• Sonuç bulunamadı

2000'den günümüze Latin Amerika-ABD karşılıklı ekonomik ve politik yaptırımları: Venezüella, Bolivya, Peru örnekleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2000'den günümüze Latin Amerika-ABD karşılıklı ekonomik ve politik yaptırımları: Venezüella, Bolivya, Peru örnekleri"

Copied!
114
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

2000’DEN GÜNÜMÜZE LATİN AMERİKA - ABD KARŞILIKLI

EKONOMİK VE POLİTİK YAPTIRIMLARI: VENEZÜELLA,

BOLİVYA, PERU ÖRNEKLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ.DR. MURAT ÇEMREK

HAZIRLAYAN CANAN KIŞLALIOĞLU

(2)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... i

KISALTMALAR ... iii

Giriş... 1

1. Devrimci Latin Amerika’nın Tarihsel Arka Planı ... 3

1.1.Venezüella... 9

1.2. Bolivya ... 12

1.3. Peru ... 19

2. II. Dünya Savaşından Günümüze ABD-Latin Amerika İlişkileri ... 22

2.1. Savaşın Sonucunun Kıtaya Etkisi ... 23

2.2. Soğuk Savaş Döneminde ABD’nin Etkisi ... 24

2.3.Siyasi Gelişmeler ... 33

2.3.1.Venezüella... 36

2.3.2. Bolivya ... 38

2.3.3. Peru… ... 40

2.4.Sosyal Yapıdaki Değişimler ... 43

2.5.Ekonomik Gelişmeler ... 44

2.5.1.Venezüella’da Ekonomik Gelişmeler ... 47

2.5.2. Bolivya’da Ekonomik Gelişmeler ... 48

2.5.3. Peru’da Ekonomik Gelişmeler ... 50

2.6.Latin Amerika’da Devrimler ... 51

2.6.1.Soğuk Savaşın Bitmesinin Etkileri ... 51

2.6.2.2000’e Kadar Yaşanan Siyasi Değişimler ... 54

2.6.3.Değişimde Chavez Etkisi ... 57

2.6.4. XXI. Yüzyıl Sosyalizmi ... 62

2.6.5. Chavez’in Kıtadaki Etkisi ... 63

2.6.6.Bolivya’da Bir Chavista: Evo Morales ... 67

2.7.2000’den günümüze değişen iktidarlar ... 70

2.7.1.Yeni İktidarların ABD İle İlişkileri ... 72

2.7.2.Yaşanan ekonomik ve politik değişimler ... 75

(3)

2.9. Politik Tepkiler ... 81

2.9.1. Latin Amerika’daki İşbirlikleri ... 83

2.9.2.Kıta Dışındaki İşbirlikleri ... 85

2.10. Toplumsal Değişimler ... 88

3. ABD-Latin Amerika İlişkileri; 2000’den Günümüze ... 91

3.1. Venezüella, Bolivya ve Peru’nun ABD’ye Yönelik Ekonomik ve Siyasi Yaptırımları ile Sonuçları ... 93

3.2. ABD’nin Venezüella, Bolivya ve Peru’ya Yönelik Yaptırımları ve Sonuçları ... 96

3.3. Karşılıklı Yaptırımların ve Gelişmelerin Amerika Kıtasındaki Sonuçları ... 98

3.4. Gelişmelerin Küresel Sonuçları ... 99

4. Sonuç... 100

(4)

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

ALBA : Alternativa Bolivariana para los Pueblos de Nuestra America [Latin

Amerika Halkları için Bolivarcı Alternatif]

ANDEAN :Comunidad Andian [And Topluluğu]

APRA : Alianza Popular Revolucionaria Americana [Amerikan Devrimci Halkçı

Birliği] (Peru)

BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu BM : Birleşmiş Milletler

CLBH : Compania Logistica de Hidrocarburos de Bolivia [Bolivya Hidrokarbür

Lojistik Şirketi] (Peru)

CONALCAM: Nace la Coordinadora por el Cambio [Ulusal Dönüşüm

Koordinasyonu]

ÇUŞ : Çokuluslu Şirket DB : Dünya Bankası

EBR200:Ejercito Bolivariano Revolucianario [Bolivarcı Devrim Ordusu]

(Venezüella)

FARC : Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia [Kolombiya Devrimci

Silahlı Güçleri]

FEDECAMARAS: Federación de Cámaras y Asociaciones de Comercio y

Producción de Venezuela [Venezüella Ticaret Odaları Federasyonu]

FTAA : Free Trade Area of Americas [Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi]

ICSID : International Centre for Settlement of Investment Disputes [Yatırım

Uyuşmazlıklarını Çözmek için Uluslararası Merkez]

IMF : International Monetary Fund [Uluslararası Para Fonu]

IPC : International Petroleum Company [Uluslararası Petrol Şirketi] (Peru)

(5)

MBR : Movimiento Bolivariano Revolucionario [Devrimci Bolivarcı Hareket]

(Venezüella)

MIR :Movimento de la Izquierda Revolucionaria [Devrimci Sol Hareket] (Bolivya) MNR :Movimiento Nacionalista Revolucionario [Devrimci Ulusal Hareket]

(Bolivya)

MRTA :Movimiento Revolucionario Túpac Amaru [Tupac Amaru Devrimci

Hareketi] (Peru)

MVR : Movimiento Quinta República [5. Cumhuriyet Hareketi] (Venezüella) NATO : North Atlantic Treaty Organization [Kuzey Atlantik Paktı]

OAS : Organization of American States [Amerikan Devletleri Örgütü] PDVSA : Petroleos de Venezuela S.A. [Venezüella Petrol Şirketi]

PDC :Partido Democrata Cristiano [Hıristiyan Demokrat Parti] (Bolivya) RF : Rusya Federasyonu

SSCB :Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

UDP : Unidad Democratica y Popular (UDP) [Demokratik Halk Birliği]Bolivya USAID :United States Agency for International Development [ABD Uluslararası

Kalkınma Ajansı]

YPFB :Yacimiantos Petrolifas Fiscalos Bolivianos [Bolivya Devlet Petrol Sahaları]

(6)

GİRİŞ

Aztek, Maya ve İnka gibi birçok medeniyeti barındırmış olan Latin Amerika, aktif bir biçimde uluslararası ilişkilerde rol oynayamasa da yeraltı kaynakları, ABD ile coğrafi yakınlığı, toplumsal yapısı ile uluslararası sistemde önemlidir. Binlerce yıllık tarihine rağmen kıtanın kaderi, keşfedildiği dönem sonrasında Avrupalı güçler ve XX. yüzyıldan itibaren ise ABD tarafından belirlendiğinden sömürge döneminin izlerini barındırmaktadır. Kıtanın Avrupalılarca keşfedilmesi ve eski medeniyetlerin yok oluş süreci çok fazla anlatılmadan geçilmekte ve Latin Amerika bize eski medeniyetlere ev sahipliği yapmaktan öteye geçememiş olarak sunulmaktadır.

Her ne kadar kıtanın tarihinde birçok Avrupalı ülkenin, özellikle İspanya ve Portekiz emperyalist etkisi olsa da, kıtadaki ülkelerin ABD ile ilişkileri apayrı bir yer tutmaktadır. Bunun sebebi, coğrafyanın da sağladığı katkıyla ABD ve kıta ülkeleri arasında oluşturulan sıkı bağlardır. Bu bağlar; tek taraflı yaptırımlar, ülkelerin iç işlerine müdahaleler ve kaynaklar hakkında söz söylemeyi de içeren uzun bir liste haline getirilebilir. ABD’nin kendisinden önce kıtada hâkimiyet kuran ülkelerin izlediği sistemi uygulamadığı ortadadır ama izlediği politikalar aynı sonuçlara yol açmış ve daha karmaşık yıkımlara neden olmuştur. Günümüzde Latin Amerika; kültürü ve eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış olmasının yanında petrol, doğalgaz ve sanayide kullanılan çelik, kalay gibi önemli hammadde kaynaklarıyla dikkat çekmektedir.

Son birkaç yılda kıtada yaşanan sosyal ve siyasi değişimler hem kıtada hem de dünyada çok büyük bir yankı bulmuştur. Değişim, yerli halkın kıtaya sahip çıkma özlemlerinin dışavurumu ve bir bilinçlenmenin göstergesidir. Yerlilerin Bolivya’da ilk kez iktidara gelebilmeleri, geçmiş yılların sömürgeci politikalarının işlevsizleşmesini göz önüne sermektedir. Yaşanan iktidar değişiklikleri ve halkçı yönetimlerin söz sahibi olmaya başlaması kıtanın, ABD’nin arka bahçesi olmaktan çok farklı ütopyaların gerçekleştiği bir alana dönüşmeye başladığının işaretleridir.

Latin Amerika’nın incelenmesi hem Türkiye hem de dünyayı anlamak bakımından da önemli bir yer tutmaktadır. Bu kıtayı anlamak ve bugününü incelemek, Rönesans ve coğrafi keşiflerle başlattığımız modern tarih okumalarını yerle bir edebilecek önemdedir. Avrupa ve Amerika merkezli bir tarih anlayışıyla uluslararası ilişkilere bakarken kalkınma olarak sunulan programların nasıl kötü sonuçlar doğurduğunu ve halkların tepkisel değişimlerini gözden kaçırma olasılığı yüksektir.

(7)

Amerika kıtası, yerli halklarının kurduğu medeniyetten çok uzaklaştırılmış, oluşturdukları krallıklar yıkılmış ve yerine dayatılan sisteme adapte olmaları beklenmiştir. Bu süreçte tüm yaşananlar kıtanın yerli halklarının hanesine başarısızlık olarak yazılırken İnka ve Maya gibi önemli medeniyetleri kazanç uğruna yıkabilmenin başarısı sorgulanmamıştır.

Tez; ABD ile ilişkileri ile kıtanın geçirdiği değişim ve son dönemde Venezüella, Bolivya ve Peru örneklerinden hareketle buradaki ülkelerin farklı yöndeki politikaları çözümlemek amacındadır. Latin Amerika - ABD ilişkileri temelinde yapılan bu çalışma, kıtadaki hakimiyet sürecini anlamada ve gelişmişlik olarak sunulanın nasıl ve ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğine dair bir yol planı sunmaktadır.

Çalışmanın birinci bölümünde, kıtanın dünya tarihine dahil edildiği dönemden itibaren politik ve sosyal yapılarının oluşumu ve geçirdiği değişim ele alınmıştır. İkinci bölümde ABD ile ilişkilerin tek belirleyici olduğu II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemleri incelenerek Latin Amerika üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Üçüncü bölüm, Soğuk Savaşın sonrası ABD’nin Latin Amerika üzerindeki etkisindeki değişimi, Latin Amerika ülkelerinde uygulanan politikaların sonuçları ile bu sonuçlara verilen tepkileri Venezüella, Bolivya ve Peru örnekleri çerçevesinde değerlendirildi. Bu bölümde ayrıca kıtadaki ticari, siyasi ve toplumsal işbirlikleri ele alınmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde, Venezüella ve Bolivya’dan farklılıklarının fazlalığı ve siyasi olarak ayrık çizgisiyle, Peru ayrı bir başlık altında incelenmiştir. Beşinci bölümde ise son dönemde Latin Amerika’da yaşanan değişimler nedeniyle ABD ve Latin Amerika arasındaki karşılıklı yaptırımlar, düzenlemeler ve bunların etkileri değerlendirilmiştir. Sonuç bölümünde ise çalışmanın kısa bir değerlendirilmesi yapılmıştır.

(8)

1.DEVRİMCİ LATİN AMERİKA’NIN TARİHSEL ARKA PLANI

Amerika kıtası dünya tarihine hep Kristof Kolomb’un kıtayı keşfinden itibaren dahil edilir ve öncesi yok sayılır. Hâlbuki kıta İnka, Maya ve Aztek gibi dünyanın en önemli medeniyetlerine ev sahipliği yapmış ve Kolomb kıtaya ayak bastığında bilim ve teknolojide çok ileri bir seviyede bulunmaktaydı.

İspanyollar Amerika’ya ayak bastıklarında, teokratik İnka imparatorluğu en parlak dönemini yaşıyordu. İmparatorluk bugünkü Peru, Bolivya ve Ekvador’un tümünü, Kolombiya ve Şili’nin bir kısmını, Arjantin’in kuzeyini ve Brezilya’nın ormanlık bölgelerini içine alıyordu. Mexico vadisinde, Aztek konfederasyonu gelişmiş bir uygarlıktı, Yucatan ve orta Amerika’da da iş ve savaş örgütlenmeleri ile dikkati çeken olağanüstü Maya uygarlığı egemendi.1

XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da baharat ve ipek ticareti için yeni yollar aranması amacıyla başlatılan seferler, yeni yerler bulma ve ele geçirme olarak devam etmiştir. Bunlar aynı zamanda birer kutsallık atfedilerek yapılan seferlerdi. O dönemin güçlü kralları ve tacirleri yeni kaynaklar arayışına çıktıklarında bunu aynı zamanda dünyayı şeytanın hakimiyetinden kurtarmak olarak da görüyorlardı. Latin Amerika’daki bugünkü Katolik gelenek bunun çıkar amaçlı kullanılmasının bir sonucudur.

Ortaçağda bir çuval karabiber, insan hayatından daha değerliydi. Buna karşılık altın ve gümüş, gökyüzünde cennetin, yeryüzünde de kapitalist merkantilizmin kapılarını açmak için Rönesans tarafından kullanılan belli başlı anahtarlar olacaktı. İspanyollarla Portekizlilerin Amerika destanı, Hıristiyan dininin yayılması ile doğal zenginliklerin zorla ele geçirilip yağmalanmasını iç içe geçmiş tek bir şey haline getirmiştir. 2

Copğrafi keşifler, nasıl Avrupa’yı yeni baştan kuran bir süreç olmuşsa aynı oranda yeni keşfedilen kıtaların da yıkıcısı olmuştur. Altın ve gümüşle süslü kiliselerin ibadetleri daha da kutsallaştırdığı inancı, kıtada bulunan zenginliklere saldırılmasını kolaylaştırırken yerlilerin hiç bilmedikleri silahlarla karşılaşmaları kıtanın yönetiminin el değiştirmesine neden olmuştur.

Kolomb’un İspanya kraliçesi Elizabeth’in desteğinde Hindistan’a ulaşmak üzere çıktığı sefer sonucu ulaştığı yerin yeni bir kıta olduğunun anlaşılması ve buranın önemli bir hammadde merkezi olması, sömürgeleştirilmesini hızlandırmıştır. Kıta çok kısa bir zamanda İspanyollar ve Portekizliler arasında paylaşılmıştır. Kıtada altın, gümüş gibi değerli madenler ile silah ve gemi yapımında kullanılan birçok madenin bulunması, çeşitli ve bol yiyecek ve birçok tür bitkiye ev sahipliği yapması, yeni kıtanın yağmalanmasına neden olmuştur. Gelen Avrupalılar, şehirlerini yıkmış, yerlileri öldürmüş ya da köle yapmış ve tüm malvarlıklarına

1 Eduardo Galeano, 2006, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, (Çev: Atilla Tokatlı, Roza Hamken.) İstanbul:

Çitlembik Yayınları, s. 67-68.

(9)

el koymuşlardır. Bu arada kaynakların olduğu bölgelere ve ticareti kolaylaştıracak liman bölgelerine şehirler yapmayı da ihmal etmemişlerdir. Yine aynı dönemde, yerlilerin Hıristiyanlaştırılarak Katolikliğin en koyu biçimde bu kıtada uygulandığını da hatırlamak gerekmektedir. Böylece, yerlilerin köleleştirilmesi dini bir temele de oturtulmuştur. Kendi günahları yüzünden İsa’nın çarmıha gerildiğine ve günahlarının affedilmesi için ölene dek çalışmaları gerektiğine inandırılan yerli halk, kilise baskısının altında ezilmiştir. Engizisyon mahkemeleri de ilk olarak koyu Katolik İspanya kralı II. Felipe tarafından Latin Amerika’da kurulmuştur.

Karşı Reform’un büyük mücahidi, V. Karl’ın oğlu II. Felipe oldu. Gerçekten de, o korkunç Engizisyon makinesini, Guadarrama dağının yamacındaki muazzam saray manastırı El Escorial’de tasarlayıp dünya çapında harekete geçiren ve ordularını sapkınlık yuvalarının üzerine gönderen bu hükümdardır. 3

Avrupalıların aşırı tüketim alışkanlığı da yerli halk üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Yerli halkın büyük bir değişime tabî tutulduğu sömürgecilik döneminde, altın ve gümüş bulunan bölgeler bu sonuçlardan en çok etkilenenlerdir. Avrupalıların tüketim alışkanlıklarına özenti ile kendi halklarından çok Avrupalılara yakın olmayı tercih eden bir orta sınıfın yaratıldığı şehirler, madenlerin tükenmesiyle birer yıkıntıya dönmüşlerdir.

Latin Amerika bu şekilde tüketilirken burada hükümdarlık süren İspanya’nın mali durumu da gittikçe kötüleşmiştir. İspanyanın başına hileli bir şekilde geçen Habsburg hanedanının kötü yönetimi, krallığın büyük borç altına girmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda da Amerika’dan getirilen gümüşün büyük bir kısmı Alman, Ceneviz ve Flaman bankacılara faiz olarak gitmiştir.

İspanya’da toplanan vergiler de aynı yazgının kurbanı oluyordu:1543 yılında krallık gelirlerinin yüzde 65’i, yıllık dış borç taksitlerinin ödenmesine ayrılmış durumdaydı.4

Latin Amerika’nın kaynakları İspanya’nın borçları için harcanırken Avrupa’nın geri kalanı büyük bir zenginliğe kolay bir şekilde kavuşmakta ve hammadde akışıyla günden güne gelişmekteydi.

Nitekim XVI. yüzyılın büyük bir kısmı boyunca Latin Amerika’nın değerli madenler ihracatının tutarı, ithalat tutarından dört kat fazla olmuştur. İthalatın büyük bölümünü köleler, tuz, şarap, zeytinyağı, silah, kumaş ve çeşitli lüks maddeler meydana getiriyordu. Buna karşılık, okyanusun öbür yakasındaki genç

3 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, s. 44. 4 Galeano, a.g. e. s. 42.

(10)

Avrupalı ulusların birikim yapmalarını sağlayacak kaynaklar ardı arkası kesilmeksizin oraya akıyordu.5

Yerliler kıtanın zenginliklerinden yoksun kalırken, sınırlı sayıdaki yerli ve yabancı aracı zümre, lüks bir yaşam sürebiliyordu. Kıtanın bütün kaynakları, insan yaşamını düzenlemek için değil, ticaret ve süslü kiliseler için harcanıyordu.

İspanya burada çıkan madenlerin önemli bir kısmına sahip olmasının yanında hakimiyeti altındaki halktan da ağır vergiler alıyordu. Yerlilerin önemli bir kısmı da köleleştirilirken bu ticaret de önemli boyutlara ulaşmıştı. Hatta, plantasyonlarda çalıştırılmak üzere Afrika’dan köle getiriliyordu. Bu dönemde İngiltere de denizlerde güçlenmeye başlamıştı.

Köle ticareti, tersane merkezi Bristol’ü İngiltere’nin ikinci büyük kenti, Liverpool’u da dünyanın en büyük limanı haline getirdi. Gemiler silah, kumaş, cin, rom ve renkli cam boncuklarla dolu olarak yola çıkıyor, bunlara karşılık Afrika’dan köle, Amerika’daki sömürgelerden de şeker, pamuk, kakao ve kahve satın alınıyordu.6

Kıta keşfedildiğinde yerli nüfusun yetmiş milyon olduğu sanılmaktadır, XVI. Yüzyılın başında ise yerli nüfusunun üç buçuk milyona düşmüş olması manidardır.

Avrupalılar tarafından getirilen suçiçeği ve kızamık gibi hastalıklar, yerli nüfusunun büyük bir kısmını yok etmiştir, hastalıkların salgın şeklinde yayılması önceki nüfuslarında büyük bir azalma meydana getirmiştir. Tarihçiler Avrupalı hastalıklar yüzünden ölen yerlilerin sayısını belirleyememişlerdir, fakat bazıları bu oranı en yüksek yüzde 85 ve en düşük yüzde 20 olarak vermektedir. Yazılı kaynakların olmayışı sayıların belirlenmesini zorlaştırmaktadır.7

Gelen Avrupalılar yaptıklarını din mantığına oturtmanın yanı sıra buna ideolojik bir anlam da yüklemişlerdir. Yapılanlar kıtanın geliştirilmesi ve Avrupalıların iyi niyeti, beyaz adamın omuzlarındaki yük (White Man’s Burden) olarak sunuluyordu. Misyonerliğin bu sloganına göre, Avrupalı beyaz adamlar diğer ırklardan daha gelişmiş ve bilgiliydi, kendi kültürlerini, bilgilerini ve dinlerini de bu aşağı ırklardan sakınmamaları ve onlara anlatmaları onların omuzlarındaki kutsal yük olarak tanımlanıyordu. Bu yaklaşımı da en çok savunan sömürgecilerle sıkı bağları olan zengin ailelerdi.

Kıta sömürgeciliğe karşı devrimci kahramanlarını da çıkarmıştır. En önemlilerinden biri olan Tupac Amaru, İnka imparatorlarının soyundan gelen bir kabile reisidir. 1871 yılında Cuzco şehrini kuşatan Amaru, kısa sürede önemli ölçüde destek toplamıştır. Uzun süren mücadelesi, adamlarından birinin kendisine ihanetiyle son

5 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, s. 50. 6 Galeano, a.g.e., s. 112.

(11)

bulmuştur.8 Kıtanın önemli devrimcilerinden diğer ikisi ise Meksikalı Hidalgo ve Morales’tir. Kıta kölelikten, sömürge olmaktan kurtulmak istemiş ve bu yöndeki girişimler, birçok devrimci kahraman önderliğinde devam etmiştir. XIX. yüzyıla gelindiğinde kıtada özgürleşme hareketleri, silahlı halk ayaklanmalarına dönüşmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan Simon Bolivar ve Jose Artigas kıtanın tüm geleceğini etkilemişlerdir. İspanya’ya karşı yürütülen mücadeleler sonucunda, 1821 yılında İspanya’nın kıtadaki dört valiliği yıkılmış ve yerine yeni devletler kurulmuştur. Avrupa kaynaklı bir cumhuriyeti temel alan bu ülkeler ne yazık ki istikrara kavuşamamıştır.

Simon Bolivar’ın hayali olan Büyük Kolombiya; 1819 yılında Ekvador, Kolombiya, Venezüella, Panama ve Peru’nun birleşimiyle oluşturulmuş fakat birlik 1827 yılında dağıldı. Oligarşinin haklarına çok fazla müdahale edilmediği bir cumhuriyet formundaki bu ülkelerde bir burjuva sınıfı da ortaya çıkmıştı. Sömürgecilik, Avrupa’ya eklemlenmiş bir sınıfsal sistemi de beraberinde getirmiş ve özellikle İngiltere’nin etkisi hissedilmiştir.

Güneyde ise ilk toprak reformunu gerçekleştiren Jose Artigas, 1811 yılından itibaren Uruguay ve Arjantin’in büyük kısmına hâkim olmuştur.

Kıtada bağımsızlık savaşının yaşandığı, İspanya’dan tamamen bağımsızlığın kazanıldığı 1825’e kadar olan dönemde İngiltere hem siyasi hem ticari olarak uluslararası alanda hükümranlığını ilan etmiş bulunmaktaydı. Sermaye akışı sayesinde güçlenen İngiltere, kendi ticari kurallarını ve sistemini dayatmaya başlamıştı. Kıtada kendi çıkarlarına yönelik yasalar çıkmasını da sağlayan İngiltere’ye göre, bu serbest ticaretin kuralıydı. Latin Amerika’dan diğer Avrupa ülkelerini çıkarmayı hedefleyen İngiltere, aynı zamanda Kuzey Amerika’nın da kıtanın bu kısmından uzak durması için elinden geleni yapmaktaydı. Kuzey Amerika’daki kolonilerin bağımsızlıklarını kazanarak, sanayilerini geliştirmeye yönelmeleri ve Latin Amerika’yı ülkelerinin devamı olarak görmeleri, gözlerini buraya dikmelerine neden olmuştu ve İngiltere de Latin Amerika gibi önemli bir ticaret ve hammadde kaynağını Kuzey Amerika’ya kaptırmak istemiyordu.

Yeni kurulan ülkelerin askeri harcamaları ve serbest ticaretle bağıntılı olarak yapılan lüks malların ithalatı, bu ülkelerin dış borçlarının artmasına ve İspanya’dan sonra bu sefer de bağımsız olarak İngiltere egemenliği altına girmelerine neden olmuştur. İngiltere

(12)

etkisi 1929 buhranıyla tamamen son bulmuştur. New York borsasının çöküşü, peşinden Avrupa ülkelerini de sürüklemişti.

Demiryolu meselesi dış borç konusuna güzel bir örnektir. Latin Amerika’daki önemli üretim merkezlerini limanlara bağlamak için sömürgeciler tarafından yapılan demiryolları, bölgesel taşımacılık için elverişsiz olduğu halde devletlerin kendileri tarafından satın alınmış ve yine borçlanılmıştır. Kendileri istemedikleri ve yapmadıkları, zarara uğramasına sebep olmadıkları demiryollarının zararı yine yerli halka kalmıştır.

Yıllar sonra, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, artık demiryollarının fazla bir kâr getirmediği, görece durgun olduğu dönemde, demiryolları devlet tarafından satın alınmıştır. Hemen bütün ülkelerde eski demiryollarını İngiltere’den satın alan devlet, böylece yabancı şirketlerin zararını ulusallaştırmıştır. 9

1800’lü yıllarda kıtanın kuzeyi ise sadece kendi gelişmelerini düşünen Avrupalı göçmenlerle dolmaya devam ediyordu. Binlerce yerliyi yerinden ederek yerleşen bu göçmenler, ele geçirdikleri topraklarda özgürce yaşamaya başladılar. Kaynakları, Avrupa’ya göndermek yerine kendileri için kullanmayı ve kalkınmalarını sağlamayı hedeflediler. Avrupa’dan bağımsız bir kolonileşmeye başlayan bu topluluk, kendileri için üreten bir endüstrinin oluşmasını sağladı. Bu da kıtada kuzey-güney arasındaki farkın oluşmasına neden oldu.

Avrupaî sömürgeciliğin 1825 yılında bitişinin hemen ardından ise kurulduğundan beri Amerika kıtasının tamamında söz sahibi olmak isteyen ABD, çok daha yoğun bir hakimiyet kurma çalışmalarına girmiştir. Avrupa’dan gelip koloniler kuran göçmenler, 1774 yılında ABD’ni kurmalarının ardından kıtanın üzerinde etkili olma hedeflerini devlet politikası haline getirmişlerdir. 13 koloninin endüstriyel gelişmeyi hedeflemesi sonucu ortaya çıkan korumacı politikalar ile sadece kendi ticari çıkarlarını Latin Amerika’ya dayatmışlardır. Siyasi olarak da kıta tek devlet politikası altına sokulmaya çalışılmıştır.

Jeopolitik emperyalizm kavramına göre orta Amerika, ABD’nin doğal bir uzantısıdır. Orta Amerika topraklarını ülkesine katmayı aklından geçirmiş olan Abraham Lincoln bile, ABD’nin komşu ülkelerle ilgili “kaçınılmaz kader” anlayışından kurtulamamıştı.10

1823 yılı kıta için bir dönüm noktası da olmuştur. ABD Başkanı Monroe’nun açıkladığı doktrinle Avrupa’nın kıtaya sömürgecilik, kolonileştirme ya da siyaseten etkileme girişimlerinde bulunamayacağı, böyle bir durumda ABD’nin müdahale edeceği ve Amerika kıtalarının ABD’nin sorumluluğu altında olduğu ilan edilmiştir. Bu doktrin Avrupa

9 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, s. 257. 10 Galeano, a.g.e., s. 145.

(13)

ülkelerinin kıtadan uzak durmalarını sağlarken ABD’nin de Latin Amerika’daki ülkeler üzerinde hakimiyet kurmasına ve istediği biçimde etkilemesine neden olmuştur. 11

XX. yüzyıl ABD’nin, Latin Amerika üzerinde uyguladığı politikalarla geçmiştir. Öyle ki ABD elçileri; Latin Amerika ülkelerinde devlet başkanlarından daha fazla söz hakkına sahip olmuşlardır. Darbeler, diktatörlükler ve arada geçen seçimler şeklindeki süreç, eski tip sömürgecilikten ismen farklıydı. İspanyol ve İngiliz hakimiyetinden kurtulan Latin Amerika, Amerikan emperyalizmiyle yüz yüze kalmıştı.

II. Dünya Savaşı’nın tüm Avrupa’yı yerle bir etmesi ile Avrupa’nın siyasi ve ticari etkinliğini kaybetmesiyle eski tip sömürgecilik tamamen son bulmuştur. Fakat ABD’nin uluslararası sisteme hakim olma çabalarına girişmesiyle başka bir tür sömürgecilik ortaya çıkmıştır. Bu noktada ABD farklı bir yol izlemiş devreye uluslararası şirketler, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası girmiştir.

Kıtada altın ve gümüş kaynakları ne kadar azalmış olsa da halen petrol ve doğalgaz gibi günümüzün en önemli ihtiyaç maddeleri büyük bir yekun tutmaktadır. ABD’nin bu kaynaklara en fazla ihtiyaç duyan ülke olduğu da göz önüne alınırsa, Latin Amerika’ya yönelik politikalarında hangi noktalara kadar gidebildiğini anlamak daha kolay olacaktır.

II. Dünya Savaşı Latin Amerika’da yaşanmamış olsa da etkisinin en fazla hissedildiği yelerden biri olmuştur. Soğuk Savaş, ABD politikalarının bölgeye yerleştirilmesi için araç haline getirilmiş ve kıtanın bugününü etkileyen siyasi akımların da doğmasını tetiklemiştir. Bunun için kimi zaman kıta içi örgütler de kurulmuştur. 33 üyesi bulunan ve Latin Amerika ülkelerinin, özellikle siyasi konularda ABD ile işbirliği yapma ve kıtanın içe kapanmasını hedefleyen Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) de bunlardan biridir.

Amerika Devletleri Örgütü (OAS), 1948 yılında Bagota’da Amerika kıtaları devletlerinin 8. Uluslararası Kongresi’nde kurulmuş olup, Latin Amerika ülkelerinin çoğunu içine almaktaydı ve amaçları arasında anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi, kıta güvenliğinin güçlendirilmesi ve ekonomik kalkınmanın geliştirilmesi gibi noktalar bulunuyordu. Ancak örgüt kurulduğu andan başlayarak ABD’nin etkisi altına girdi. 12

1980’li yıllar ABD başkanlığına Ronald Reagan’ın gelmesiyle, Latin Amerika ülkeleri için daha da zorlaşmıştır. Monroe doktrininden vazgeçmeyen ABD, Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra bile buradaki ülkeleri stratejik olarak ABD’nin etki alanında tutmaya çalışmıştır. ABD’ye bağlı saymıştır. Birçok ülkenin problemleri uluslararası alanda konu

11 Atay Akdevelioğlu, Baskın Oran vd., “Küreselleşme Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası, Cilt 2, (Ed:

Baskın Oran), İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2002, s. 527.

(14)

edilirken, Latin Amerika’da yaşananlar, darbeler ve krizler çoğunlukla göz ardı edilerek neredeyse ABD’nin iç sorunu muamelesi yapılmıştır.

2000’li yılların başına kadar Latin Amerika-ABD ilişkilerinde, ABD belirleyici olmuştur. Kıtada siyasi değişimlerin başlamasıyla birlikte başlayan süreçte denge henüz tam olarak tersine çevrilemese de, Latin Amerika’da sömürge haline getirildiği tarihten beri ilk defa halklar kendi kaderlerini çizme, ekonomik ve siyasi bağımsızlıklarını kullanabilme yoluna gitmektedirler. İzledikleri politikalar sadece Amerika kıtasını değil, tüm dünyayı etkileyecek boyuta ulaşmış ve gözleri buraya çevirmiştir.

Kıtadaki birçok ülkede bu değişimler yaşanmış olsa da çalışmamızda sadece değişimlerin başladığı ve en etkili olduğu Venezüella, ardından Bolivya ve bu ülkelerden farklı olarak Peru’nun geçirdiği değişimler incelenirken, değişimlerin ABD ile ilişkilerine yansımaları karşılıklı olarak değerlendirilecektir.

1.1.Venezüella

Venezüella, kıtada hem tarihi hem de kaynaklarıyla çok önemli bir ülkedir. Kıtanın devrimci tarihinde önemli yeri olan bu ülke, kıtada bağımsızlık kazanan ilk ülkelerden biridir.

İspanyolların Güney Amerika’da ilk yerleşim yerlerinden biridir. Başarısız birkaç ayaklanmadan sonra, ülke sonunda İspanya’dan bağımsızlığını ünlü Simon Bolivar önderliğinde 1821’de kazanmıştır. Bağımsızlığının ilk yıllarında şimdiki Kolombiya, Panama ve Ekvador’la birlikte Büyük Kolombiya’nın bir parçasını oluşturan Venezüella, 1830 yılında bu birlikten ayrılmıştır. 13

Kıtanın şuan için en önemli ülkesi olan Venezüella; Guyana, kıtanın en büyük ülkesi Brezilya ve Amerikan müdahalesinin en belirgin olduğu ve silah ithalatında üst sıralarda yer alan Kolombiya ile komşudur.

Ülke, XV. ve XVI. yüzyıllarda İspanyollar tarafından sömürgeleştirilen ülkelerden biridir. Altın ve gümüş gibi madenlerin keşfedilerek, madenlerin boşaltılmasını ardından 1922 yılında ülkede petrol bulunmuştur. Ülkedeki rezervlerin çok büyük olması, ülkenin önemini hem ABD hem de dünyanın geri kalan ülkeleri için arttırmıştır. Ülkede büyük miktarda doğalgaz olduğu da belirlenmiştir.

Venezüella, 100 milyar varillik ham petrol rezervi dünyanın 5. büyük petrol ihracatçısıdır. Ayrıca petrol çeşitleri arasında zengin bir tür olan ve ekstra ağırlığa sahip Orimulsion isimli petrol türü açısından da 35 milyar varillik rezervle dünyanın en büyük

(15)

kaynağına sahiptir.14 Orinoco petrol bölgesinde yeni rezervlerin bulunmasıyla, 2008 yılının sonunda 200 milyar varil, 2009 sonunda da 313 milyar varil petrolün resmi olarak kayıtlara geçmesi beklenmektedir. Bu durum Venezüella’yı, dünyanın en büyük petrol rezervine sahip ülkesi yapacaktır.15

ABD’nin, Orta doğuyu işgaliyle birlikte Venezüella petrolünün önemi daha da artmıştır. Venezüella petrolü güvenlik açısından birçok gelişmiş ülke tarafından çok daha fazla tercih edilmeye başlanmıştır. Bu konuda Chavez’in ucuz petrol politikası da etkili olmuştur.

Dünyanın başlıca petrol üreticileri arasında yer alan Venezüella’nın dünyada ihracatta beşinci, Suudi Arabistan’dan sonra ABD’nin en büyük ihracatçısı ve Latin Amerika’nın tek OPEC üyesi olduğu eklenmelidir. Konvansiyonel olmayan bilinen petrol rezervleri Suudi Arabistan’ınkine eşittir. Devlet gelirinin yüzde 50’sini ve ihracatın yüzde 80’ini petrol oluşturmaktadır.16

Ülkenin tarihinde, kıtadaki her devlette olduğu gibi diktatörlük dönemi yaşanmıştır. Ülke XIX. yüzyılın sonunda kapitalist sisteme entegre edilerek yabancı yatırım adı altında aşırı miktarda borçlandırılmıştır. 1905- 1935 yılları arasında Juan Vincent Gomez diktatör

olmuş ve bu dönemde ülke dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olmuştur.17 1947’de ilk

demokratik seçimler yapıldığında işbaşına gelen Romulo Gallegos sekiz ay içinde askeri bir darbeyle devrilmiştir. Yerine ABD’nin desteklediği General Marcos Perez Jimenez geçmiştir. 1958’de yeni bir askeri darbe ile Amiral Wolfgang Larrazabal, Jimenez’i devirmiştir, müteakip seçimle sol bir hükümet işbaşına geçmiştir. 1958’den itibaren bir daha diktatörlük yaşanmamıştır ama yolsuzluklar ve baskılar sürmüştür. 1958’de Venezüella demokrasisini şekillendiren Punto Fuji anlaşması ülkedeki üç siyasi parti arasında imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre siyasi akımlar sıkı bir şekilde denetlenmekte hatta yasaklanmakta, milletvekilleri tutuklanabilmekteydi. Sendikal ve ordu içinde örgütlenmelerin önüne geçilmeye çalışılıyor ve aykırı görülen her unsur siyasi tehlike olarak nitelendirilmekteydi.18

Ülke 1973’teki petrol fiyatlarında yaşanan artış sonucu büyük kar etmiş ve petrol ve çelik sanayileri ulusallaştırılmıştır. Ekonomisi petrole bağımlı hale gelen ülke, 1983 yılında petrol fiyatlarında yaşanan düşüş sonucu girdiği ekonomik kriz ile sosyal politikalarda

14 Ed: Ali Mert, Venezüella’da Neler Oluyor Hugo Chavez Ve Bolivarcı Devrim, İstanbul: NK Yayınları,

2005, s. 88.

15 2008 “The Year of Solutons” to Persistent Problems, Says Venezuela’s Chavez,

http://www.venezuelanalysis.com/news/3057, (11.01.2008).

16 Masis Kürkçügil, Hugo Chavez ve Devrimde Devrim, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2005, s. 122. 17 Mert, a.g.e., s.171.

(16)

kısılmaya gidilmiştir. 1989 yılında Başkan seçilen Carlos Andres Perez IMF’ye borçlanmayı başlatırken, bu dönemde toplumsal huzursuzluklar da tırmanmıştır. IMF’nin isteği nedeniyle temel ihtiyaç maddelerine yapılan aşırı zamlar büyük tepki çekmiştir. 27 Şubat 1989’da başkent Caracas’ta, Caracoza [Caracas Patlaması] denilen olaylar yaşanmıştır. Başkentin çevresindeki barrio denilen fakir semtlerde başlayan isyan ve çatışmalarda binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır.19 Bu olay ordu içinde bölünmeleri de başlatmıştır.

…Carlos Andres Perez, askerlere, ‘gerekli her türlü aracı kullanarak’ olayları bastırma emri verdi. Bu emir, ‘güvenlik güçlerine’ fiilen ayrım gözetmeksizin şiddet uygulamaları yönünde bir açık çek verilmesi anlamına geliyordu. Nitekim birkaç gün boyunca, askerler otomatik silahlar ve makinalı tüfeklerle yağmacıları olduğu kadar olayları izleyenleri de katlederek, verilen emrin gereğini yerine getirdiler.20

1992 yılında Albay Hugo Chavez, Perez’e karşı darbe girişiminde bulunmuş ama başarısız olmuştur. Ardından destekçilerinin yaptığı ikinci darbe girişimi de aynı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Chavez hapse mahkum edilmiştir. 1994 yılında Perez yolsuzluk iddiaları nedeniyle görevinden alınınca yerine seçilen Rafael Caldera, Chavez’in cezasını affetmiştir. Bu afta, Chavez’in toplumda oluşan popülaritesi de etkili olmuştur. Rafael Caldera her ne kadar neoliberal politikaları eleştiren bir tutum izlese de, ülkede yaşanan banker krizi, enflasyonun yüzde 100’e ulaşması ve yapısal uyum programının sıkı bir şekilde uygulamaya konulması nedeniyle, Caldera halkın desteğini yitirmiştir.21

1998 yılında yapılan seçimler sonucunda Hugo Chavez devlet başkanı olmuştur. Chavez’in başkanlığı bir tür domino etkisi yaratmış, ilk önce toplumsal sınıflar arasında başlayan hareketlenme diğer ülkelere de sıçramış ve kıtada değişimlere neden olmuştur. Chavez işbaşına geldikten sonra Venezüella’nın adı Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir. Chavez aynı zamanda Punto Fuji anlaşmasının kaldırılmasına yönelik de çalışmalara başlamıştır.

Hugo Chavez, 2000 yılında Irak’ı ziyaretiyle, Körfez Savaşı’ndan beri bu ülkeyi ziyaret eden ilk devlet başkanı olmuştur. 2001 yılında yapılan erken seçimlerde Chavez 6 yıllığına tekrar seçilmiştir. Bu arada bir yıl içerisinde birçok reformu içeren 49 yasa çıkarılmıştır. En önemlileri toprak ve petrol yasalarıdır. 2002 Şubatında, Chavez devlet petrol tekeli olan Petroleos de Venezuela’nın mevcut yönetimini yolsuzluk nedeniyle görevden alıp yerine başka bir yönetim atamıştır.

19 Ece Temelkuran, Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita, İstanbul: Everest Yayınları, 2006, s. 35. 20 D.L. Raby, Demokrasi Ve Devrim Günümüzde Latin Amerika Ve Sosyalizm, (Çev: Ertan Günçiner),

İstanbul: Yordam Kitap,2007, s. 197

(17)

2002 yılının 11 Nisanında Chavez taraftarları ve karşıtları gösterilere başlamıştır. 12 Nisanda yapılan darbeyle Chavez görevden alınmış, istifa ettiği duyurulmuş ve çıkardığı tüm yasalar feshedilmiştir; fakat 2 gün içinde halkın desteğiyle darbe çökmüş ve Chavez göreve geri dönmüştür.

Sağ kanat siyasi partiler, işveren örgütleri ve bazı üst düzey ordu mensupları ile işçi temsilcileri bir darbe gerçekleştirdi. Fedecamaras Başkanı Pedro Carmona kendini Venezüella devlet başkanı ilan etti ve hükümeti tümüyle feshetti. Darbeciler Chavez yanlısı grupların liderlerine ve Caracas’taki Küba elçiliğine saldırdı. 22

Ekim ve Aralık aylarında da Chavez karşıtlarının gösterileri ve grevleri devam etmiştir. Muhalefetin aşırı baskısıyla Chavez’in görevde kalıp kalmamasına yönelik 2004 yılında referandum yapılmış, Chavez bu referandumdan %59 oy alarak görevde kalmaya devam etmiştir. 2005 yılında yapılan seçimlerde Chavez’in partisi Movimento Quinta Republica (MVR), meclisteki tüm sandalyeleri kazanmıştır. 2006 yılında yapılan seçimlerle, Chavez 2013 yılına kadar başkanlıkta kalmayı garantilemiştir.

Chavez, OAS ve Carter Merkezi’nin de onayladığı 3 Aralık 2006’da yapılan ulusal seçimleri % 63 oyla kazanmıştır, en yakın Manuel Rosales 4 Aralık 2006’da yenilgiyi kabul etmiştir.23

2007 yılının Aralık ayında yapılan referandumda ise Chavez’in ömür boyu başkan kalma teklifi reddedilmiştir. Venezüella, Latin Amerika’nın devrimci tarihinden bugüne önemini korumaktadır ve geçmişte Simon Bolivar önderliğinde başlayan hareketler, bugün onun düşünceleriyle devam ettirilmektedir.

Venezüella’nın ardından devrimci tarihinden çok darbeler tarihine sahip olan ama günümüzdeki değişimiyle devrimci akıma önemli bir şekilde dahil olan Bolivya gelmektedir.

1.2.Bolivya

Eski adı Yukarı Peru olan Bolivya, 1825 yılında İspanyollardan bağımsızlığını kazanmıştır. Bolivya kıtadaki en yoksul ve siyasi tarihi istikrarsız ülkelerden biridir. “İspanyol sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra

22 Söy:Marta Harnecker, Hugo Chavez Venezuela Devrimini Anlamak, (Çev:Aysun Akgün),İstanbul: Güncel

Yayıncılık, 2006, s. 20.

(18)

Güney Amerika’yı İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar’ın anısına Bolivya [Bolivar’ın ülkesi] ismi verilmiştir.”24

Bolivya kıtanın önemli tarihi merkezlerinden biridir. Tiahuanaco uygarlığı 1200’de sona ermiştir. Halen dünyanın en önemli uygarlıklarından sayılan İnka medeniyeti de Bolivya’yı da içine alan topraklar üzerinde kurulmuştur. Bolivya % 60 oranla, kıtada en fazla yerli nüfusa sahip ülkedir. Ülke, Brezilya, Arjantin, Paraguay ve Şili ile komşudur. Ülkede keşfedilen yeraltı kaynakları arsında petrol, gümüş, demir, doğalgaz ve kalay vardır.

Ülke tarihi devrimlerin ve yıkımlarla doludur. XVI. yüzyılda kıtanın Avrupalılarca keşfedilmesinden sonra ilk sömürgeleştirdikleri bölge bugünkü Bolivya toprakları olmuştur. Özellikle dünyanın en büyük gümüş madeni olan Potosi tepesinin tarihini bilmek bile kıtanın ve Bolivya’nın tarihi açısından yaşanan birçok şeyin anlaşılmasını sağlayacaktır. Coğrafi koşulları çok zor ve tepelik bir bölge olan Potosi’nin önemli kaynaklar barındırdığı İnka hükümdarı tarafından anlaşılmışsa da çıkarılmamıştır. İspanyolların gelişiyle birlikte bu madenlerin çıkarılması birçok Avrupalının bu bölgeye akın etmesine neden olmuştur. XVI. ve XVII. yüzyılda büyük bir talana uğrayan bu tepeden Avrupa’ya milyonlarca ton gümüş aktarılmıştır. Bölgenin bu zenginliğinden ise sadece birkaç aracı yerli faydalanırken Potosi şehri o dönemin lüks ve sefahat şehirlerinden biri haline gelmiştir.25 Fakat gümüş madeninin tükenmesiyle birlikte Potosi, ülkenin fakir şehirlerinden biri haline dönüşmüştür. Aynı durum, maden barındıran birçok bölgenin başına gelmiştir. O dönemde ülkenin denizle bağının olduğu da hatırlanırsa, yaşanan sömürgeciliğin ne kadar ağır olabileceği de tahmin edilebilir.

Bolivya bağımsızlığını 1825 yılında kazanmış olsa da 2000’li yıllara kadar istikrarlı bir yönetime sahip olamamıştır. Bolivya için kıtanın en problemli ülkesidir denilebilir. Ülke, sürekli olarak sömürgeci güçlerin etkisi altında, kıtadaki diğer ülkelerle çekişmeleriyle çok fazla zarar görmüştür. 1879 – 1884 Güherçile Savaşı olarak da bilinen Pasifik Savaşıyla, Bolivya denizle olan bağlantısını kaybetmiştir. Güherçile [nitrat] barut yapımında kullanılan önemli bir maddedir. O dönemde bunun en büyük üreticisi Bolivya, ticaretini yapanlarsa Peru ve Şili’ydi. Bolivya’nın güherçile üzerine vergi koymaya kalkmasıyla, Şili, Bolivya ve Peru’nun büyük kısmını işgal etmiştir. Savaş sonunda Bolivya dünyanın en önemli bakır madeni olan Chuquicamata’yı da kaybetmiştir.

24 Bolivya, http://tr.wikipedia.org/wiki/Bolivya (29.12.2007)

25 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, “Öyle ki 17. yüzyılın başlangıcında kent, müthiş görkemli biçimde döşenmiş otuz altı kiliseye, otuz altı kumar salonuna ve on dört dans okuluna sahipti.”.

(19)

Bolivya’nın zayıflığı, denize tek ulaşım noktasını ve Şili lehine nitrat madenlerinin bir kısmını kaybettiği Pasifik Savaşı’nda (1879–1884) açığa çıkar. Bu savaş Atacama Çölü’ndeki bir anlaşmazlık üzerine patlar.26

Brezilya ile 1903 yılında yapılan Acre savaşı sonucunda da Bolivya, Acre bölgesini kaybetmiştir. 1932-1935 yılları arasında Paraguay ve Bolivya arasında, büyük yıkıma sebep olan Chaco savaşı yaşanmıştır. Savaş iki ülke arasında yaşanmış gibi görünse de aslında iki petrol şirketi arasında, iki ülkenin kullanılmasıyla yaşanmıştır.

30 Mayıs 1934’te, ABD’nin Louisiana eyaleti senatörü Huey Long, yaptığı ateşli konuşmayla ABD’ yi altüst ediyordu. Long, konuşmasında, New Jersey Standard Oil’i, Paraguay’ın Chaco bölgesini ele geçirmek amacıyla anlaşmazlık yaratmak ve Bolivya ordusunu finanse etmekle suçluyordu.27

Chaco, Paraguay nehrinin batısında işe yaramayan bir araziydi. Fakat denizle bağlantısını kaybetmiş olan Bolivya, burayı ele geçirerek nehir üzerinden petrolünü Atlantik okyanusuna ulaştırabilecekti. Aynı zamanda bu bölgenin zengin petrol yataklarına sahip olduğu söylentisi de gerginliği arttırmıştı. Bolivya yönetimi, Standard Oil’in de desteğiyle bu toprakları işgal etmeye başlamış ve yerliler de savaşmaya zorlanmıştır. Aynı dönemde Shell’in de Paraguay’ı desteklemesiyle, iki ülke arasında büyük bir savaş yaşanmış ve 100.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Savaş, iki ülkede de büyük bir yıkıma neden olmuştur. 1938’de Arjantin’de imzalanan anlaşmayla, Chaco bölgesinin dörtte üçü Paraguay’ın, Paraguay nehrinin sınırında şerit şeklinde Puerto Bush olarak adlandırılan ve Chaco’nun dörtte biri olan bölge de Bolivya’nın olmuştur. Chaco bölgesinde de petrol bulunmadığı daha sonra ortaya çıkmıştır. 1936–1937 arasında Albay Toro, 1937–1939 arasında Albay Bush, 1943–1946 yılları arasında da Villarroel Bolivya’yı yönetmişlerdir.28

Bolivya’nın en önemli partisi olan Devrimci Ulusal Hareket [Movimiento

Nacionalista Revolucionario] (MNR) 1941 yılında Hernan Siles Suazo ve Victor Paz

Estenssoro tarafından kurulmuştur. Parti 1951 yılında yapılan seçimleri kazanmasına rağmen askeri darbe ile yönetimden düşürülmüştür. 29

9 Nisan 1952’de yapılan devrimle MNR tekrar göreve gelir. Bu devrimle yerlilere ilk kez hakları verilerek sömürge dönemi uygulamalarından vazgeçilmiştir. Yıllarca sömürge yönetimleri ya da bunlara yakın işbirlikçiler tarafından yönetilen ülkelerde, yerliler

26 Masis Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, İstanbul: Yazın Yayıncılık, 2007, s. 28. 27 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, s.211.

28 Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, s. 11. 29 Kürkçügil, y.a.g.e., s. 11.

(20)

köleleştirilmiş ve hiçbir hak tanınmamıştır. Halen daha birçok Latin Amerika ülkesinde yerlilerin vatandaşlık hakları için düzenlemeler yapılmaktadır.

1952–1956 yılları arasında Paz Estenssoro, 1956-1960 yılları arasında da Hernan Siles Suazo MNR adına iktidara gelmişlerdir. 1960-1964 yılları arasında Paz Estenssoro’nun ikinci iktidarı yaşanmış fakat askeri bir darbeyle son bulmuştur.

Ülkede, Kasım 1964-Temmuz 1966 tarihleri arasında General Barrientos ve Ovando askeri cuntası hüküm sürmüştür. 1966–1969 yılları arasında ülkeyi Barrientos yönetmiştir. Onun yönetimi sırasında dünya devrim tarihinde en önemli isim olan Che Guevara, Bolivya’da öldürülmüştür.

Nisan–Eylül 1969’da Luis Adolfo Siles Salinas’ın başkanlığında sivil bir yönetim sürmüştür. Ekim 1970’te General Turres darbeyle yönetime gelmiştir. 1971’de yapılan yeni bir askeri darbeyle General Hugo Banzer başa geçmiş, yönetimi 1978’e kadar sürmüştür. 1979 yılında siviller tekrar iktidara gelseler de istikrar sağlanamamış ve darbeler devam etmiştir. 1980 yılında Unidad Democratica y Popular (UDP) [Demokratik Halk Birliği) adına seçimleri kazanan Hernan Siles Suazo, General Luis Garcia Meza Tejada’nın yaptığı darbeyle devrilmiştir. İki yıl boyunca iktidarda kalan general döneminde uyuşturucu ve terörist bağlantılarının artması nedeniyle Bolivya, uluslararası politikadan dışlanmıştır. Baskılar sonucu General Tejada 1982 yılında görevden uzaklaştırılarak seçimler yapılmış ve Suazo tekrar iktidara gelmiştir. Fakat hükümetinin başarısız yönetimi ve kötü politikaları erken seçime gidilmesine neden olmuştur. Yerine MNR adına Victor Paz Estenssoro 3. kez başkanlığa gelmiştir. 30

1985’ten itibaren Bolivya’nın IMF ile ilişkileri artarak birçok program uygulamaya konmuştur. Piyasalar liberalleştirilip, ekonomi dışa açılmıştır. Bu dönemde insan hakları ihlalleri ve yolsuzluk da artmaya başlamıştır. ABD’nin uyuşturucuyla savaşından da büyük zarar gören ülke, 80’li yıllarda koka üretimi nedeniyle uyuşturucu trafiğinin merkezi olarak da nitelendirilmiştir. Latin Amerika geleneği olan kokayı yerliler dini ayinlerde kullanıyorlardı, ayrıca koka çiğnemek yerliler için günlük bir alışkanlıktır. 1985’te IMF programlarına da dahil edilen koka tarlaları imha edilmeye başlanmıştır. Kokanın imhası ve alternatif ürünlerin de yetiştirilememesiyle, IMF programlarıyla ve oluşan hiperenflasyonla yoksulluk giderek artmıştır.

(21)

1989 yılından itibaren ise ülkede siyasi bölünmeler yaşanmıştır. Bu da hükümetlerin yalnızca koalisyon yapılarak kurulabilmesi sonucunu oluşturmuştur. Bu tarihte başkan seçilen Movimento de la Izquierda Revolucionaria’nın [Devrimci Sol Hareket] (MIR) başkanı Jaime Paz Zamora, eski darbeci General Banzer’in sağcı örgütü Nasyonalist Demokratik Hareket (Accion Democratica Nacionalista] (ADN) ile hükümet kurmuştur.

1990–91: yabancı yatırımlara ilişkin yasa. Yabancı şirketler, hidrokarbüler sektörü de dahil olmak üzere yerli şirketlerle aynı haklara sahip olacaktır.31

1993 yılında iktidara gelen MNR adayı Gonzalo Sanchez de Lozada döneminde önemli reformlar gerçekleştirmiştir. Çıkarılan yasalardan en önemlileri; yerlilere, terk edilmiş ve kullanılmayan topraklara el koyularak dağıtılmasını sağlayan tarım reformu ile devlete ait petrol kurumu olan Bolivya Devlet Petrol Sahaları [Yacimiantos Petroliferos Fiscales Bolivianos] (YBFB) özeleştirilmesinin önünü açan yasadır. Bu yılın asıl önemi ise ABD’nin Lozada ile işbirliğine giderek koka karşıtı planı uygulamaya koydurmasıdır. Bu plan Hugo Banzer ile de devam ettirilmiştir.

ABD’nin koka planı basitti: 1993’te seçilen Lanchez De Lozada ile 1997’de seçilen eski diktatör Hugo Banzer’in ekonomik yardım karşılığında kabul ettiği ‘Plan Dignidad’ (Saygınlık Planı), kokanın en çok üretildiği Chapare’deki çiftçilerin para karşılığı tarlalarını imhası ve alternatif ürün yetiştirmeleri… Ama, planın ‘alternatif ürün’ kısmı işlemedi… ABD’nin verdiği para yolsuzluklarla çarçur edildi. Planın bir de ABD askerlerine Bolivya topraklarında saldırı, öldürme veya göç ettirme yetkisi vermesi imhaya direnen yerlileri hedef yaptı.32

1997’de eski darbeci General Hugo Banzer Suarez cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Aynı yıl ülkenin güneyinde önemli miktarda doğalgaz rezervi keşfedilmiştir. Suarez’in başkanlığının üçüncü yılında Bolivya’nın en önemli sorunlarından biri açığa çıkmıştır. Ülkede bol miktarda su olmasına rağmen su dağıtımı özel şirketlerin elindedir ve suyu çok pahalıya satmaktadırlar. Su fiyatlarının yüksek olması ve aynı yıl su yataklarının 2039 yılına kadar Bechtel şirketine kiraya verilmesi ve yerlilere kuyuların kullanılmasının bile yasaklanması nedeniyle köylüler ayaklanması ile ülkede üç aylığına sıkıyönetim ilan edilmiştir. Banzer’in sağlık nedenleriyle görevi bırakmasının ardından görevi Başkan Yardımcısı Jorge Quiroga devralmıştır. 33

2002’de yapılan başkanlık seçimlerini %22,5 oy oranıyla Gonzalo Sanchez de Lozada kazanmıştır. Aynı seçimde ülkenin şu anki başkanı olan Evo Morales, Movimento al

31 Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, s. 13.

32Beril Köseoğlu, “Latin Solunun Farklı Yüzleri”, Radikal Gazetesi, 2 Mart 2006. 33 Kürkçügil, a.g.e., s. 14.

(22)

Socialismo [Sosyalizme Doğru Hareket] (MAS) adına seçimlere katılıp %20 oy alabilmiştir.

Aynı yılın Nisan ayında başlayan su savaşlarında da yerli halka destek vermiştir. 2002 yılında başkan Lozada, Latin Amerika’nın en büyük ikinci rezervi olan Bolivya doğal gazının özelleştirilmesini ve ABD kaynaklı özel şirketlerin imtiyazlı hale geçmesini sağlayan bir yasa çıkarmıştır. Bu yasayla aynı zamanda gazın ABD’ye ucuza satılması ve Şili üzerinden aktarılması da öngörülmüştür. 34

Bolivya’nın önceki gaz yasasının kabul edildiği 1996 ve 2002 yılları arasında yeni liberal başkanlar Gonzalo Sanchez de Lozada ve Jorge Quiroga, içlerinde Enron, Shell ve BP’nin de bulunduğu 12 çok ulusluyu kayıran 76 anlaşma imzaladılar.35

Bu yasa halk ayaklanmasının başlamasına neden olmuştur. Evo Morales önderliğindeki MAS da yasayı protesto ederek “Gaz Savaşı” olarak da adlandırılan halk ayaklanması sonucu başkan Gonzalo Sanchez de Lozado görevden düşürülmüş ve başkan yardımcısı Carlos Mesa göreve gelmiştir.36

Bolivya’nın, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın boyunduruğu altında olması ve koşulların gittikçe ağırlaşması, 2003 yılında çeşitli ayaklanmaların yaşanmasına neden olmuştur. IMF’nin önemli tüketim mallarına %12’lik zam istemesi isyana neden olurken yasa Başkan tarafından geri çekilse de en az 30 kişi hayatını kaybetmiştir. 20 Eylülde silahlı kuvvetlerle halk arasında çatışmalar yaşanmıştır.

Kasım 2003: ülkenin ikinci ve en zengin kenti Santa Cruz’un toprak sahipleri ve işverenlerin gerici oligarşisi, petrol kaynaklarını elinde bulundura batı eyaletlerinin özerkliği için seferberliğe girişir. Bu ajitasyıonun en güçlü olduğu anlar, işçi ve köylü toplumsal hareketlerin büyük toprak sahiplerine karşı ve yeraltındaki ulusal zenginliklerin yeniden ele geçirilmesi için mücadelelerine bir yanıt olarak, oligarşinin ayrılmayı ilan ettiği 25 Haziran 2004, 11 Kasım 2004 ve 10 Ocak 2005 tarihleri olur. 2,3 milyonluk nüfusu ve ülkenin ekonomik merkezi olan Santa Cruz eyaleti, komşusu Tarija Jel birlikte ülkenin gaz ve petrol rezervlerinin %85’ini elinde bulundurmaktadır.37

18 Temmuz 2004’te hidrokarbür yasasına dair referandum yapılsa da ama sunulan tasarının kamulaştırmayı içermemesi ve kafa karıştırıcılığıyla toplumsal hareketler tarafından boykot edilerek ve katılım düşük olmuştur. Tasarı aynı zamanda gazın büyük kısmının yurt dışına satılmasını da içermekteydi. Bu yasanın Santa Cruz eyaletinin oylarıyla geçerli kabul edilmesi halkı sokaklara dökmüştür. 38

34 Beril Köseoğlu, “Latin Solunun Farklı Yüzleri Evo Morales”, Radikal Gazetesi, 2 Mart 2006.

35 Federico Fuentes, “Bolivya’nın Yeni İsyanı”, www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=2582, (12 Şubat 2008). 36 Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, s. 103.

37 Kürkçügil, a.g.e., s. 15. 38 Kürkçügil, y.a.g.e., s. 113.

(23)

2004 yılının kasımında su nedeniyle toplumda tepkiler oluşmaya başlamıştır. El Alto şehrinin su işlerini yürüten Aguas del İllimani şirketine karşı halk ayaklanmıştır.

10–11 Ocak 2005: yeni bir toplumsal patlama ülkeyi sarsar. Bir bütün olarak toplumsal hareket IMF’nin dayattığı gaz fiyatının yükseltilmesine karşı gösterilere girişir (Gazolinazo). Santa Cruz’da , “gazolinazo”ya işverenlerin cevabı bir ayrılma açıklaması (28 ocak’ta özerklik ilanı) olurken, La Paz’ın yukarısında bulunan 1 milyon nüfuslu El Alto’nun isyankar halkı, kentin içilebilir suyunu yöneten Fransız ulus ötesi şirket Suezx-Lyon-Naise des Eaux’i kovarlar.39

2005 yılında MAS’ın da dahil olduğu, Bolivya İşçi Merkezi (Cob), Birleşik Mahalle Federasyonları (Fejuve), Bolivya Toprak İşçileri Birleşik Sendikalar Konfederasyonu (Csutcb) gruplarıyla “birleşik cephe” oluşturulmuştur. Bu arada aynı yıl Mart ayında Meclis’ten pek değişiklik içermeyen yeni bir hidrokarbüler yasası çıkarılmıştır. Bu yasayla ülkedeki yabancı şirketlerin mülkiyetine dokunulmamıştır. Mayıs 2005’te ülkenin enerjiden elde ettiği gelirin arttırılmasını öneren yasayı başkan Mesa reddeder. Bu yasayla halkın istediği %50 işletim vergisinin altında bir oran uygulanmaya devam edilmiştir, buna göre %18 mülkiyet ve şirketin gelirinden %32 gelir vergisi alınmaktaydı.40

Yeni bir halk ayaklanması başlamıştır fakat bu sefer tepkiler ikiye ayrılmıştı; Evo Morales’in de dahil olduğu bir grup, gaz üzerindeki işletim vergisinin %50’ye çıkartılmasını isterken diğer grup gazın ulusallaştırılmasını istemiştir. 41

7 Haziran’da grevdeki işçiler, öğrenciler ve çalışan kesim La Paz’da polisle çatışmıştır. Bunun üzerine Santa Cruz ve La Paz’a 14,000 asker yerleştirilmiştir. Mesa istifa edince Eduardo Rodriguez yerine devlet başkanlığına getirilmiştir. 18 Aralık 2005’te yapılan seçimle Juan Evo Morales Ayma %53 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 22 Ocak 2006’da göreve başlayan Morales ilk iş olarak ülkenin en büyük kaynağı doğal gazı ve petrolü kamulaştırmıştır.42 Morales aynı zamanda Bolivya’da başkan olan ilk yerli olmuştur. 2006’dan itibaren Chavez’in politikalarını da yakından takip eden Morales, ülkenin içindeki zengin kesimden büyük tepki görmeye başlamıştır. Özellikle zengin ailelerin etkili olduğu büyük şehirler, Bolivya’dan ayrılmak için harekete geçmişlerdir. Bolivya, yoğun muhalefete rağmen devrimci çizgide yer almaktadır.

39 Kürkçügil, Devrimden Devrime Bolivya, s 16. 40 Kürkçügil, a.g.e., s. 115.

41 Kürkçügil, a.g.e., s. 17.

42 Cüneyt Göksu, “Bolivya’da Ulusallaştırma Süreci ve Bölgeye Etkileri”,

(24)

Peru ise Venezüella ve Bolivya’nın aksine devrimci çizgiden uzak bir ülkedir. Fakat tarihiyle kıtanın devrimci geçmişine dahil olmuştur. Bu noktada devrimci tarihine rağmen günümüzdeki farklı yeri nedeniyle Peru da incelenecek bir diğer ülkedir.

1.3.Peru

Dünyanın en önemli medeniyetlerinden İnka uygarlığının hakimiyet alanı içinde kalan ülkelerden biri de Peru İspanyolların yıkımına en fazla uğramış ülkelerden biridir. Büyük okyanusun kıyısına kurulu ülke; Brezilya, Bolivya, Ekvador, Kolombiya ve Şili ile komşudur. %47 oranla, tüm Latin Amerika’daki en fazla yerli nüfus barındıran ülkelerden biridir.

Peru, Bolivya ve Guatemala'nın yanında nüfus çoğunluğu Kızılderili halkın olduğu üç ülkeden biridir. Nüfusun yüzde 45'i Kızılderili kökenlidir. Bunlar ağırlıklı olarak Quechua (% 40) ve Aymará (% 5) konuşan halklara aittir. % 37 melez olan halkın, % 15 kadarı Avrupa kökenli, geri kalan % 3 ise kısmen Afrika kısmen ise Asya kökenlidir.43

Ülkenin tarihi M.Ö. 2000’e kadar dayanmaktadır. 1200’lü yıllarda kurulan İnka krallığının başkenti Cusco’dur. İspanyolların kıtaya gelmesine kadar oldukça genişleyen ve gelişen krallık Bolivya, Arjantin, Ekvador, Kolombiya, Peru ve Şili’nin büyük kısmına yayılmıştır. 1532’de bölgeye İspanyolların gelmesiyle İnka uygarlığı yıkılmış ve talan edilmiştir. İspanyollar bölgede Peru valiliğini kurmuşlardır. Yine bu dönemde sömürgecilerin madenciliğe ağırlık vermesi nedeniyle büyük göçler yaşanmış ve tarıma dayalı toplum önemli oranda çözülmüştür. Yerli halk yerinden edilmiş, madenlerde çalışmaya zorlanmış ve kötü muamele görmüştür.

Peru’nun altın, bakır, petrol ve gaz gibi önemli yeraltı kaynakları bulunmaktadır. Tarım da ülke ekonomisinde etkilidir, kahve, pamuk ve şeker en fazla üretilen ürünlerdir.

Ülke 1821 yılında Simon Bolivar ve Jose de San Martin önderliğinde İspanyollardan bağımsızlığını kazanmış ve 1822 yılındaki kongrede cumhuriyetçi yönetim kabul edilmiştir. Ülke 1827 yılına kadar Bolivar’ın kurduğu Büyük Kolombiya’ya Ekvador, Kolombiya, Venezüella ve Panama ile birlikte dahil olmuştur. 1827’de birlik dağılınca bağımsız yönetimler oluşsa da Peru içerisinde siyasi istikrar bir türlü sağlanamamıştır. Ülke 1980’den beri başkanlık cumhuriyeti olarak tanımlanmaktadır.

Ülkenin ilk devlet başkanı 1821 yılında göreve gelen Jose de San Martin’dir. Eylül 1822’den Şubat 1823’ e kadar Jose la Mar devlet başkanı olmuştur. 1823’te yapılan seçimle

(25)

göreve Jose de la Riva Agüero seçilmiştir. Simon Bolivar da 3 yıl süreyle 1824 – 1827 yılları arasında Peru’nun devlet başkanı olmuştur.

Atacama çölünde barutun hammaddesi olan büyük bir güherçile rezervinin bulunmasından sonra Peru, Bolivya ve Şili arasında 1879-1884 yılları arasında Güherçile/Pasifik Savaşları yaşanmıştır. Bolivya ve Peru’nun 1874 yılında Şili’ye karşı kurdukları ittifak başarısız olur ve Bolivya 1880 yılında savaştan çekilir. Şili 1881 yılında Peru’nun başkenti Lima’ya girerek hükümeti lağvetmiştir. Ülkenin başına Şilili bir general olan Patricio Lynch getirilmiştir. 1883 yılında Peru savaşı tamamen kaybederek Şili ile Ancon anlaşmasını imzalamıştır. Tarapana, Arica ve Tacna şehirleri Şili’ye bırakılmıştır.44

Ülkedeki siyasi istikrarsızlık 1960’lı yıllara gelinceye kadar birçok kez iktidar değişikliğine neden olmuştur, kimi zaman geçici kimi zaman seçimle gelen birçok başkan görev sürelerini tamamlamadan değişmiştir. 1968 yılında Peru’da milliyetçi General Juan Velasco Alvarado kansız bir askeri darbeyle hükümeti devirmiş ve iktidara gelmiştir. Yaptığı reformlarla sosyal bir devlet oluşturmaya çalışan Alvarado, toprak ve ekonomik reformlar gerçekleştirmiştir.

1969’da Peru’da toprak reformu gerçekleştirildiğinde, gazeteler yerlerinden yurtlarından edilmiş yerlilerin dağlardan inip eski topraklarını işgal ettiklerini yazıyordu. Ama ordu üzerlerine ateş açarak onları geri gönderiyordu.45

Devletleştirme, toprak reformu gibi başarılı politikalar izleyen Alvarado yönetiminin kötü tarafları da olmuştur. Özellikle basın üzerinde yoğun bir baskı oluşturulmuştur.

1975'te General Francisco Morales Bermúdez bir darbe yaparak Alvarado’yu devirmiştir. Ülkede toplumsal reformlardan vazgeçilerek yine kapitalist sistem benimsenmiştir. 1980’de yapılan seçimlerle işbaşına gelen Fernando Boluendo da özelleştirmeci politikaları destekleyip kamulaştırılan şirketleri tekrar özelleştirmiştir. 1980’li yıllardan itibaren Avrupalı sanayi ve finans kurumları, devletin de korumacılığı sayesinde aşırı güçlenmiştir. 1981 yılında Ekvador’la arasında sınır anlaşmazlığı yüzünden çatışmalar yaşanmıştır ama olaylar fazla büyümeden son bulmuştur. Yine 80’li yıllarda Peru’da sol bir gerilla hareketi olan Sendero Luminoso [Aydınlık Yol Örgütü] ortaya çıkmış ve etkisini hissettirmiştir. Hükümete karşı silahlı eylem başlatan örgütle hükümet arasında şiddetli

44 History of Peru, http://en.wikipedia.org/wiki/History_of_Peru, (18.12.2007). 45 Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, s. 71.

(26)

çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar 1990’lı yıllara kadar sürmüştür. Aynı yıllarda diğer bir sol örgüt olan Movimiento Revolucionario Túpac Amaru [Tupac Amaru Devrimci Hareketi] de eylemlere başlamıştır. Aydınlık yol ve MRTA arasında ise halka yönelik şiddet konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. MRTA sivil halka şiddete karşı bir grup olmuştur.46 Ortak noktaları ise; ikisinin de Amerikan politikalarına ve ülkedeki destekçilerine karşı çıkmalarıdır.

1963–1968 yılları arasında başkanlık yapmış olan Fernando Belaunde Teryy Accion

Popular [Halkçı Hareket]’den aday olarak 1980 yılındaki seçimlerde tekrar Başkan

seçilmiştir. Belaunde döneminde ülkenin durumu daha da kötüye gitmiştir. 1985 yılında ülkenin önemli partilerinden Amerikan Devrimci Halkçı Birliği [Alianza Popular Revolucionaria Americana] (APRA)’nın adayı olan sosyal demokrat Alan Garcia Perez, %45 oyla devlet başkanı seçilmiştir. Hükümeti döneminde uygulanan kapitalist ekonomiden ayrılma planlarının başarısız olması yoksulluk seviyesinin artmasına neden olurken finans sektörünün millileştirilmesine yönelik girişimleri de gerçekleşmeden kalmıştır. Yine bu dönemde Aydınlık Yol Örgütü ile çatışmalar tırmanırken faili meçhul cinayetler artmıştır. Hükümetin, örgüte yönelik yasadışı bir askeri kuvveti desteklediğine dair söylentiler ve Aydınlık Yol Örgütü’nün ülkenin elektrik kulelerine saldırılar düzenlemesi ülkedeki hiperenflasyona katkı sağlarken Perez hükümetini zor durumda bırakmıştır.

Peru’da 1990 yılında yapılan seçimle ülkenin başına sağcı Değişim 90 Partisi [Cambio 90] adayı Alberto Fujimori geçmiştir ve otoriter bir yönetim sürmüştür. 1992 yılında Cumhuriyetçi kongreyi dağıtan Fujimori, yeniden inşa hükümeti kurmuştur ve 1993 yılında yeni bir anayasa kabul edilmiştir. Bu anayasayla devlet başkanının her beş yılda bir sadece bir kez seçileceği belirtilmiştir. Aydınlık Yol Hareketi lideri de bu dönemde yakalanmış ve örgüt dağıtılmıştır. Yeni kurulan kongreyle, Fujimori kendisine bir çok yetki sağlamıştır, bunlar arasında parlamentoyu feshetme yetkisi de bulunmaktadır. IMF tarafından fazlasıyla desteklenen Fujimori, ülkenin yeniden neoliberal politikalara dönmesini hedeflemiş ve bu yönde politikalar izlemiştir. Özelleştirmelere ağırlık verilen Fujimori döneminde devlete ait yüzlerce işletme satılmıştır. Yine bu dönemde ülkedeki petrol ve gaz rezervlerini hedefleyen yabancı şirketlere kolaylık sağlamak için yasalarda değişiklikler yapmıştır. Yabancı yatırımcıların kazançları ve güvenliklerinin sağlanması birinci hedef

46 Túpac Amaru Revolutionary Movement,

(27)

haline gelmiştir. Fujimori yönetimi sırasında insan hakları ve demokrasi ihlallerinin artması, basına yönelik baskılar, ifade özgürlüğünün ortadan kalkması diğer ülkelerle olan ilişkileri de zedelemiştir.

1993 yılında General Jaime Salinas tarafından başarısız bir hükümet darbesi yapılmıştır. 1995 yılında yeniden seçilen Fujimori, ikinci döneminde popülaritesini kaybetmeye ve yaptığı baskılar nedeniyle halktan tepki görmeye başlamıştır. 2000 yılına kadar iktidarda kalan Fujimori döneminde; baskı, işkence ve yolsuzluklar artmış ve 2000 yılında hakkındaki iddiaların kanıtlanması nedeniyle, Fujimori başkanlığı bırakıp ülkeyi terk etmiştir. 2002 yılında Peru Sağlık Bakanı Fernando Carbone’nin açıkladığı bir rapora göre Fujimori’nin, 1996–2000 yılları arasında kırsal alanda yaşayan 200,000 yerlinin nüfus kontrol planlaması adı altında, izole edilmesini sağladığı iddia edilmektedir. Fujimori birçok yerli kadını kısırlaştırılmasından da sorumlu tutulmaktadır.47

Temmuz 2006 tarihine kadar devlet başkanı Peru Mümkün [Perú Posible] Partisi’nden Alejandro Toledo olmuş, kendisinden sonra bu makama Alan García seçilmiştir. García ülkenin halen güncel başkanıdır.48

Alan Garcia 2006 yılında ikinci kez Peru Başkanı seçilmiştir. Sol kanat sosyal demokrat bir parti olan Alianza Popular Revolucionaria Americana [Amerikan Popüler Devrimci İttifakı] (APRA)’dan aday olan Garcia, sosyal demokrat olmasına rağmen kıtadaki devrimci çizgiden uzaktır. Bu uzaklık Chavez ve Garcia arasındaki ilişkilerin gerginliğinden de anlaşılabilmektedir. Chavez son seçimlerde Garcia’nın karşısındaki aday Ollanta Humala’yı desteklemiştir. Bu durum iki ülke arasında gerginliğe neden olmuştur.49

2. II. DÜNYA SAVAŞI’NDAN GÜNÜMÜZE ABD – LATİN AMERİKA İLİŞKİLERİ

“ABD’de neden askeri bir darbe olmaz, biliyor musun? Çünkü ABD’de Amerikan elçiliği yok.”

Avrupa’nın, II. Dünya Savaşı’yla beraber hem siyasi hem ekonomik olarak zayıflaması, İngiltere’nin kıtada etkinliğini kaybetmesi, ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan en karlı çıkan ülke olmasını sağlamıştır.

47 Zorunlu Kısırlaştırma Skandalı, http://www.evrensel.net/02/07/26/dunya.html, (23.12.2007). 48 http://tr.wikipedia.org/wiki/Peru (28.11.2007).

49 Sol İttifak Peru’yu Kızdırdı, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2006/01/060106_peru-chavez.shtml,

(28)

İkinci Dünya Savaşı esnasında İngiltere’nin içine düştüğü sıkışık durumdan yararlanan ABD, özgürlük ideolojisi maskesi altında İngiliz sömürgelerini birer ikişer kendi hükümranlık alanı içerisine dâhil etmekteydi ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı işin farkındaydı.50

II. Dünya Savaşı, ABD-Latin Amerika ilişkilerinin, ABD tarafından tamamen kendi denetimine alınmasına neden olmuştur. ABD’nin, Amerika kıtasında sadece kendisinin söz sahibi olmasına yönelik politikalar, Latin Amerika ülkelerinin siyasetinden toplumsal yaşamına kadar her noktada ABD etkisinin belirgin biçimde hissedildiği ve hatta etkinin fiziksel olarak uygulamaya geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Buna ülkelerin iç işlerine müdahale, demokratik seçimleri sabote etme, darbe yapma hatta yönetici atamak da dâhildir.

2.1. Savaşın Sonucunun Kıtaya Etkisi

II. Dünya Savaşının uluslar arası politika açısından en önemli sonucu İngiltere, Fransa ve Almanya’nın siyasette belirleyiciliklerini ve güçlerini kaybetmiş olmalarıdır. En güçlü devletinden en zayıfına kadar neredeyse tamamen yıkılmış olan Avrupa’yla birlikte klasik sömürgecilik anlayışı da yıkılmıştır. Bunun yerine “Yeni Dünya Düzeni” de denilen Amerikan politika anlayışı hakim olmuştur. Bu anlayışı en yakından tecrübe edenler ise Latin Amerika ülkeleri olmuştur.

Kıta keşfedildiğinde, İspanyol ve Portekiz sömürgesi olan devletler II. Dünya Savaşı sonrasında dünyanın yeniden yapılandırılmasını misyon edinen ABD’nin politikalarıyla, ABD’ye bağımlı hale getirilmeye çalışılmıştır. IMF, Dünya Bankası ve ABD’nin desteklediği politikacılar da bu konularda araç olarak kullanılmıştır. Başından beri Latin Amerika’ya hakim olmak isteyen ABD için, II. Dünya Savaşı bulunmaz bir nimet olmuştur. Kıtaya yönelik ticari alanda başlatılan korumacılık, siyasi alana da kaymaya başlamıştır. 1944 Yılında Bretton Woods’ta başlayan konferanslar sonucu kurulan Dünya Bankası ve IMF de kıtanın bu politikaların etkisine girmesinde katkı sağlamıştır. Savaş sonrası doların uluslar arası ticarette en önemli değişim aracı haline gelmesi de süreci hızlandırmıştır.

Bretton Woods’ta kurulan IMF ve Dünya Bankası, uluslararası ekonomiyi büyük kapitalist ülkelerin denetiminde yürütme işlevini yüklendi. Burada sistemin birinci ayağı olan IMF’nin görevi “borçların zamanında ödenmesini” gözetmek, ikinci ayak olan Dünya Bankası’nın görevi de “yapısal uyum”u (yani, ülkelerin uluslararası kapitalist ekonomiye uyacak bir ekonomik bünye sahibi olmalarını) sağlanmaktı.51

50 Noam Chomsky, Terörizm Kültürü ABD Terörü, 2000, İstanbul: Pınar Yayınları, s. 60.

51 Baskın Oran, “Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1”, Atay Akdevelioğlu, Baskın Oran vd.,2002, Türk Dış

(29)

Savaşın sonucunda Latin Amerika, ABD etkisine daha fazla girerken, ABD’nin bu dönemde kıtayı kendi içine kapatma ve dışarıdan gelebilecek her müdahaleye karşı çıkacağını belirtmesinin de etkisi büyüktür. Tek taraflı bir izolasyon politikası olarak değerlendirilebilecek bu duruma göre kıtada her türlü söz hakkına, Avrupa’nın da yıkılmış olması nedeniyle, ABD tek başına el koymuştur. Bu durum daha sonra yayınlanacak NSC 68 belgesiyle netleşmiştir.

Avrupalılar döneminde ortaya çıkan ve Avrupa’dan çok daha farklı bir oluşum yaşayan Latin Amerika burjuva sınıfının varlığı da savaş sonrasında ticaretin Avrupa’dan ABD’ye kaymasını kolaylaştırmıştır. Savaş sonucunda Latin Amerika’da tek söz sahibi ABD ve onun desteklediği gruplar olmuştur.

2.2. Soğuk Savaş Döneminde ABD’nin Etkisi

II: Dünya Savaşı, ABD’yi bir süper güç haline getirirken Sovyetler Birliği de

karşıtı olarak dünya siyaseti sahnesindeki yerini almıştır. İki devlet arasındaki çekişmeler kabaca Soğuk Savaşı oluştururken, her ikisi de diğer ülkeleri kendi taraflarına çekmek için çeşitli politikalar yürütmeye başlamıştır.

ABD’nin, Avrupa’nın etkisinin azalmış olmasıyla, kıta için uyguladığı izolasyon politikası sonucunda Latin Amerika, ABD’nin daha fazla etkisine maruz kalmıştır. ABD’nin kıtadaki ülkelerin ekonomilerinde, siyasetlerinde ve geleceklerinde söz söyleme hakkını sadece kendisinde görmesi, Latin Amerika’da yoksulluğun artması ve yüzlerce darbe ile sonuçlanmıştır. Bölge, ABD’nin deyimiyle, “arka bahçe”ye dönüştürülmüştür. Ekonomi kullanılarak yaratılan etkiler yeterli olmazsa diğer yöntemler uygulamaya konulmuştur. IMF ve Dünya Bankası’nın kıta ülkelerini kapitalist ekonomik sisteme entegre etmek için uyguladıkları politikalar, bu ülkelerin kendilerini sömürgecilik koşullarına geri dönmüş bulmalarına neden olmuştur. Sadece hammadde ve sermaye akışı yaratabilen ülkeler olarak ABD’nin ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunmak zorunda kalmışlardır. Serbest ticarete kapılarının açılması, onların pastadan büyük bir dilim almalarını değil pastanın malzemelerini vermelerini gerektirmiştir.

Ekonomik politikalar sonucunda Latin Amerika’da kamu hizmetine yönelik yatırımlar azalırken petrol ve imalat endüstrisine yapılan ABD yatırımları büyük oranda artmıştır. Avrupa’nın sömürgesi olduğu dönemde Merkantalizmin günahlarını ödeyen kıta, II. Dünya savaşı sonrası düzende Soğuk Savaş’ın günahlarının bedelini ödemeye başlamıştır. IMF ve Dünya Bankası’nın verdiği reçetelerle ekonomileri yeniden düzenlenen Latin

Referanslar

Benzer Belgeler

11 Münkler, s.74.. 12 Raymond Williams’a göre hegemonya, “bir egemenlik biçimi olarak edilgen biçimde var olmaz, sürekli olarak yenilenmek, yeniden yaratılmak, savunulmak ve

Örnek vermek gerekirse İran’ın iç ve dış politikalarında ortaya çıkan yansımalar, Irak sınırları içerisindeki farklı grupların mevcut ilişkileri,

Morales’in başlattığı kültürel ve demokratik devrim kesintiye uğrarsa bu kaçınılmaz olarak diğer ilerici hükümetleri de etkileyecektir. Ekonomi, enerji, besin, sa

FIFA’nın 2.500 metre yüksekliğin üzerinde futbol oynanamaz kararına karşı harekete geçen Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales ba şlattığı büyük protesto kapsamında

Toplant ı sonrasında ayrıca bankanın ortak bir sermayesi olacağına ve IMF, Dünya Bankası ve Amerika Kıtaları Gelişim Bankası da dahil olmak üzere birçok ekonomi

Ve yukarıda belirttiğimiz gibi 500 milyon doların, tahıllara yapılabilecek genetik müdahaleleri geliştirip etanol ve biodizel üretimini daha 'verimli' (yani daha kârlı)

1950’li yıllarda film kursları ve yarışmaları yapılırken, sinema dergileri yayımlanmış ve sinema dernekleri yaygınlaşmış ve böylelikle kıtada Yeni Latin

Soğuk Savaşın sona ermesi ardından uluslararası ilişkilerde yeni bir dönem başlamış, bu tarihe kadar istikrarın olduğu birçok bölge yeni dönemle birlikte