• Sonuç bulunamadı

Başlık: İSLAMİYETİN İLK ZAMANLARINDA ZÜHDYazar(lar):GOLDZİHER , I.;çev. ALTINTAŞ, HayraniCilt: 24 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000611 Yayın Tarihi: 1981 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: İSLAMİYETİN İLK ZAMANLARINDA ZÜHDYazar(lar):GOLDZİHER , I.;çev. ALTINTAŞ, HayraniCilt: 24 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000611 Yayın Tarihi: 1981 PDF"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

---,

/

İSLAMİYETİN İLK ZAMANLARINDA ZÜHD

ı.

GOLDZİHER çev. Dr. Hayrani' ALTINTAŞ

Bazı tarihsel belgelere göre, Hz. Peygamberin ilk üm.!lletinin kimi kesimlerinde, Peyg<ımherin öğrettiklerinden çok, dünyadan elini eteğini çekmiş hıristiyan din adamı ve keşişlerinden esinlenmiş, nefs e ceza ver-me ve onu öldürmc uygulamalarına yönelik bir eğilim vardı. Esascn Hz. Peygamber, her türlü kcşişscl eğilimIere ve raJıbaniyete karşı idil•

Bu rivayctlerin hcr yönden uydurma oldukları kabul edilemez. Hz. Muhammed tarafından yapılan serzeniş ve kesin yasaklamaların bu ko-nuyla ilgili olarak her zaman ileri sürülmeleri yeterli değildir. Aksine, daha sonra, sufiler ve dervişlerle gelişen zühd hareketlerinin İslam'ın tabii elemanlarından biri haline geldiği zaman, İslam'da görülen keşişlik ile, açıkça bunun aleyhinde olan asli inanışın, uydurma hadisler aracı-lığıyla uzlaştmIması gereği sık sık duyuldu. Bu yapay gerçekleştirmede hadisin'rolü, Süleyman b. İsa el-Senearl tarafından yayılmış Peygambere ait olduğu söylenen bir sözde açıkça ortaya çıkıyordu. Yaşadığı zamanı biImediğimiz bu hadis uydurmacısı, düzenli bir isnad zinciri ile Hz. Peygamberden (merfuan) şu söylentiyi yayıyordu: "Ümmetimin üzerin-den üç yüz seksen yıl geçtiği zaman, dağların tepelerinde bekar yaşamak ve d ünyadan elini eteğini çekmeğe izin verilmiş olacaktır2." Ebu Talib

el-Mekki (ö.386 /996) tarafından kaleme alırunış, "Kalbierin Gıdası" adı altında tanınmış, zühd sistemini yansıtan eserde bekarlığa delilolarak aktarılan ayni hadisin bir başka anlatım biçooi (varyantı) hicrl 200 ta-rihini vermektedir; bu hadiste, bekarlığın belirtilen tarihten itibaren Allah tarafından hoş karşılanacağı bildirilmektedir3• Gerçek olmayan

bu geleneksel hikmet anlayışı, uzun zamandan beri hicrl dördüncü yüz-yılın zahitler topluluğu tarafından kabul edilmişti. Elbette, bu hareke-tin, Hz. Peygamberin cski hadis ve inarıçlarının aksine, o sıralarda yeni

1 Krş. Revue, C.XVIII, s. 192-196. 2 Ez-Zehebi, Mi.an e/-lıida/, I, s. 377. . 3 Kwl e/-KuWb, Kahire 1310, II, s. 239.

(2)

540 :HAYRANİ AL T1NT AŞ

yeni önem kazanan sufizm ve zahidliğe islami inançlara uygun bir temel sağlamaktan başka bir amacı yoktu. Hiç şüphesiz, bu yersiz, kötü kur-nazlık daha fazla çoğalmadı; fakat, daha önce sık sık belirttiğimiz kav-ramın delilinden başka, bize bir örnek daha sağladı. Söz konusu olan şudur: İslam'm gelişmesi sırasında ortaya çıkan eğilim ve davranışlar kendilerini onaylatmak için, Peygamberin açık sözleriyle olsun, üstü örtülü sözleriyle olsun, var güçleriyle çalışarak, Hz. Peygamberin öğre-tisine kendilerini bağlamak istemişlerdir.

Şimdi de, zahidliğin tamamlayıcı bir eleman olarak İslam'a girme-sinden önce, bu dini n ilk zamanlarından4 bize kadar getirilen tövbe ve

istiğfara ait bir kaç uygulamayı inceleyeceğiz.

Behlftl b. Zueyb adında biri, günahlarının şuurunda ve bunun etki-sinde, Medine yollarındaki dağlara çıkar; bütün insan topluluklarından uzak orada yaşar, kıldans elbiseler giyer, ellerini arkasına zincirle bağ-layarak durmadan şöyle haykırır: "Allah'ım, Ya Rabbi; İşte Behlı1l, elleri bağlanmış ve zincirlenmiş, sana günahlarını itiraf eder haldedir6."

İki yüzlülüğe karşı yapılan sitemlere gereklilik göstermek için, ffenft Kureyzalerdeki görevi sırasında gereken her şeyi yapan

Ebu

Lu-btibe vicdan azabından sarsılıyor ve vücudunu caminin sütunlarından birine bağlama ve AHah'ın kendini affettiğini belirten görünür bir işaret gelinceye kadar bu şekildekalmak cezasını nefsine zorla kabul ettiri-yor'. Müfessirler, 9. surenin 103. ayetinin tefsirini yaparken Hz. Muham-med zamanında, bazı kişilerin herhangi bir bahane ile savaşa katılma görevinden kaçmış olmalarından ötürü kendilerini ayni nefis cezasına çarptırdıklarını hadisIere dayanarak bildiriyorlar. Bu çeşit bir nefis

4 Krş. Kremer, Ge~chichle der herTSchenden Ideen des l~lam, s. 52 vd.

5 Mish, Bu elbiseler (çoğulolarak alışılagelen musuh) hıristiyan keşişlerin (ruhMn) özel. liğini belirtir; Krş. Georg. Hoffmann, Zeiı~chrifı d. duetschen morgenlaendilchen Guell~chaft,

içinde, C.XXXII, s. 760. Benzer elbiseleri taşıyan kadın keşişler de vardı. celbe~na al-mu~uh (Hasan, Divan, Tunus bas., s. 25, 7-İbn Hişiim, 1026, 7, aynı eserde el-mebadil yazar): Cerir (İbn Hişiim, s. 385,4) keşişi şöyle adlandmr: zu-l mi~heynifi-l-ku~ = hücrede kıldan iki elbiseli adam. Bu ikili ile Maverdi'deki (Enger yay., s. 277, 12) A.şa'nın bir şürinde geçen "suriyeli (ke-,işin iki elbisesine yemin ederik ki" (halefıü bi ~evbey rahibi'l-Şômi) yemini arasında bir müna-sebet kurulabilir. Eski ve yeni yeminin esrarlı bir formülü "Valid'in iki elbisesine yemin ederim ki" İbn Rüşd, de goege yay., s. 191, 12) hiilii bir açıklama bekliyor. Tekrar Krş. Yakut, II, s. 101, 8; Valıiy arayıcısı, İdol papazından iki elbise alıyor, Bu çeşitli örneklerdeki iki elbisenin devamlı zikri, M.Wellhausen'ın açıkladığı söz kuruluşu ile aynı tertibden gibi görünmüyor. He-indentum, 1. bas. s. 117.

6 O~d el.Giibe, I, s. 211, 3 vd.

7 İbn Hişiim, s. 686, aşağıda. EI-ZürkinJ, (Muvaua üzerine, II, LO342) bu konuda çe,itli hadi.leri topladı.

(3)

---

---'i

İSLAMİYETıN İLK ZAMANLARlNDA ZÜHD 541

cezası, İslam'ın ilk zamanlarında, çeşitli biçimler altında kendini göster-mektedir. Böylece, iki insan, biri diğerine bağlanm{ş olarak görülebili-yol'. Rivayet edilir ki, Hz. Muhammed, islamiyeti kabul etmiş olan

Bişr

b. Ebi Halifa'yı

oğluyla beraber bağlanmış olarak gördü. Bişr, eğer Pey-gamberin ordusu tarafından ele geçirilen mallara ve çocuklarına yeniden sahip olursa islamiyeti kabul ederek Kabe'yi oğluyla bağlanmış olarak tavaf edeceğini adamıştı: Onun islamiyeti kabulü kaybettiklerini geri verdirme sonucuyla neticelcndi ve Bişr adağını yerine getirdi. Fakat, nefse her türlü cezayı reddeden Hz. Pcygamber, onları bağlayan ipleri kesti, "Tavafı bu bağlarsız yap, bu biçimde yapmak şeytandandır" dedi8• Kendi inanışının aksi, bütün zahidlere yaraşır nefis cezalarını

ön-lemek için Hz. Peygamber tarafından kullanılan ifade diğer şartlarda da aynıdır. Mesela, bekarhğın terkedilmesi hususundaki' isteklendirmcle-rinden birinde de onun aynı şekilde ifadebini görüyoruz. Maddi yönden çok iyi bir durumda bulunmasına rağmen bekar olarak yaşamayı tercih eden Akkaf b. Vada'a el-Hilali'ye9 şu şekilde hitap etmiştir: "Bekar

yaşamakla şeytanın kardeşlerinden oluyorsun

(min

ihvani'ş-şeyatin).

Veya hıristiyan keşişlerinden biri olmak istiyorsan

(min

ruhban

en-nasara) ;

öyle ,ise, açıkça git onlarla birleş veyahutta bizden ol; bizden olduğun takdirde bizim yaptığımızı yapmalısın. Bizim sünnetimiz, ev-lenmektir. Sizin aranızda en kötüleriniz bekarlarınız ve ölüleriniz ara-sında en sefillerinizlo bekarlardırll."

Aynı biçimdeki bir başka nefse' eziyet uygulaması şair

Ferezdek

(ö. 728)'in hayat hikayelerinde bulunur; gerçekte Ferezdek'in özel ola-rak dini nitelikte hiç bir yönü yoktu. Bu şair, nefse eziyetle onu terbiye etme konusunda, ayaklarını bağlaınayı ve Kur'an-ı Kerim'i tamamen ezberlemcden önce onları çözmeyeceğini adarıı. IS. yüzyılortalarının ünlü gezgini.

tbn Batuta'nın

naklettiği bilgilerle karşılaştırılırsa bu hika-yenin yararı daha da fazlalaşır;

tbn Batuta,

Ferezdek tarafından nefs e eziyet yerine kulla:nılmış bu işlemin Yukarı Nil müslümanları tarafın-dan, pedagojik düzenleyici ceza olarak kullanıldığını görmüştür.

Batuta

8 Osd el-Gôbe, I, s. 185.

9 İbn el-Cevd (Leyden yazması, Warner, no. 1772, fol. 154 b) aynı hikaye yi kaydeder ve bu kişiyi Bişr'in o~lu Akktif olarak adlandırır.

iO Ar8::il mevıaküm. Manası şudur: bekfır olarak ölenler tihirett~ çok az kıymetlendirile-eeklerdir.

II Osd el-Gôbe, IV, s. 3. ıbn el.Cevzl'de (anılan eser) Hz. Muhammed'in kınamuı şu

ke-limelerle tamamlanır: "O halde, şeytana sataşmak ister misiniz?",

12 bk. "Husey'a divfınuına yazarın giriş yazısı (Zeitsehr. d. deutsehen morgenl, Gesels., C. XLVI, 8.22, not

ı.

(4)

542 HAYRANİ ALTINTAŞ

şöyle anlatır: "Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek için büyük çaba sarfediyor-lar. Bayram günü kadıya gittim; çocuklarını zincirlenmiş görünce ona dedim ki: "Onları serbest bırakmayacak mısın?" Şöyle cevap verdi: "Onları Kur'an-ı Kerim'i ezberden öğrendikleri takdirde serbest bıra-kaeağıml3•

Söz konusu edilen örneklerden biri, bizi şu şekilde düşünmeye yö-neltmektedir: hac mevsimi, zahidliğe eğilimli dindarlar ile, nefse eziyetle onu terbiye etmek isteyenler için, zahidlere yaraşır isteklerin tatmine elverişli en iyi zaman olarak kabul edilmektedir. Öyle görünüyor ki, İslam'dan önce de görülen, en yayılmış adak şekillerinden biri de, bazı uzak bölgelerden hareketle yaya olarak Mekke'ye gitme girişimidir. Benzer adaklar, sonraları İslam'da daha sık görülen bir çehreye bürün-düler ve bu adakların yerine getirilmelerine dair hükümler gerçek bır ~'casuistique" ortaya çıkardılar!4. Birçok seneler, kesintisiz, haccı yaya ve çıplak ayakla yapmalS, esirıerin boşanması veya serbest bınikılma-ları adakbınikılma-ları yanında, bir yeminle kutsaııaştırıimış olan vaadlerin bozııı-maları halinde yapılan tövbe gibi kabul edilir. Böyle bir adak, aynı cins-ten olan diğer adakJara nazaran, bozulmaması en çok gereken, fakat ak-sine yapılması daha çok zorunlu halolarak bilinmektedir!6.

İslam tarihi, Kabe'yi tav af ederken burnuna bir halka geçirmek suretiyle kendilerini deve gibi yöneten kişileri de tanımıştır. Benzer halkaları kullandıkları yularlarla tesbit etmek için, ilk önee burnu del-mek (sakatlamak) gerekiyordu. Hz. Peygamber, şöyle diyerek bu deve yularını kendi eliyle koparmıştır: "Allah'ın, kendisine duyulan aşk için, insanların kendilerini bu biçimde sakatlamalarına ihtiyaç yoktur!7.o' Emevi halifesi Abdülmelik (684-705)'in zamanı~a uygun düşen hika-yelerin bazısında bu çeşit sakatlanmaların gerçekten uygulandığına dair bazı kanıtlar bulunabilir. Bedevi bir arap şeyhi, Çöı hayatından vazgeç-tikten sonra, kendisini ve arkadaşlarıııı:daha önee yaptığı kötülükler için tövbe etmek ve nefislerine, eziyet için de bUlUnlarında deve halkaları ve yünden elbiselerle (tövbe giysisi), hac yapmaya zorlar!8. Bu garip ve gülünç kıyafetlerle kutsal evi tavaf ederler.

13 Vayage. d'/bn Baıutah, Defremery et Sanguinetti yay., LV,6. 422.

14 Muı'aııa, II, s. 3,:2-337. Bu ada formülüne (dört adımda Kabe) Osd el-Glibe, V s. 537'de

de rastlanır.

LS Yakôbi, Tarih, Houtsma yay. II, s. 505, 13; 509, 14-Agani, X, s. 141, 10. 16 Taberi, III, s. 603.

17 Buhari, K. el-/man, 29. Hz. Peygamber aynı sözleri, böyle bir adak sonucu )'aya 0111-rak ve oğullan tarafından böylece yönetilen bir ihtiyara da yöneltmiştir. (Tirmizi, I, s. 290).

18 Aganl, XI,s. 61-Krş. Nöldeke, Zeitsehr, içinde d. deutsehen morgue\. Ges., XLVIII,

(5)

İSLAMİYETIN İLK ZAMANLARINDA ZOHD 543 Bu zamanın tövbeyle ilgili uygulamaları arasında bir diğeri ilgimizi çekmektedir: sukfıı adağı. Bizcc, çok muhtemelolarak, tıpkı rahbaniyal9

nın diğer uygulamaları gibi, zahidlere yaraşır bir davranış olan bu söz söylemekten çekinmek adağı da hıristiyan kaynaklıdır. Hz. Muham-med'in bile onu görmüş olmaH muhtemeldir. İslam'daki Hz. İsa'nın do-ğumunu anlatan hikayelerden çıkartılabilineeek olan şudur: Hz. Mu-hammed, Hz. Meryem'e bu tür hir susma adağı nisbet etmektedir; öyle ki, Meryem yeni doğan çocuk üzerine sorulan sorulara kendisi cevap veremez; sadece çocuğu gösteren işaret yapar ve çocuk insanlarla ko-nuşur20• Ziihidlerce önerilen bu az konuşmanın lehindeki hükümlerı!,

bu konuda isteyerek yapılan bir şeyolmaksızın daha çok Hz. İsa ile ilişkilidir. "Hz. İsa'ya denildi ki, gerçekten cennete ulaşmak için bize bir yol göster; ve o, şöyle cevap verdi: bütün hayatınız boyunca, kendinizi konuşmaktan alıkoyunuz (Iii ıenıiku ebeden)". Hz. İsa kendisine inanan-lara şöyle dedi: "Allah'a ibadet (el-ibiide) on kısımdır, onun içinde do-kuz tanesi vardır ki süki'lt (el-sam ı) la elde edilir, bir tanesi de insanlar-dan uzaklaşmakla kazanılır (el-firar min en-nas)22.

Şimdide bu konu ile ilgili olarak İslam'ın en eski zamanlarından alın-mış bir kaç misali görelim: Hz. Peygamber zamanında EbU lsrailadında

bir adam zühd eğiliminin ilk temsilcisi olarak göstermyor. Bu hadisin acaipliği ve bu kişinin gerçek adı konusundaki birbirine zıt veriler, EbU

İsrail'in gerçek bir şahsiyet olmasından daha ziyade zi1hid tipi olabile-ceğini farzettiriyorlar. Her ne olursa olsun, deniliyor ki, bir gün Hz. Peygamber sahabi/eriyle konuşurken diğer insanlarla birlikte gölgede durmayıp aksine güneş altında ayakta duran bir adam gördü. Bu aciiip adamın kim olduğunu sorduğunda kendisine onun Ebu

1

srailolduğu ve devamlı olarak oruç tutmayı, hiç konuşmadan güneş altında ayakta dur-mayı adadığını ve bu~un için böyle davrandığını söylediler. Hz. Peygam-berin hadislerine ait belgeler, böyle durumlarda Hz. Peygamberin za-hidlere yaraşan adakların yapılmasında onu yapan sahabilerine karşı bu davranışı şiddetle reddeden sözlerini kapsarı3.

19 Hristiyan kesişlerinin hayatındaki bu çile uygulamalanna ••it izlenimler için bk. Leekı, . History of European Morals, II, s. 23.

20 Kur'an-ı Kerim, Meryem 27-30.

21 Hiç şüphesiz bu buyruklarla, edebi açıdan toplanmış bulunan ve daha ziyade iran et-kisinden ge!en büyüklerin sözünü ayırdetmek gerekir; bu sözler arap edebiyatında oldukça çok miktarda bulunur, ayni cinsten olaıı ata sözleri ve deyimler gihi, mesela koııt H. de Castries'nin

Les Gnames de Sidi Abd eroRahman el-Ralıman el-YIedjedoub'u (Paıis 1896), s. 57-60.

22 Gazzali, lhya, Vlum ed-Din, III, s. 108 in soııunda.

23 Muvalta, II, s. 337; Buhar!, K. eı-lman, 110.29; Süneni, Ebi Davlid, II, s.ı95; Danml,

s. 39; i\'evevl, Wüstenfcld yay., s. 650.

(6)

544 HAYRANİ ALTINTAŞ

Enes b. Malik, cuma günleri oruç tutmanın24 ve konuşmaktan

çekin-menin

(velii ukellim ehaden)

iyi olup olmadığını sorduğu zaman, Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: "Ramazan orucu günlerine rastlamadıkça cuma günleri oruç tutmayacaksın2s• Az konuşmaya gelince, senin insan-ları faziletle davranışlara, hayırlı işlere teşvik etmen, kötülenmiş, AI-lah'ın istemediği hareketlerden onların korunmasını sağlaman, onlarla konuşmamaktan daha iyi, daha hayırhdır26,"

Arapların cahiliye çağına kadar varan adetlerin hala yaşayışlarıyla ilgili hadisleri topladığı bir bahiste, Buhari, şunları kaydeder: Hz. Ebu Bekir,

Zeytıeb

adında, Ahmas kabi!esinden olan ve Mekke'de ikameti sırasında hiç bir söz söylemeksizin kesintisiz bir sükfi.t hali yaşadığı söy-lenen bir kadından konuşulduğunu işitti. Bu kadın hac sırasında konuş-mayacağını

(hacc musmitaten)

adamışti. Ebu Bekir, bunun bir dinsizlik adeti

(min amel el-cahiliyye)

olduğunu söyleyerek kınadI2?

Hattabi (ö.998) de cahiliye devri' araplarının

"i'tikaf"28

sırasında yirmi dört saat müddetle29 konuşmama ilkesini kabul ettilerini'

nakle-der; fakat bu bilginin gerçekten doğru olduğunu kabul etmek mümkün

görünmüyor. '

Yukarıda aktarılan örneklerden sonuç olarak şunlar çıkartılabilir: Zühde ait çekinmeler ve İslam'ın başlangıcında dindar kişiler tarafından uygulanan, nefse cziyetle onu terbiye etme ça~aları arasında konuşmak- . tan çekinmek de bulunuyordu; bunun için en uygun zaman hac ibadeti idi. Gerçekte bu ibadet, başlangıcından itibaren çeşitli cins zühd hare-ketlerine ortak edildi30• Hatta daha sonraki zamanlarda da görülen, hac

sırasında konuşmama zühdü tamamen ortadan kaybolmadı.

lbn

Baıu-ta, Mekke'ye seyahati sırasında, Mekke'ye hacı olmak için gelmiş ve yıllarca kimse ile konuşmadan orada kalmış ve ~u yüzden

el-samiı

la-kabını alınış Ebu Bekr el- Şirazi adında birinden bahsediyor3!. Burada,

Ahmas kabilesinden olan Zeyneb'in gecikmiş bir taklitcisini görmekteyiz. 24 t8lam'ın ilk zamanında, bazı kereler bir zühd hareketi olarak et yemem~ davranışını görüyoruz. Taheri'de çok ilgi çekici bir örnek vardır, I.e, 8. 2924,9. Peygamberin sahabilerinden biri abi el-lahm (eti rededden kimse) olarak adlandınhr. Osd el.Gtibe, V. s. 286.

25 Bu konuyla ilgili olarak bk. Reveu des Eludes Juive, XXVIII. 8. 83. 26 Rôgıh el.t8fehôni, Muhtidaral el-UdeM', Kahire 1287. II. 3.266. 27 Kiıab el.Mentikib el-Enstir, 26 (Krehl yay., III, s. 117).

28 Kremer, Herr sebende tdeen des tslam, 8. 55. 29 nakL. Nevevi, Kiıab el.Ezkar, Kahire 1312, B. ıBO.

30 Hae ibôdetine ortak edilen bu tür uygulamalann, dini özellikleri üzeıine, Robert.on Smith'in Lectures on the religion of ıhe Semites, içindeki teori.in~ bakınız (I, s. 481-485).

(7)

İSLAMİYETİN İLK ZAMANLARINDA ZüHD 545 Hatta dhid topluluklarımn dışında, dindar kişilerin biyografile-rinde az konuşan olmak en üstün fazilet olarak !ık sık görülmektedir. Onlarda şu sıfat sık sık bulunur: kesir el-samt (çok sessizlik). Halife

i.

Muaviye'nin çağdaşı ve zamamnda en büyük kulolarak değerlendiri-len32 dindar ilahiyatçı Rebib Huseym, yirmi yıl müddetle dünyaya ait hiç bir söz (keltim el-dünya) kullanmadığından ve her gün kullandığı kelimeleri en iyi bir biçimde kaydederek, kullanmasında kendini özgür hissettiği çok az sözün de titizlikle hesahım tuttuğundan ötürü övülür33. Benzer davranışlar, daha sonraları, dindar insanların ve meşhur sufile-rin biyografilesufile-rinde de bulunur. Onlardan en meşhurlarından bir tanesini belirtmek için,

13.

yüzyıl başlannın müslüman Mısır'ımn büyük şeyhi Ahmed el-Bedevi34yi zikretmek kafidir. Bedevi Nil deltasmda, Tanta'da

açtığı işyerinden önce, gençliğinden itibaren halkla yaptığı ticaretten uzaklaşmıştı; gözlerini göğe dikmiş bir halde bakardı, çok gerekli haIler hariç konuşmak içİn ağzını açmıyordu; başkalarıyla ilişkisi sadece işa-retlerle idi35• Sufilerin hayatlarından bahseden kitaplar benzer

misal-lerle doludur.

Bununla birlikte, başka birçok konularda bir kısım insanları diğer-lerini geçmeye teşvik eden mutasavvıf ahlakçılar36 bu konuda, olgunlu-ğa yönelen insanlara, hayattan uzaklaşmanın yanında, olgunluğa (ke-mal) ulaşmada en üstün bir araç olarak devamlı sessizliği (sükut) salık verirlerse de37,bu, onlarda asla "bir tarikatın belli başlı bir ilkesi" haline gelmemiştir; Konuşmaktan devamlı olarak çekinme hali tarikatların hiç birinde, bu şekilde hiç bir yerde bulunmaz. Tarikatlara giren birçok müridIere görevolarak düşen "murakebe"nin özel tabiatı ise, sadece, zaman zaman, helirli bir sürede bütÜn toplumsal hayattan uzak kal.

32 İbn Cureyc, Kilab el 1şıikak, s. 112.

33 Gazzal!, lhya. III, s. 108. Bu, R. Bahya ibn Pakiıda'nın "Hobos helıebahos (ferai: el.

kulUb)" adlı kitabında belirttiği davralUş kuralı ile aynı manada anlaşılmış olması bir tesadüfün

60nucu değildir: "gün boyunca ticaret ve insanlarla ilişkide ağzından çıkan her şeyi hatınnda-tut ve eğer onları bir tarafa kaydedebiJirsen yaz". O. Kaufmann ve Rosinin gÖ6terdikleri gibi R. Bahya pek çok kere Gazzall'ye bağlıdır. Burada da buna dair bir delile sahip olmuş oluyoruz.

34 Krş. Revuc. C. II, s. 303'.

35 Ebu'l-Feth el-Avfi, lbıiga el-Kurba (Bufilerin biyogrnfileri), Layipzig Üniversite ki. taplığında yazma, D.C. No. 1115,fol. 151 b.

36 İmameddin ümevl (ö. 1362), sufilerin el kitabında, 8ükfıtun salık verilmesine karşı çıkar. Bu konuda, Ebu Ali d-Dekkak'ın şu sözlerini nakleder: "Sükfıt eden ve hakikatı söyle. meyen dilsiz Şeytan gibidir". "tyiliği gizlemek veya kötülüğü söylemek, ikiside birdir". Hacel

e/-Kulrib (Kfıt el-Kulıib'un arkasında basılrnıştır) Kahire 1310, C. II, s. 253.

37 GazzaH, Bidayel el-Hidaye, aynı kişinin Minhiic e/-Abidin adlı eserinin sonunda, Ka-hire 1306, 6. 57: el.U:/el ve Mülazamel e/.Saml.

(8)

546 HAYRANİ A~TlNTAŞ

mayı gerektirir (mesela, çile). Halveti dervİşlerinin tarikatı, adını bu tür bir yere kapanmadan (halvet) almaktadır. Bu tarikata katılanlar bazan kırk günlük bir süre müddetince hücrelerine çekilirler ve bu süre içinde her gün oruç tutarlar. Bu tarikatın Mısır'da bulunan diğer mürid-Ieri ise, üç günlük bir "halvet"e çekilirler. Bu "halvet", tarikatlarının kurucusu Şeyh e1.Demirdaşi'nin doğum yıldönümüne (mevlid) rastlar ve aynı kişinin mezarına ait caminin bitişiğinde bulunan hücrelerde ge-çer. Bu zaman içerisinde, onlar, sadece beş vakit namaz için camide görünürler; ibadet ve tarikat gereği sözlerin dışında konuşmaktan kendi-lerini alıkoyarlar. Eğer bir başkası onlara soru sorarsa "La ilahe illailah" tan başka bir şeyle cevap vermezler. Aynı şey, kırk günlük "halvet"

sırasında da olur38• Diğer taraftan, halvet haline ve o halde kullanılan

yönteme karşı gelen tarikatlar da vardır39• Bilgilerimize göre, bu tari.

katların hiç birinde hıristiyan "Trappist" tarikatlarındaki gibi sükııt

kaidesine rastlanmaz. .

Bununla birlikte, bu tarikatlarda, kendi otoriteleriyle fazladan bir ilkeyi tarikat müridIerine kabul ettiren kişiler bulUnabilir. Şam'da

1873

yılı sonbaharında rastladığım bir dervişin çok canlı hatırasıriı unutamıyorum. Bu uzun, bakımsız saçları çıplak vüeuduna inen bir kişi idi. Her sabah Ümeyye (;amii yakınındaki pazarda görünüyordu; herkes ona bol bol sadaka veriyor ve azda olsa korkulu bir saygı gösteriyorlardı. Onu diğer dilenci dervişlerden ayıran şey, namazda kullanılan kutsal kelimeler dışında Allah kelimesinden başka bir kelimc söylemeyişi idi. Bu birçok yıllar böyle sürdü. O sadece bu Allah kelimesini çok çeşitli şckilde, çeşitli makamlarla söylüyordu; bu söyleyiş şekli bazan bir istek, bazan bir çığlık veya bir rica veyahutta bir red anlamında idi. Dış dünya ile olan bütün ilişkileri bu bir tek kelime de özetleniyordu.

38 Lanc, Manners and customs fo the modern Egyptians, 5. bas., I, s. 209.

39 Bu konuda Muhammed cl-AraM ibn cl-Silih'in Bunynt el-Müstefid (Kahite 130,ı, s.

Referanslar

Benzer Belgeler

(5) Almanya, Avusturya, Yugoslavya, Japonya.. tır ve Medenî Kanun da sadece sözleşmeden bahsettiğine göre, mül­ kiyeti muhafazmın yazılı şekilde yapılması gerektiğini

Ancak, al­ kol hakkında tatbik edilen bir çok memleketlerdeki durum ve biz­ deki tatbikat aksaklıkları göze alındığı takdirde; bir çok yerlerde olduğu gibi alkol alma

selerin tembeller yatağı haline gelmesi, vakıf gelirlerinin tahsis key­ fiyetleri unutularak Devlet ricaline intikal ettirilmeleri haklı ten­ kitlere sebep olmuştur. Yeni bir hukuk

Yargıtay kararları (Prof. Osman Fazıl Berki): Hacir dâvasının Türkiye'de görül­ mekte olan boşanma dâvasına müteferri olması itibariyle Türk mahkemesinde

Birinci Dünya Savaşı, kaynağı ve mahiyeti itibariyle millî menfaat­ lerin mevcut karşılıklı politik - ideolojik bağlara üstün geldiği ge­ leneksel anlamda bir millî

Hukuk Dairesi emekli Başka­ tibi Hilmi Ergüney Temyiz Mahkemesinin devletler hususî huku­ ku ile ilgili kararlarını biraraya getirmişler, bu suretle devletler hu­ susî

Bu ntice, miras sistemlerinde Devlet de dahil olmak üzere, bütün kanunî mirasçılar lehine cüz'îde olsa mahfuz hisse (kanunî pay) ayrılmamış olmasından doğmakta­ dır.

Ancak bu ihtiyaçların ve onları tatmin edecek malların mikdarlarının, çeşitlerinin evelden ve ka­ ti olarak takdiri, ihtiyaçlarla istihsal arasında muvazenenin temi­ ni