinden sonra, yazar George Bernard Shaw “Hissediyorum ki, bir başkası değil, Puccini Verdi’nin devamı olacak” (Nice, 1994: 73) yorumunu yapmıştır.

(15)

“Manon” onun ilerideki operalarında hep birbirine benzeyen kadın karakterlerinin ilkidir.

Puccini bestelediği Manon Lescaut'un bazı unsurlarını daha önce bestelediği eserlerden almıştır. Örneğin, 2. Perde'deki madrigal tipi şarkı “Sulla vetta tu del monte” kendinin

1800’de yazdığı “Agnus Dei” ayini parçasından alınmıştır

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Manon_Lescaut_(Puccini).

Puccini romanın konusunu daha önce bir çok bestecinin işlediğini bilmektedir. D. F. Auber, “Manon Lescaut” adıyla bir opera, Halevy bir bale, Massenet ise kısa bir süre önce yine “Manon” adlı bir opera bestelemiştir. Aynı konuyu bir de kendisi işleyecekti. Ricordi ona metin yazarı olarak o zamanlar tanınmış bir besteci ve şair olan Leoncavallo’yu tanıtmıştı. Ancak Puccini ve Leoncavallo’nun görüşmeleri olumlu sonuç vermemiş, ortaya çıkan metinden ikisi de memnun kalmamıştır. 1890 yılı baharında Puccini, çağının tanınmış komedi yazarı ve dostu Marco Praga’ya rastlamış, derdini ona anlatmış, fakat Praga o zamana kadar hiç opera metni yazmadığı için kendisine yardımcı olarak şair Domenico Oliva’yı seçmiştir. Puccini bu defa sonucu beğenmiştir. Karısı ve iki çocuğunu alarak çalışmak üzere Chiasso’ya gitmiş, fakat piyanosunun başına oturduğu zaman romanın önemli bazı bölümlerinin çıkarıldığını görmüştür. Yine Ricordi’ye başvurmuş, Ricordi son çare olarak onu Giusseppe Giacosa adlı şairle tanıştırmıştır. Giacosa işi tek başına yapamayacağını, Luigi Illica adlı bir dostunun da yardım etmesi gerektiğini söylemiştir. İki dostun yaptığı düzeltmeler, kattıkları yeni bir perde ve güzel mısralarla Manon Lescaut’nun metni ortaya çıkabilmiştir. Eser ilk kez 1 Şubat 1893’te Torino’nun Teatro Regio’sunda sahnelenmiş, beklenmeyen bir başarı elde etmiştir. Başrollerde Cesira Fernani ve Cremonini oynamıştır (Güngör, 2005: 54).

Puccini’nin “Manon Lescaut” operasıyla sağladığı başarı, maddi durumunun düzelmesine olanak sağlamıştır. Çünkü eserleri dünyanın her yerinde büyük bir ilgiyle repertuarlara alınmış, sezon programlarında da yer almıştır. Böylelikle Puccini’yi çok geniş seyirci kitlesi alkışlamış, özellikle Amerika ve Almanya turneleri olağanüstü başarılarla sonuçlanmıştır.

(16)

Manon Lescaut’nun başarısı üzerine Puccini eserini yönetmek üzere Manon’un ülkesi Fransa’ya çağırılmış, şehrin güzelliklerine hayran kalmıştır. Onu en çok çeken yerlerden biri de Monmartre semti olmuştur. Besteci yine bu sıralarda Henri Murger’in “Scénes de le vie de Bohéme” (Bohem hayatından sahneler) adlı romanını okumuş, bestelemeye karar vermiştir. Böylece 4 perdelik “La Bohéme” operası ortaya çıkmıştır. Eser İtalyan librettistleri Giuseppe Giacosa ve Luigi Illica tarafından yazılmıştır. Aynı zamanda Puccini’nin bu operaya aktardığı kendi yaşamıyla ilgili anıları ile, Verismo akımına ayak uyduran bir operadır. Fakat La Boheme’deki realizm, “Cavalleria Rusticana” ile “Pagliacci”dekinden değişiktir. Cavalleria Rusticana’daki ve Pagliacci’deki realizm, temsil ettikleri akımın romantizme karşı girişilen bir tepki olduğunu ispatlamaya çalışırcasına karşıt uygulamalarla oluşturulmuştur (Sadie, 1996: 35).

Puccini’nin La Boheme’deki ve onu izleyen operalarındaki realizmi öteki İtalyan Veristlerden farklıdır. Puccini karakterlerini burjuvaziden, orta sınıftan seçmiştir. Ondaki realizmde romantizme karşı bir tepki yoktur; onunki ılımlı, romantizme karşı sırtını çevirmeyen, onunla karışmış bir realizm olmuştur.

Puccini’nin La Boheme’de ve öteki operalarında başarılı olduğu yön, günlük yaşamda her gün gördüğümüz insanların duygularını ifade etmek olmuştur. La Boheme’de halkın yakını olan dünyada görülen, izleyicinin kendisinin bile başından geçebilecek bir aşk canlandırılıyordu. Konu içerisinde neşe, keder, umut, mutsuzluk hep normal insanların kendi yaşamlarında hissedebilecekleri duygulardır.

Operanın prömiyeri 1 Şubat 1896 tarihinde İtalya'nın Turin kentinde yapıldı. Gösterimde orkestra şefliğini Arturo Toscanini yapmıştır. La Bohème 50 yıl sonra Toscanini tarafından tekrar yönetildi ve kayda alındı; ilk şefinin yorumuyla kaydedilebilmiş olan La Bohème, diğer Puccini operaları arasında bu nedenle önemli bir yere sahiptir. Türkiye'de Devlet Operasında ilk temsili Ankara'da 1948 yılındadır (http://tr.wikipedia.org/wiki/La_boheme).

Eserin konusu bir dikişçi kadın olan Mimi ile şair Rodolfo arasında olan aşk üzerine odaklanmıştır. Birbirlerini ilk görüşte sevmişlerdir ve hala da birbirlerine

(17)

etmesini kıskanmasıdır. Ama Mimi çok ağır verem hastasıdır ve ölümü yakındır. Rodolfo birlikte yaşarken fakirane yaşam şartlarının Mimi'nin sağlığını daha da kötüleştirdiğini bilerek vicdan azabı çekmektedir ve Mimi'ye daha iyi şartlarla bakacak birini bulmayı sağlamak için, gösterdiği kıskançlık yapmacıktır. Sonunda Mimi

ölmeden önce kısa bir müddet için tekrar bir araya gelirler

(http://tr.wikipedia.org/wiki/La_boheme).

“Tosca”, Giacomo Puccini tarafından bestelenmiş üç perdelik bir operadır. Opera'nın liberetosu Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa tarafından hazırlanmış ve Victorien Sardou'nun "La Tosca" oyunundan uyarlanmıştır. Operanın prömiyeri 4 Ocak 1900’de Roma'da Teatro Costanzi'de yapılmıştır. Tosca Puccini’nin “natüralizm”e ilk adımıdır ( Altar, 2001: 45).

“Tosca” opera sanatında en önemli bir dramatik trajedi eseri olarak yer almış ve dünya opera evleri repertuarlarında bir standart olarak yerini tutmuştur.

Tosca operası, Türkiye'ye opera kültürünün gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. 1935/1936 ders yılında Ankara'da Musiki Muallim Mektebi bünyesinde bir konservatuar kurulmuş ve Türkiye'ye gelmiş olan Alman Karl Ebert idaresi altında, sonradan Ankara Devlet Konservatuarı opera stüdyosu olarak anılan kurumda, bir grup opera sanatı öğrencisi yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu kurumun ikinci defa olarak Türkçe libretto çevirisi kullanarak ve kurumun öğrencilerinin rol aldığı opera eseri Mayıs 1941’de Ankara'da sahnelenen Tosca'nın II. Perdesi olmuştur (http://tr.wikipedia.org/wiki/Tosca).

İçinde değişik tiplerin yer aldığı “Tosca” Puccini’ye çeşitli karakterlerin ifadelendirilmesi bakımından fırsat ve imkân sağlamıştır. Eserin aslında tanınmış bir piyes oluşu tiyatro ve opera arasındaki dramatik farkları seyircinin yadırgamasına imkân bırakmadan halletmek gibi bir sorumluluğu besteciye yüklüyordu. Tosca’nın bugün opera sahnelerinin en sevilen repertuarı arasında yer alması bestecinin bu güç işin altından başarıyla kalktığını gösterir.

“Tosca, dünyayı bir dönem etkisine alan, adeta acı veren kaba naturalist akımının ve geçici bir süre için Sardou gibi ikinci sınıf metin yazarlarının yıldızının parladığı

(18)

zamana örnek bir eserdir. Opera baştan beri kaba, vahşi ve zalim olarak adlandırılmıştır. Ayrıca Sardou’nun oyununda var olan gösterişli teatrallik, müzikle daha da yoğun bir şekilde ortaya konmuştur. Fakat eser daha derinden incelenirse aslında Puccini’nin müziğinin librettonun en kötü yönlerini minimuma indirdiği görünür. Melodi akışı

güçlü ve ateşlidir, karakterlerde psikolojik bir güç vardır

(http://www.operaturkiye.com/wp1/index.php/yazarlar/yigit-gunsoy/giacomo-puccini.html/?wscr=1366x768).

Tosca’nın bu başarısından sonra 1904 yılında aldatılmış bir Japon kızının dramı olan “Madame Butterfly” bestelenmiştir.

“Madame Butterfly” Giacomo Puccini'nin üç perdelik operasıdır. İlk olarak 1904'te sahneye çıkmış, Puccini'nin en önemli operalarından biri olarak opera tarihinde yerini almıştır. Gösterinin ilk sahneleniş tarihi 17 Şubat 1904'tür. Orkestra şefi Cleofonte Campanini idi.

Madam Butterfly (Cio-Cio-San) kendisini kocasına adamaya hazır, genç bir geyşadır. Hikâyenin başında 15 yaşında olan Butterfly, Japonya'ya gelen Amerikan subayı Pinkerton ile evlenir ve bununla da kalmayıp dinini değiştirir. Dinini değiştirmesi ile bunu kendi kültürlerine bir hakaret olarak gören Butterfly'ın ailesi onu reddeder. Butterfly'ın artık Pinkerton ve sadık yardımcısı Suzuki'den başka kimsesi kalmamıştır. Pinkerton evliliklerinden bir süre sonra evi terk eder. Bu arada hamile olan Butterfly, senelerce sabırla Pinkerton'u bekler. Bu sırada Pinkerton Amerika'da evlenmiştir. Butterfly'ın yanında üç yaşına gelen oğlunu almak için Japonya'ya gelir. Pinkerton'un kendisine ihanet ettiğini gören Butterfly ise ailesinden kalma hançer ile intihar eder (http://tr.wikipedia.org/wiki/Madam_Butterfly).

Puccini'nin Uzakdoğu ezgileri ile süslediği bu opera sahnelendiğinden bu yana çok beğenilmiş. Kuzey Amerika'da en çok sahnelenen yirmi opera arasına girmiştir. “Un bel dì vedremo” ve daha birkaç aryası ile büyük beğeni toplayıp akıllara kazınmıştır.

Madame Butterfly operası Türkiye’ye opera kültürünün girip gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. 1935-36 ders yılında Ankara’da Musiki Muallim Mektebi bünyesinde

(19)

kurulan konsevatuvarda “Madame Butterfly” 1941 yılında sadece II. Perdesiyle temsil edilmiş 1942 yılında ise bütünüyle sergilenmiştir (Tanrıkulu, 1993: 25).

“Madama Butterfly, Asya ve diğer egzotik sanatlarının Avrupa’yı etkilediği günlerde bestelenmiştir. Bu dönem, ressamların Gaugin’ı izlediği, müzisyenlerin Cava gonglu orkestraları dinlediği bir dönemdir. Puccini, Belasco’nun oyununu görür görmez diğer egzotiklerin grubuna katılmış ve tıpkı Mimi’ye aşık olduğu gibi eserin genç kadın kahramanına aşık olmuştur. Puccini bu eseri için birkaç Japon melodisi kullanmış fakat

bu melodileri kullanırken asla kendi özünü unutmamıştır”

(http://www.operaturkiye.com/wp1/index.php/yazarlar/yigit-gunsoy/giacomo-puccini.html/?wscr=1366x768).

Birçokları Butterfly’ı sıradan bir göz yaşartıcı eser olarak değerlendirebilir. Haklılık payları vardır; fakat bu gözyaşları sıcak ve içtendir. Puccini bütün bir eser boyunca nazik ve hassas durumları büyük bir ustalıkla inanılmaz kontrollü bir orkestra kullanarak ele almıştır.

Puccini, Madame Butterfly’ın ardından Amerikalı sahne yazarı David Belasco’nun “The Girl of The Golden West” (Altın Batının Kızı) adlı eserinden esinlenerek “La fanciulla del West”i bestelemiştir. Puccini, New York’a ilk gelişi olan 1906 yılında Belasco Tiyatrosu’nda izlediği Altın Batının Kızı adlı tiyatro eserinin etkisi altında kalarak, bu operayı bestelemeye karar vermiştir. Belasco’nun bu dramı, İtalyan libretisleri Carlo Zangarini ve Guelfo Civinini tarafından “Batı Kızı” başlığıyla İtalyanca’ya çevrilerek libretto metnine dönüştürülmüştür. 3 perdelik bir eserdir. Eserin prömiyeri 10 Aralık 1910'da ABD'nin New York şehrindeki Metropolitan Opera evinde verilmiştir (Saydam, 1996:136).

Başrollerde soprano Destinn, tenor Enrico Caruso ve Amatin oynamıştır. Prömiyer çok başarılı olmuş fakat opera Avrupa’da aynı başarıya ulaşamamıştır. Bunun nedeni Amerika’da geçen hikâyenin İtalyan metin yazarlarının ruhuna pek hitap etmemesidir. California’da ilkel bir atmosferde altın arayıcıları arasında geçen bir olay, İtalyan operasındaki Santimantalizmle (aşırı duygusalcılık) pek bağdaşmamış, eserin başkahramanı Minnie’nin karakteri müzik yönünden pek iyi çizilememiş, belirtilememiştir. Minnie, Puccini’nin diğer saf, temiz kadın tiplerine benzememektedir.

(20)

Opera severler Manon’a, Mimi’ye, Butterfly’a alışmışlardır. Hâlbuki Minnie öyle değildir. Minnie bar sahibi bir kadındır. Sevgilisi ise bir hayduttur.

Puccini, Butterfly’da olduğu gibi müziğine mahalli renkler katmıştır. Birinci perdede iki zenci halk melodisi, ikinci perdede bir kızılderili sihirbaz şarkısı kullanmış, haydut Romerrez için bir Güney Amerika dansı ritminden yararlanmıştır. Fakat eserin müzik yönünden önemi şüphesiz orkestra düzenlemesidir. Puccini bu eserde ilk defa değişik bazı renkler denemiş, hafif belirtilerle Empresyonizm’e kaçan bir partisyon doğmuştur. Bunun da başlıca sebebini sanatçının o çağlarda Debussy’ye olan hayranlığında aramak gerekmektedir. Fransız ustanın Pelléas et Melisande adlı dramına hayran olmuş, ünlü müzik editörü Ricordi’ye 1906 yılında yazdığı bir mektupta fikirlerini şöyle belirtmiştir: “Opera harikulade armonik kalitelere sahip... Özellikle çok

zarif enstrümantal duyuşlara hayran oldum...”Bu satırların sahibi aynı şeyi denemeye

kalkmış, yer yer başarı sağlamıştır. 1917’de yazdığı üç perdelik Kırlangıç (La Rondine) ise Altın Batının Kızı kadar bile başarılı olamamıştır. Kırlangıç, Viyana’lı bir yayımcının Puccini’den müzikal bir komedi yazısını istemesi üzerine bestelenmiştir. Willner ve Reichert tarafından librettosu yazılan eser Adami tarafından İtalyanca’ya çevrilerek komik operaya adapte edilmiştir. 27 Mart 1917’de Monte Carlo’da gördüğü ilgi, diğer kentlerde tekrarlanmamış ve bu opera Puccini repertuvarından silinmiştir (Sadie, 1996).

Puccini La Fanciulla del West’i bestelerken görülmemiş bir yenilik yapmak hevesine kapılmış, aynı gecede oynanmak üzere birer perdelik üç küçük opera bestelemeyi kararlaştırmıştır. Bu kararı gerçekleştirmek için uzun yıllar beklemesi gerekmiştir.

Şair Giuseppe Adami 1913 yılında Fransız yazarı Didier Gold’un La Houpelande adlı oyununu almış, opera metni şeklinde düzenleyerek besteciye vermiştir. Puccini Il Tabarro adı verilen bu metni beğenmiş, acele etmeden çalışarak 1916 yılında tamamlamıştır. Bu arada şair Gioachino Forzando da iki metin getirmiştir, Sour Angelica, Gianni Schicchi. Bu üç operaya il trittico (üçlü) adı verilmektedir. Besteci her ikisini de çok sevmiş, hemen çalışmalara koyulmuştur (Şatır, 1998:215).

(21)

Üçlü diziden biri, Verismo akımının tek başına üstün bir örneği sayılabilecek kadar güzel işlenmiş olan Il Tabarro, ikincisi mistik konusuyla birincinin tam karşıtı Sour Angelica, üçüncüsü de gülünçlü opera yönünden gerçek bir değer olarak kabul edilen Gianni Schicchi’dir.

Birer perdelik bu 3 opera, besteci tarafından “üçlü” ya da “üçlü eser” anlamına gelen “Trittico” terimiyle adlandırılmıştır. Puccini’nin, Grek kökenli “triptychon” sözcüğünden alınmış olarak kullandığı bu terim, batı resim sanatında daha çok dini konuların yan yana yer alan üç ayrı tablo halinde işlenmesiyle elde edilen, üçlü bir bütünü nitelemek için kullanılır ( Altar, 2001; 62).

La Fanciulla’dan sonra bir duraklama dönemi ve yeni bir yöne doğru yöneliş gelir. Puccini bir üçleme denemiş ve birbirinden tümüyle farklı birer perdelik üç operayı bir gece oluşturması için birleştirmiştir. Il Tabarro, Puccini’nin en son realist operasıdır. Klasik Fransız aşk üçgeni sıradan “al-ver” ilişkisinin oldukça büyük bir varyasyonudur. Puccini ne yazık ki Tosca’nın aksine güçlü durumlar için güçlü müzik elde edememiş, zenginleştirememiştir. Neredeyse bir “Grand Guignol” olan bu operanın temel amacı dramatik karakterlere ifade vermekten çok seyircilerin duygularını coşturmaktır. Suor Angelica’da besteci naturalizm’den uzaklaşmıştı fakat bu sefer uzaklaşma çok fazla olmuştur. Hiç erkek sesi olmayan bu eserde bize bir rahibenin trajedisi sunulur. Opera adeta rahatsız edecek kadar teatraldir. Kan ve cesaret, gözyaşı ve iç çekişlerle yer değiştirmiştir. La Boheme’in içten ve çekici lirizmi yoktur. Birçok sahtelikle dolu olan eser, Puccini’nin yeteneğinde ciddi bir sallantı olarak yorumlanır.

Üçüncü kısa opera Gianni Schicchi, orijinal bir küçük başyapıttır. Klasik “Opera Buffa”nın büyük geleneklerini canlandıran, niteliğe, davranışa ve öze şaşırtıcı bir şekilde sadık kalan bir eserdir. Hikaye ölümle ilgilidir fakat onun hızla dönen ve yoğun esprisi, parıldayan virtüözitesi ve teatralliği bu ölümcül hikayeyi inanılmaz bir komediye dönüştürmüştür. Büyük bir yetkinlikle ele alınan orkestra bize pırıl pırıl, canlı ve hiç durmayan ve her an eğlendiren sonsuz bir Scherzo sunar.

Il Trittico’nun elde ettiği başarı Puccini’ye başka bir fikir vermiş, komediyle dramı tek bir eserde birleştirmeyi düşünmüştür. Sonuçta aradığını 18. yy’da yaşamış Venedikli yazar Gozzi’nin bir oyununda, Turandot’ta bulabilmiştir

(22)

Turandot, Giacomo Puccini tarafından bestelenmiş üç perdelik bir operadır. Opera'nın liberetosu Giuseppe Adami ve Renato Simoni tarafından hazırlanmıştır. Puccini bu eserin konusu hakkinda ilk ilhami ilk defa Friedrich Schiller'in "Turandot-Çin Prensesi" adlı eserini okumasından sonra almıştır; fakat operanın esas teması ve konu ayrıntıları 18. yüzyıl Venedikli tiyatro yazarı Carlo Gozzi'nin oyunundan alınmıştır.

Puccini, müzkli dram alanında yazdığı eserlerin sonuncusu olan bu opera ile, yaratma hayatında yeni bir zirveye ulaşmış olduğu tüm eleştiricilerce kabul edilmiştir.

“Turandot” kelimesi, İran dilinden alınmış bir kavram olup; “Turanlının Kızı” anlamına gelmektedir. Doğunun ünlü Binbir Gece Masallarından birinin kahramanı olan prenses Turandot, bir Çin hükümdarının kızıdır. Kendisiyle evlenmek isteyenlere önce bir bilmece sorarmış, sonra da istediği cevabı vermeyeni öldürtürmüş. Böylece birçok gencin ölümüne sebep olan prenses Turandot, günün birinde kendisini istemeyenlerden eş olarak seçebilmiştir (Altar; 2001, 73).

Puccini öldüğü zaman Turandot'un bestelenmesi bitmemişti ve Pucinni sonuç için birçok eskiz ve fikirlerini açıklayan notlar bırakmıştı. Bunları elinden geldiği kadar az kullanarak öğrencisi olan orkestra şefi ve besteci Franco Alfano bu operayı bitirmiştir. Turnadot operasının prömiyeri 26 Nisan 1926'da Milano'da Teatro alla Scala'da yapılmıştır. Bunu orkestra şefliğini Arturo Toscanini yapmış ve müzik olarak sadece Puccini'nin besteleyebildiği kadar kısmı çaldırmış, Alfano'nun eklerini çaldırmadan esere son buldurmuştur (Saydam,1997:134).

Görülüyor ki; Puccini, sanatında değişik iklimlerde yaşamaktan ve değişik anlatım türlerini değerlendirmekten zevk almıştır ve eserlerin birinden ötekine geçişi kolayca sağlayabilmiş bir yaratıcıdır. Onun içindir ki, Puccini’nin eserleri, tüm yaşamını sanat yolculuklarıyla tüketmiş olan bestecinin, Uzakdoğu ile Batı arasındaki gidiş gelişini kolaylıkla sağlayan bir köprünün temeli olma niteliğini taşımaktadırlar.

Müzisyen bir aileden gelen Puccini, sanatında farklı ülkeleri gezip, oraların kültürlerini yaşamaktan ve değişik anlatım türlerini değerlendirmekten zevk almış, eserin birinden diğerine geçişi kolayca sağlayabilmiş bir yaratıcıdır. Eserleri Uzakdoğu

(23)

temaların tekrarından, bunların orkestral yorumlarındaki güce kadar her şey eşsizdir. Armonileri her zaman ilgi çekicidir ve devamlı bir gelişme gösterir. Puccini, Verismo’dan çok şey öğrendiği gibi, aynı zamanda da, George Bizet’nin dramatik ve klasik anlamdaki kapalı formalarından ve Jules Massenet’nin zarif bir duygusallık içinde olan lirizminden de çok şey öğrenmiştir. Besteci aynı zamanda, gelişen müzik sahnesini de oldukça dikkatli incelemiş, bir Empresyonist (İzlenimci) olan Claude Debussy’yi (1862-1918) yakından incelemiştir (Beyarslan, 2006: 33).

Giuseppe Verdi’nin yerini almış olsa da Puccini’nin müziği, orkestral stili ve renklerin farklı dramatik anlara göre geçirdiği değişim açısından Richard Wagner’in izlerini taşır. Verdi’nin operaları gibi Puccini operalarını da bölmek ya da numaralandırmak mümkün olsa da müziğinde genellikle çok güçlü bir devamlılık hissi hakimdir. Bu devamlılık Wagner etkisinden kaynaklanmaktadır. Wagner gibi Puccini de karakterleri ifade etmede belli motifler kullanmıştır. “Tosca” operasında bu çok belirgindir. Eserin başlangıcındaki üç akor her seferinde “Scarpia” karakterini haber vermede kullanılmıştır. “La Bohème”de de pek çok motif “Mimi” karakterini temsil eder. Yalnız bir motiften daha karmasığına geçen ve karakterle birlikte değişen ve gelişen Wagner leitmotiflerinin aksine Puccini motifleri durağandır. Eser boyunca fazla bir değişime uğramazlar. Puccini’nin eserlerindeki bir başka ayırdedici özellik ise sesin diyalog stilinde kullanılış biçimidir. Karakterler sanki birbirleriyle konuşuyormuşçasına birbiri ardına kısa cümleler söylerler. Öte yandan Puccini, melodideki yeteneğiyle ünlüdür ve pek çok melodisi ölümsüz olmuştur. Bu konuda “La Bohème” operasından Musetta’nın valsi “Quando men vo”, “Tosca” ‘dan Cavaradossi’nin 3. Perde aryası “E lucevan le stelle” gibi pek çok örnek bulunmaktadır ( Ayazlar, 2007: 32).

Görüldüğü gibi, Giacomo Puccini’nin Guiseppe Verdi’den sonra İtalyan operasında gerçekçilik akımını devam ettiren bir besteci olduğunu ve bunun yanında İtalyan operasındaki özel yerinin ulusalcı ve romantik sonrası çağdaş bir müzik (tını) anlayışını benimsemesi olduğunu görmekteyiz.

Puccini'nin ölümüyle, İtalyan operasının altın yüzyılı son bulmuştur. O tarihten günümüze dek birçok İtalyan operası bestelenmeye devam edilse de, ülkenin opera sanatındaki egemenliğini artık devam ettiremediğini söyleyebiliriz.

(24)

Puccini, Geç Romantizm İtalyan bestecisi olarak, gerçekçilik, ulusalcılık ve Çağdaş müzik anlayışlarını, özellikle Tosca operasından itibaren (1900-1924 yılları arasında) bir araya getirmiştir. Bu özellikler, O’nun İtalyan operasındaki farklı yerini vurgular ve bu yüzden kimi çalışmalarda ilk Çağdaş müzik bestecileri arasında anılır.

Giacomo Puccini, son 20 yılını, daha önce İtalya’nın Pisa şehrine yakın kırsal bir yerde ve güzel Massaciuccoli Gölü’nün kıyısında yaptırdığı bir villa da geçiriyordu. 1924 yılının ilkbaharında, dinlenmek üzere gittiği Belçika’nın başkenti Brüksel’de 29.9.1924 günü, 67 yaşındayken ölmüştür. Sanatçının ölümünden sonra bu villa Puccini Müzesi’ne dönüştürülmüştür (Saydam, 1997: 134).

2.2. Verismo

Gerçekçi akım, 19. yüzyılda başlayan, gerçeği ve doğayı değiştirmeden, olduğu gibi çirkinlikleri, bayağılıklarıyla yansıtmayı amaçlayan sanat ve edebiyat akımıdır.

19. yüzyıl yeni buluşların birbirini izlediği bir dönemdir. Var olan enerjiden yararlanmayı öğrenen insanlar, elde ettikleri bu enerjiyi buldukları yeni makinelerin çalıştırılmasında kullanmaya başladılar.

İlk buharlı gemi, ilk tren, ilk telgraf, ilk telefon endüstri devriminin 19. Yüzyıl’da yarattığı buluşlar zincirinin teknolojik gelişmelerini yansıtmaktadır. Ayrıca kentleşme, kitle toplumu, emperyalizm, uluslararası rekabet gibi kavramları da beraberinde getirdi.

Yeniliğe gidişin temelleri de 18. yüzyılda başlayan hareketlerle atılmıştır. Suçkov (1976: 23), 18. yüzyılın genel durumunu anlatırken şu görüşlere yer verir: “18. yüzyılın kendine bayrak ettiği şey, feodal sistemin ahlaksal ve ekonomik yapısını yıkmak üzere ortaya çıkmış burjuvanın ilerlemesiydi. Çağın başlıca tarihsel görevi toplumun dönüşüme uğratılmasıydı. Sivil özgürlük fikirleri esiyordu ortalıkta ve bunlar insan toplumunun gelişmesinde yeni bir evrenin muştusunu veren büyük fikirlerdi”

Sanat ve edebiyatta akımların başlayış ve bitişleri kesin çizgilerle birbirinden ayrılmamıştır. Bir akım varlığını sürdürürken onun yanı başında bir başka akım da oluşup gelişmiştir.

(25)

19. yüzyılda Avrupada gerçekçilik akımını ortaya çıkaran gelişmelerle ilgili Şener (1982: 137) şunları söylemiştir. Gerçekçi akım 19. yüzyıl Avrupa’sında görülen toplumsal, ekonomik değişmelerden etkilenmiş, bu etkilerle oluşmuş ve eski ortamın ürünü olan romantizme karşı çıkarak kendi kuramının oluşturmuştur. 1830-1870 yıllarında Avrupa’da siyasal, dinsel, bilimsel ve sanatsal devrimler birbirine koşut olarak gerçekleşmektedir. Ekonomik yaşamda toplum ilişkilerinde, değer yargılarında, iç ve dış politikada önemli değişiklikler olmaktadır. Bu büyük değişim endüstrileşmenin ve güçlenen kapitalizmin sonucudur.

Gerçekçiliğin özü toplum çözümlemesiydi; başka deyişle, toplum içindeki insan yaşamının, birey ile toplum arasındaki ilişkinin ve toplum yapısının incelenmesi, betimlenmesi bu çözümlemenin ilkesiydi. Malzeme seçiminde soyluluk, ahlak, doğruluk, adalet gibi değer yargılarının ötesine geçilmiştir. Tabu sayılan kanunlara el atılmış, ahlakın ve dinin yasakları aşılarak gerçeğin çıplak görüntüsü sergilenmiştir.

Gerçekçilik, yaratıcı bir yöntem olarak, insanın zihinsel gelişmesinin belli bir evresinde, insanların doğayı ve toplumsal gelişmenin yönünü anlamaya zorladıklarını duymaya başladıkları bir zamanda, insanların önceden belli belirsiz, sonra daha açık bir biçimde, insan eylemlerinin ve duygularının vahşi tutkulardan ya da tasarlanmış bir tanrıdan gelmediğini, bunların gerçek ya da daha doğrusu, maddi nedenlerle belirlendiğini kavramaya başladıkları zamanda ortaya çıkmış tarihsel bir olgudur. Sanat ve edebiyatta gerçekçi yöntem, toplum üyelerinin, toplumsal ilişkilerin işleyişini belirleyen temelde saklı kalmış güçleri ele alma göreviyle karşı karşıya kaldıkları zaman ortaya çıkmıştır (Suçkov, 1982: 13).

Endüstri devriminin başlangıcında işin işçinin ayağına gittiği durum 1820’lere doğru değişmiştir. İşin evlere, işçinin ayağına gittiği ilkel halinden kurtulan endüstri, çalışmaların bir araya getirildiği ve işçilerin fabrikalarda toplandığı modern şeklini almaya başlamıştır. Yaşamdaki değişimlerin giderek artan hızda gerçekleştiği bir çağa, bugünkü hızlı yaşamımızın tohumlarının atıldığı yıllara girilmişti.

Realizm‘in doğuşundaki önemli etkenlerden biri de düşünsel alanda August Comte‘un pozitivizm (olguculuk) felsefesidir. Comte yazdığı altı ciltlik “Corrs de Philosophie” adlı eseriyle pozitivizm adı verilen düşünce şeklini ortaya attı, aynı adın

(26)

verildiği felsefe okulunun kurucusu olmuştur. Pozitivizm, neden - sonuç ilişkisine önem veren, doğayı ve insanları bilimin iki temel aracı gözlem ve deneyle açıklamaya çalışan felsefi bir düşünce sistemidir. Realizmin romantizme üstünlüğü, Gustave Flaubert’in 1857′de yazdığı “Madam Bovary” romanı ile gözler önüne serilmiştir.

19. yy sonlarında bir sanat hareketi olarak ortaya çıkan natüralizm ve Giovanni Verga (1840–1922), Luigi Capuana (1839–1915) gibi İtalyan gerçekçi yazarlar verismonun asıl ilham kaynakları olmuşlardır. Verga ve Capuana Fransız natüralistlerinden farklı olarak bilimsel doğa ve sosyal yararlılık gibi temaları reddetmişlerdir. İtalyan gerçekçileri karamsardırlar ve eserleri kişisellikten uzaktır. Yani yazarın, eserini, kişisel duygu ve düşüncelerini ve olaya bakış açısını karıştırmadan yazması gerektiğini savunmuşlardır. Luigi Capuana tarafından yazılan “Giacinta” (Sümbül) adlı roman verismonun manifestosu olarak kabul edilmiştir. Öte yandan bu akımın başlamasında önemli rol oynamış bir diğer yazar da maden işçilerinin yaşamını anlattığı “Germinal”(1885) adlı romanıyla Fransız yazar Émil Zola (1840-1902) olmuştur (Suçkov, 1982: 15).

Görüldüğü gibi Realizm, düşüncelerin olaylara, olayların da düşüncelere dönüşmesi sürecinin, yeni endüstri çağındaki uygulaması sonucu gelişmiştir. Yeni bir yaşamın, yeni bir sınıfın, yeni kavramların önem kazandığı bir dünyada eskiye -romantizm’e karşı girişilen bir reaksiyon- bir tepkidir.

Gerçekçilik akımı, müzikte kendini en belirgin olarak opera sanatında göstermiş ve bu hali ile “Verismo” adını almıştır. (Altar, 2001: 33).

Opera sanatında da dönemleri kesin sınırlar içine almak imkânsızdır. Onun içindir ki, Verismo türünün nerede, ne zaman ortaya çıkmış olduğu konusunda en büyük eleştiricilerin bile çelişkiye düştüğü görülmüştür. Ünlü bir müzik tarihçisi, Verismo türüne ilk örnek olarak Verdi’nin “La Traviata” operasını, bir başka yazar, Bizet’in “Carmen” operasını, bir başkası da Massenet’in “Manon” operasını göstermiştir.

19.yüzyılın bazı genç İtalyan bestecileri, yüzyılın sonlarına doğru operalarının konularını, edebiyatın gerçekçi eserlerinden seçmeye başladılar. Bu besteciler “Giovane

(27)

Scuola Italiano” (Genç İtalyan Okulu) adı altında toplanarak operadaki Verismo akımını başlattılar.

Altar ‘a (2001: 43) göre Verismo okulunun ilk eseri olarak Pietro Mascagni’nin 1890 yılında yazdığı Cavalleria Rusticana, sonra da bu operanın kardeşi durumuna gelecek olan R. Leoncavallo’nun Pagliaaci operası (1892) gösterilir. Bu iki eser, yazarlarının ün yapan tek operaları oldukları halde, Verismo okulunun temsilcileri durumuna yükselmişlerdir.

Yukarıda vurgulanan Verismo‘nun öncüleri ve en önemli temsilcileri olarak gösterilen “Cavalleria Rusticana” ve “I Pagliacci” operaları, 1889 yılında İtalyan yayınevi Sonzogno‘nun açmış olduğu bir opera yarışmasında ün kazanmışlardır. Bu yarışmada bir Sicilya köyünde geçen Pietro Mascagni‘nin Cavalleria Rusticana’sı birinci olmuş, Ruggiero Leoncavallo‘nun gezici bir sirkin çalışanlarının yaşadıkları olayları konu alan Pagliacci operası ise iki perdeden oluştuğu için yarışmaya katılamamış, fakat konusuyla dikkat çekerek sahnelenmiş ve ün kazanmıştır.

Cavalleria Rusticana ve Pagliacci operaları kısa, gerçekçi ve konularının benzerliği nedeniyle kardeş opera olarak kabul edilir ve genellikle birlikte sahnelenir.

İtalyan Verismosu’nda, Romantizm’den uzaklaşarak Realizm’i benimseyen operaların bir ya da iki perdelik kısa eserler olması ilginçtir.

Şatır’a (1998: 37) göre bunun nedenini Paul Henry Lang (1971) şu şekilde açıklar:

‘Gerçek’ ve dolayısıyla verismo büyük parola olmuştu. İsminden de anlaşıldığı

gibi, veristik dramın amacı aynen-yaşam gerçekliği idi ve özellikle müzikal alanda, aksiyon halindeki ham içgüdüleri ve tutkuları, işlemeksizin ve engellemeksizin, süslemeye ve yumuşatmaya tabi tutmadan yansıtmaya çalışıyordu. Taraftarları, insanların semboller, kuklalar ya da azizler haline getirilmelerini çok sıkıcı buluyorlardı, fakat sanatta doğruyu elde etmek için gerçeğe benzerliğin zorunlu olmadığını unutuyorlardı… Şiddet ve ani ölüm umut verici konulardır, ama yine de hayal gücünü harekete geçirmek için verismonun cüretli yöntemleriyle ele alınmamalıdırlar; aranan konu olan cinsiyetler arasındaki kanlı çarpışmaları uygun müzikle uzun süre devam

(28)

ettirmek her zaman kolay değildir; bir perdelik operaların nedeni işte budur. Dram yoğunlaştırılır ve ön hazırlıklar yapılmaksızın felakete ulaşılır; bir tek ortam, bir tek ruh hali, bir tek durum ve bir tek perde vardır, izleyicinin içine sokulduğu havadan kurtulmasını sağlayacak ara yoktur. (Pagliacci ismen iki perde olmakla beraber, bunların arasındaki perde Cavalleria’daki intermezzodan daha fazla bir şey ifade etmez.) Bu bir perde tahdidi, zira bir perdelik bir opera, büyük dramın bütünlüğünü ender olarak ortaya çıkarabilir; bize sadece yaşamın bir parçasını ya da bir açıdan görülen yaşamı verir. Böyle bir dramdaki erkekler ve kadınlar dışarıdan gelirler ve oyunun içerisine, çatışmaya hazır bir vaziyette girerler, aralarındaki ilişkiler çapraşık değildir. Buna uygun olarak, gerek yapı gerekse diyalog son derece basit bir şekilde düzenlenmiştir. Müfrit verist opera bestecileri ne zaman olgun bir üç perdelik eser yaratmaya kalkıştılarsa başarılı olamadılar, dramatik devamlılığı koruyarak akla uygun bir doruğa erişemediler. Farklı düzeylerde de olsalar Bizet ve Puccini başarılı oldular; çünkü onların müzikal kişiliklerinin sadece bir safhasıydı natüralizm; temelde dramatik lirizme dönüktü her ikisi de ve gerçeklikle romantizmi birleştirebilmişlerdi. Fakat Puccini tam bir verist opera olan Il Tabarro’yu yazdığında bu da bir perdelik oldu. Leoncavallo ise buffa’nın ölmez ruhuna dönmeyi denediği zaman sadece berbat operalar meydana getirdi…

Verismo akımının önemli bestecilerinden biri de Giacomo Puccini’dir. Eleştirmen Oscar Bie’ye göre; Puccini bu okulun başıdır. O Mascagni’deki çiğliği, Leoncavallo’daki aşırı bayağılığı dengelemiş ve bu sebeple sevilmiştir (Altar, 2001: 35).

Puccini, Mascagni ve Leoncavallo’daki sert gerçekçiliğe tek perdelik Il Tabarro operasında yer vermiştir. İl Tabarro operası çalışmamızın 4. bölümünde ayrıntılarıyla incelenmiştir.

“Genç İtalyan Okulu” bestecileri arasında ayrı ve sınırlı bir grup olarak yer alan Verismo sanatçılarının en önemlileri olan Pietro Mascagni, Ruiggiero Leoncavallo, Giacomo Puccini’den başka öteki İtalyan veristlerde şunlardır:

(29)

Gellio Benvenuto Coronaro (1863-1916) Niccola Spinelli (1865-1906)

Franco Alfano (1876–1954) Riccardo Zandonai (1883–1944)

2.3. Dramaturji

Dramaturji: Bir metnin sahnelenmek amacıyla seçilmesinden, metni ve yazarını tanımak için yapılan araştırmalara, yorumlama ve ortak birikime kadar her şeyi, bunlarla birlikte oyunculuk çalışmaları ve provalar, seyirci araştırmaları ve son buluşma, kısacası metinden sahneye kadar geçirilen tüm evrelerdir.

Nutku’ya (2001;47) göre, Etimolojik kökeni itibarı ile Grekçeye dayanan ‘dramaturgi’ sözcüğü ilk kez Lessing’le gündeme geldiği için Alman tiyatrosuna atfedilir. İngilizcede “dramaturgy”, Almanca ve Fransızcada “dramaturgie” olarak adlandırılan bu kavram dilimize uyarlanarak “dramaturgi” olarak adlandırılmıştır. Gösterim Sanatları Terimleri Sözlüğü’nde Özdemir Nutku bu kavramın Türkçe karşılığı olarak “oyun sanatbilimi” kavramını önerir. Nutku Oyun Sanatbilimi’ni, “Tiyatro tarihçisi, incelemecisi ve kuramcılarının oyun metni üzerindeki çalışmalarını ve sonra da oyunun sahneye konuluşu açısından sanatsal bilgileri kapsayan uğraş alanı” diye tanımlar. Bu tanım bu alanın uğraş alanı olarak sınırlarını belirlerken, Nutku aynı zamanda dramaturginin birbirini tamamlayan iki temel çalışma alanının olduğunu vurgulayarak şöyle der: “metin üzerinde yapılan çalışmaların tümüne kuramsal dramaturgi, oyuncular ile sahne üzerinde yapılan çalışmalara da uygulamalı dramaturgi denilir.” Bugün başarılı yapımların temelinde bu iki alanın uyumlu birlikteliğini görmekteyiz. Kuramsal dramaturgi, “Lessing tarafından ortaya atıldığı biçimde, drama yapıtlarının, oyunların iç yasalarını ana kurallarını, oyun yapısı ve tekniği kuramı” olarak ele alınır. Uygulamalı dramaturgi ise, “dramaturgun gerçekleştirdiği etkinlik, bir oyunun dramaturg ile yönetmenin işbirliği içinde sahnelenmesi (oyunun seçiminden, yorumlanmasından sahneye getirilmesine kadar), tüm sahneleme süreci yöntemsel çalışması “kuramsal sahneleme” olarak tanımlanır.

(30)

Eskiden beri dramaturgi için oyun yazarlığı sanatı ve tiyatro eserleri incelemesi yorumu yapılmaktadır. Ancak günümüzde dramaturginin uygulama alanında daha bilinçli bir şekilde görülmesiyle oyun yazarlığı kısmı ayrılmıştır. Çünkü oyun yazarlığı ayrı bir alandır. Dramatik bir metnin teknik, tasarım, içerdiği anlam ve sağlayabileceği sahneleme olanakları, yazıldığı çağ ve geçtiği dönem açısından incelenmesi, çözümlenmesi, araştırılması bugünün dramaturginin çalışma alanının oluşturmaktadır. Metin üzerinde yapılan çalışmaların tümüne kuramsal dramaturgi; oyuncular ile sahne üzerinde yapılan çalışmalara da uygulamalı dramaturgi denir.

Tüm tanımlardan sonra dramaturgi, bir metnin sahnelenmek amacıyla seçilmesinden, sahneye aktarımına kadar izlenen, metnin seçilmesi, çözümlenmesi, günün koşullarına ters düşen bölümlerine dikkat çekilerek gerekiyorsa yorum doğrultusunda düzenlenmesi, belirlenen yorumdan sapılan noktalara nesnel biçimde müdahale edilmesini kapsayan bir süreçler bütünüdür.

Dramaturgi, sadece metin seçme, inceleme ve çözümleme görevi yüklenmiş bir çalışma alanı olarak değil, bir yorum kaynağı olarak da görülmektedir; yani yorumun oluşturulmasında dramaturgi çalışmaları temel oluşturur. Dramaturgi çalışmalarını asıl amacı, oyunu yazın dilinden sahne diline aktarmak ve bunu denetlemektir (http://tiyatro.cankaya.edu.tr).

2.4. İlgili yayın ve araştırmalar

Şatır (1998), “Operada Gerçekçilik ve Beş Gerçekçi Opera” isimli kitabında operada gerçekçilik, G. Puccini’nin Il Tabarro operasının libretto ve yazılış öyküsü hakkında bilgilere yer vermiştir.

Güngör (2005), “Giacomo Puccini’nin Opera Sanatına Yaklaşımı ve Tosca Operası” adlı yüksek lisans tezinde Puccini’nin hayatı ve opera sanatına yaklaşımı incelenmiş, Tosca operasının hazırlanış dönemi libretto ve müzik açısından ele alınmış ve Tosca operasının dramaturgik incelemesi yapılmıştır. Sonuç olarak Tosca operası incelenirken siyasi olgular, aşk, öldürme, cinayet, intihar, birbirini izleyen olaylar, halktaki çalkantılar, sosyal devinim ve evrimler, zamana bağlı kalınarak işlenmiştir. Her

(31)

Leoncavallo gibi tamamen basit halk tabakasının acı dolu yaşamlarından, ağdalı anlatımlarla yüklenmiş biçimde almamış olsa bile, işlediği aşk – siyaset – zulüm üçgeninde amaçladığı vuruculuğa rahatlıkla ulaşmış ve bir sanatçının gözünden eleştirel bir yaklaşımın nasıl olması gerektiğine de bir örnek teşkil etmiştir. Bir anlamda da ortaya çıkardığı bu eserle yirminci yüzyıl sanatının diğer dönemlerde olduğu gibi çevre faktörlerine duyarsız kalamayacağının işaretini vermiştir. Bu açıdan bakıldığında Tosca’nın taşıdığı pek çok özellik nedeniyle 19. ve 20. Yüzyıl opera sanatında önemli bir yeri olduğu anlaşılmıştır.

Nutku (2001), “Oyun Sanatbilimi Dramaturji” adlı kitabında modern tiyatronun vazgeçilmez öğesi olarak yer alan Dramaturji’nin doğuşu, öncüleri, günümüze kadar gelişim aşamaları ile dramaturgların çalışma alanları, metin çözümlemesi, ülkemizde dramaturji kavramının algılanışı, tiyatromuzdaki yeri ve önemi gibi konuları incelemiştir.

Altar (2001), “Opera Tarihi” adlı 4 ciltlik kitabında Opera sanatının XVIII. yüzyıl sonlarından XX. yüzyıl başlarına kadar geçen 150 yıllık tarihini incelemiştir. 100'den fazla sanatçıyla pek çok önemli esere değinilmiş ve literatürde yer alan belli başlı operaların yorumları yapılmıştır.

(32)

3. YÖNTEM

Bu çalışmada, nitel araştırma metedolojisinde doküman analizi ile yapılmıştır.. Konuyla ilgili literatür taranmış, bu alanda yapılmış tezler, kitaplar çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmanın amacına yönelik olarak araştırmada, ünlü besteci G. Puccini’nin İtalyan opera sanatındaki yeri, gerçekçi akım ve Puccini’nin bu akıma göre bestelediği Il Tabarro operası, yazıldığı dönemin ışığında tüm yönleriyle ele alınarak incelenmiştir.

Bu alanda operaların dramaturjik çözümlemesi üzerine yapılmış tezler incelenerek çalışmanın geçerlilik ve güvenirliğinin sağlanmasına çalışılmıştır.

Öncelikle araştırılması amaçlanan opera hakkında bilgi içeren yazılı ve görsel materyaller toplandıktan sonra besteci hakkında yazılmış dokümanlara da ulaşılmıştır. Bu materyaller:

G. Puccini hakkında yazılmış kitap, tezler, Il Tabarro Operasının kayıtlı DVD si,

Il Tabarro Operasının piyano ve şan partisyonu.

Operanın müzikal yapısı, DVD ve partisyon üzerinde reçitatif, solo ve düetler incelenerek yapılmıştır.

Bu dökümanlara ulaşıldıktan sonra incelemeler yapılmış ve darmaturjik açıdan analizinin yapılabileceğine karar verilmiştir. Dramaturjik inceleme 3 kategoride ele alınmıştır. Bu kategoriler şöyledir.

 Kimlik çözümlemesi

 Ortam çözümlemesi

(33)

4. BULGULAR VE YORUMLAR 4.1. Il Tabarro Operası

Bu bölümde librettonun yazılış öyküsüne değinilerek, daha sonra librettoya yer verilecektir. Il Tabarro operasının yazılış öyküsünü Şatır (2001) şu şekilde açıklamıştır. Henüz Madama Butterfly temsil edileli bir hafta olmuştur. Puccini moral bozukluğu içindedir. Bu başarısız temsilden birkaç hafta sonra, 8 mart 1904 günü, La Scala Tiyatrosu Gounod’un “Faust” operasını sahneye koyar. Mefisto rolünde Feodor Chaliapin sahneye çıkar. Ünlü bas bu rol için özel olarak gelmiştir. Puccini, Faust operasını kendi başarısızlığının ezikliği içerisinde izler. Chaliapin’in sesine de yorumuna da hayran olur. Onu izlediği sürece bir yandan da hayal gücü harekete geçer, kafasında bir proje canlanır. Bu proje Maksim Gorki’nin üç öyküsünden oluşan bir opera bestelemek ve F.Chaliapin’i kullanmaktır.

Şatır’a göre (2001) Puccini ünlü Rus basını Mefisto rolünde izlerken aklına gelen o fikri hemen Giulio Ricordi’ye açmıştı, ama patron onun bu düşüncesini tutmamıştı. En büyük neden olarak da, üç ayrı operanın yol açacağı sahneleme masraflarını göstermişti. Bu fikri unutmasını ve normal ölçülerde bir opera yazmasını istemişti. Puccini her ne kadar bu fikri unutmuş görünse de hiçbir zaman aklından çıkarmadı, Ricordi’nin tutmadığı birkaç konuyla birlikte kafasının derinliklerinde yaşattı.

Giulio Ricordi’nin tutmadığı öteki konuların en başta geleni ise, Puccini’de bir tutku halini almış olan bir opera-buffa yazmak isteği idi. Bu da Il Trittico gibi ve onun bir bölümü olarak, 1912 yılından, yani Giulio’nun ölümünden sonra ortaya çıkabildi.

Bu arada Madama Butterfly başarısızlığı başarıya döndürüldü. Sonra 1910’da

“Funciulla del West” yazıldı. Ve Puccini yeni yazacağı opera için konu aramaya

koyulduğu zaman bu eski tasarıyı yüzeye çıkardı. O sırada Paris’te ‘Marigny Tiyatrosu’nda oynanan bir oyunun methini işitmiş, sonra da -1912 yazında yada kışında- gidip oyunu görmüştü. Çok beğendiği bu oyun herhalde tasarının yüzeye çıkmasında büyük rol oynadı. Zira bu arada Maksim Gorki’nin öykülerinin onun bu tasarısına uygun düşmeyeceğini fark etmiş ve onları kullanmaktan vazgeçmişti. Paris’te görüp beğendiği, operaya aktarma bakımından çok olumlu bulduğu bu oyun Didier

(34)

Gold adında bir Fransızındı ve adı “La Houppelande” (Palto) idi. “Üç kanatlı resmin” birinci kanadını bulmuştu. “Üç kanatlı resim” diyoruz, çünkü Puccini tasarladığı bu üçlü opera dizisinin tümüne birden, üç ayrı tablonun canlandırıldığı “üç kanatlı resmin” karşılığı olan “Il Trittico” adını vermeyi kararlaştırmıştı.

Giuseppe Adami o sırada kendisi için bir oyun yazmakla meşgul olduğundan, onun librettonun yazımına zaman ayıramayacağını düşünen Puccini bu işi Ferdinando Martini adında bir yazara verdi. Ama üzerine aldığı işi beceremeyeceğini anlayan yaşlı adam çok geçmeden librettoyu yazmaktan vazgeçti. Puccini de Adami’ye gitmekten başka çare bulamadı. İşi üzerine alan Adami on beş gün içinde librettonun taslağını hazırladı. Fakat Puccini, çalışmaya, tablonun öteki resimlerinin konularını bulmadan başlamak istemiyordu. Librettonun taslağı bu nedenle bir süre rafta bekledi.

1913 yazında eş olabilecek iki konu üzerinde durdu. Bunlardan birisi Tristan Bernard’ın, konusu Afrika yamyamları arasında geçen bir komedisi, öteki de Gabriele D’Annunzio’nun konusu ortaçağda geçen bir eseriydi. Her ikisinden de bir sonuç çıkmadı.

Eş olacak eserleri bulmadan “La Houppelande” üzerine çalışmaya başlamama kararına uzun süre bağlı kalan Puccini 1915 Ekim’inde daha fazla bekleyemeyeceğini anlayarak eser üzerinde çalışmaya başladı. 23 Ekim 1915’de Adami’ye yazdığı mektupta sözlerini şöyle dile getirmiştir: “La Houppelande üzerinde çalışmaya başladım. Birlikte librettonun üzerinden yeniden geçmeye hazır mısınız? Öyle sanıyorum ki burada olsaydınız bir hafta içinde her şeyi hallederdik..”

Besteleme ve orkestrasyon çalışmaları, Adami ile libretto konusunda mektuplaşmalar devam ederken yürütüldü. Bu arada eserin isminin de “Palto” sözcüğünün İtalyanca karşılığı olan “Il Tabarro” olması kararlaştırıldı. “Il Tabarro” üzerinde biraz çalışıyorum. Nehir şarkısının finalini yazdım ama daha fazla mısra gerek, şu anda pek kısa..” Terra del Lago’dan yazdığı bu mektupta tarih yok, 1915 sonları yada 1916 başlarında yazılmış olmalı. Aşağıdaki mektupta da tarih yok, sadece Çarşamba yazılı: “Soprano ile Bariton arasındaki düetin sonunun mısralarının gelmekte olduğunu söylüyor Tonio. Müziği “Trascinate dall’onda” kelimelerine kadar yazdım. Burada

(35)

Sonrası için fikrim, bazı kesintiler yaparak sonuna –resta vicina a me, la notte e bela- daha çabuk ulaşmaktı. Le soste sostto il salici’den Nonti di estada’ya kadar çıkarmak ve doğrudan sonuna varmak istiyorum. Ne dersiniz?..”

2 Mayıs 1916’da: “Bestelediğim yere kadar tümünün orkestrasyonunu yaptım. Böylelikle Il Tabarro’nun yarısını tamamlamış oldum. Bu arada Giorgetta ile Michele arasındaki düet üzerinde çalışmaya başlayacağım. “

Mektupların tümü gibi bu da Torre del Lago’dan, 14 Haziran 1916 tarihli: “Il Tabarro’nun librettosunun bir kopyası var mı sizde? Umarım ki vardır. Giorgetta ile Michele arasındaki düette, s.23, Resta vicine a me … non ti ricordi’de, Giorgetta hiç araya girmeden sessiz dururken, baritonu mecalsiz bir şekilde söylemeye zorluyor görüyorum kendimi. Böylelikle gerçek bir düet olmaktan çıkıyor ve sonra da hemen bunun ardından nehir monologu geliyor. Bunların tümü bariton için çok fazla. Michele ile Giorgetta arasında olması gereken bu düetin ikinci bölümünü, Giorgetta’nın girişleri ile gerçek bir düet yapmanızı ve şu anda onu tatsızlaştıran mecalsiz havadan kurtararak canlandırmanızı istiyorum. Sonunda Giorgetta’nın S’invecchia’sından önce müşfik ve hatta meyus olabilir. Onu –itham edileni- konuşturmanın ne kadar güç olduğunu biliyorum ama operayı zedeleyecek olan aralıksız monotonluktan kurtarmak için konuşmalıdır.”

“Il Tabarro ‘nun (ikinci bölümünün) orkestrasyonuna döndüm bir kez daha. Monoloğun kelimelerini daha sonra hallederiz. Havalar serinlediğinden çalışmak daha kolay oluyor. Il Tabarro bir ay içerisinde tamamlanacak.” Bu satırları 2 Eylül günü yazıyor ve eser Kasım sonlarında (1916) orkestrasyon da dahil olmak üzere tamamlanıyor.

Öteki iki tablonun konuları henüz bulunamamıştır. İşi başımdan aşkın bir adam olan Adami, konuların bulunmasında Puccini’ye yardımcı olması için Giovacchino Forzano adında bir arkadaşını tavsiye etmişti. Bir zamanlar bariton olarak sahneye çıkmış olan Forzano bir ara gazetecilikte yapmıştı. Hayal gücü çok geniş bir yazardı; ufacık bir konuyu işleyip genişletme, komple bir oyun haline getirme yeteneğine sahipti. Birbiri ardından her iki librettoyu da Forzano sağladı Puccini’ye. Her ikisinin konusu da orjinaldi, özel olarak Puccini için oluşturulmuşlardı. Bunlardan birincisi

(36)

yasak aşk yüzünden manastıra giren bir kadının acıklı ve duygu dolu öyküsüydü. Başından sonuna kadar manastırda geçiyordu ve içinde bir tek erkek karakter yoktu. Öteki konu bir komediydi ve adı Gianni Schicchi idi. Hayal gücü geniş olduğunu söylediğimiz Forzano bu librettonun konusunu Dante’nin Inferno’sunun XXX’ uncu kantosunda rastladığı bir ifadeyi genişleterek oluşturmuştur. Bu kantoda, özellikle başka bir kimseyi taklit ederek onun yerine geçmede mahir olan iki kişiden söz edilir ki bunlardan biri mimik yeteneği son derece güçlü bir adam olan Gianni Schicchi’dir. Dante’de bulduğu bu ipucunu işleyen Forzano, Gianni Schicchi librettosunu oluşturmakta sıkıntı çekmedi.

1918 yazının sonlarına doğru tüm çalışmalar bitmiş, üç kanatlı resim tamamlanmış, iş resmin sergilenmesine kalmıştı. Dünya prömiyeri için anlaşma New York’un Metropolitan Operası ile yapıldı. Bu temsil yıl sona ermeden yapılacak, onu kısa bir süre sonra Roma’da Costanzi Tiyatrosu’nda İtalya ilk temsili izleyecekti.

Il Trittico’nun Metropolitan’daki dünya prömiyeri 14 Aralık 1918 günü yapıldı. Üç kanatlı resmin her tablosunun ayrı solist kadrosu ile sergilenmesi izleyiciyi fazlasıyla tatmin etti. Temsiller adeta bir solistler geçidi oldu.

Il Tabarro: Claudia Muzio, Giulio Crimi, Luigi Montesanto, Adamo Didur… Suor Angelica: Geraldine Farrar, Flora Perini, Sundelius…

Gianni Schicchi: Florance Easton, Giulio Crimi, Giuseppe di Luca…

Temsiller tam bir başarıyla sonuçlandı. Metropolitan’ın tekrarlama yasağına rağmen Gianni Schicchi’deki Lauretta’nın “O mio babbino caro” aryası o kadar coşkunlukla ve devamlı alkışlandı ki yasağın bu kez unutulması gerekti. Basın özellikle Gianni Schicchi hakkında iyi yazdı.

İtalya ilk temsili 11 Ocak 1919 günü verildi. Bu kez de en çok beğenilen Gianni Schicchi oldu. New York’un en az tuttuğu Suor Angelica, Roma’da Il Tabarro’dan daha fazla ilgi çekti. Son perde indiğinde kahkahaların yankısı alkışlar arasında hala devam ederken Puccini de solistlerle birlikte defalarca sahneye çıkartıldı. Temsili özel

Referanslar

Benzer Belgeler

Wie man sieht, versucht der Erzähler ein von Wohlwollen bestimmtes Nahverhältnis des Lesers zu Joseph herzustellen, indem er neben seiner physischen und geistigen

 Sağlık Bakanlığı Çalışma Rehberinde içerisinde bulunduğu işkolu için belirlenen tüm salgınla mücadele tedbirlerine riayet etmek kaydıyla (Pazar günleri

Divan Ģiirlerinde çok fazla kullanılan lafzi bir sanat olan cinasın lügat anlamı; iki veya daha fazla Ģeyin birbirine benzemesi, manzum veya düz yazı bir metinde

Aşağıdaki beytinde “Hile ehli olan nazik sevgilinin gül dudağı gibi Mıslı’nın güzel yüzü de hileden uzak değildir.” diyen Zâtî, “âl” kelimesini

Genel olarak hayvanların en değersizlerinden olarak kabul edilen ve günümüzde de ağır hakaret etmek amaçlı cümlelerde çokça anılan köpekler, Dîvân şiiri

Sekiz gezegenli olduğu için Güneş Sistemi'nin ikizi bulundu türünden yorumla- ra neden olsa da Kepler-90 isimli bu gezegen sisteminde- ki gezegenlerin hepsi yıldızına

• Malzemeler için Mekanik Testler (Çekme, Basma, Sertlik, Sac Şi- şirme Testi - Bulge Test, Şekillendirme Sınır Diyagramı-FLD, Kupa Derin Çekme - Kulaklanma (cup

Yöntem: Bezmialem Vakıf Üniversitesi öğrencileri, çalışanları ve bunların aile bireylerinden seçilen 154 gönüllüye araştırma ekibince düzenlenen Sosyodemografik