• Sonuç bulunamadı

Kentsel dönüşüm sonrası komşuluk ilişkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kentsel dönüşüm sonrası komşuluk ilişkileri"

Copied!
198
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

KENTSEL DÖNÜŞÜM SONRASI KOMŞULUK

İLİŞKİLERİ

Ülker YILMAZÖZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof.Dr. Abdullah TOPÇUĞLU

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Tez Kabul Formu

Ülker YILMAZÖZ tarafından hazırlanan “Kentsel Dönüşüm Sonrası Komşuluk İlişkileri" başlıklı bu çalışma 29/07/2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Prof.Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU Başkan

Doç.Dr. Abdullah KOÇAK Üye

(4)

Önsöz

Tüm çalışmalarımda bana imkân sağlayan ve yol gösteren, anlayış ve hoşgörüyü esirgemeyen tez danışmanım Prof.Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU’na sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Tez savunma sınavımda jüri üyesi olarak görev yapan Doç.Dr. Abdullah KOÇAK ve Doç.Dr. Ertan ÖZENSEL’e de ayrıca teşekkürlerimi sunarım.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Ülker Yılmazöz Numarası: 074205001002 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Sosyoloji Öğrencinin

Danışmanı Prof.Dr. Abdullah Topçuoğlu

Tezin Adı Kentsel Dönüşüm Sonrası Komşuluk İlişkileri

Özet

Kentsel dönüşüm son zamanlarda, özellikle Türkiye açısından, sıklıkla gündemde olan kentsel olgulardan biridir. Kısaca anlamı ise yıpranmış ya da çarpık kentsel alanların yenilenme, dönüşme sürecidir. Türkiye’de ise çoğunlukla gecekondu alanlarının dönüşümü için uygulanmaktadır. Esasında kentsel dönüşüm kentin yenilenmesi açısından gereklidir ve doğru uygulandıkları takdirde de gerek kent için gerek kentin sakinleri için yaşanabilir fırsatlar sunmaktadır. Fakat kentsel dönüşüm mutlak anlamda sosyo-ekonomik ve fiziksel şartlar ekseninde değerlendirildiği sürece genelde toplumun fertlerinin yakınlaşması, ilişki kurması sürecini uzatmakta, özel anlamda ise sosyal kontrol ve dayanışma mekanizmalarını büyük ölçüde zayıflatmaktadır.

Komşuluk ve komşuluk ilişkileri ile iç içe geçmiş aile ilişkileri, toplumsal hayatın var oluş sebebi olan temel değerler arasındadır. Bu ilişkiler ağı, formel kurumlarla oluşturulması kısa vadede çok mümkün gözükmeyen sosyal dayanışma ve kontrol ağlarını kendiliğinden oluşturmaktadır. Bu anlamda bu bağların kentsel dönüşüm projelerinin eksik değerlendirilip uygulanmasıyla zayıflamış olması, ileride başta kent içi güvenlik gibi sosyal kontrolü sağlayan çeşitli toplumsal dinamiklerin hasar görmesine yol açabilir.

Araştırmanın konusunu oluşturan ‘Kentsel Dönüşüm Sonrası Komşuluk İlişkileri’ de böyle bir hassasiyet çerçevesinde ele alınıp, belli bir örneklem üzerinde uygulanmıştır. Elde edilen bulgular ise bu hassasiyeti destekler niteliktedir.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Ülker Yılmazöz Numarası: 074205001002

Ana Bilim / Bilim Dalı

Sosyoloji Öğrencinin

Danışmanı Prof.Dr. Abdullah Topçuoğlu

Tezin İngilizce Adı Neighborhood Relations After Urban Transformation

Summary

Recently, urban transformation is the frequently discussion topic specially for Turkey. Shortly it describes the process of renewal of old or irregular part of the cities. In Turkey, urban transformation is generally made for transformation of slum areas. Actually, urban transformation is essential for renewal of cities. When it is made proberly, it provides good oppurtunities to the inhabitants and cities. In general; when urban transformation is assessed in accordance with socio economic and physical conditions, it extends time for the people to achieve close relationships. In special meaning, it mainly weakens social self-control and solidarity mechanisms.

Neighborhood and the relations between neighbors, which is integrated with family relations, are amongs the main values of social life. This relation net brings out new nets of social solidarity and social self-control by itself, which is hard to accomplish by official precations. Weakening neighborhood and the relations between neighbors by misimplemented urban transformation may cause to some other social problems like urban security.

Thesis subject “Neighborhood Relations After Urban Transformation” is handed by considering the issues mentioned above and applied to a specific sample. And the results of the thesis supports these considerations.

(7)

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... II Tez Kabul Formu ... III Önsöz... IV Özet ... V Summary...VI Tablolar Listesi ... VIII

GİRİŞ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM- KENT, KONUT, KENTSEL DÖNÜŞÜM ... 7

1.1. Kent Olgusu... 7

1.1.1. Kavram Olarak Kent ve Kentleşme ... 7

1.1.2. Sanayileşme Sonrası Yeni Kent ve Kentleşme... 11

1.1.3. Kentlileşme ve Türk Toplumunda Kentlileşme Süreci... 19

1.1.4. Kentlileşme Süreci İçinde Gecekondu Olgusu... 26

1.2. Konut Olgusu ... 43

1.2.1. Ev Yahut Konut Kavramı... 43

1.2.2. Konutun Mekân Bağlamında Sosyo-Kültürel Anlamı... 49

1.2.3. Türk Toplum Yapısı Tarihsel Süreci İçinde Konut Olgusu ... 54

1.3. Kentsel Dönüşüm Olgusu ... 59

1.3.1. Kentsel Dönüşüm Kavramı ... 59

1.3.2. Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Uygulamaları (Yasa ve Projeler)... 66

İKİNCİ BÖLÜM- KOMŞULUK OLGUSU ... 73

2.1. Komşuluk Kavramı Bağlamında Komşuluk İlişkileri ... 73

2.2. Aile Kavramının Türk Toplumunda Tarihsel Süreci... 79

2.3. Mahalle ve Sokak Kavramı ... 90

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM- ALAN ARAŞTIRMASI... 97

3.1. Araştırmanın Metodolojisi ... 97

3.1.1. Araştırmanın Amaçları... 97

3.1.2. Araştırmanın Yöntemi... 97

3.1.3. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırlılıkları ... 99

3.2. Araştırmanın Bulguları ve Yorum... 99

SONUÇ ve DEĞERLENDİRME ... 151

Kaynakça ... 159

Ekler ... 163

(8)

Tablolar Listesi

Tablo Adı Sayfa No

Tablo–1: Cinsiyet 100

Tablo–2: Yaş Aralığı 100

Tablo–3: Medeni Durum 101

Tablo–4: Eğitim Durumu 101

Tablo–5: Eğitim Durumu-Mahalle Karşılaştırması 101

Tablo–6: Meslek Yapısı 102

Tablo–7: Mahallede Oturma Süresi 103

Tablo–8: Gecekonduda Oturma Durumu-Mahalle Karşılaştırması 104

Tablo–9: Apartmanda Oturma Süresi 105

Tablo–10: Mahalleden Memnuniyet Durumu 105

Tablo–11: Mahalleden Memnuniyet Durumu-Mahalle Karşılaştırması 106

Tablo–12: Başka Mahallede Oturmayı İsteme Durumu 106

Tablo–13: Başka Mahalleyi Tercih Nedenleri 107

Tablo–14: Başka Mahalleyi Tercih Nedenleri-Cinsiyet Karşılaştırması 108

Tablo–15: Apartmandan Memnuniyet Durumu 109

Tablo–16: Apartmandan Memnuniyet Durumu-Cinsiyet Karşılaştırması 109

Tablo–17: Apartmanın Memnun Eden Özellikleri 110

Tablo–18: Eski Mahallenin İyi Tarafı 110

Tablo–19: Eski Mahallenin İyi Tarafı-Mahalle Karşılaştırması 111

Tablo–20: Katıldığınız Etkinlikler 112

Tablo–21: Katıldığınız Etkinlikler-Mahalle Karşılaştırması 112

Tablo–22: Mahalleyi Önemli Kılmada Komşuluk 113

Tablo–23: Mahalleyi Önemli Kılmada Sokakların Temizliği 113

Tablo–24: Mahalleyi Önemli Kılmada Lüks Evler 114

Tablo–25: Mahalleyi Önemli Kılmada Pazar, Mağaza vb. 114

Tablo–26: Mahalleyi Önemli Kılmada Arkadaşlık 114

Tablo–27: Mahalleyi Önemli Kılmada Güvenlik 115

Tablo–28: En Sık Görüştüğü Kişiler 115

Tablo–29: En Sık Görüştüğü-Eğitim Durumu Karşılaştırması 116

Tablo–30: Yaşadıklarını En Çok Kimle Paylaştığı 117

Tablo–31: Komşularla Görüşme 118

Tablo–32: Komşularla İlişki Kurma Nedenleri 118

Tablo–33: Komşularla İlişki Nedenleri-Mahalle Karşılaştırması 119

Tablo–34: Komşularla Görüşme Sıklığı 119

Tablo–35: Komşularla Görüşme Sıklığı-Cinsiyet Karşılaştırması 120

Tablo–36: Sık Görüşülen Komşularla Tanışma Şekli 120

Tablo–37: Gecekondudayken Görüşme Sıklığı 121

Tablo–38: Komşularla Ziyaret Şekli 122

Tablo–39: Sık Görüşülen Komşu Sayısı 122

Tablo–40: Gecekondudayken Sık Görüşülen Komşu Sayısı 124

Tablo–41: En Sık Görüşülen Komşunun Oturduğu Yer 125

Tablo–42: En Sık Görüşülen Komşunun Yaşı 126

Tablo–43: Gecekondudayken En Sık Görüşülen Komşunun Yaşı 126

(9)

Tablo–45: En Sık Görüşülen Komşunun Eğitim Düzeyi 128

Tablo–46: En Sık Görüşülen Komşunun Mesleği 129

Tablo–47: Hangi Meslekten Komşu İstemezsiniz 130

Tablo–48: Komşularla Görüşme Nedenleri 131

Tablo–49: Komşulukta Nelerden Bahsedilir 132

Tablo–50: Komşulukta Nelerden Bahsedilir-Mahalle Karşılaştırması 133

Tablo–51: Komşularla Sohbet Ortamında Dedikodu 133

Tablo–52: Dedikodu Konuları 134

Tablo–53: Gecekonduda Yardımlaşma, Dayanışma 135

Tablo–54: Apartmanda Yardımlaşma, Dayanışma 135

Tablo–55: Gecekonduda Yardımlaşma Durumları 136

Tablo–56: Apartmanda Yardımlaşma Durumları 137

Tablo–57: Gecekondudayken Yardımlaşma-Mah. Karşılaştırması 138

Tablo–58: Gecekonduda Anlaşmazlık, Çatışma 138

Tablo–59: Apartmanda Anlaşmazlık, Çatışma 139

Tablo–60: Gecekonduda Anlaşmazlık Sebepleri 139

Tablo–61: Apartmanda Anlaşmazlık Sebepleri 140

Tablo–62: Anlaşmazlıkta Ev/Mahalle Değiştirme Durumu 140 Tablo–63: Komşularla Hobi veya Kur’an Kursuna Katılım 141

Tablo–64: Komşularla Altınlı Günlere Katılım 142

Tablo–65: Komşularla Piknik Etkinliklerine Katılım 143

Tablo–66: Komşularla Tatil Gezi Gibi Etkinliklere Katılım 143 Tablo–67: Komşularla İkindi veya Akşam Çayı Görüşmelerine Katılım 144 Tablo–68: Komşularla Akşam veya İkindi Çayı Görüşmelerine Katılım-

Cinsiyet Karşılaştırması 144

Tablo–69: Komşularla Kahvehane veya Dernekte Görüşmelere Katılım 145 Tablo–70: Komşularla Sinema, Tiyatro, Konser Etkinliklerine Katılım 146

Tablo–71: Komşuluktan Beklentiler 147

Tablo–72: Eski Mahalle İle İlgili Düşünceler 148

Tablo–73: Mahalleyle İlgili Sorunların Tartışıldığı Kişiler 148

Tablo–74: Memleket 150

(10)

GİRİŞ

Kent insan ilişkilerinin bir düzene, kültüre, normlara vs göre belirlenip yaşanıldığı süreçle birlikte ortaya çıkmıştır denebilir. Kent olgusu pek çok yönden değerlendirilebilen toplumsal bir oluşumdur. Bu oluşum, tarihi süreçle birlikte gelişmiş, değişmiş ve pek çok oluşuma sebep niteliği taşımıştır.

Bu tarihi süreç içinde kent günümüze değin iki temel sınıflandırma içine alınıp değerlendirmeye tabi olmuştur. Bu tarihi sınıflandırma sanayileşme öncesi ve sonrası kent ve diğer türevleri (kentleşme, kentlileşme vs) şeklindedir. Kent sanayileşme sonrası daha önce hiç yaşamadığı şekilde bir değişim ve oluşum içine girmiş, aydınlanma olarak bilinen dönemle düşüncede, akılda, bilim alanında yaşanılan kırılmayla ortaya çıkan yeni düşünüş, akıl ve bilimin ilgili disiplinleri açısından ilgi odağı olmuş ve üzerine pek çok şey söylenmiştir. Aynı zamanda kent, düşüncenin ve toplumsal olayların kırılma yaşadığı dönemin bir disiplini olarak temelde insan doğasını, davranışlarını anlama merakının bir uzamı, özelde ise toplum olgusunun yapılaşma nedeni, biçimi, değişimi vb çabanın ürünü olan sosyolojinin de ilgi alanı içinde var olmuştur.

Kent hangi yaklaşım ve bakış açısının ilgi alanı içinde olursa olsun, kendi üstünde girift, geniş bir kavramı karşılarken ayrı ayrı düşünüşlerin içinde de çok geniş, eklemli bir örüntüyü yansıtmaktadır.

Sosyoloji disiplini içinde kenti ve içindeki diğer oluşumları değerlendirmek geniş bir toplumsal ilişki, oluşum ve değişim modellerini görebilme, kavrayabilme ve değerlendirebilme süreçlerini kapsamaktadır. Bundan ötürü kentin sosyoloji disiplini içinde tek başına olmayıp ayrı ayrı uzantıları olmuş ve hepsi için yine ayrı ayrı değerlendirme söz konusu olmuştur.

Bu önkabulden hareketle sosyolojik kent olgusuna biraz daha yakından bakabiliriz. Kentin ilk oluşumları hakkında birebir bir tespit mümkün gözükmemektedir. Fakat konuyla ilgili araştırma, bulgu ve yazılı kaynaklardan çıkarılan tahmini yorumlar çerçevesinde kentin ilk oluşumu hakkında bazı temel şartlar belirlenmiştir. Bunlar; mekâna yerleşik bir düzen, yerleşik düzen içinde ortak bir karar, anlaşma, sözleşme ve bu doğrultuda ortaya çıkan kararlar, normlar ve yürütülmesi kararlaştırılan siyasal, ekonomik, toplumsal vs düzen ve sistemlerin

(11)

varlığı, temel oluşumlar olarak düşünülmektedir. Bu temel oluşum şartları tarihsel süreç içinde giderek eklemlenmiş, gelişmiş ve değişim göstermiştir.

Sanayileşme ve sonrasından günümüze değin ise yaşanan toplumsal olay ve olguların geçmişteki olay ve olgulardan kökten bir biçimde farklılık arzettiğini söylemek abartı olmasa gerektir. Sanayileşme olgusu ve öncesinde bu sürecin oluşumundaki arka plan, geleneksel olarak adlandırılan sanayi öncesi dönemdeki yaşam biçimlerinin çözülmesi anlamında önem kazanmaktadır. Çözülme kökten değişime işaret etmesi yanında günümüze değin hızı, etkisiyle de ayrı bir önemi vurgulamaktadır.

Özellikle sanayileşme olgusu yeni kentleşme olgusunun ortaya çıkmasına etkide bulunmuştur. Buna göre yeni kentleşme daha doğrusu sanayileşme sonrası kentleşme olgusu, içinde birçok yeni nitelikler barındırmaktadır. Bunların başında daha önce hiç yaşanmadığı biçimde yaşanan göç olgusu gelmektedir. Dolayısıyla yeni kent eskisinden daha yoğun, hızlı bir biçimde göçe sahne olmuş, daha yerinde bir ifadeyle göçü çeker olmuştur.

Bilindiği gibi günümüz kentleşme pratikleri Batının deneyimlediği bir süreçtir. Bu anlamda Batı ve diğer toplumların kentleşme zamanları ve deneyimleri farklıdır. Fakat her nasıl ve ne zaman olursa olsun kentleşme süreci genel olarak tüm toplumlarda sanayileşme süreci sonrası bir kırılma geçirmiş ve değişim yaşamıştır. Kentlileşme olgusu ise, kentleşme sürecinin insan boyutunda kente ait olma, katılma, kentli olma gayretlerinin sanayileşme sonrası kentin nitelikleriyle ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel bağlamda dönüşme sürecidir.

Sanayileşme süreciyle birlikte kent, kentleşme ve kentlileşme olguları yanında kuramsal anlamda yeni bir düşünüş modeli tezahür etmiştir. Bu yeni kuramsal düşüncenin adı modernleşme, modernite, modernizm şeklinde zikredilmektedir. Modernizm esasında 19. yy sonu ile II. Dünya Savaşı başlangıcına kadar olan dönemde, bilhassa sanat ve edebiyatta meydana gelen büyük çaplı değişimleri tanımlamakta kullanılan bir kavramdır. Fakat anlam itibariyle çok az görüş birliğine karşın biçimsel olarak genellikle, derinleşme, üslupçuluk, içe dönme, teknik gösteriş, içsel olarak kendinden kuşku duymaya yönelik bir hareket şeklinde anlaşılmaktadır. Bunların yanında modernizm sadece sanatla ilgili olmamış, aksine zamanın teknolojik değişimleri ile gelişmelerini etkilemiş, ayrıca onlar tarafından etkilenmiş,

(12)

oldukça geniş kapsamlı bir entelektüel harekettir. Modernleşme pek çok farklı yolla başlatılabilen bir süreçtir, yine de en muhtemel olanı, teknoloji ve değerlerdeki değişimlerle başlatılmasıdır. Bu süreç, kurumların çoğalması, geleneksel toplumların basit yapılarının yerini modern toplumların karmaşık yapılarının almasına işaret emektedir. Kentleşme ve kentlileşme olguları ise modernizmin gelişimiyle paralellik arz ettiğinden aralarında karşılıklı etkileşim söz konusu olmaktadır. Fakat kısaca modernleşme olgusu hakkında belirtilmesi gereken, kentin özellikle sanayileşme sonrası dönüşümüne etkide bulunan zihni altyapıyı belirlemiş olmasıdır.

Kentleşme ve kentlileşme süreçleri Batının aksine, gelişmekte olan ya da üçüncü dünya toplumlarında modernleşme gayretleri çerçevesinde uygulanmaya çalışılmış fakat nihayetinde toplumların kendi yapısıyla birlikte şekillenmiş ve kendi toplum yapılarına özgün kentleşme ve kentlileşme görüntüleri ortaya çıkmıştır.

Bu duruma Türkiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye toplumu 87 yıllık bir cumhuriyet rejimi içinde varlığını sürdürmektedir. Fakat Türk toplum yapısına 87 yıl öncesinde 600 yıllık bir Osmanlı toplum yapısı dinamikleri hâkim olmuştur. Osmanlı toplum yapısı ise günümüz cumhuriyet toplum yapısı niteliklerinden oldukça farklılıklar arz etmektedir. Özetle Türkiye’de uygulanan cumhuriyet(laik) rejimi ile Osmanlı monarşi rejimi arasında keskin farklar vardır. Türk toplum yapısı içindeyse günümüzde dahi bu iki farklı siyasi toplumsal yapının etkileri bulunmaktadır.

Türk toplum yapısının 150 yıllık genelde modernleşme özel anlamda batılılaşma gayretlerinin bir uzantısı olan rejim değişikliği kent alanında da kendini göstermiştir. Batı tarzı kentleşme olgusu cumhuriyet dönemiyle birlikte idealleştirilmiş ve bu yönde uygulamalar başlamıştır. Daha çok biçime yönelik olarak gerçekleştirilen kentleşme düzenli, planlı uygulamalardan yoksun olması itibariyle kente akın eden göçmenlerin ihtiyaçlarına karşılık vermede zorlanmıştır. Özellikle Türkiye’de büyük kentlerin aldığı göçlerin, istihdam, konut vb alanda ihtiyaçları karşılayamaması sonucunda, gecekondu olgusu ortaya çıkmıştır. Gecekondu ilk bakışta özellikle Batı gelişmişliğiyle kıyaslanan gelişmekte olan toplumların ortak bir sorunu olarak düşünülmüştür. Fakat her toplumun bu kesimini oluşturan göçmenler kendi toplum yapılarıyla paralel bir oluşum sergilemiştir. Yani bu durum her toplum

(13)

yapısında farklı yapılaşmaları, Türkiye şartlarında da gecekondu olgusunu( konut yapısıyla, kültürüyle, istihdam alanlarıyla vb), doğurmuştur.

Gecekondu olgusu ortaya çıktığı andan günümüze kadar sorunlu bölgeler olarak algılanan bir mekân yerleşmesi olmuştur. Bu nedenlerin arasında, modern kıstaslara göre, gecekondu olgusunun konut yapısının görüntüsü, sıhhatsiz, konforsuz vs oluşu, gecekondu insanının modern kent kimliğini, kültürünü ve eğitim düzeyini edinememesi, yine gecekondu insanın kimi zaman kent içinde şiddet kaynağı riski taşıması gibi daha birçok sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal sebepler bulunmaktadır. Gecekondu ortaya çıktığı andan itibaren ülke politikasını ilgilendirir olmuş ve devletin her fırsatta müdahale etmesi gerektiği bir mekân yerleşmesi olmuştur. Tabii bu müdahaleyi sadece gecekondu çerçevesinde dile getirmek konuyu daraltabilir. Türkiye kentleşme süreci bütünüyle bir takım müdahaleler etrafında gerçekleştirilen politikalar ürünüdür. Gecekondunun da böyle bir süreç içinde tepki nitelikli ortaya çıkmış olması bir takım toplumsal anlamlar ve değerler taşımaktadır.

Gecekondu olgusu Türk toplum yapısı içinde ortaya çıktığından, anlamlandırmak için Türk toplum yapısını anlamak gerekmektedir. Gecekondunun ortaya çıkışı, engellenmeye çalışılması fakat uzun yıllar engellenemeyişi, günümüze kadar birçok yasa, projelerle dönüştürülmeye çalışılması vs Türk toplum yapısından ipuçları vermektedir. Evet, bilindiği gibi gecekondu olgusu modern algıya göre engellenmeye, dönüştürülmeye çalışılan bir yapılaşma sorunudur. Fakat 50’yi aşkın yıllık gecekondu sürecinde gecekondular ya artmış, ya var olan sayıda kalmış ya da dönüştürülme sürecinde sayısında pek bir değişme olmamıştır. Gerçekten de günümüzde bile gecekondular hala varlığını sürdürmektedir. Bu süreçte gereken planlı, düzenli, kapsayıcı politikaların yetersizliği etkili olmuştur. Dönem dönem farklı uygulamalara maruz kalan gecekondu alanları hiçbir zaman tam manasıyla çözüme kavuşturulamamıştır.

Günümüze geldiğimizde gecekondu olgusunun geçmişten farklı olarak hızlı bir dönüşüme tabi olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla eskiye göre bu dönüşümle büyük kentlerdeki gecekondu sayısında azımsanmayacak bir azalma olduğu kesindir. İşte bu sürece kentsel dönüşüm süreci denilmektedir. Kentsel dönüşümün en genel amacı, çağın getirdiği standartlara göre “yaşanabilir planlı kentlerin yapılması, var olanın yenilenmesi”dir.

(14)

Kentsel dönüşüm gerek olgu olarak gerekse kavram olarak geniş bir muhteva içermektedir. Her şeyden önce bir değişimi gerekli kılacağından, dikkate değer bir karar süreci ve planlamayı gerektirir. İşte bu noktada kentsel dönüşüm olgusuna sosyolojik bir bakışla bakmak, olgunun birçok açıdan değerlendirilmesi gerekliliğini işaret etmektedir. Olgu, zaman içinde fiziksel, mekânsal yönlerden bozulmuş, kent içinde sosyo- kültürel, ekonomik vs açıdan bütünleşmemiş veya dışlanmışlıklı karşı karşıya olan kentsel alanların belli sosyal ve ekonomik programlarla yenilenerek/dönüştürülerek kente kazandırılması anlamını taşır. Bu anlamıyla ayrı bir öneme sahip görünmektedir. Fakat sonuç olarak kentsel dönüşüm projeleri de toplumun yapısıyla üretilmeye, uygulanmaya çalışılmaktadır. Böylelikle de her toplum yapısı içinde siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel belirleyicilerle şekillenmektedir. Bu durum ise bizi kentsel dönüşüm uygulamalarının her zaman olması gerektiği gibi gerçekleşemediğine götürmektedir.

Toplum içinde var olan kurum ve kuruluşlar o toplum yapısının ürünleridir. Dolayısıyla toplumun yapı taşlarını oluşturan her kod, toplumu oluşturan her oluşumda kendini göstermektedir. Kentsel dönüşüm olgusu Türkiye şartlarında değerlendirildiğinde, kent uygulamaları nasıl gerçekleşmişse kentsel dönüşümün de benzer aşamalardan geçtiği görülmektedir. Yani kentsel dönüşüm uygulamalarının ağırlıklı olarak fiziksel, mekânsal çerçevede düzenlenmeye çalışılması (ki o düzenlemenin de çevresel vb yönden ne kadar nitelikli oldukları da tartışmalıdır) sosyo- kültürel yönden eksik değerlendirilmesine neden olmaktadır.

Kentsel dönüşüm uygulamaları içinde sosyo- kültürel açıdan değerlendirilmeyen toplumsal ilişkilerden biri ise komşuluk olgusu/ ilişkileridir. Bu olgu toplum yapısının kültürel kodlarını barındıran bir ilişki ağıdır. Bundan dolayı toplum içinde varlığı ve devamı ayrı bir yer ve öneme sahip görünmektedir. Komşuluk ilişkileri temel anlamda toplum içinde kişi veya kişilerin birbirleriyle irtibatının kaçınılmazlığından ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu önyargı tabii ki her şeyden önce toplumun varlığına işaret etmektedir. Çünkü toplumu var eden birbirlerine yakın çevredeki bireylerin aynı ortak birleştirici dinamikler altında toplanmasıdır. Toplum içinde bu oluşumu toplumun sosyo-kültürel, ekonomik, siyasal vb diğer kurum ve kuruluşlar izlemektedir.

(15)

Bu çalışmada da sosyolojik bakışla günümüz güncel oluşum olan kentsel dönüşümün toplumun yapı taşlarından olan komşuluk ilişkileriyle beraber nasıl bir oluşum sergilediği değerlendirilmeye çalışılacaktır. Kavramsal çerçeve dört ana bölüme ayrılıp çalışmanın konusunu anlamlandırmaya yönelik bir yol çizilmeye çalışılacaktır. Bunun için öncelikle kent, kentleşme kavramları irdelenmeye çalışılıp günümüz kent ve kentleşme anlamları Batıdaki süreçle ve özelde Türkiye’de yaşanılan süreçle karşılaştırmalı olarak ifade edilecektir. Devamında kentli olma süreci olan kentlileşme kavramına geçilip yine karşılaştırmalı bir yöntemle değerlendirilecektir. Ve bu bölümde son olarak “gecekondu” olgusuna dikkat çekilecektir. Bunun için de kavramı, konut yapısı ve kültürü üzerinde durulacaktır.

İkinci aşamada komşuluk olgusu değerlendirilmeye çalışılacaktır. Öncelikle komşuluk kavramına Türkiye örneğiyle birlikte değinilip komşuluk kavramını anlamaya yardımcı diğer kavramlardan bahsedilecektir. Bu kavramlar; aile, mahalle ve sokaktır. Sonrasında da komşuluk ilişkilerine ve Türk toplum yapısı içinde seyrine değinilecektir.

Üçüncü bölümde ise konut olgusu üzerinde durulacaktır. Konut yahut ev kavramı irdelenip, konutun sosyo-kültürel ilişkiler üzerine etkisi ve Türk toplum yapısındaki anlamı irdelenmeye çalışılacaktır.

Dördüncü ve son aşamada ise kentsel dönüşüm olgusu içinde kavramı ve projeleri ifade edilmeye çalışılacaktır. Böylelikle kentsel dönüşüm içinde komşuluk ilişkilerine bakmak adına destek niteliği taşıyacak kavramsal çizelge çizilmiş olacaktır.

Araştırmanın uygulama kısmında ise Ankara’nın dört ayrı mahallesinde uygulanmış anket sorularının değerlendirilmesi yer alacaktır. Yüzer kişilik uygulanmış toplamda dört yüz kişiye yapılmış anket formunda genel olarak mahallelilik bilinci ve ağırlıklı olarak komşuluk pratikleri soruları bulunmaktadır. Bilindik değişkenlerin yanında memleket değişkeni de konuyu yerel ilişkiler düzeyinde ne kadar etkilediğini anlamaya yöneliktir.

Araştırmanın dikkat çeken değerlerinin yorumlanması sonucunda genel bir değerlendirmeyle sonuç niteliği taşıyacak tespitler vurgulanacaktır.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM- KENT, KONUT, KENTSEL DÖNÜŞÜM 1.1. Kent Olgusu

1.1.1. Kavram Olarak Kent ve Kentleşme

İnsan bilindiği üzere toplumsal bir varlıktır. Kentlerin doğuş sebepleri de insanların toplumsal bir varlık olmalarındandır. İnsanlar varlıklarını diğer insanlarla bir arada sürdürme eğilimindedir. İnsanların bir arada yaşamalarının sonucu toplumlar, toplumların büyümesi sonucu da kentler oluşmuştur. Dolayısıyla kentler toplumsal karakterin neticesidir. İnsanların, karşılaştıkları ve tek başlarına çözemedikleri güçlük, sorun ve imkânsızlıklar, toplum içinde gerçekleştirilen ilişkilerle çözümleme ve ortadan kaldırma isteğini bir arada yaşama ihtiyacına yönlendirmiştir(Kaya, 2007: 7). İnsanların bir arada yaşama zorunluluğu yerleşim olgusunun temelidir. Yerleşim olgusunun da toplumlar bazında en bariz etkileşim ağı kentlerdir. Kent tanımlanması oldukça zor ve karmaşık bir olgudur. Buna karşın kent ve kentleşmenin anlaşılması, toplum ve toplumsal olayların anlaşılması ve değerlendirilmesi açısından önemlidir.

Kentlerin, bireylerin diğerleriyle yakın ilişki ihtiyacından ortaya çıkması yargısından hareketle kentlerin oluşumuna bakarsak: İnsanlık tarihinde, bitki ve hayvanların ehlileştirilmesi yani tarımın başlaması, ilk büyük inkılâbı meydana getirmiş, toprağa yerleşmeyi mümkün kılmıştır. Tarım, nüfusun belirli bir yerde toplanmasını, yoğunluk kazanmasını sağlayabilmiştir. Bu ilk yerleşme düzeninden sonra, medeniyetlerin tarihi aşağı yukarı, şehirlerin tarihleridir denebilir(Kıray, 1982: 265).

Şehir aslen Farsça bir kelime olup, meşhur olma anlamına gelir. Geçmişten günümüze şehirlerin, kale-surları, kutsal mekanları, devlet binaları, caddeleri, bulvarları, parkları ve meydanları ile meşhur olması da bu anlamından kaynaklanmaktadır(Bayraktar, 2006;14).

Kısaca geçmişteki kentler bugünkü çağdaş anlamdaki kentlerden farklı olsa da, toplumsal anlamda kentlerin temeli tarım devrimi sırasında atılmıştır. Bu gelişmeyi sırasıyla antik siteler, orta çağ kentleri ve nihayet sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan “kentleşme devrimi” izler. Tabii bu sıralama ve isimlendirme dünya üzerinde her toplum için mümkün olan, yaşanılan bir olgudur denemez. Özellikle Batının

(17)

şehirleşme süreci olarak düşünülebilir. Bunun yanında diğer kıtalardaki toplumların ayrı ayrı bir şehirleşme tarihinden de söz etmek pek mümkün gözükmemektedir. Fakat ilk kentler ve kentleşme süreçleri için ortak birçok benzerliklerin bulunduğu da bilinmektedir.

Tarihi kayıtlara bakıldığında en eski yerleşik yerleşim birimlerinin (belli aktivitelerin gerçekleşmesi; ticaretin yapılması gibi) ortaya çıkışı M.Ö. 6000–5000 yılları arasındadır. Eski yerleşim yerlerine göre gelişmiş sayılabilecek yerleşim yerlerinin ortaya çıkışı ise M.Ö. 4000 yılından itibarendir. Kentleşme olgusunun da bu yıllardan itibaren oluşmaya başlandığı düşünülmektedir(Altuntaş, 2007: 14).

Her şeyden önce ilk kentler ilk gelişmeye başladığı dönemlerdeki tüm uygarlıklarda bugünkü anlam ve yapısından farklı olarak küçüktürler. Kentlerin küçük olmasının yanında nüfusun da çok azı kentlerdedir. Geçmişten günümüze kentler çoğunlukla kapılar, surlar ve sınırlar etrafında oluşmuştur. Klasik dönem kentlerinin en belirgin niteliklerinden biri kale ve surlardır. Weber (2000: 85), ilk kent oluşumu için kent içi kale ve surun çok önemli olduğunu belirtmektedir. Kale hem bir ikamet mekânı hem de savunma mekânı olarak işlev görmektedir.

Geleneksel kentlerin sur içi kentleri oluşu bazı anlamları içerir. Sur ve kapı her kentin ana mekânsal görünümlerinden biri olarak güvenlik, askeri savunma ihtiyacının karşılanması amacıyla ortaya çıkmıştır. Kentler, oluşumlarından itibaren dışarıdan, düşmandan, ötekinden, yabancıdan kendini emniyete alma çabası içinde olmuştur. Sur ve kapı ise bu emniyetin vazgeçilmez sınırları olarak hayata geçirilmiştir (Alver, 2007: 51).

Kentlerin surlarla çevrili olmasının diğer bir anlamı ise kırdan ayrılmış olmasıdır. Kale ve surun varlığı kentsel ayrışma için ilk örneklerden gösterilebilir. Kısaca sur ve kale kentin hem kırdan hem de ikamet anlamında toplumun farklı kesimlerinden ayrıldığını gösterir. Weber (2000: 52)’e göre ilk kentlerin merkezlerindeki alan sıklıkla halka ait büyük bir alanı içermektedir ve bazen ikinci bir iç duvarla çevrilidir. Merkezinde pazarı olsa da bugünkü anlamda kentin merkezlerindeki iş bölgelerinden farklı yapıdadırlar. Ana binalar dini veya politik, tapınaklar ve saraylar gibi, binalardır. Yönetici veya seçkin kesim kentin içi veya yakınındayken, kentin diğer sakinleri kentin kenarlarına doğru olan bölgelerde,

(18)

bazıları surların dışında yaşamaktadırlar, fakat bir saldırı anında kentin içlerine girebilmektedirler(Giddens, 2000: 500).

İlk kentlerin ortaya çıktığı dönemlerde farklılıklara(etnik, dini) göre ayrışmalar kent içinde ayrı mahallelere yerleştirilmek şeklindedir. Kentin birbiriyle iletişim alanı kamusal alanlardır, ayrıca halkın bilgilendirilmesi resmi görevlilerin yüksek sesle duyurmasıyla yapılmaktadır. Yalnız genelde iletişim düzensiz ve sınırlıdır.

O dönemlere göre büyük caddeler birkaç kentte vardır. Yolları ise dar ve uzundur. Çok az sayıda kent birbirine bağlı yollara sahiptir. Bunlar da askeri amaçla kullanılmaktadır. Seyahat, tüccar ve askerlerin düzenli yaptıkları özel bir durumdur. Kentler bilimin, sanatın, kozmopolit farklılıkların barındığı yerleşimlerdi(Giddens, 2000: 500).

Kentler ortaya çıktıktan sonraki gelişmelerde, ilk çağ siteleri yeni bir siyasal düzenin kurulduğu dönemdir. Site, patriarkal toplulukların akrabalık ilişkileri yerine, siyasal nitelikte bir toplumsal kontrol, statüye dayanan hukukun yerine de sözleşmeye dayanan bir hukuk düzeni getirmiştir (Aktaran: Güçlü, 2002: 2).

Aynı dönemlerde İslam kentlerine bakıldığında; cami, kültürel, eğitimsel, dinsel fonksiyonlarından dolayı kenti biçimlendiren önemli bir faktör olarak görülmektedir. İslam kenti içinde, mahalleler, dış mahalleler, komşu köyler kesin sınırlarla birbirinden ayrılmamıştır. Batı kent yapılanmasından farklı olarak İslam kenti içinde kamu yararı doğrultusunda kullanılan ortak bir alandan söz edilemez. Fakat kişilere, hükümdara veya vakıflara ait özel mülklerin yanında, komşuların ya da bütün cemaatin ortak kamu mülkiyeti altında bulunan alanlar mevcuttur (Erkan, 2002: 77).

İslam kentinin mekânsal yapı özellikleri içinde; kale, saray ve üst kademe yöneticilerinin oluşturduğu, yönetim işlevinin sürdürüldüğü yapıların oluşturduğu yönetici merkez, Cuma camisi, hanlar, bedestenler ve açık Pazar yerlerinin oluşturduğu kent merkezi, mahalleler(yoğun konut alanları), dış mahalleler mevcuttur (Erkan, 2002: 78).

Kent tarihi içinde antik sitelerin çözülmesiyle ortaya çıkan Orta çağ kentleri ise ticaretin gelişmesiyle belirlenmektedir. 11. yy.da ticaretin canlanmasıyla temeli atılan Orta çağ kentleri, giderek alanını genişleterek bölgesel ticaret ve pazar ilişkilerinin merkezi olarak bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde ticaretin gelişimi

(19)

ile kentlerin gelişimi eş zamanlı olarak ilerlemektedir. Ortaçağ kentlerinin fiziki yapıları, antik sitelerin yapılarına benzemektedir. Ortaçağ kentleri de savunma gereksinimlerini karşılamak ve güzel görünmek kaygısıyla surlarla çevrili kentlerdir (Erkan, 2002: 44).

Feodal toplum yapısı niteliği taşıyan Ortaçağ kentlerinde de giderek çözülmeler yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Bu çözülmede birçok etken rol oynamıştır. Feodal üretim ilişkileri uzun bir süre sonra, üretim güçlerinin gelişmesine imkân vermemeye başlamış, eskiyip köhneleşmiştir. 15. yy.dan başlayarak ticaretin gelişmesi, daha sonra merkantilist ekonomi politikası ve denizaşırı ülkelerle ilişkilerin gelişmesi, yeni üretim teknikleri ve bilimsel bilginin ilerlemesi, endüstri devrimini doğurmuştur. Kentlerde merkezleşen ekonomik büyüme, iş hacmini genişletmiş, endüstri kesiminde kentsel işgücü giderek artmıştır. Endüstrinin hızla ilerlemesi, kırsal işgücünün de kentlere akmasına yol almıştır (Güçlü, 2002: 2).

Görüldüğü gibi bu aşamaya kadar her kentin kendi tarihi olmasıyla beraber, insanlığın tarihi de büyük ölçüde kentlerin ve kentsel yaşamın tarihi olmuştur. Dolayısıyla dünya tarihi bir bakıma şehir tarihidir ve her şehir kendi toplumsal,kültürel yapısına göre şekillenir.

Kent, insanoğlunun farklı düşündüğü, kendini farklı hissettiği, tepki verdiği bir oluşum olarak eskiden beri hep var olmuştur (Weber, 2000: 31). Bu açıdan kent, cazibesiyle hep bir çekim kuvveti oluşturmuş ve dünya tarihi de kentli insanla birlikte gelişmiştir (Weber, 2000: 38).

Cazibesiyle çekim kuvveti oluşturan kent, tarihsel olarak nüfus çekmiş ve giderek kalabalık mekânların bütünü olmuştur. Aristoteles’in Politikasından bu yana hep, bir yerleşim yerinde oturanların sayısının belirli bir düzeyin üstünde artmasının, orada oturanların birbirleriyle ve kentle olan ilişkilerini etkileyeceği kabul edilmiştir. Kentte daha çok sayıda insanın bulunması, kişisel farklılıkların daha da artmasına yol açmaktadır. Bunun da ötesinde, karşılıklı etkileşim sürecine katılanların sayısının daha çok olması bunlar arasındaki gizil farklılıkların daha da artmasına yol açacaktır. Bir kentsel topluluğun üyelerinin, kişisel özelliklerinin, mesleklerinin, kültürel yaşamlarının ve düşüncelerinin, bu yüzden kırsal kesimde yaşayanlarınkine göre daha ayrı kutuplara ayrılmış olduğu beklenebilir (Wirth, 2002: 89).

(20)

Genellikle endüstrileşme öncesi kentlerde nüfusun kendini yeniden üretmediği ve bu kentlerin büyümesinin ve hatta varlığını korumasının köylerden gelen sürekli göçe bağlı olduğu varsayılır (Önder, 2000: 27). Ama ister endüstrileşme öncesi olsun ister sonrası kentin eski zamanlardan beri değişmeyen özellikleri hep aynıdır, aynı kalmıştır. Özellikle kentin, merkez niteliği taşıması her dönem var olmuştur; “dünyanın en uzak yerlerini kendine çeken, türlü bölgeleri, insanları ve etkinlikleri bir düzene göre biçimlendiren, ekonomik, siyasal ve kültürel yaşamın öncüsü ve denetleyicisi konumunda olan bir merkezdir”(Wirth, 2002: 78).

Aynı zamanda kent, özgürlük ve farklılık demektir. İnsanların birlikte yaşamasının sonuçlarından ve insanı tanımlayan niteliklerden biri olan farklılığın hayat bulduğu oluşum ve organizasyonların başında kent gelmektedir. Farklılıkların alabildiğine yer bulduğu kentin havası ise insanı özgür kılmaktadır (Alver, 2007: 49).

Son olarak sosyologların kent için büyük ölçüde katıldığı kültürel tanıma göre, ilişkilerin cemaat türünden cemiyet ilişkilerine dönüştüğü, sosyal örgütlenme şeklinin de mekanik olmaktan çok organik olduğu yerdir kent. Bu tanım ise ilk kentlerle birlikte ortaya çıkmış ve sonrasında gelişmiş bir süreci gösterir. Kısaca kent, büyük, kültürel olarak heterojen ve sosyal olarak farklılıklar içerir (Altuntaş, 1997: 54).

Dolayısıyla şehir, sadece bir mekânda yoğunlaşmış yapı ve insan demek değildir. Bu birliktelikten oluşan yeni bir kültür ve değer yargıları birlikteliğidir. İnsanların düşüncelerini ve fikirlerini açıkça söyleyebilecekleri yerleşim yerleridir. Kentin bu anlamı ise görünmeyen ama hissedilen temel özelliklerdir (Kaya, 2007: 13).

1.1.2. Sanayileşme Sonrası Yeni Kent ve Kentleşme

Bir yaşam alanı olarak kentin, insanın ürettiği en önemli ve aynı zamanda girift mekânsal biçimlerden olduğunu belirtmiştik. Kent, “insanların vücuda getirdikleri, inşa ettikleri, içinde yaşadıkları yapılardan, evlerden, mahallelerden, çalışma yerlerinden, alışveriş alanlarından, eğitim, kültür ve sağlık yapılarından, bunların gerektirdiği ulaşım vs. altyapı tesislerinden oluşur. Şehirlerin, mahallelerin, evlerin ve insanların dünya ile ilişkisi, yaşama ve davranış biçimini belirleyen çevreler

(21)

olarak şekillendirilmesi ile de bu birimler insanın tam bir tezahür alanı olmaktadır” (Cansever, 1994: 116–117).

Tarihsel olarak ise kent, birçok değişimin, gelişmenin mekânı, merkezi olmuştur. Bu değişim ve gelişim içinde kimi zaman çarpıcı, kırılgan, bir değişim ve bu değişimle beraber zamanda yatay ve dikey olarak zincirleme bir dalgalanma yaşanmıştır.

Böyle bir kırılgan değişim için kent olgusu etrafından bakacak olduğumuz çerçeve, bizi, toplum yapısının zihni, dini, ampirik pratiklerinin büyük bir dönüşüme neden olduğu sanayileşme olgusuna götürmektedir.

Sanayileşme olgusu tabiri caizse kırılma noktası niteliğindedir. Kırılma noktası niteliği olması daha önceki toplumsal kurumların sanayileşmeyle birlikte kökten, farklı ve geniş çaplı bir dönüşüm yaşanmış olmasıdır. Genel anlamda sanayileşme olgusu, Avrupa’da 16. yy.ın sonlarına doğru ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel ve teknik anlamda gelişmelerin sonucu ve sürecidir. Bu durumda sanayileşme arka planında toplumsal, kültürel, zihinsel vs değer ve zihniyet değişimiyle beraber teknik, mekanik, ekonomik vs değişimler de mevcuttur.

Yalın anlamıyla sanayi devrimi, 18. yy Batı Avrupa’sında (ilk olarak Britanya’da olmak üzere 19. yy.ın sonlarıyla beraber Almanya, ABD gibi diğer toplumlarda ortaya çıkmıştır) küçük zanaat, tezgâh ve atölye üretimlerinin yerine yeni teknik buluş ve makinelerin geçmesidir. Bu makineler yeni enerji kaynağı buhar gücüyle, insan, rüzgâr, su, hayvan enerjisinin yerini almıştır(Aktaran: Erkan, 2002: 46). Toplumsal değişim açısından bakarsak, sanayileşme süreci hem sosyo-kültürel açıdan değişimin sonucu, hem de sonraki sosyo- kültürel olayların etkileyicisi olmuştur.

Kent toplumsal yerleşmelerin çekim merkezi niteliğiyle, en girift ve yoğun ilişki alanı olarak, sanayileşme sürecinde önemli değişimler yaşamıştır. Bu değişimlerle birlikte kent kavramı içerik olarak yeni tanımlar edinmiştir.

Kent kavramına sanayileşme sonrası eklenen yeni tanımlar şöyledir:

Kent, tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, tüm üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, belirli teknolojinin kullanıldığı, nüfusun belli bir büyüklük ve yoğunluğa ulaştığı heterojenlik ve bütünleşmenin var olduğu bir yerleşme yeridir (Erkan, 2002: 19).

(22)

Kent başlı başına bir kültürlenme olgusudur ve sanayileşme süreciyle dayanışmacı kasaba toplumu modelinin terk edildiği, hizmetlerin yeni anlayışlarla örgütlendiği ve para karşılığı satın alınarak bir toplum modeline dönüştüğü yerleşim yeridir (Gür, 2000: 87).

Aynı zamanda günümüz sayımcısı için kenti tanımlamak da oldukça kolaylaşmıştır: çünkü günümüzde kent belli bir sayının üstünde insan barındıran yerleşim yerleri olarak kabul edilmektedir.

Kentlerin gelişiminde Sanayi Devrimi yeni bir dönemi başlatmıştır. Buna göre, kentlerin nüfuslarında patlama yaşanmış, yüz binlerle ve milyonlarla ifade edilen rakamlara ulaşmıştır. Kentlerin büyümesi ve dünyanın kentleşmesi modern zamanların en önemli olgularından birisi olmuştur (Wirth, 2002: 78).

Kuşkusuz kentleşme tarihi; siyasi, felsefi, sosyolojik, ekonomik, kültürel ve mimari boyutlarıyla bilim adamlarının yüzyıllardır incelemekte olduğu ve her geçen gün yeni bulgularla, yeni gelişmelerle zenginleşen bir alandır ve demografik, ekonomik, sosyokültürel değişmeleri ifade etmektedir (Bayraktar, 2006: 40).

Bu açıdan da kentleşme kavramının sosyolojik, ekonomik ve demografik açılardan yapılmış birçok tanımları bulunmaktadır. Fakat bu tanımların her biri konuyu belirli bakış açılarından ele aldığından, bu bakış açılarını bütüncül, geniş bir bakış açısıyla değerlendirip tanımlamak doğru olacaktır.

Önder Şenyapılı’ya göre sanayileşme sonrası kentleşme, sanayileşme sonrası değişen kent tanımından yaralanılarak yapılmalıdır. Buna göre, bir yerleşim yerinde tarımsal olmayan üretim artıyor ve üretimin dağıtımını eşgüdümleme etkinliği yoğunlaşıyorsa kentleşme oluşuyor demektir. Yani “her tür üretim, denetim ve dağıtımı eşgüdümleme etkinliklerinin yoğunlaşması, ülkenin kentleştiğini gösterir” (Altuntaş,1997: 55).

Başka bir tanıma göre kentleşme; işleyimleşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplumda artan oranda örgütleşmeye, uzmanlaşmaya ve insanlar arası ilişkilerde kentlere özgü değişikliklere yol açan nüfus birikimi sürecidir (Kartal, 1992: 49).

Bu süreç içinde modernizmin de kuşkusuz sürece etkisi anlamında ayrı bir önemi vardır. Modernizm genelde, 19. yy sonu ile II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar olan dönemde, bilhassa sanat ve edebiyatta meydana gelen büyük çaplı

(23)

değişimleri tanımlamakta kullanılan bir terim sayılmaktadır. Modernizmin ne zaman başladığı veya özelliklerinin tam olarak neler olduğu konusunda çok az görüş birliği bulunmasına karşın biçimsel olarak modernizm, genellikle, derinleşme, üslupçuluk, içe dönme, teknik gösteriş, içsel olarak kendinden kuşku duymaya yönelik bir hareket şeklinde tarif edilmiştir. Fakat modernizm yalnızca sanatla ilişkili bir hareket değildir. Aksine, zamanın teknolojik, siyasal ve ideolojik değişimleri ile gelişmelerini etkilemiş, ayrıca onlar tarafından etkilenmiş, oldukça geniş kapsamlı bir entelektüel harekettir (Marshall, 1999; 508).

Dolayısıyla modernizmin kent ve kentleşme sürecine etkisi kaçınılmaz olmuştur. Çünkü sanayileşme sonrası yaşanan değişimler, birbirleriyle bağlantılı neden-sonuç ilişkisi içinde anlamlandırılabilir. Modernizmin ortaya çıkmasında sanayileşme sürecinin arka planı ve sürecin kendisi; toplumsal, kültürel, sanatsal, ekonomik, siyasal, mimari vs dinamikler etkili olmuştur. Bu kuramsal akımın günümüzde dahi etkisi hala tartışılmakta ve geniş kapsamlı bir ideolojik fenomen özelliği taşımaktadır.

Son zamanların modern kentleri içinde, çarpıcı bir değişimle geleneksel kentlerin surları aşılmış, çevreye yayılmış ve kentleşme süreci içinde yutulmuş olduğu görülür. Daha doğrusu modern kentler zamanında geleneksel olan yeni şekiller almıştır. Eskinin dönüşümü yanında, çoğunlukla geleneksele ait olan birçok şey ise modern zamanlarda ortadan kalkmıştır.

Modern zaman kentleri için mantar gibi türeyen benzetmesi, modern zamanların meydana getirdiği kentlerin, geleneksel kente nazaran kutsal olandan yoksun olarak ortaya çıktığı anlamını taşımaktadır. Onların kutsal kökleri bulunmadığı gibi, efsaneleri de yoktur. Dolayısıyla modern zamanların kentleri mantar gibi köksüz, dahası kimi zaman zehirli biçimde zuhur etmektedir (Özdenören, 1998: 121).

Modern kentler büyük, metropol gibi ifadelerle anılır. Para mübadelesinin önde gelen merkezleri konumundaki büyük kentler, nesnelerin satın alınabilirliğini küçük yerleşim birimlerinden çok daha etkileyici bir biçimde ön plana çıkarırlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, kentler aynı zamanda bezgin tavrın esas mahallidirler. Bezgin tavırda insanların ve nesnelerin yoğunlaşması bireyin sinir sistemini en

(24)

yüksek etkinlik seviyesine –zirve noktasına- çıkaracak kadar uyarmaktadır (Simmel, 2000: 174).

Özetle, modern zamanlı kentler yeni toplumsal değişimle birlikte yeni anlamlar barındırmaktadır. Artık geleneksel kentteki gibi ekonomik pratikler dar ve geçim kaynaklı değildir. Yine gelenekselde olduğu gibi kentler dışarıya sur ve kalelerle kapalı değildir. Belki günümüz kentlerinde belli alanlar içinde kapanmalar mevcuttur. Fakat bu kapanmalar gelenekselde olduğu gibi kent etrafında değil kentin içinde belli alanlarda yaşanmaktadır. Nüfus dinamiği modern kentlerin en önemli değişim kaynağıdır. Nüfusla birlikte kentler de büyümüş, gelişmiştir. Yeni metropol kentler, eskisinden farklı olarak kozmopolit yerleşke ve kültür merkezi olmuştur.

Esasında her dönem kent, belirli nüfus dinamiğiyle farklılıkları bünyesinde barındırmıştır. Farklılıkların bir arada bulunmasıyla anlam kazanan kent, ayrışmanın psikolojik yönüyle de günümüzde pek çok çelişkiyi barındırmıştır. Günümüz kentlerinde özellikle de metropollerde “farklı insan ve topluluklar birbirine dokunmandan, ilişmeden bir yaşam sürdürmektedir. Kent bu anlamda, bireyleri ve toplumsal sınıfları bir araya getirecek, birbirlerini tanımaya ve kültürel açıdan zenginleşmelerini sağlayacak yerde, toplumsal katmanları birbirinden ayıran, insanlar arasında geçirimsiz duvarlar oluşturmaktadır” (Bayraktar, 2005: 57). Eğer kentlerin dönüşümünden, küreselleşme karşısındaki yeni konumlarından söz edilecekse, bunun aynı zamanda yeni sınırlar, ayrışma biçimleri bağlamında da izlenmesi gerekmektedir. Çünkü bugünün kentleri belki geçmişte olmadığından daha fazla ayrışmalara muhatap olmaktadır. Kent neredeyse söz konusu ayrışmaların ürettiği kimlikler ve kimliklerin parçalanmasıyla kendine özgü bir yaşam alanı oluşturmaya çalışmaktadır (Alver, 2007: 55).

Kent hangi dönemde hangi nitelikte olursa olsun farklılıkları barındıran özgün mekânlar olmuştur. Fakat sanayileşme sonrası yeni kent içinde, farklılıklar daha belirgin olmuştur. Farklı kimliklerin, mesleklerin, tabakaların, sınıfların ve sair ayrışmaların kentin bünyesinde barınmasıyla da ayrışma kaçınılmaz olmuştur. Ayrışma, bir anlamda kentin doğası gereği ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz kent ortaya çıktığı andan var olduğu düşünülmektedir. Fakat ayrışmayı besleyen kimi şartların bilinçli bir şekilde oluşturulduğunu, belli ekonomik ve siyasal nedenlerden

(25)

kaynaklandığını göz ardı etmemek gerekir. Bu anlamda ayrışma politik, bazen de sosyo- ekonomik yapıdaki farklılaşmalardan kaynaklanmıştır (Alver, 2007: 53).

Kentin modern zamanlardaki sosyo-ekonomik işleyişi böyle bir farklılaşmayı tetikler niteliktedir. Kent genişlemesiyle doğru orantılı olarak giderek daha fazla belirleyici işbölümü koşulları sunmuştur. Kentte henüz tüketilmemiş bir gelir kaynağı ve kolaylıkla değiştirilemeyecek bir fonksiyon bulmak için birisinin hizmetlerinde uzlaşmak gerekmektedir. Bu süreç, kamu ihtiyaçlarının fazlasıyla çeşitlenmesini, seçkinleşmesini dolayısıyla farklılaşmayı teşvik eder ki, bu da kaçınılmaz olarak bu toplum içinde gelişen kişisel farklılıklara yol açar (Simmel, 2000: 181).

Sosyo-ekonomik yapı yanında, dini kimlik, etnik kimlik, kültürel kimlik gibi faktörler de, mekânsal ayrışmanın nedeni olabilmektedir. Kent, toplumsal dünyanın çeşitliliğini yansıtmış ve bu çeşitlilik kentsel mekânda karşılık bulmuştur. Sonrasında kentsel ayrışma öncelikli olarak mekânsal bölünme ile belirginlik kazanmıştır. Belirginlik kazanan farklı mekânsal organizasyon ve biçimler ise, kentsel ayrışmayı beslemiştir.

Kentleşme sonuç olarak Batı Avrupa’da sanayileşme süreciyle ortaya çıkmış modernizm düşüncesiyle şekillenmiş, toplumun sosyo-kültürel, siyasal, ekonomik vs değişiminin sonucu ve süreci olmuştur. Günümüzde de kentleşme, sanayileşme yerine hizmet kesimindeki büyümeye koşut olarak yaşanmaktadır ve hiç kuşkusuz, kentleşme sürecinin geçirdiği değişiklikler, kentlerin geçirdiği değişikliklere koşut olarak gerçekleşmiştir (Kongar, 1982: 24).

Kentleşme düzeyi Batıdaki kapitalist ülkelerde bile aynı düzeyde yaşanmamıştır. Fakat Batı Avrupa ülkeleri arasında farklılıklar olsa da sonuç olarak birbirlerine yakın bir kentleşme süreci yaşamışlardır (Güçlü, 2002: 3).

Batı kentleşme süreci ile gelişmekte olan ülkelerin kentleşme süreçleri ise Batının kendi içinde yaşadığı kentleşme düzeyinden daha farklı düzeyde yaşanmıştır. Batı’da kentsel endüstriyel gelişme süresince, topraktan kopan köylüler ekonomik fırsatlar açık olduğu için kent tarafından cezp edilmiştir. Bu süreçte özellikle ihtiyaç duyulan kalifiye olmayan işgücü talebi kırdan gelen göçlerle sağlanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, köylüler kentin çekiciliğinden ziyade daha çok kırdaki fırsat yokluğu nedeniyle kentlere akmışlardır (Aktaran: Altuntaş, 1997: 57).

(26)

Türkiye’de de kentleşme sürecinin temelde bu şekilde olduğu görülür. Bu saptama, kentleşme ve kentlileşme süreci açısından, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki temel farklılığı oluşturur.

Sanayileşmiş ülkelerde 18. yy.ın sonlarına doğru başlayan kentleşme hareketleri, gelişmekte olan ülkelerde 1950’li yıllardan sonra gündeme gelen çağdaş bir olgudur.

Türkiye tarihinden bakıldığında yerleşme yeri itibariyle Anadolu kıstas alınırsa kentleşme süreci için 16. yy.a değin uzanmakta olan bir süreç olduğu söylenebilir. Günümüzde ise kentleşme, biçimi ve nedenleri açısından oldukça farklı bir aşamadadır. Bu açıdan sanayileşme sonrası kentleşme dikkate alınarak Türkiye örneğine baktığımızda; Türkiye’de kentleşmenin en önemli niteliği, gelişmiş ülkelerden farklı olarak, sanayileşme ile eş düzeyde ilerlememesidir. Hızlı sanayileşmeden kaynaklanmayan bir kentleşmenin, “köylerdeki işsizliğin kentlere taşınması” olarak nitelenmesi önemli bir gerçeği yansıtır. Türlü hizmet dallarında “iş bulmuş” görünenlerin ulusal ekonomiye yaptıkları katkı, sanayileşmeye dayanan alternatif bir istihdam politikası sonucunda aynı nüfusu sağlayabileceği katkının yanında çok düşüktür (Aktaran: Güçlü, 2002: 33). Bu durum, kentleşmenin “çarpık”, “sahte”, “sağlıksız”, “aşırı” gibi adlandırılmasına, ekonomik, kültürel, toplumsal erozyona neden olmaktadır.

Türkiye’de 1950’li yıllarda başlayan sanayileşme süreci, daha çok yabancı teknoloji ve sermaye ithaline dayanmaktadır. 1970’lerin sonlarına gelindiğinde, kalkınma hızının eski düzeyini yitirmesine bağlı olarak, tarım dışı kesimlerin işgücü talebi azalmıştır. 1980’lerin başında yatırımların hemen hemen tümüyle durmasıyla sonuçlanan ekonomik bunalıma, yüksek enflasyon ile konut, altyapı ve kamu hizmetlerinin, artan nüfus karşısında yetersiz kalması gibi kent yaşamının güçlükleri de eklenince, kentleşme sürecinde belirgin bir durgunluk ortaya çıkmıştır (Güçlü, 2002: 29).

Türkiye 1985 yılında, kent nüfusu kır nüfusunu aşan bir ülke durumuna gelmiştir (% 51,1). Ekonomide uygulanan politikalar açısından 1980 sonrasında temel bir değişim olarak nitelendirebileceğimiz bir “serbestleşme” dönemine girilmiştir. Kentleşme oranlarında, geçmiş dönemlere göre sınırlı bir düşüş izlenmiştir. Kentsel yerleşim sayısının artması ve ülke içindeki göçlerin kentler arası

(27)

göçlere dönüşmesi sonucunda kentsel nüfus oranında bir artış olmuşsa da, doğurganlık oranındaki düşüş, 1990’larda kentsel nüfus artış hızını azaltmıştır. Kentsel nüfus 1980’de % 45,5’den % 51,1’e yükselmiş ve 1990’da % 56,3 olmuştur. 1980–1990 arasında, yerleşim birimlerine göre göç incelendiğinde, şehirden şehre göçlerin arttığı gözlenmiştir (Güçlü, 2002: 30).

Türkiye’deki kentleşme süreci dikkatle incelendiğinde, çekici nedenlerden çok itici nedenlerin kentleşme sürecinde etkin olduğu görülür. “Bunun nedeni kente doğrudan çekicilik özelliği kazandıracak iş ve geçim olanaklarının kaynağı olan tarım dışı etkinliklerin, özellikle sanayinin yeterince gelişmemiş olmasıdır. Türkiye kentleşmesinin ileri aşamalarında, çalışan nüfusun sektörler arasındaki dağılımı incelendiğinde, sanayinin payının bir artış göstermesine karşın, hizmetler sektörünün gerisinde kaldığı görülür” (Altuntaş, 1997: 72).

Türkiye’de kentleşme sürecinin kendiliğinden ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkan, özümsenerek ilerleyen bir süreç olarak yaşanmadığı bilinen bir husustur. Geç uluslaşmış olan Türkiye’nin kentlerle ilgili sıkıntısını kavramak olanaklıdır: son kırk yılda dev ölçülerde büyümüş olan Türkiye kentlerinin bu hali, kapitalist transformasyonun gecikmişliği ile bir açıdan değerlendirilebilir (Korat, 1997; 100).

Dolayısıyla böyle bir kentleşme sürecinin zaman boyutu, göz önünde tutulması gerekir. Bu transformasyon, örneğin 10 milyon köylünün toprağını bırakması 10 senede oluyorsa başka, 30 senede oluyorsa başka, 100 yılda oluyorsa başka tür süreçlerle gerçekleşir. Türkiye bugün sapan ve öküzle tarıma dayalı bir toplum yapısından kabaca altı bin yıl sonra gerçekten bir başka toplum yapısına, sanayi toplumu haline, özellikle son 50–60 yıl içerisinde azalıp çoğalan fakat hiç kesilmeyen bir hızla geçmeye çalışmış ve çalışmaktadır (Kıray, 1982: 57).

Sonuç olarak Türkiye kentleşme süreci Batıdaki dinamiklerden farklı olarak yaşanmış, dolayısıyla önceleri ithal sanayiye dayalı iken sonraları sanayi alanında gelişim göstermiş, fakat hizmet alanında eksik kalmıştır. Kuşkusuz böyle bir süreç Türk toplum yapısı içinde değerlendirilebilecek bir husustur. Böyle bir sürecin yaşanması yanında, bu sürecin toplumsal birçok tezahürü de olmuştur. Şüphesiz Türkiye’de kentleşmenin en önemli görünümlerinden biri, mekânsal- toplumsal bir oluşum olan gecekondulaşma olgusudur. 1960’lardan itibaren bu konuda hayli fazla

(28)

araştırmanın yapılması ise bu konunun hayli önemli olduğunun göstergelerinden biri olmaktadır.

1.1.3. Kentlileşme ve Türk Toplumunda Kentlileşme Süreci

Kentleşme toplumların yapısal değişimlerinin en göze çarpan yönüdür. Özellikle sanayileşme sonrası kentleşme olgusu bu durumu daha belirgin bir şekilde yansıtmaktadır. Böylelikle günümüz kentleşmesi her şeyden önce nüfusun büyük oranının tarımdan ve topraktan kopup tarım dışı alanlarda, sanayide, karmaşık örgütlerde ve dolayısı ile köyden başka yerlerde, kentlerde hayatlarını kazanmaya ve yaşamaya başlamaları demektir. Gene de böyle üç cümle ile özetlenen oluşum yalnız bu süreci yaşayanlar için değil, toplumun bütün kesimleri için travmatik bir deneyimdir. Yapısal değişiklikler her türlü insan ilişkisinin yeniden düzenlenmesini, değişmesini içerir. Böyle bir değişikliğin fiziki yönü kadar, örneğin işyeri ya da konut yapıları, sokakları ya da ulaşım araçları kadar, kişilerin davranışlarını, düşünüşlerini hatta heyecanlarını değiştirmesi demektir (Kıray, 1982: 57). İşte kentleşme sürecinin öznesini oluşturan bireyin kent içindeki durumu, bizi kentlileşme kavramına götürmektedir. Kentlileşmenin birçok yönü olduğu için birçok tanım yapılmıştır. Şimdi bu tanımlardan birkaçını ifade edelim;

“ Kentlileşme ya da kentli olmak birey ölçeğindeki bir değişim sürecidir. Bu süreç toplum ölçeğindeki kentleşme sürecinin birey ölçeğindeki yansımasıdır ve sosyal psikolojik, kültürel yönü ağırlıklı olan bir süreçtir” (Keleş, 1980: 56).

Kentlileşme; kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, tinsel ve özdeksel yaşam biçimlerinde değişiklikler oluşturması sürecidir (Kartal, 1992: 49).

Bu tanımlardan yola çıkarak kentlileşme kavramına daha yakından bakarsak: Bir yere ait olma duygusu, toplumda yaşayan tüm bireylerde vardır. Zaten kentler de bu ihtiyacın birlikteliğinden ortaya çıkmıştır. Birey kentli olmak ister, çünkü geniş ölçüde, ekonomik, siyasal, eğitimsel, dinsel ya da kültürel alanlardaki gönüllü örgütlerin etkinlikleri sayesinde, kişiliğini ifade eder, geliştirir, statü kazanır ve uğraş alanını oluşturan eylemleri sürdürebilir (Kaya, 2007: 13). Dolayısıyla kentli olmak ister çünkü kent, yaşadığı dönemin ihtiyaçlarını karşılar.

(29)

Fakat tüm bireyler için kentte yaşıyor olmak tam manasıyla kentli olunduğunu göstermemektedir. Kentlilik bir anlamda yaşanılan yerin(kentin) benimsenmesi, kabullenilmesi süreciyle başlar ve yer kimliği edinme süreciyle devam eder. Dolayısıyla yer kimliği edinmek sosyalleşme sürecinin en uzun yaşandığı yer veya doğulan yer ile kazanılmaktadır.

Bireylerin kentlileşme süreci kentlerin yapısıyla gerçekleşmektedir. Kentler hangi dönem ve çağda olursa olsun nüfus ve ekonomik büyüklüğü, cazibe merkezi olması sebebiyle “etkileyen” konumundadır. Böylelikle içine aldığı kişileri az veya çok ama mutlak surette etkilemektedir. Bu etkileme sürecinde kültür devreye girmektedir. Buradan hareketle kültür; insan ve insan dünyasıyla ilgili her türlü ürünü, üretiyi içerir, bunun yanı sıra kültür, insan ilişkilerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini de kapsar. Bu anlamda kültür bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin toplamını ifade eder (Kaya, 2007: 35). Kentsel yaşam ise giderek kültürlenmiş bir olgudur. Bu kültürün içinde, özgürlük, heterojenlik, uzmanlaşma, işbölümü, sivil toplum örgütleri gibi pek çok değişken vardır. Kentin içindeki her fert, kentli veya kente yeni gelen, adaptasyon süreci yaşayan, kentteki kültürel yapıyla kültürlenmektedir. Sanayileşme süreci sonrası ve günümüz kentlerinin de belli kültürel nitelikleri vardır.

Çağcıl dünyada ağırlıklı olarak kentli yaşam tarzı, en bilindik ve genel ifadeyle, oldukça uzmanlaşmış bir işbölümünü, toplumsal ilişkilerde araççılığın gelişmesini, akrabalık ilişkilerinin zayıflamasını, gönüllü birliklerin çoğalmasını, normatif çoğulculuğu, sekülerleşmeyi, toplumsal çatışmaların artışını ve kitle iletişim araçlarının gün geçtikçe daha önemli bir rol oynamasını vs kapsamaktadır (Marshall, 2000; 400).

Özellikle özgürlüğü besleyen günümüz kentsel yaşamının, paralel bir şekilde bireyselleşmeye yol açtığı birçok ortak yargıyla ifade edilmektedir. Simmel’e (2000; 99,100) göre ise bu durumun bir dizi nedeni vardır. Öncelikle insan metropol hayatının boyutları içinde kendi kişiliğini ortaya koymak gibi güç bir işle karşı karşıyadır. Bunun yanında metropole özgü konuşma, davranış biçimi, geçici heves ve aşırı özenti vb gibi aşırılıkları benimsemek sorumluluğu taşır. Bunun nedeni, bireyin kendini ifade etmek, kanıtlamak için “farklı olma”, çarpıcı bir davranışla ortada olma ve böylelikle alakayı celbetme çabasındandır.

(30)

Modern hayatın en derin problemleri, bireyin bunaltıcı toplumsal güçler, tarihi miras, harici kültür ve hayatın tekniği karşısında mevcudiyetini koruma çabasından kaynaklanmaktadır. Daha fazla özgürlüğe ek olarak, modern çağın kenti, insanın ve sürdürdüğü uğraşın işlevsel bakımdan daha fazla uzmanlaşmasını talep etmiştir; bu uzmanlaşma birey tekini yekdiğerine karşı emsalsiz ve mümkün en yüksek seviyede vazgeçilmez hale getirmiştir (Simmel, 2000: 167).

Modern zihin giderek daha da artan bir biçimde hesapçı bir hüviyete bürünmüştür. Tipik metropol insanın münasebet ve ilişkileri genellikle o denli karmaşık ve değişkendir ki, taahhüt ve hizmetlerde ödünsüz bir dakikli olmadıkça topyekun bütün bir yapı çöker ve önü alınamaz bir kaosa sürüklenebilir. Dakiklik, hesaplanabilirlik, tamlık metropole özgü fenomenlerdir (Simmel, 2000: 171, 172).

Kentteki bireyler arası ilişkiler de kısa ve seyrektir. Kentsel birey sadece yakınları ve komşuları ile değil, tüm kent personeliyle dolaylı ve dolaysız ilişkiler içindedir. Kentteki yapılar da artık çok karmaşık bir sürecin ve kararlar dizisinin sonucunda anonimleşip ortaya çıkmakta ve çıkar çıkmaz vergisiyle, tesisat borcuyla, diğer evlerle olan ilişkisiyle kamusal bir özellik kazanmaktadır (Gür, 2000: 87).

Kentin fiziki yapılarından olan caddenin de ayrı bir önemi vardır. Cadde her geçilişiyle ekonomik, mesleki ve toplumsal hayatın temposunu hissettirir. Böylelikle şehir ruhsal hayatın duyumsal temelleri bakımından küçük kasaba ve taşra hayatına derin bir tezat teşkil eder. Metropolis, insandan taşra hayatının gerektirdiğinden daha farklı bir bilinçlilik talep eder (Simmel, 2000: 168).

Wirth’e göre (2002: 101) “kentsel yaşam biçiminin belirgin nitelikleri olarak çoğunlukla, toplumbilimsel olarak, birincil ilişkilerin yerini ikincil ilişkilerin alması, akrabalık bağlarının zayıflaması, ailenin toplumsal açıdan öneminin zayıflaması, komşuluğun kaybolmaya başlaması ve toplumsal dayanışmanın geleneksel temelinin zayıflaması” gösterilmektedir. “Kentliler, yaşamsal gereksinimlerinin karşılanması için kırsal yörelerde yaşayanlara göre daha çok sayıda insana gereksinim duyarlar ve böylece daha çok sayıda örgütlenmiş grupla işbirliği içine girerler, ama belli kişilere daha az bağımlıdırlar ve birbirlerine bağımlılıkları, diğerlerinin, oldukça farklı olan eylem alanları ile sınırlandırılmıştır. Bu, kentin niteliklerinin, temel olarak, birincil ilişkilerden daha çok ikincil ilişkiler sonucunda belirlendiği anlamına gelir” (Wirth, 2002: 91).

(31)

Kentte kurulan ilişkiler gerçekten yüz yüze olabilir, ama bu ilişkiler yine de, kişisel, yapay, geçici ve parçacıldır. Tersine kentlilerin ilişkilerinde gösterdikleri soğukluk ve kayıtsız görünüş böylece, diğerlerinin istek ve beklentilerine karşı koymada bir araç olarak görülebilir.

Kentte genellikle fiziksel ilişkiler yakın, toplumsal ilişkilerse uzak bir biçimde gerçekleşir. Kentsel dünyanın, insanları yalnızca görsel olarak tanımaya elverişli bir yapısı vardır. Kentte görevlilerin rollerini gösteren üniformalar tanınır ancak kentli fert, bu üniformaların arkasında gizlenen kişisel farklılıklara bihaberdir.

Oysa kentsel yaşama karşılık, kırsal alanlarda ekonomik yaşam biçimi, tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Sosyo-kültürel ilişkileri ise aile, komşuluk, akrabalık vb. üzerine bina edilmiştir. Günlük sosyal ilişkiler, karşılıklı iş birliği çerçevesinde sürdürülmekte iken kişiler kendi inançlarının dışındaki inançlara karşı pek müsamahakâr yapıda olmazlar. Bir başka şekilde ortak sahip oldukları her türlü değere karşı daha sorumluluk hissi içindedirler. Ortak mekân ve konutlar, istedikleri gibi kullanacakları yerler değil, korumak, saygı duymak zorunda oldukları yerlerdir.

Kırsal niteliklere karşılık olarak kente özgü nitelikler daha farklı yapıdadır. Kentte ekonomik davranışlar sanayi, hizmet vb. sektör içinde gerçekleşir. Sosyal davranışlar içinde ise aile demokratik değer ve tutumların gelişmesi açısından önem kazanır. Eğitim, toplumda bir statü elde etmenin kişisel başarıyla ilişkili olduğundan, önem kazanmıştır. Farklılaşmalar ise doğal karşılanır. Kentli, siyasal anlamda hakların ve sorumlulukların bilincindedir. Oy vermeyi yurttaş olmanın gereği sayar. Sivil topluma özgü organizasyonları destekler. Psikolojik davranışlar açısından yüreğinden çok aklıyla karar verir. Zamanı bilinçli kullanır. Kendini kentli, modern olarak değerlendirir. Diğer grupların inanç ve pratiklerine saygı duyar. Batıl inançları sorgular. Oturduğu konutun, yaşadığı kentin çirkinliklerinden rahatsız olur ve güzelleştirmek için çaba harcar. Dilini özenle kullanır. Argo ve yabancı unsurlardan uzak durur. Beden sağlığını önemser, beden bakımını düzenli yapar. Sanat ve sanatçıya saygı duyar, sanatsal etkinliklerle ilgilenir (Kaya, 2007: 119).

Kent, farklı toplumsal, kültürel dünyaların mozaiği olarak ortaya çıktığına göre, kentli olma ve kentlilik bilinci düzeyi de farklı biçimlerde oluşacaktır. Dolayısıyla, hem köy, kasaba, kent gibi yerleşim birimlerinin hem de kentlerin içinde yer alan farklılaşmış yerleşim birimlerinin “yerel” ilişkileri birbirinden

Şekil

Tablo Adı  Sayfa No

Referanslar

Benzer Belgeler

yılında Hans Lippershey tarafından bulunmuştur fakat ilk teleskop niteliği taşıyan alet, İtalyan asıllı olan Galileo Galilei tarafından icat edilmiştir. Nesneleri 30 kat

Varyasyon 7’ de kış dönemi için sert zeminde 3 kat, 5 kat, 8 kat ve farklı kat yüksekliklerinin bir arada olduğu 4 farklı parametre sabit tutulmuş, ek olarak binaların

Araştırmacıların boy hesaplamalarında kullandıkları başlıca kemikler; femur (uyluk kemiği), tibia (baldır kemiği), fibula (iğne kemiği), humerus (pazu kemiği), radius

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

Biometric screenings take a step further in this classification by detecting nonconventional hazards such as health indicators and diseases, which not only can affect the

Bu çalışmada; Avrupa Birliği, Almanya ve Fransa’da tarımsal üretim değerinde önemli bir yer tutan buğday, dane mısır, şeker pancarı ve domates ile inek başına

“Tüm insanların yaşam kalitesi, diğer ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel faktörlerin yanı sıra, köy, kasaba ve kentlerimizin fizik koşullarına ve mekansal

Tez ile ilgili di¤er bir önemli saptama ise, ‹yonya ve Karya liman kentlerinde, özellikle ve deniz ve kara ticaretinin kesiflti¤i ‹yonya’da, ticaretin (fiekil 9) ,.. göçlerin