HER.GÜN
V i -
r
U v
ardından Cadı için
Çallı öldü.
Dostlar gönüllerine b a k la lar, köylü çocuğu olan Çaıiı- rnn, oralarda bağdaş kurup, oturduğunu görürler.
Çünkü o; tabloları kadar ışıl ışıl renkli hayatını İstan- bulda ve orada yaşayan dost
larına vermişti. O; İstanbul lu dostlanmn süsü, kokusu, nüktesi idi.
Üstün zekâsı ile beraber, derin saflığı zaman zaman sivrileşen dili, Çallı demekti i Topraklara verdiğimiz gün den sonra dahi, onu yine gü- lümsiyerek hatırlıyor ve anı yoruz.
Altın - Gümüş
Bir akşam «Çamlıca kulü bünde»
idik-Bir taraftan poker oynanı yor, bir taraftan Aperatif a- lınıyordu.
Çallı bir aralık acıktı, lis teyi gözden g e ç ic i, garsona seslendi:
— Bir gümüş! Takıldık:
— Maaşallah, ağzından gü müş düşmüyor!
O, bol kahkahalarından bi rini attı, oyuncuları işaret etti:
— Bırak Ertuğrul Şevket! Herkesin avuç avuç altın sarf ettiği yerde, fakir Çallı’cık da gümüş harcasın!
Mübarek
Cemal Nadir’le
Ankaradaydok, Çallı, Nafıa Vekâletinin duvar tablolarım yapıyordu.
Akşamları da, «Baba» de - nilen bir meyhanede buluşu
yorduk-Cemal Nadir de, Ankaraya gelmişti. Hemen ayni kim - seler, ayni yerde yemek yi - yorduk.
Sadri Ertem, bir muziplik yapmak istedi. Çallıya dedi ki:
— Sen Cemali, daima kü çümsemişsin.
Cemal Nadıir, bu söz açı mından, istifade etmek iste di:
— Dostlar, dedi. Size bir hikâye anlatayım:
Ben, Bursada, bir köy res samı İdim- Hangi seviyede olduğumu öğrenmek sevdası na düştüm. Yaptığım resim leri kime göstereyim? O za manın gazetelerinde, isn t her gün çıkan, bir büyük res sam var: Çallı İbrahim!
Kalktım, tablolarımı aldım, masraf ettim, İstanbula gel dim. Çallı’yı buldum, bunıa
ona gösterdim. Bana dedi ki:
«Oğlum, sen ressam ola - m azsm !...»
Cemal Nadir, müstehzi bir eda ile hepimizin suratına
Köylünün «Efendimiz» ol - duğu hakkında, vecizeler be yan edilmiş.
Çallı, sırtında frağı, Anka ra Palastan çıkmış.
Asfalt dökmekte olan köylüler, kaldırımlarda uyu yor.
İçkili Çallı, köylülerden bi rini uyandırıyor, dürtüyor, geçen hususi arabaları gös - teriyor:
— Kalk adam! diyor. Uşak lann geçiyor!
Saray
Çallı İbrahim, Tophane ci varında, bir gece yansı, kal
dırımlara uzanmış.
Polis, yakalamış, merkez memurluğuna götürmüş. Bu sarhoş kim? Soruşturma; — İsm in ne? — Çallı. — Ne iş yaparsın? — Akadem isyen!
Polisler, şaşırmışlar, sor - muşlar:
— Nerede oturuyorsun? — Fındıklı sarayında] Deli olduğuna hükmedil -diği için, sabaha kadar di vanhanede yatmağa mecbur
edilmiş.
Çallı, yine dostlariyle bir anıda oturuyordu.
Söz, o zamanki Akademi müdürü, ressam Namık İs
mailden açılmıştı.
Çallı İbrahim, birdenbire cuşu huruşa geldi:
— Devlet gibi adam! diye bağındı. Kuvai berayye ve bahriyeleri var!
çünkü, Namık İsmail, o devirde, az imkân sahipleri nin üstüne çıkmış, bir kotra ve otomobil sahibi olmuştu!
baktı.
Çallı, kadehinden bir yu dum içti ve şöyle dedi:
— Ben, Cemal Nadire, res sam olamazsın, dedim, kari katürist olamazsın dem-ediYr k ü ...