• Sonuç bulunamadı

En doğru rota ve "Türke doğru"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "En doğru rota ve "Türke doğru""

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

....1...

* * * * *

Kültür sütunları

En doğru rota ve

“ Türke doğru

Sağlam, olgun, ile

ri ve bütünlüğü i-

çinde hem som, hem orijinal bir Türk­ lük... İsmail Hakin Baltacıoğlunun

mü-99

[

Yazan:

Fazıl Ahmed

letimiz iğin, kurduğu ideali düsturlamak istersek şu işaret ettiğimiz vasıflara bir

kayıd daha katmak gerektir. O da,

«milliyet, fikrinin «medeniyet, anlamına

engel olmaması, «medeniyet, tekniği

İçinde de Türklük özünün kavrulup

küllenmesine hiç bir suretle yol bıra­ kılmaması inanıdır. Evvelki yazılarımız­ da anlatmağa çalıştığımız gibi, bu idealin gerçekleşme reçetesi şöyle kısaltılabilir:

Herşeyde Türke doğru! Fakat daralıp

sıkışarak değil, genişleyip derinleşerek! Kör taassubun karanlığına tıkılarak de­ ğil, tekmil kültür ışıklarını Türklük bil- iûrundan süzerek...

Bu ana İnanda Baltacıoğlu ile yanyana

olmaktan şeref duyarım. İnanı varlık-

landırmak konusunda sayın arkadaşımı­ zın Ibize açtığı bütün caddeler üzerinde de düşüncem onunla beraber yürüyor. İptida dildeki tüıkçülük sahifesine ba­ kalım; müellif şöyle demektedir:

«Bir dil, yabancı kurallardan ve keli­ melerden soyulur ve kendi kurallarına uygun olarak, açık olarak yazılır. Fakat bu dil, henüz öz dil, halk dili değildir. Bütün canlı varlıklarda olduğu gibi, kalıp herşey değildir. Bir de ruh vardır. Bir dil, ne zaman kendini yaratan hal­ kın kafasına, hayat felsefesine, güzellik anlayışına göre yapılırsa o zaman millî dil, öz dil olur. Dil herşeyden önce bir kalıp değil, herşeyden önce bir vicdan­

im. Dil türkçülüğünü iyice anlıyalım...» Şu toplu, özlü sözlerin içinde bir cüm­ le var ki altını çizdim. Baltacıoğlu «Dil bir kalıp değil, herşeyden evvel bir vifc- dandır» demekle, dikkatimizi dil davası­ nın en önemli noktasında durdurmuş o - \uyor. Onun dediği gibi, dil bir kalıp an­ lamı içine dökülüp dondurulamiyacak mefhumlardandır. Çünkü o son derece «dinamik» bir olgudur ve gene Baltacı- oğlunun dediği gibi bir vicdandır. Şu

halde? Sanıyorum ki dil şuurumuz

‘ üıkçülük temel fikri üzerinde, nekadar zengin, yaygın, kavrayışlı ve cesur bir «vicdan, sahibi olursa, kültür kazancı­ mız o ölçüde büyüyecektir. Onun içindir kİ, dil ileriliği, zenginliği, orijinalitesi gibi mefhumları dar anlayışların kasvetli bodrumlarında küflendiımekten kaçın­ malıyız. Ve geleceğin beşer irfanı içine basılacak Türk damgası demek olan bu güzel, öz ve taze dil zevkini, ferah ve cömerd ideallerin yaylalarında havalan­ dırmalıyız. Dava çok büyüktür ve kö­ künden kazanılmıştır. Ancak onun dalı budağı, konuşma konusu olarak seçilince söylemekliğimiz gereken fikir sayısızdır. Makalemizin kadrosu, öyle uçsuz bucak­

sız bir bahsin tekmil kapılarını çalma­ mıza yer bırakmaz. Lâkin üstünde ina­

nımızı perçinlemek istediğimiz nokta

Baltacıoğlunun dediğidir. Yani «Dilde

Tüı-ke doğru» yürüyüş...

Romanda, şiirde, millî tiyatroda, mi­ maride, hukukta Türke doğru nasıl gide­ biliriz?.. Baltacıoğlu bu uzun meseleye kısa ve kesin cevablar veriyor. Saygı ile itiraf ederim; arkadaşımızın yazdığı ce- vabların hepsi, evet veya hayırla sonla­ nacak pek değerli düşünce çekişmelerine can verebilir. Ve kanaatimce böyle de olmalıdır. Baltacıoğlunun, kısa ve kıtık- sız bir dolu kitab içine kotardığı davala­ rı, düşünce muhitimiz, gereken doygun­ luk ve açıksözlüliikle karşılamazsa ya­ zıktır. Dilerim ki orada ve burada şöy-

lece bir dokunup geçtiğimiz meseleler

ayrı ayrı ayıklansm.. Çünkü hepsinin

başka birer önemi var. Ben bugün şim­ diye kadar lâkırdısı bile pek az edilmiş, adeta konu dışı sayılmış, bir bahsi aç­ mak

istiyorum-Bir millî kültürün çevresi dışında kal­ mak değil, ortasında yer almak gerektiği halde sözü bile pek geçemiyen bu konu­ ya Baltacıoğlu elini koymuştur ve bu

konu, evde Türke doğru, mobilyada

Türke doğru, yani bir kelime ile ana

kucağında ve baba ocağında Türke doğ­

ru gitmek nüktesidir. Evet ana yur­

dunda, mobilyada, dekorasyonda biz;

gördüğümüzde, oturduğumuzda, kalk­

tığımızda, döşeyip dayadığımızda biz ol­ mak meselesi.. Şu satırları beraber oku­ yalım:

«Bir odam olsaydı. İki yanını alçak

sedirlerle döşeseydlm. Sedirlerin üstüne Kırşehir halıları atsaydım. Ot yastıkla­

rın üzerine Mucur halılarından kılıflar geçirseydim. duvarlarına Mustafa Rakı­ mın celilerinden ve Yesarî taliklerinden levhalar assaydım. Levhaların çerçeve­ lerini gül, karanfil, lâle motifleriyle be­ zenmiş renk renk Türkmen yağhklarüe örtseydim. Tavana bakan uzun rafların üzerine işlehıeli bakırdan şahaplar ve tencereler koysaydım. Tepe camlarından al, mavi, yeşil ışıklar süzülseydi v.sc...»

Bir roman nesri, bir hayal «kaliçesi»

üzerinde yürüdüğünüzü sanmayınız.

Tam aksi!. Baltacıoğlu, bütün Garb de­

korasyonunu, bütün Avrupa evciliğini

bilerek ve düşünerek söylüyor: «Dedelerimiz, Türk evlerinde oturu­ yorlardı. Biz Türk evinde değil, Fran­ sız, Alman, İngiliz, Amerikan evlerinde

oturuyoruz. Dedelerimiz yuvalarını

Türk balçığı ve Türk samanile örmüş­ lerdi. Biz evinin çamurunu, hamurunu yâdelleıden getiren soysuz kuşlar gibi-'

yiz. Niçin böyleyiz? Aklımız mı yok,

zevkimiz mi yok, geçmişte ev örnekle­ rimiz, an’anemiz bugünkü ihtiyaçlarına göre yerli ev tipini yaratacak muhayyi­ lemiz mi yok?»

«Millî edebiyat, millî mimarî, millî ti­ yatro istiyoruz; gene bu hakla millî bah­

çe istiyoruz. Bize Avrupalı şaheserler

değil,

millî

şaheserler gerektir, proble­

mimiz şudur: Türk bahçesi nedir? Bele­ diyelerin, hastanelerin, okulların bahçe­

leri gözönünde bulundurulursa denile­

bilir ki memleketimizde frenk bahçesi

vardır. Fakat Türk bahçesi yoktur...» Devam edelim:

«Mobilya millî benliğimizden bir par­ çadır. Eski Türkler, Türke aid herşeyi

Türkleştirdikleri gibi mobilyayı da

Türkleştirdiler. Zaman geldi ki mobilya zevkimizin kapılarım yabancılara açtık.

Onlar da, bize sağlam yerine çürüğü,

güzel yerine süslüyü, Türk yerine roko­ koyu verdiler. Mobilyamız gibi zevkimiz

de bozuldu. Oturduğumuz, yaşadığımız

yerlerde, evimizde, yatağımızda bizden

başkalarını gördük. Eğer hürriyet deni­ len hal varsa, bir de mobilya hürriyeti

olacaktır. Mobilya hürriyetimizi ancak

millî mobilya getirecektir. Biz bu hürri­ yeti istiyoruz!»

Şu samimî olduğu kadar derin ve bil­ gin sözlerde, Baltacıoğlu, geleceği ko- racak millî terbiye davamızın en canlı direklerinden birini gözlerimizin önüne dikti ve kendimin ta Umumî Harbden- beri güttüğüm bir iddiayı kafamda ye­

niden yaşattı. Arka­ daşımın imanlı kale­ minde şahlanan bı erkek fikri, tâ 1911 tarihindenberi, değe ı-ine inan bağladığım ve dilimin döndüğü kadar yaymağa ça­ lıştığım bir ana mesele sayıyorum.. Evet, iyi düşünmeliyiz, biz ki «istiklâl» anla­ mını bütün kavramında dileyen bir var­ lığız. Toprağımızın siyasetinde, ekono­ misinde pek haklı olarak dilediğimiz c mefhumu, nasıl olur da ruhumuzda, yan manevî ülkemiz olan zevkimizde, vicda­ nımızda bir yana bırakabiliriz?. Nasıl o- lur da, Beyoğlu caddesinin camekânla- rında sallanan gündelik süprüntü mec­ mualarından her hafta yeni bir moda di­ lenciliği ederiz? Bizim kendi ayırd kud­ retimiz yok mudur? Müstakil Türk mil­ letinin zevki, çeşid çeşid reklâm ve pro­ paganda kâğıdının sömürgesi midir?. Bi­

zim mütefekkirimiz, artistimiz ve işçi­

miz hiç bir şey arayıp bulamaz mı ki düşkün «levanten» keyfinin ve zevksiz­ liğinin türlü gösterilerini çapul etmeğe kalkalım?. Asla ve kat’a!.

Miskin, kötürüm kafalarla, yatalak

enerjilerin şerefsiz, korkak ve pinti u- yıışukluğuna râmolmıyacak bir anlayış gençliği, bu yurdun bağrında büyüyor. Sinirlerimizi kanile, canile koruyan bu unsur, elbette ruh istiklâlimizi de zev- kile, irfanile müdafaa edecektir!

Fazıl Ahmed AYK AÇ

Referanslar

Benzer Belgeler

Mimarlık talebelerimizin yur- dun muhtelif köşelerinden bilgi ve me- tndla hazırlıyacakları bu gibi özlü me- saiyi memleket enzarına zaman, zaman arzetmelerini gönül ne

Şimşir, Ermeni Meselesi 1774-2005, Bilgi Yayınları, İstanbul 2006; Muhittin Nalbantoğlu, Rus Yarbayın Ağzından Türklere Karşı Ermeni Vahşeti Dün Türkiye Bugün

Mondros Mütarekesi’nin hemen akabinde Kastamonu ve çevresinde millî teşkilâtlanmaya gidilmiş, kısa sürede Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kastamonu Şubesi

işte bunun içindirki, ilerisini gayet iyi gören Atatürk, 1 Kasım 1934 günü Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada özellikle Türk Millî Musikisi üzerinde

1 Mustafa Argunşah, Dil Yarası, Türk Ocağı Kayseri Şubesi Yayınları, Kayseri 2006, s... Cumhuriyeti de bu dönemde kurulmuştur- “dil” mefhumunun milletleşme ve millî

Aynı alan içinde birden fazla örgün ve/veya yaygın eğitim kurumunun bir arada bulunması halinde eğitim kampüsü kurulabilir ve bunların ortak ihtiyaçlarını karşılamak

 Üretim sürecine katılan bütün üretim faktörlerinin elde ettiği gelirlerin toplanmasıdır. 

 Otonom harcamalardaki bir artış, denge gelir seviyesini, çarpan katsayısı oranında artırır:.  Çarpan katsayının 1’den büyük olması