• Sonuç bulunamadı

Rabia Hatun"u bulduk:Aramızda yaşamış ve kısa bir zaman evvel ölmüş alan Rabia Hâtun’a (!) bu ad niçin verilmiştir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rabia Hatun"u bulduk:Aramızda yaşamış ve kısa bir zaman evvel ölmüş alan Rabia Hâtun’a (!) bu ad niçin verilmiştir"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Z M M M iım ıij« tıt « M « ıım » ıt M if« M < m < iM iım ııı« < tm t a tm t m ıııt m m » m iH tıtik m ıt» ııım « ıt * M '‘<(M*ıw 3

İ

BİR

SIRRI

Ç

i

* W M »m »W M m m w*n»wım w«Mwww»H«iKttwıiMiıwH

“Rabia Hâtûn,, u bulduk

Aramızda yaşamış ve kısa bir zaman evvel ölıııiiş

alan Rabia Hâtun’a (!) bu ad niçin verilmiştir ?

Şeker Bayramının ikinci günü, elini öpmek üzere I. Hami beyi evlerinde ziyaret ettiğim zaman zihnim mütemadiyen, Râbia - Ha­ tunun esrara bürünmüş hüviyeti etrafında cereyan eden münaka­ şalarla meşguldü. Kendilerinden; bizi aydınlatmalarını istirham et­ sem.. diyorum!. A m a nasıl? Ser­ best konuşmayı bu mevzua inti­ kal ettirmek için ne yapmalı? O - da kalabalık.. Başka misafirler var! Onun bu meselede takındığı tavrı ve gösterdiği hassasiyeti bi­ le bile, böyle çok «sansasyonel» bir suali ortaya atmağa cesare­ tim yok! Herkesin yanında konu­ şacağını hiç tahmin itmiyorum,

işte ben böyle kararsızlık için­

de bocalayıp dururken misafirler­ den bir zât yüksek sesle tecessü­ sünü ilân ediyor! Hepimizin

trces-<

süsü.. Müşterek tecessüs!. İçim­ den derin bir «oh!» çekiyorum.

(2)

M tıeım ıiı

BİR S I R R I ÇÖZÜYORUZ \

iHimiHTOumınııııımMmiKiMHHMiHMimmtımmmmî

âtumı bulduk

Aramızda yaşamış ye kısa bir zaman evvel ölmüş

olan Rabia Hâtun’a (!) bu ad dört kız kardeşin

dördüncüsü olduğu için verilmişti

Röportajı Hazırlayan:

Meniioğtu Necdet

Bu sual; az önce cereyan et­ mekte olan mühim bir münaka­ şayı takiben ve o kadar beklen­ medik bir şekilde ortaya atılmış­ tı ki, henüz tesiri zail olmıyan mü nakaşanm verdiği yarı dalgınlık içinde tam bir «sürpriz!» havası yaratmaktaydı. Kısa bir sessizlik oldu.. Bütün gözler merakla I. gır bir sesle şöyle konuştuğunu duydum:

«— Pek iyi, anlatayım..» Bütün vücudumu garip bir ür­ perme dolaştı. Heyecandan boğa­ zımın kuruduğunu hissettim. D e­ mek, senelerdir dağılması bekle­ nen esrar bugün çözülecekti.. Bu­ na. 1. Hami beyi tetkik ettiğim za­ man iyice kanaat getirdim. Çok azimli görünüyordu. Deminki en­ dişemin tamamen yersiz olduğunu ve katiyen aldandığımı anladım. Tatlı bir aldanış. î. Hami bey se­ sini yükselterek meclisimize az önce katılan H. Hüsnü Erkilet Paşaya hitap etti:

* Paşam, dedi. Şimdi sîzlere birkaç şiir okuyacağım. Bakalım, nasıl bulacaksınız?» Sonra başını hafifçe arkaya yasladı, gözlerini sabit bir noktaya dikti ve bir müddet o durumda kaldı. Râbia- Hâtunun hazinedarı» Onun en na­ dide ve en kıymetli «inci dizileri» ni seçmek için hâtırasını yoklu - yordu.

I. Hami Beyin ağır ağır, ahenkle okuduğu ilk iki kıt’a şu idi:

I

Bir kâsedür alav dolu gönlüm yanâ yanâ M en tâ senün yanımda dahî has-retem sanâ Yağlar dökende söndiiremez âte­ şimi sû Sunsan elümle kaanumu içsem. kanâ kanâ

II

Olsamdı hen semâ olsandı sen hevâ Alsamdı men seni demdem nefes nefes Olsandı sen zaman olsamdı men mekân Eflâki dolduran bir aşk olurdu bes Bunu, henüz hiç bir yerde in­ tişar etmemiş birbirinden kuvvet­ li iki nefis kıt’a daha takip e tti(l) Derin bir hayranlık içindeydik!. Bu ne ifade kudreti ve inceliği, bu ne orijinal ve munis dil idi böyle!.

A yni potada eriyen birbirine karışan duygular ayni aleve tutu­ şan hisler! V e buram buram, gönül buhurdanında tüten «Büyük he­ yecan» hepimiz sözbirliği etmiş gibi «çok kuvvetli! fevkalâde., ha­ rika!.» diye bağırmışız..

I. Hami bey devam ederek: iş­ te, dedi. Bu şiirleri bana atfetmek

istiyorlar.. Halbuki, bunları ben yazmadım. Şimdi geri tarafını size «vekilim» anlatsın., diye, yanında oturan yeğeni avukat Hakkı beyi işaret etti. Dinliyenlerde bâriz bir hareket.. Nazarlar onun üzerinde, şimdi!. Heyecan son raddesinde!..

Sır çözülüyor!.

Hakkı bey, konuşmağa başlıyor: Efendim, diyor. Ben de dün (6 a - ğustos 948) muttali oldum; da­

ıo a ş taran ı mel de)

yım anlattı: Bu şiirleri rahmetli yengem Nâzan hanımefendi yaz­ mış..

Hayretler içindeyim! Demek hislerim beni aldatmamış..

0 , devam ediyordu: Yengemin garip denilebilecek bir tabiatı vardı. Bir kere pek mütâvazı idi. Bir kaç dil bildiği, bir çok ilim­ lere âşinâ olduğu halde hiç bun­ dan bahsedilmesini istemez- sev­ mezdi!. Bu meselede de öyle ol­ muş. Şiirlerin kendine ait olduğu­ nu ne kimseye söylem iş- ne de söyletmiş. Öyle ki, bunun, ebedi­ yen gizli kalması için dayıma; kendi başının üzerine yemin etti­ riyor!. işte, benim bildiklerim bunlardır.

1. Hami bey: Ben de şimdi bu şiirlerin doğuşuna ait hâtıraları nakledeyim, diyor.

Vaktiyle. Selçukîlere dair bir kaç hikâye yazmak istemiştim. Bunlardan biıi plâtonik bir aşk macerası idi. Birgün.. hikâyeyi kendi havasına uygun bir kaç şi­ irle süslemeği arzu ettim ve bu fikrimden rahmetb Nâzan’a bah­ sederek; ondan bunları yazması­ nı rica ettim. O, bana: yazarım, dedi. Am a bir şartla!. Benim yaz­ dığımı hiç kimseye söylemiyecek- sin. Başımın üzerine yemin eder misin? Böyle güzel bir gaye uğ­ runa bunu çoktan göze almıştım. Tereddüt etmeden yenim ettim. V e o gün bana; demin size oku­ duğum «Bir Kâsedür alav dolu gönlüm yanâ yanâ» diye başlıyan kıt’ayı yazdı verdi. Onu teşvik e- diyordum. Bunu, diğerleri takıp etti!.

Ben, bu şiirlerin bir kısmım Râbia - Hâtûn imzasiyle neşretti­ ğim zaman alâka ile karşılandı. Herkes benden Râbia - Hâtûn hak kında malûmat istiyordu. Tabiî, hakikati söylememeğe yemin etti­ ğim için daima kaçamaklı cevap­ lar veriyordum. Bu durumun za­ manla bana tahmil ettiği ağır yü­ kü tahmin edersiniz.

Herkesi aldatıyordum ve buna çok üzülüyordum. Daimî bir ıstı­ rabı vicdanî içindeydim.

Burada biraz durdu.. Sigarası­ nı tazeledi. V e sonra bu mevzu etrafındaki hâtıralarını anlatmıya

başladı:

— Geçen yıl yazın Göztepede i- dik. Birgün Fahreddin Kırzıoğlu ziyaretimize geldi. Elinde «Erzu­ rumlu Bilginler» adlı bir kitap vardı. Bu kitapta Râbia - Hâtûna da mühim bir 5'er ayrılmış ve be­ nim vaktiyle neşrettiğim bir kaç şiir dercolunmuştu- Müellif kita­ bına; bir ressama yaptırdığı uy­ durma bir de Râbia - Hâtûn res­ mi koymağı ilımal etmemişti. Rab metli Nâzan bu resmi görünce gülmekten kendini alamamışta. Fakat fazla renk vermedi!

Bu hâdiseden bir müddet son­ ra - yine Göztepedeki evin bahçe­ sinde birgün.. İsmail Habib bey, birkaç misafirle otururken konuş­ ma dönüp dolaşıp Râbia - Hâtûn mevzuuna intikal etmişti. Berm u- tad sorguya çekilmek üzereydim. ’ Konuşmaları, bir kenarda kayıd- sızsız bir gülümseme ile dinliyen Nâzana «Ah! hep bu İşleri başı­ ma getiren sensin» der gibi., öyle melûl melûl bakmışım ki I. Habib bey az kalsın herşeyi sezecekti. Bereket kendimi çabuk toparla­ dım. Bir keresinde de Atsız, dik­ katle yüzüme bakarak: Râbia - Hâtûn Nazan hanım mı? Yoksa-, diye sordu.

Tabiî ben şiddetle reddettim. Bu mevzu etrafında anlataca­ ğım hâtıraların içinde hiç şüphe yok ki şu şimdi nakledeceğim hâ­ tıra en mühimi; ve fakat en acı ve hazini olanıdır: Nâzan’m has­ talığı ilerlemiş, en hâd devresi­ ne girmişti. Ümit yoktu. Onu te­ selli etmek, neşelendirmek için herşeyi yapıyorduk, işte bugün - lerdeydi.. yeni yazdığı bir şiiri o- kunuyordu. I. Habib beye hitap ederek: «— Habib bey, dedi. Bu Râbia - Hatunun son şiiridir.» Konuşma, çok elîrn bir safhaya girmek istidadındaydı. Derhal mü dahale ettim. Şaka ve lâtifeye bo­ ğarak mevzuu değiştiı-iverdim.

Öyle görünüyordu ki yalanda öleceğini anlamıştı. Hakikaten bu şiir, onun son eseri oldu,

işte böyle!.. Ona verdiğim y e ­ mine sadık kaldım ve herkese se­ le le r boyunca yalan söyledim durdum. Bu hakikati biç kimse bilmez. Hattâ kızkardeşleri bile..

Yeğenim de dün öğrendi. H. Erkilet paşa burada: «yemi­ niniz, Nâzan Hanım vefat ettiği için artık..» diye söze karıştı.

I. Hami bey hemen tasdik ede­ rek: «Evet, dedi, doğru!. Ben de bunun için artık beni ziyadesiyle üzen bu vaziyete bir nihayet ver­ mek istiyorum. Herkes lıakikati bilmeli!» Bu sözleri söyliyerek a - yağa kalktı, bizi çalışma odasına davet etti. Orada kütüphanesinin çekmecesinden çıkarttığı bir mek­ tubu H. Erkilet paşaya uzatarak: «Paşam, dedi. Lütfen mektubun şurasını okur musunuz? Bu mek­ tubu Nâzan, 5 sene kadar önce kızkardeşimi ziyarete gettiği za­ man Ankaradan yazmıştı..

Paşa, I. Hami beyin parmağıyle işaret ettiği yeri okudu. Orada şu cümle vardı: «Bugün aynanın kar şısına oturduğum zaman, orada Râbia - Hatunu gördüm.» Bir iki satır aşağıda da merhumenin en kuvvetli şiirlerinden biri bu­ lunuyordu. 23 Kasım 943 tarihini taşıyan bu kıymetli ve tarihî mek tup misafirlerin elinde dolaşırken I. Hami bey son olarak şu sözleri söyledi:^ «Râbia - Hâtûn... Rah­ metli Nâzan’a bu imzayı ben seç.- tim. Bunun da sebebi vardır. N â- zanlar tam beş kardeş idiler. Ve Nâzan kardeşlerinin «döndüncü» süydü.. işte, «Râbia» buradan ge­ lir.».

Râbia - Hâtunun içli ve hazin hikâyesi burada bitmişti. Gözle­ rinin dolduğunu hissettim. Göz­ yaşlarını gizlemek için başımı ya­ na çevirdiğim zaman etajerin ü- zerinde Nâzan Hanımın, hayır yanlış söyledim, Selçukî Râbia - Hâtunun, tâ kendisin gördüm. Ba­ na öyle geldi ki. bu süslü çerçeve içindeki asil ve munis çehreli ka­ dın; eski tarz giyinişi, başında o- yalı, işlemeli muhteşem bembe­ yaz başörtüsüyle yirminci asırda yaşayan Nâzan Hanımdan ziyade onüçüncü asırda yaşamış bir Sel­ çukî Sultanıdır. V e sarayının pen- çeı-eşinden şefkatle, kendisini al­ kışlayan milletine bakmaktadır.

(1) Bu kıtalar ve diğer bütün şiirler Aile Derpişinde neşredile­ cektir,

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

tartışma şu şekilde sürdürülür: Seküler dindarlık ve yeni dinî eğilimlerle ilgili çeşitli araştırmalar, tarihi dinlerin modern inanç sistemlerinin bazı bölümlerinde

tested(testⅠ).In the second regiment, chlorella (0%,1%, 5% and 10%)was added to the diet for feeding the hyperlipidemia in rats, and the hypolipidemic effects of chlorella

Inadvertent intra-arterial administration of propofol can be a possibility during induction of anesthesia in a patient with an anomalous radial artery located in the anatomical

Kerkük Kazâsı’na tâbi (…) Karyesi’nden (…) Aşîreti’nden Seyyid (…) evlâdlarından sâdât-ı kirâmdan Seyyid Hüseyin ve Seyyid Rüstem ve Seyyid Sefer ve Seyyid Ahmed

Ordu-merkez köyleri ve ilçe köylerine ait (Ordu, Fatsa, Çatalpınar, Kumru, İkizce’nin köyleri) hiçbir işleme tabii olmamış kırsal içme suyu

Örneğin Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı “Prostat Kanseri Klinik Kalite Ölçme ve Değerlendirme Rehberi”ni yayınlarken Sağlık Teknolojisi

bakış açısı benimsense de somut yer ve zaman aynı kalmakta, düğün gecesi okur için ‘zamanın sıfır noktası’nı oluşturmaktadır.” cümlesi Tezel için

Geçen hafta nihayet tüm &#34;mi ş gibi yapmalar&#34; bir kenara itildi ve Bush ve Maliye Bakanı (Goldman Sachs eski genel müdürü) Paulson, piyasalara doğrudan müdahale etmeye