I b ' J I
Dört
ünlü
sanatçımız
o günlen
a
..
Röportaj: BAHA PİR
TİYATROCULARIN gecede 3-4 lira kazandığı ve Ramazan
ayını iple çektikleri devir!.. 0 zamanlar Şehzadebaşı’ndaki “ Fe-
rah Tiyatrosu” nu tutan Kel Hasan’ın, on yaşındaki Fehmi
ye gece 5 kuruş verip keman çaldırdığı eski Direklerarası!.
R
UMEN kemancı Manol’un ya
nında
önce
bedava çalışan
Fehmi Ege’nin, Manol’un fazla pa
raya dayanamayıp Adana’ya kaç-
masıyle küçük yaşta başkemancı
olup orkestrayı idare ettiği tarihî
Şehzadebaşı! O devirde tiyatro sa
natının bütün ilkelliğine rağmen ca
nım dişine takıp, Ramazan ayında
biraz daha fazla para kazanabilmek
için haftada bir, yeni piyes çıkaran
Bedia Muvafıhit, Vasfi Rıza ve di
ğerleri...
Ve ünlü romancı Reşat Nuri’nin
bir Ramazan gecesi, hem de koyu
bir dram seyrederken şahit olduğu
gülünç bir olayı alaylı dille anlatışı:
— “Hiç unutmam, çocukken bir
Ramazan gecesi Mınak dramların
dan birini seyrediyordum. Galiba if
lâs eden yahut her nasılsa servetim
kaybeden bir kont iki kızını kolları
na alarak, “ Evlâtların, artık bu
mükellef salonları terk etmek lâzım”
diye bağırarak mülevves bir “Ka
mera” perdesini eliyle göstermişti!
Yanımda oturan bir bahriye zabiti
yüksek sesle: “Siz hiç merak etme
yin. Ben size altmış kuruş aylıkla
bundan iyi bir ev bulurum” diye eğ
lenerek etrafmdakileri kahkahalarla
güldürdü.”
Elli - altmış yıl öncesinin Direk-
lerarası aynı zamanda bir piyasa ye
riydi. Dadılarının koruyuculuğunda,
feracesinin altından göz süzüp etra
fı ürkek ürkek seyreden küçük ha
nımefendi, fesini yana devirip ka
dınların arasından sıyrılarak geçen
delikanlı seli, bilhassa
Ramazan’m
gelişiyle Direklerarası’nda devamlı
akıp dururdu... Bu aylarda şimdiki
Şehzadebaşı’nda sinemaların bulun
duğu gezinti yeri Beyazıt Camiine
kadar uzayıp gider, her tiyatronun
kapısında orkestradan birkaç ele
man
nefesli
sazlarım
üfleyerek,
“Herkes gelsin” diye bağırırdı.
DİKKAT: Bulmacanın soldan sağa doğru olan üç sırasında sual sorulmamıştır. Yukarıdan aşağıya gelen kelimeler yardımı ile bu üç sıradaki sözleri ve meydana getirdikleri cümleyi bulunuz.
SOLDAN SAĞA i
1— Para, kredi ve kambiyo işleri yapan kuruluş.. Su ve çamur birikintili geniş sâha.. Bulanık suyun kapta bıraktığı çö kelek, 2 — Bir oyun.. Bir hastalık.. Er kek adı, 3 — Rubidyum’un simgesi.. U- j nutma. Saygı veya ly/ma, 4 — Suali so- i rulmamıştır, üş kelimedir ve açıklaması S DİKKAT notundadır, 5 — Herkesin lâ- j net ettiği. Kamer. Cerahat. Fayda'nın i bir söyleniş şekli, 6 — Film yıldızı E. j Taylor'un kısa adı.. Bir peynir cinsi.. Ta hıl yığını. Ad. 7— Orta Japonya’da bir kent.. Beyzî.. Çello çalan.. Bir nota, 8 -— Lantan’ın simgesi.. Bir ünlem.. Ceylân.. Kudret.. Lâhza, 9 — Suali sorulmamış tır. iki kelimedir ve açıklaması DİKKAT notundadır, 10 — Kartlaşmış.. Emânet ler.. Alkol almış vaziyette, 11 — Kil ile karışık kireçli toprak.. Sodyum’un simge si.. Göz (eski terim).. Bir batında doğ muş iki kardeş, 12 — Bir nota. Küçük torba.. Delik kapayan ptp'ça.. Suçu ba ğışlama.. Bir nota, 13 — Genişliği.. Bü yüme veya gelişme.. Nikelin simgesi.. Utanma.. Kötü, 14 — Nezaketli.. Bir radyo markası.. Türler, .15 — Oniki par maktan ibaret uzunluk ölçüsü.. Çember içindeki alan.. Bayan adı, 16— Suali so rulmamıştır, üç kelimedir ve açıklaması DİKKAT notundadır, 17 — Sâhip.. Bir renk., ilâve.. Bir ağaç Siyah, 18 — ö n adı Maurice olan ünlü bir kompozitör.. Tasdik.. Üzerinde yemek yenen eşyanın çoğulu.
YUKARIDAN AŞAĞIYA ;
1 — Birine medyun bulunmak (veya bor ca girmek) kötüdür anlamında bir söz (üç kelime), 2 — Bir yılan cinsi. Veba nın diğer bir adı.. Temel kanun, 3 — Neodimin simgesi.. Parlatma maddesidir. Noksansız.. Açıklama, 4 — Yasaya uy gun.. Yüksekliği az.. Yerine kullanma, 5 — Hatay’da bir ova adı. Tiyatromuzdan
ünlü bir soyadı.. Siyah, yeşil, kırmızı vs.nin genel adı.. Tavukların yumurtla dığı yere konan yumurta biçimi taş ve benzeri şey. 6 — Hiç bir zaman. Bir yü
zü uzun tüylü kalın ve ağır battaniye.. Ensiz, 7 — Dağlık arâzide düz sâha.. Ümit et.. Marazlar veya hastalıklar. 8 — Tarihte bir devlet adı.. Sık sık olan.. Tez olarak, 9 — Aydınlatma.. Sofa. Bir be zelye cinsi. 10 — Su. Nefer. İnce ve sık dokunmuş tüysüz yün kumaş.. Esnâ.. İlâç. 11 — Orta boy demir çivi. Dokun
ması seyrek bir çeşit ince bez.. Bitim noktası, 12 — Yardım paralan.. Bir hay ret sözü.. Hisseler (sehim çoğulu), 13 — Uzak.. Göze hoş gelmeyen.. Gönlünü ala rak oyalama, 14 — Kendini yaşayışında iyi bulma duygusu.. Kısa radyo temsili., Sunulan mektup veya dilekçe gibi kâğıt, 15 — Şartlar.. Bir yarış kayığı.. Gemi ha- latftun gevşetilip boşa bırakılması, 16 — Bir ilimiz.. Çevik hareketli.. Yüz kilog ram ağırlığında bir tartı birimi. 17 — Çayır bitkisidir.. Bir ilimizin halkı (ço ğul). Karakter. 18 — Birbirinden çıka rak çoğalma. Düzen, kural.. Dağ selvisi.
ÇÖZÜMÜ 10. SAYFADA
★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ijjyt'Ar ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★
L DUMBULLU.
E
LLİ BEŞ yıllık sahne hayatının tam 40 yılını Dırek-lerarası’nda geçirmiş Ortaoyunundaki Kavuklu’nuri
son temsilcisi İsmail Dümbüllü, şimdi 74 yaşında ol masına ve nefes darlığından şikâyet etmesine rağmen yine hançeresiııi eski Ramazan manicileri gibi rahatlıkla kulla nabiliyor.
“.Ramazan geldi dayandı, camiler nura boyandı. Top atıldı kandil yandı, cümle Müslim buna inandı.” ^Çocukluğunda ünlü Kel Hasan’ı ve Şevkiye May’ ın ba bası Şevki Bey’i seyrede seyrede bu mesleğe merak saran yılların Dümbüllü’sü, anne ve babasının tiyatrocu olmasına şiddetle muhalefet etmesine rağmen bu işten bir türlü vaz geçememiş...
Kel Hasan’la 37 yıl, sonra sırasıyle devrin ünlü komik leri Naşit, Fahri, Şevki Beyler; Ali Rıza, Çolak İbrahim, İmam Hakkı ve Karagöz Hüseyin Efendilerle yanyana sah neye çıkan İsmail Dümbüllü;
“ O zamanın eğlencesi bugünkünden kat kat daha iyi ve mebzuldü! Meddah Sururi iki saat sahnede tek başına kalıp halkı oyalar, eğlendirirdi... Şimdi seyirciyi tek başına 1 saat oyalayacak biri çıksın dişimi kırarım” diyor.
Manicilerin mahalle aralarında davullarla gezinip, ti yatrocuların kapılarını birkaç gün önceden kapayarak bü yük bir temizliğe giriştikleri günlerde, bütün sanatçıların Şehzadebnşı’nda "Çıtak İbrahim” in kahvesinde toplandık larını söyleyen Dümbüllü...
“ O zamanlar patronların kesesinde para vaudı! Şimdi ki gibi bono değil... Bizler Ramaza’n’dan önce Ferah Tiyat- rosu’ nun yanında, “ Çıtak İbrahim” in kahvesinde toplanır,
tiyatro patronları da heyetin maaşlarına mahsuben, iş baş lamadan önce avalıs dağıtırdı. 'Ramazan’ da tiyatro binaları nın halkın yüzüne gülmesi için, içi dışı blaştan aşağı sili nirdi. Direklerarası’ nda seyirci önce sahneye bakardı, son ra gardrop gelirdi, yani artistlerin giyinişi! O zamanlar set- yirci karşısındaki oyuncunun tıraş olup olmadığına dahi dikkat eder, ayakkabılarına varıncaya kadar her şeyini bir bir süzerdi.”
Bir Ramazan gecesi, "Ferah. Tiyatrosu’nda sahnedey ken, salondan fırlatılan yarım bir salatalık İsmail Dümbül- lü’nün burnunu yalayıp yere düşmüş! Önce bir şaşırmış, sonra halkın salatalığı atan müşteriyi yuhaladığını işitince rahat bir nefes almış. Tuluat bu malum, hazır cevaplık sa natı! Aniden toparlanıp ellerini havaya kaldıran İsmail Düm- büllu. herkesin çok iyi tanıdığı o tatlı kısık :tesiyle, taşı gediğine oturtuvertniş:
— “ Yok yok ona bağırıp yuhalamayın... Kendi buraya gelecekti, işi çıktı gelemedi... Kartvizitini yolladı!..”
BEMA MUVAHHT
0
DEVİRDE sahneyeçıkması bile bir olay olan yılların
sanatçısı Bedia
Muvahhit, bakın nasıl,
konuşuyor:
— “ Ahh, o eski Rama zanlar!., Biz, tiyatro sanat çıları, biraz daha fazla para kazanabilmek için bu
mübarek ayın gelmesini
âdeta iple çekerdik. Direk- lerarası’nın ünlü “ Ferah Tiyatrosu,, o zamanlar do lup. dolup taşardı. Eskiden tiyatrocuların çalışması da bir âlemdi doğrusu. Öyle şimdiki gibi bir piyesi aylarca filân oynamak bir hayaldi. Bir piyes, bir hafta afişte kalınca, bu büyük bir başarı sayılırdı. Biz, o zamanlar paylı çalı şırdık. Yani yevmiye usu lü. Ama Ramazan’ın gel mesiyle yevmiyelerimiz de alabildiğine yükselirdi. Bunun sebebi de tiyatro
nun dolup taşmasından
ileri gelirdi.
Son birkaç yıldır Rama zanların sanat yönünden sönük geçtiğini bildirer Bedia Muvahhit, eski Ra mazanlarda halkın tiyatro ları tıklım tıklım doldur duğu halde, şimdi herkes bu ayın gelişiyle tiyatro lardan elini, eteğini çekti ğini söylüyor.
Bedia ıVIuvanhıt, sahnede başından geçen ilgi çekici bir olayı ela şöyle anlatıyor:
— “ Ramazan’da gece - gündüz demeden oynardık.
O sıralarda Galip Arcan- ın bir adaptasyonu olan "Hızıraleyyüsselâm,, ile benim adaptasyonum olan “ Müjde,, yi oynuyorduk. Her iki piyeste perde, bir çiftin yatakta sevişmesiyle açılıyordu. Birinci piyeste
partönerim Kemal Gür-
men, İkincisinde ise Vasii Rıza'ydı. Her iki piyeste
baş kadın rolünü ben
oynadığım ve iki piyesi
aynı gün içinde birkaç
defa tekrarladığımız için çok defa şaşırıyordum. Ya
nılmıyorsam, bayramın
üçüncü günüydü. Perde
açıldı, bir ara şaşırdım. Acaba hangi piyesi oyna yacaktık? Çünkü iki piye sin de ilk sahnesi yatakta geçiyordu ve ben, rol icabı âşığımla sevişiyordum. Bu arada bir de sabahları öğ
rencilere oynuyorduk.
“ Hızıraleyyüsselâm,, ile “ Müjde,, aynı şekilde ya takta başladığı için bay ramın üçüncü günü bir ara
durakladım. Jönprömiye-
lerden Kemal ile Vasfi’yi şaşırmıştım. Ben, birinci piyesin lâflarını söylemeye başlamıştım ki. yanımda yatan delikanlının Vasfi olduğunu neden sonra fark ettim ve seyirciye hiç belli etmeden, usulca Vasfi’ye “ Affedersin.,, deyip, bu sefer büyük bir heyecanla “ Müjde,, yi oynamaya baş ladım. Direklerarası’ ndaki bu hatıramı ömrüm boyun ca unutamam.,,
VASFİ RIZA ZOBU
e
lREKLERARAS'.’nıyaşamış olan ti yatroculardan Vas fi Rıza Zobu, o günleri şöyle anlatıyor: — “ İnanışı bütün olan Müslümanlar için mübarek olan Ramazan ayında, biz
tiyatrocuların ne güna
mübareklendiğini geçen
zamanların oyuncuları bi lir, On bir ayın üçünde, dördünde... Haftanın tek günü ve gecesinde ve her seferinde yeni bir piyesi sahneye koymak zoru ile geçen hasılatsız ve avare günlerden sonra, “ Rama zan geliyor.,, dendi mi, Direklerarast’na fcjr nur yağar tiyatrocuların, yal nızca tiyatrocuların mı ?
Sâzendeler, hanendeler,
karagözcüler, kuklacılar... Hepsinin içine bir ferahlık gelir, geçim sıkıntısından asık kalmış suratlar güler yüze dönerdi.,,
Hazırlıkların daha bir ay evvelinden başladığını söyleyen Vasfi Rıza Zobu, terziye elbise, kunduracıya ayakkabı . ve gömlekçiye mintanın Ramazan’da ya pılacak hasılata karşılık veresiye ısmarlandığını, Bayram ertesi içe çökecek
ödeme acısının ise bu
günlerde duyulup, düşü-
nülemediğini söylüyor. Ramazan’ın sona erişini ise hislenerek şöyle dile getiriyor:
— “ Ama Ramazan’ı bi- tirip Bayram’fn üç gününü
de tamam edince, ne ti yatrosu, ne seyircisi orta lıkta görünür, ne de ak törü kalırdı. Oyunsuz. ha- sılatsız, bir derviş tevek külüyle ayları geçirir, ge lecek Ramazan’m ümidiyle avunurduk. Şimdi mübarek
ay geliyor, geçiyor da
yılın her gecesini seyirci önünde geçiren tiyatrocu ların zihninde, ibadetten ve o ibadet ayının ismin den bgşka bir şey kal mıyor.,,
O devirde kadınların
sahneye çıkması ve de
erkeklerin yanında piyes seyretmeleri başlı başına
bir mesele olduğu için
Zobu, Perşembe günleri
gündüzleri kadınlara, ak şam da erkeklere ayrı ayrı oyunlar oynadıklarını söy lüyor.
Ama bütün baskıya,
polis kovuşturmasına rağ men, bundan sonra “ Bur- hanettin Topluluğu,, nda Seniye, “ Yeni Sahne,, de,
Şaziye (Moral), Münire
(Neyire Neyir), 'Bedia
(Muvahhit), “ Millî Sahne,, de Huriye, Hikmet, Ruhat gibi Türk kadınları Afife- yi izlemişlerdi.
Türk kadınının sahnede gerçek yerini bulması yine
Cumhuriyet döneminde
gerçekleşiyor. Cumhuriyet in ilânı olan 1923’den hemen sonra Bedia (Mu vahhit) , “ Othello,, da,
Nazire Hanım ise “Balo
Kaçakçıları,, nda önemli rolleri yükleniyordu.
B
EŞ kuruş yevmiyeyle Direklerarası’nda keman çalmaya başlayan 60 yıllık müzisyen Fehmi Ege’nin hâlâ kendine ait bir evi yok! Pek çok ünlü gazino, gece kulübü ve Atatürk’ün sık sık mânevi kızı Ül-
kü’yü yanma alıp geldiği Tepebaşı’ndaki eski “ Garden Bar” dahil, çalışmadık yer bırakmayan, “ Riyaseticumhur Köşk
Orkestrası” nın dahi şef muavinliğini yapan Fehmi Ege, 10 yaşında adımını attığı Direklerarası’nı şöyle anlatıyor:
— “ O zamanlar 9 yaşında bir çocuktum. Direkleraraat- nın ünlü tiyatrosu “ Ferah” da Rumen kemancı ManşRün yanında ikinci kemancı olarak bedava çaJışıyoıtdum. Rama zan ayının içindeydik. Manol Adana’dan güzel bir teklif ahnea “ Ferah Tiyatrosu” nu bıraktı ve aniden İstanbul’ u terketti...”
İşte, Rumen kemancı Manol’un kaçışı Fehmi Ege’nin işine yaramış, tiyatronun sahibi Kel Has-.\ Şehzadebaşı Kalenderhane mahallesinde oturan küçük. Fehmi’nin bir ak şam kapı sini »çalarak;, ona-tiyatrosunda* iş-» vereceğini* söyle miş! O zamanlar 10 yaşında ya var ya yokmuş Fehmi Ege. Ünlü Kel Haşan küçük Fehmi’nin eline kapı aralığından bir 5 kuruş da avans sıkıştırınca, minicik müzisyen iyice şevke gelerek günde 5 kuruşa keman çalmaya başlamış.
Manol’un yokluğundan istifade eden Fehmi Ege, tiyat ronun orkestrasının da şefi olmuş bir anda. Kadınlara çal dığı zamanlar başındaki minicik fesini yana eğer fiyaka ya parmış, sonra da ipince de bir gözlük oturturmuş burnuna. Kel Hasan’ la bir anısını şöyle anlatıyor:
— “ Ferah Tiyatrosu'nda üç perdelik bir piyes bazan zamanından önce biterdi! Seyirci az ya da iyi olmayınca.
Kel Haşan rol arkadaşlarına sahnede bir işaret çakar ve S perdelik piyes biraz kırpılarak 2 perdeye indirilirdi! Ben piyes devam ettiği sürece, seyircinin arasından geçilen bir boşlukta oyunun bitmesini bekler ve saate göre hareket ederdim. Bir giin yine piyesi erkan bitirmiş olan Kel Ha şan, sahnede yana yakıla beni aramaya başlamış. Ben ne den sonra orkestranın başına koşarken, o hâlâ seyirciye falan aldırış etmeden “ Çağırın şu gözlüktü piçi” diye ba ğırıyordu. O zamanlar büyüğe, ustaya saygı vardı. Hiç se simi çıkarmadan kemanı elime aldım ve finali yapıverdim.” Alaturka, alafranga dahil nefesli nefessiz tam 20 saz! rahatlıkla çalabilen Fehmi Ege, telleri kopmuş Direkler- arası’nda kullandığı kemanını da hâlâ saklıyor!..
“ Radyo çıktı, insanlarımızda müzik âleti çalma isteği de yok oldu. Şimdi radyonun düğmesini çeviren “hoşuna gi den müziği dinleyebiliyor. Eskiden öyle miydi... Güzel şarkı söyleyip müzik âleti çalamayan bir genç kızın evlenebilmesi bile güçtü...” diyor.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi