• Sonuç bulunamadı

Bir yıldönümü:Türkiyenin yaşama kabiliyeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir yıldönümü:Türkiyenin yaşama kabiliyeti"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

* Türkiyenm Yaşam a Kabiliyeti

Z. «»k alp

Hıza Tevfik Bey, geçende neşrettiği bir makalede bu muharebe ne­ ticesinde Türkiyenin yaşamak kabiliyetine mâlik olduğu hakikatinin in­ kişaf ettiğini söylüyordu. Bana göre Türkiyenin mukavemetini anlamak üzere yalnız Timürleıık zamanına kadar değil, daha eski zamanlara ka­ dar çıkmak lâzımdır. Selçukî Devletinin muhtelif şubeleri az zaman son­ ra birer birer münkariz olduğu halde muhtariyetini muhafaza etti. Demek ki Ana'doluda (yaralanmaz-Invulnerable) bir Türk devleti daha eski za­ manlardan beri mevcuttu. Osmanlı Devleti eski bir Türkiyenin yeni bir sülâle halinde devamından başka bir şey değildir. O halde Türkiyenin ni­ çin yaşamak kabiliyetine malik olduğunu anlamak için tetkikata daha es­ ki zamanlardan başlamak iktiza eder.

Hukuk-u âmme kitaplarında (Devlet-Etat) üç unsurdan mürekkep olarak kabul edilir : Ahali-population. aıazi-territoire, hükûmet-gouver-

nement. Türkiye Devletini bu üç nokta-i nazardan tetkik edelim :

1 — Ahali; Anadoluda sakin bulunan ahali, Türklerin Oğuz kavmine

mensuptur. Oğuz kavmi yirmidört boydan mürekkep bir ildir. Bu boylar­ dan birincisi (Kayı) boyudur ki Osmanlıların zuhurundan evvel yazılmış olan (Câmiü’t-Tevarih) in beyanına göre kadîm bir zamanda Hakanlık, bu boya aitti. Sonradan hakanlık (Salur) boyuna ve daha sonra da (Kınık) boyuna geçmiştir. Kınıklann hakimiyeti demek Selçuk saltanatının teessü­ sü demektir. Çünkü Selçuk sülâlesi Kınık boyuna mensuptur. Selçuk Dev­ leti Iranda, Irakta, Suriyede yalnız birer hanedan suretinde hüküm sürer­ ken Oğuz boyları bu kıtalarda yerleşmiyor, Anadoluda toplanıyorlardı. Çünkü öteki ülkeler Müslüman kavimlerle meskûn bulunduğu için bir ci- had sahası olamazdı. Halbuki o zaman en iyi darü’l-cihad Gürcistan ve Rumistan ülkeleriyle hemhudut olan Azerbeycan ve Anadolu ülkeleri idî. Dede Korkud Kitabında Oğuzların Şarkî Anadoluda Gürcülerle ve Rum­ larla ne suretle muharebe ettiklerini ve yeni bir Devletin esasını kurmağa ne suretle hazırlandıklarını görüyoruz. Bilâhare Irakta ve Suriyedeki Türk- menler de Anadoluya gelmeğe başladılar. Oğuz kavmmin yirmidört boyu­ na mensup Türklerden hemen birçoğu Anadoluda toplanmıştı. Bu Türk- lere bazen Oğuz bazen de Türkmen namları veriliyordu. Bunlar lisan hu­ susunda Şarktaki (Çite) Türkleriyle Şimaldeki (Kıpçak) Türklerinden az- çok ayrılmışlardı. (Çite) Türklerinin torunları bugünkü Özbekler, (Kıp­ çak) Türklerinin torunları bugünkü Tatarlardır. Demek ki Anadoluda

(2)

top-— 34 top-—

lanaıı Türkler lisan ve adat itibariyle birbirinden farklı Türk şubelerine mensup gayri mütecanis bir heyet değil, belki esasen bir aile mahiyetinde olan Oğuz Türklerinden mürekkep, gayet mütecanis bir ahali idi. Bunlar Koıkud Kitabında gördüğümüz Oğuz Türkçesiyle mütekellim bulunduk­ ları gibi âdet ve ananeleri de (Oğuz Töresi) namıyla aralarında müşterek­ ti. Anlaşılıyor ki Anadoluda yazılmamış kuvvetli bir harsa malik, müteca­ nis bir Türk kavmi sakindi. Anadolu Selçukîliği bütün kuvvetini bu milli kitleden aldığı gibi Osmanlılık ta temelini bu feyizli millette bulmuştur. Harzemşahîler İran Selçııkîliğini ortadan kaldırdıklaıı zaman yalnız bir idare teşkilâtını ortadan kaldırmışlardı. Çünkü bu idare teşkilâtı altında ona istinatgâh olacak bir Türk milleti yoktu. Nasıl ki Cengiz Haniler de Iranda, Irakta ve Suriyede birçok Selçukî Atabeklerini ortadan kaldırırken ayni işi yapmış oluyorlardı. Fakat Anadoluda önlerine muallak ve temel­ siz bir Türk Devleti değil, köklü ve yaralanmaz bir millî gövde çıkmıştı.

Moğol devleti bu milletin yalnız arz-ı tâbiiyyet etmesiyle iktifaya mecbur olmuş, millî saltanatlarını yerinde bırakmıştı. En sonunda bu Sultanı kat î bir surette kaldırdıkları zaman bu işin hükümsüz olduğu bilfiil ortaya çık­ tı. Çünkü Anadoludaki Türklük (Kınık) boyuna mensup bir sülâle yerine

(Kayı) boyuna mensup başka bir sülâleye tâbi olmakla yine eski devleti bu defa payitaht Garbın müntehasında bulunduğu için Moğolların teca­ vüzünden daha ziyade mahfuzdu. Bir Devlet kendisine mahsus bir millet yaratamaz. Halbuki bir millet mevcut oldukça daima bir devlet doğurabi­ lir. Yani bir millete müstenit olmıyan bir takım devletler mevcut olabilir. Fakat bunların hayatı gayet süreksizdir. Çünkü böyle bir Devlet bir hane­ danın efradıyla lıadem ve haşemde kaimdir. Bıı idari teşkilat izale olunun­ ca Devletin yerinde yeller eser. Çünkü bu Devletlerin ahalisi başka kavim- lere mensup oldukları için başlarında tevali eden hükümetlerin hangi kav- me mensup olduklarına ehemmiyet vermezler. Halbuki mütecanis bir mil­ letin bir hükümeti münkariz olsa yerine bir diğeri çıkar, işte Türkiyenin yaralanmaz bir millet olmasının hikmeti, Anadolu'da ve Türkiyede böyle bir millî kitleye malik olması ve Devlet teşkilinin de böyle bir halefin mil­ lî seciyesine istinat etmesidir. Son asırlardaki ahval göstermiştir ki, bir millî seciyeye, yani bir millî harsa istinat etmeyen bir devlet uzun müddet payidar olamaz. Türkiye ise merkezinde böyle bir hars ile temayüz eden bir gövdeye malik idi.

2 — Arazi; bir devletin yalnız millî bir harsa, millî bir seciyeye isti­

nat etmesi kâfi değildir. Her Devlet dahilinden harice bir ittisa (genişle­ me) hassasına malik olduğu için Devletin kendi milli arazisi sahasında durmıyarak dört taraftan en uzak ülkelere kadar istilaya kalkışması haya­

(3)

ti bir harekettir. Bir millet mütecanis bir kitle husule getirip millî bir har­ sa malik olunca fütuhat devrine girmesi tekâmülünün normal bir devresini teşkil eder. Anadolu Türklüğünün bu istilâ hareketini yalnız bir Hâneda- «*ın fütuhatçılığma atfetmiyelim. Çünkü Osmanldardan evvel Aydın Türk­ lerinin şahsî teşebbüslerle Akdeniz hâkimiyetini ele geçirmeğe çalıştıkla­ rını görüyoruz. Aydın Türkleri korsanlıkla işe başladıktan sonra Garp Ocaklarını teşkil ederek Cezayir, Tunus, Trablus Garp ülkelerini ele geçir­ miştir. Osmanlı Türkleri Rumelide berren ülkeler fethederken Aydın Türkleri de bahren, kıtalar teshir ediyordu. Bilâhare Sultan Selim Mısır’ı fethettikten sonra Barbaros Hayrettin Paşa bu Afrika kıtalarının hakk-ı leşmiş oklu. Halbuki ayni zamanda Anadolu Türklüğünün Azerbeyean’da hükümrânisini Sultan Selime takdim etti. Bu suretle iki ittisaî hareket bir- kalmış olan kısımları da Karakoyunlu, Akkoyunlu. Safeviyye namlarıyla bir takım Devletler teşkil ediyor, şarka, cenube, hatta bazen garba doğru ittisaa çalışıyorlardı. Demek ki Türkler her tarafta ittisaa çalışıyorlardı. Bu hâdise ise onların canlılığına, yaşamak kabiliyetine malik olduklarına delâ­ let ediyordu. Yalnız Anadolu Türkleriyle Azerbeycan Türkleri arasında Şah Ismailin çıkardığı mezhep meselesi dolayısiyle artık o zamanlar için kabil-i izale olmayan bir ayrılık husule gelmiş ve bu suretle ayni kavinin mezhebi bir inşikakından Osmanlı ve İran Devletleri arasında daimî bir uçurum husule gelmişti. Yani artık ne İran Türkiyeyi istîlâ edebilir, ne de Türkiye İranı fethe muktedir olabilirdi. Osmanlı Devletinin Avrupada, Afrikada ve Garbi Asyada gayet büyük bir ittisaa malik olması onun için ikinci bir kuvvet meııbaı idi. Türkiyenin bir kuvvet menbaı merkezinde millî bir kitleye malik olması olduğu gibi, diğer kuvvet menbaı da bu göv denin uzun kollarını gayet uzak ülkelere kadar imtidat etmesi oldu. Tür­ kiye devleti öyle cesim bir deve benziyordu ki gövdesi her türlü taarruz­ dan masun bulunuyor, düşmanlarına uzattığı gürzler ve kalkanlar ise ken­ di uzviyetinin cevherinden hariç bulunuyordu. Yabancı milletler harbe- derken hudutta bulunan gayri Türk unsurları istihdam eyliyor, hattâ Ka­ pıkulu taifesini büsbütün devşirmelerden teşkil ediyordu. Türkler serhat vilayetlerde yalnız İdarî bir teşkilât halinde bulunuyorlar, millî kitleyi fel- holunan memleketlerde büyük bir nisbette dağıtmıyorlardı. Bunun neti­ cesi olarak Türkiye Merkezinde millî bir Devlet muhitinde ise vasi bir İm­ paratorluk halinde idi. Türkiye bu cihangîrane muharebelere girişmemiş olsa idi başka devletlerin istîlâî ittisa’lan karşısında tabii yutulacaktı. Os- manlılık başka milletler tarafından yutulmamak için kendisi diğer millet­ leri yutmağa mecburdu. Bundan başka millî kudretleri sarf için o asırda muharebeden başka bir zemin mevcut değildi. Türkiyenin bu kadar bü­

(4)

36 —

yük bir ittisaa mazhar olmasını bazı Tanzimat siyasetçileri muzır görmüş­ ler, (vüsat-i memalik suubet-i idareyi mucib olur) demişlerdir. Halbuki üçyüz seneden beri başlayan Osmanlı inhitatı ancak bu vüs’at-ı memalik yüzünden Türk milletinin hayatına hâtime çekememiştir. Çünkü üçyüz se­ neden beri kaybetmekte olduğumuz ülke millî gövdeyi bu zamana kadar taarruzdan masun bulundurabilmiştir. Eğer Türkiye Devleti yalnız kendi millî hududu dahilinde bir araziye malik kalmış olsaydı ilk mağlûbiyetin­ den itibaren milî arazisini kaybetmeğe, binaenaleyh millî ordusunu ve millî iktisadiyatının hakikî menbalarını kaybetmeğe başlıyacaktı. Bundan anlaşılıyor ki Tüık-iyenin yaşamak kabiliyetini temin eden ikinci âmil de gayet vasi’ araziye malik olmasıdır. Binaenaleyh bundan sonra da arazimi­ zin küçülmesine değil, bilâkis büyümesine çalışmamız lâzım gelir.

3 — Hükümet, Türkiyenin üçüncü kuvvet menbaı da hükümet teş­

kilâtındaki hususiyettir. Eski Türk Devletlerinde (Hâkimiyet-Souveraineté) Hakanın bir mülkiyeti mahiyetinde olduğu için saltanat evlât arasında âdi emval gibi taksim olunurdu. Selçuk, Cengiz, Timur, Akkoyunlu, Kara- koyunlu Devletlerinin süratle inkiraz bulması bu taksim kaidesinin zaru­ ri b k neticesi idi. Osmanlı Devleti Türk hâkimiyet nehciyle İslâm hâki­ miyet nehcini (régime) meze ederek yeni bir sistem vücuda getirdi. Is- lâmiyette velâyet-i âmmenin nas üzerinde tasarrufu maslahata menûttur. Maslahat-ı âmmeye müstenit olan bu velâyet-i âmme bir mülkiyet değil, bir memuriyet, dinî ve içtimâi bir vazife mahiyetindedir. Binaenaleyh ne hilâfen, ne de bu enmûzecde teşekkül eden saltanatlar mülkiyet gibi tak­ sim olunamaz. Ayni hal vaktiyle Avrupada da husule gelmişti. Cerman örfüne göre hâkimiyet bir mülkiyet gibi evlât arasında tevarüs ederdi. Roma hukukunda ise hâkimiyet bir memuriyet (magistrature) mahiyetin­ de idi. Avrupalılar bu tenakuzunu kaldırmak için emlâkin veraset usulü­ nü değiştirerek adi tevarüste de (hakk-ı kebir) i, yani büyük kardeş hak­ kını tesis ettiler. Binaenaleyh saltanat yalnız büyük evlâda intikâl ediyor, inkısamdan kurtuluyor. Türkiyede Türk Hukuku ile İslâm Hukuku ara­ sındaki bu tenakuzu hal için tevarüs usulünü değiştirmeğe imkân yoktu. Çünkü tevarüs usulü mensus olduğu için lâyetegayyer ahkâmdan addo­ lunurdu. Başka çare olmayınca hükümetin vahdeti muhafaza için büyük şehzadeden gayri şehzadeleri yaşatmamak kaidesi kabul edildi. Bu kai­ de ecdattan kalma teamüle istinaden Fatih Kanununa dahi ithal edildi. Osmanlıların bu kaidesini bir çok müverrihler muahaze etmişlerdir. Fa­ kat görülüyor ki bu sırf keyif için yapılmış bir iş değildir, belki zaruret için ihtiyar edilmiş bir fedakârlıktır. Fatih bu kaideyi kendi Kanunname­ sine ithal ederken kendisi bu kaideden istifade etmiyecekti. Belki evlât

(5)

ve ahfadi bu yüzden şahadete giriftar olacaklardı. Demek ki sırf Devle­ tin selâmeti namına hasbî olarak bu kaideyi Kanunnamesine ithal etmiş­ tir. Bilâhare böyle bir tedbire ihtiyaç kalmayınca, Birinci Sultanahmet ta­ rafından bu kaide ilga edildi. Osmaıılı Devletinin saltanatının vahdeti hususunda İslâmî bir esasa istinat etmesi Devletin kuvvetleşmesi için büyük bir âmil oldu. Fakat Abbasîlerin hukuku âmmesi mahiyetinde olan imamı Maverdinin “Ahkâm-î Sultaniye” si Halifeye yahut Sultana (Raka- be) hakkını vermemektedir. Rakabenin mânası Almanların (Devlet her kuvvetin fevkindedir. Hiç bir kuvvet Devletin teşri’ ve icra haklarını tak­ yit edemez) suretinde ifade etlikleri vasi’ hâkimiyetten ibarettir. Bu ha­ kimiyete göre (Zıllullahi fi’l-âlem) olan Padişah aynı zamanda (Maliki rıkab-ı ümem) dır. işte Osmanlı Hukuku Devlete arazi ve ahaliye şamil olmak üzere böyle bir vasi’ hâkimiyeti, kuvvet ve selâhiyeti veriyordu. Halbuki îslâmiyette Halife Zıllullah tanımadığı gibi onu (malik-i rikabı ümem) de addetmez. Bilâkis Halife, melan ve kısasen adi fertler gibi me­ suldür. Osmanlı Devletinde ise bu haklar mevcut olduğu için Devlet arazi ve ahali hakkında lâzım gördüğü her kanunu yapabilir ve bugünkü sosya­ listlerin istedikleri surette umumî hakları ferdî hakların fevkinde tutabi­ lirdi.

Vakıa Hazreti Ömerde velâyeti âmme hakkına istinaden ahkâm ı

sultaniye namı verilen bir takım kanunlar vaz etmişti. Fakat bu kanunlar kuvvetli bir devletin teşekkülü için kâfi değildi. Emevî ve Abbasi Devlet­ lerinin yaşamaması da bunun neticesi idi, Osmanlılık ise bugün asri dev­ letin malik olduğu gayrı mahdut teşriî selâhiyetini Devlete vermişti. Bun­ dan dolayıdır ki Türkiye yalnız asri bir devlet değil, aynı zamanda İktisa­ dî devlet mahiyetlerini de haiz olmuştu. Binaenaleyh Türkiyenin üç kuv­

vet menbaı olarak hükümetindeki bu hususiyeti görebiliriz. Türkiye dev­

leti bu rakabe hakkına istinadendir ki son asırda Yeniçeriliği ilga ederek

asrî bir ordu husule getirmiş, Meşrutiyeti ve

asri

devlet teşkilâtını

kabul

etmiş, Adliye teşkilâtiyle asrî bir Darülfünunun feyizli temellerini atmış­ tır.

3) B u çok alâka çekici, kesif fikirlerle dolu, rehber düşünceleri muhtevi makale “Tanin” gazetesinin 19.1.1917 tarihli sayısında çıkmış olup, şimdiye kadar hiç bir Z. G. Bibliyografyasında gösterilmemiştir. Başlığı şudur : “Türkiyenin Yaşam a Kabiliyeti” . Ziya Gökalp’m 90. doğum yılında bize bu kay­ nağı hatırlatan Prof. Ham it S a’di Beye teşekkür ederiz — t. ve D.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu, kentin Tanzimat reformlarıyla birlikte Tarihi Yarımada dışında da etkili bir şekilde geliştiği Abdülmecid (1839-1861) dönemine denk gelmektedir. Bu açıdan yoğun yapım

Aynı seansta TOT ve sistosel operasyonu olan ve meş erozyonunu önleme amaçlı olarak vajinal mukozadan oluşturulan flebin üretra önüne ve meş altına yerleştirdiği

Kanuna göre (D.P.R. 246 1993) üreticinin yükümlülüğü, EN 1856 1 ve 2 standartlarına göre “CE sertifikası”na sahip ürün tedariğini sağlamaktır.. Distrübütör; Isıtma

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

P ek hastay ız bilesin nice beni kodunsa ziyade elem

Bir bilgisayardan randıman almak için onun sağladığı bütün olanakları kullanmakla, onu bir daktilo gibi kullanmak arasında nasıl büyük bir fark varsa, kenti çağdaş

Su, Elektrik, Havagaz ı ve Doğalgaz Sayaçlarının Tamir ve Ayar Ücret Tarifesi Hakkında Tebliğ (No: 2007/1-2) Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan

Bu hükümler 1913 yılında değiĢtirilen Alman Ticaret Kanunu’nun (HGB) 734-739 arası maddelerinden tercüme edilerek alınmıĢtır. 1275-1280’den alınmıĢ, ancak aynı zamanda