• Sonuç bulunamadı

Yaşar Nabi'nin kültürümüze, edebiyatımıza katkıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşar Nabi'nin kültürümüze, edebiyatımıza katkıları"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

> ■ V*

íMSíái*.

'• . <r

(2)

a bdi ipekçi

roman yarışması

Süre 30 Nisanda sona eriyor

Dergimizin, Abdi Ipekçi’nin anısına üç dalda

düzenlediği yarışmalardan roman yarışması Seçiciler Kurulu'nun önerisiyle 30Nisan 198-1 tarihine kadar uzatıldı.

Y A R IŞ M A K O ŞULLARI

— Yarışma, MilliyetGazetesi çalışanları dışında herkese açıktır.

— Yarışma ödülü 30 bin liradır.

— Yarışmaya en çok üç yapıtla katılınabilir. — Yarışmaya katılacak romanlar daha önce kitap halinde çıkmamış, herhangi bir gazete ya da dergide yayımlanmamış, herhangi bir yarışmada derece almamış olmalıdır.

— Gönderilecek romanların en az 100 sayfa olması gerekir.

— Yarışmaya katılacak romanlar üç kopya olarak, kâğıdın bir yüzüne daktiloyla ve iki aralıkla yazılmalı, her kopya ayrı ayrı dosyalanmalıdır.

— Derece almayan yapıtlar, posta giderleri sahiplerine ait olmak üzere, yarışma sonuçlandıktan sonra geri gönderilebilecektir.

— Yarışmaya her sanatçı bir “rumuz”la katılacaktır. Yapıtın üstünde gerçek kimliği belirten bir yazı bulunmayacaktır. Gerçek kimlik yapıtla birlikte kapalı bir zarf içinde gönderilecek, zarfın üstüne “rumuz” ve yapıtın adı yazılacaktır. Zarfın içine yazarın gerçek adını, kısa yaşamöyküsünü, adresini ve varsa telefon numarasını belirten bir kâğıtla birlikte bir fotoğrafı konulacaktır. Derece almayan yapıtlar, zarfları açılmadan sahiplerine geri verilecektir. — Yarışmaya katılacak yapıtlar 30 Nisan 1981 akşamına kadar “Milliyet Sanat Dergisi, Milliyet Gazetesi, Cağaloğlu, İstanbul” adresine postalanacak ya da elden teslim edilecektir. Bu tarihten sonraki başvurular kabul edilmeyecek, postadaki gecikmelerden dergi sorumlu tutulamayacaktır. — Yarışmanın Seçiciler Kurulu Konur Ertop, Selim ileri ve Tomris Uyar’dan oluşmaktadır.

(3)

M illine«

SANAT

DERGİSİ

On beş günde bir yayımlanır. 1 Nisan 1981

Yeni Dizi/Sayı 21 /Sıra 381 /150 lira. Sahibi:

Milliyet Gazetecilik A.Ş. adına AYD IN DO Ğ AN

Sorumlu Yazı işleri Müdürü: AK AL ATİLLA Grafik Düzen: M U ST A FA EREN Kapak: SAİT M A D EN

V '..

Abone koşullan: Yıllık 1200 TL. (Taahhütlü 1800 TL.) Altı aylık: 600 TL. (Taahhütlü 900 TL.) (Yabancı ülkeler İçin ayrıca

posta ücreti eklenir) ilan fiyatları: Tam sayfa: Renkli: 15.000 TL.Siyah-beyaz: 10.000TL. Yarım sayfa: Renkli: 7.500 TL. Siyah-beyaz:5-000 TL. 14 sayfa: 2.500 TL. Adres:

Milliyet Sanat Dergisi Nuruosmaniye Cad. 65/67 Cağaloğlu- İstanbul Tel: 22 44 10

Y A ŞA R NABİ NAYIR

Musahhihlikten yayınevi sahipliğine

dek bir kültür işçisi

Emre Kongar

Y A ŞA R N A B İ’NİN KÜLTÜRÜMÜZE

VE EDEBİYATIM IZA KATKILARI

Sunullah Arısoy, Oktay Akbal, Sabahattin

Kudret Aksal, Mehmet Başaran, Adnan

Binyazar, Necati Cumalı, Fazıl Hüsnü

Dağlarca, Vedat Günyol, Cevdet Kudret,

Haldun Taner ve Tahsin Yücel’in görüşleri

12

CAH İDE SO NKU

Erman Şener

16

CAH İDE SONKU: ÖLÜM VE ELM A S

Selim İleri

18

REN E CLAIR

Geçtiğimiz günlerde ölen tanınmış

Fransız sinema yönetmeni Atillâ Dorsay

anlatıyor

21

BİR “HALK FİLOZOFU”

BERTOLT BRECH T

Teoman Aktürel

2 4

~

CEVAT FEH M l BAŞKUT

Tahir Özçelik’in ölümünün 10. yılında

sanatçımızın eşi ve oğluyla yaptığı

konuşma

26

V E N ED İK ’DE ULUSLAR TİYATROSU

32

VEN ED İK KARNAVALI

Zeynep Oral

31

EDEBİYAT SÖ YLEŞİLERİ

Cemal Süreya

(4)

Musahhihlikten,

yayınevi sahipliğine

dek bir kültür işçisi:

Yaşar Nabi Nayır

Lütfi Özkök 'ün objektifinden Yaşar Nabi Nayır

2

Emre Kongar

“ Sevdiklerinin birçoğu öbür dün­ yaya göçmüş olanlar için galiba ölüm korkunçluğundan çok şey kaybediyor. Yeşil ağaçlar altında, bir sabah serinliğinde bütün yitmiş dostlarla bir buluşma yeri gibi geli­ yor insana.”

Evet. Yukardaki satırlar Yaşar Nabi’nin. 1972 yılında, “ Dost Mek­ tuplar” adlı derlemesinin önsözün­ de böyle diyor.

Kendini yalnız hissettiği bir an, bir parkta, dostlarıyla bir buluşma özler Yaşar Nabi. Aklına gelenleri şöyle sıralar: Reşat Nuri, Ahmet Hamdi, Ataç, Orhan, Sait, Kutsi, Cahit, Ziya, Sabri Esat... (Dost Mektuplar, s.6).

ölümünden yıllar önce, “ bir ma­ sa çevresinde toplayıverdiği” , “ sevdiği dostlar” arasında, "n e

tuhaf’ , hiç yaşayan yoktur.

M EŞR U T İY ET LE YAŞIT

Osm anlı-Türk toplumunun (Son yıllarda iyice sıklaşan) dönüm nok­ talarından birinde, 1908 yılında Üsküp'de doğmuştur Yaşar Nabi. Yazgısı, Meşrutiyet’ in ve Osman­ lI'nın yazgısı ile birlikte yoğrulur. Balkan Savaşı ile birlikte İs­ tanbul’a savrulur. 1913’te Üsküp’e geri döner.

“ Mürekkep yalamış” bir çocuktur artık o. Belki de ilk şiirinin on dört yaşında Servet-i Fiinun’da çıkması­ nın altında bu “ mürekkep yalamış­ tık” yatar: " . . . Bir yer kürsüsüne diz çökmüş sarıklı hocanın önüne ben de diz çöktüm. Hoca avucuma, kara mürekkeple ‘ Bismillah’ yazdı. Sonra yazının üzerine toz şeker eke­ rek ‘ Bismillah’ ı yalattı bana. B öy­ lelikle ben mürekkep yalamış ol­ dum.” (Mehmet Şeyda, Çocukluk Yıllan, TDK, s.198).

Üsküp’de “ mürekkep yalayan” Y aşar Nabi, savaşın cilveleri ile, kı­

sa bir süre sonra, işgal altındaki İs­ tanbul’da Torosyan Ermeni Oku- hı’ nda “ mek, yergug, yirek, çors” diye sayılarak yapılan beden eğiti­ mi derslerine katılır. (Mehmet Şey­ da, E d eb iy a t D ostla rı, K itas, s.353).

Yine Üsküp’e dönüş. Fransızca eğitim. Yine İstanbul. Galatasaray Lisesi.

YEDİ M EŞA LE VE VARLIK

Yaşar Nabi ismi, hiç kuşkusuz, Türk kültürüne “ Varlık” ile özdeş olarak kazılmıştır, ön ce bir dergi

(5)

a-2. Yayın Kongresi'nde Bedrettin Tuncel ile başkanlık kürsüsünde di olan Varlık, daha sonra bir ya­

yınevine dönüşür ve artık, köklerini Türk kültür yaşamının temellerine salar.

Varlık’ ten önce, aralarında topla­ dıkları paralarla çıkardıkları “ Yedi Meşale” adlı kitap Yaşar Nabi ve arkadaşlarını edebiyat dünyasına tam tır. Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Muammer Lütfü, Vasfi Mahir Ko- catürk, Cevdet Kudret, Kenan Hu- lusiK oray, S ervet-i Fünun’ da “ buluşmuş ve tanışmış” yedi genç arkadaştır.

Esas yaklaşımları, günün ege­ men edebiyat ak unlarına karşı çık­ mak olan bu gençlerin yayınladıkla­ rı kitap yeterince gürültü koparın­ ca, Yusuf Ziya Ortaç kân yarı yarı­ ya bölüşmek kaydıyla, yedi gençle anlaşır. Böylece “ Meşale” yayın yaşamına katılır. 1 Temmuz 1928 i- le 15 Ekim 1928 arasında, harf devriminden hemen önce sekiz sayı çıkan dergi, sonunda batar gi­ der. Zaten yedi arkadaş arasında, günün egemen akımlarına karşı çık­ manın dışında başka pek ortak bu­ yan da yoktur.

1931 ’e dek, bir yandan ticaret ve bankacılık okur, öte yandan Ziraat Bankası’nda yarım gün çalışır. Hiç kuşkusuz bu eğitim, daha sonradan dergi ve yayınevi yöneticisi olarak kendisine çok yardımcı olmuştur.

Belki de bir edebiyat adamı ile bir işadamı bireşiminin ilk temelleri bu eğitimle birlikte atılır.

VARLIK D ERG İSİN DEN

VARLIK YAYINLARINA

1931’de askerlik yılları başlar. 1933’de terhis olunca 15 Temmuz­ dan başlayarak Varlık dergisini çı­ karmaya başlar.

1934 Şubat aymda o zamanki adı “ Hakimiyet i Milliye” olan, iktida­ rın gazetesine (Ulus) girer. Bu ga­ zetede musahhihlikten sanat ya­ zarlığına dek, pek çok işlev yükle­ nir. Bu arada başyazar Falih Rıf- k ı’ nın karm akarışık, araları musahhihin doldurması için boş bı­ rakılmış, üzerinde birçok kereler oynanmış, eski harflerle kaleme a- lrnmış başyazılarını düzene sok­ maktan sık sık yakınır.

1940’da Türk Dil Kurumuna girer. Daha sonra İkinci Dünya Sa­ vaşı sırasındaki askerliklerini izle­ yen yıllarda, 1944-1946 arası Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışır.

O yıllar, Atatürkçü anlayışın tek parti yoluyla Türk kültürüne aşı­ lanma yıllarıdır. Ulus gazetesi, Türk Dil Kurumu, Tercüme Büro­ su, hep o dönemin “ resmi ideoloji­ sinin” topluma aktarılmasında önemli ve işlevsel kurumlar dır.

Yaşar Nabi bütün bu kuruluşlarda âdete bir “ staj dönemi” geçirdikten sonra, 1946 yılında çok partili döne­ min başlamasıyla birlikte, Bahçeli- evler’deki evini satarak, dergisini de alıp İstanbul’a göç eder.

Varlık dergisinin ilk sayısmda Kemalettin Kamu, Yaşar Nabi, Kâ­ zım Nami, Cevdet Kudret, Hamit Macit, Abdülhak Şinasi, 25ya Osman, Vasfi Mahir, Sabri Esat, Behçet Kemal, Feridun Fazıl, Ahmet Kutsi, İbrahim Necmi, Ahmet Muhip, Nahit Sırrı, Ahmet Hamdi, Şevket Rado yer alıyordu.

İstanbul’a göç edilip, yayınevi kurulunca, dergi de yeniden canla­ nır.

İLK KEZ VA RLIK TA

ÇIKAN İMZALAR

Varlık pek çok ünlü ve ünsüz im­ zaya ilk kez yer veren bir dergidir. Ünlüler arasında Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet hemen akla gelenlerden.

Bir de ünsüzler var. Varlık her zaman genç ve yetenekli şairlere yer verdi. Belki, bunda Yaşar Nabi’nin ilk şiirlerinin öğrenci iken yayınlan­ masının da etkisi vardı.

1950’li yılların ikinci yansında dergide şiiri basılan “ünsüz” lerden

(6)

biri de benim lise arkadaşım Can idi. Demir özlü ’niin “Bir Uzun Son­ bahar” adb romanındaki Tan. Nihat Sami Banarh, Zeki Ömer Defne, Izgen Bengii, Behçet Neca- tigil gibi hocalardan aldıklarımızı, yakamozlu Büyükdere gecelerinde, Sait Faik’in insan sevgisiyle elekten geçirerek, birlikte özümlediğimiz arkadaşım.

YAŞAR NABİ’NİN EDEBİYAT

VE YAYIN ANLAYIŞI

Yaşar Nabi, gerek Varlık der­ gisinde, gerekse Varlık yayınların­ da, belli bir dünya görüşünün, belli bir ideolojinin, belli bir eidebiyat an­ layışının savunuculuğunu yaptı. Bu çizgi, zaman içinde çok katı ve de­ ğişmez değildi. Bununla birlikte, genel hatları, (kendi yorumladığı biçimde) Atatürkçü ve Haşan Âli çizgisinde ilerici idi. Köy Enstitüle­ rine ve kurumdan çıkmış yazarlara sürekli öncelik tamdı. Bir Mahmut Makal ve bir “Bizim Köy” , bütün sonuçlarıyla birlikte, hiç kuşkusuz, onun Türk toplumuna tanıttığı o- layiardan yalnız biriydi.

Genel çizgisi konusunda, kendisi Halit Ziya Uşaklıgil’e ilişkin bir a- nısında şöyle diyor: “ Son mektubu­ nu hatırlıyorum. Daha önce alatur­ ka musikiden överek söz açan bir yazı göndermişti de ben, bu yazının devrimci, Atatürkçü Varlık’m ha­ vasına uymayacağım ve sevdiğim üstadıma zararı dokunabileceğini nazik bir mektupla bildirmiştim. Buna cevap veriyor ve üzüntüsünü belirtiyordu. Her yazarın kendi ka­ nısını açıkça savunmak hakkı ol­ duğunu yazıyordu haklı olarak. Böyle bir ustanın kırılmasına yol açan hareketimi bugün daha çok ayıplıyorum. Ama o zaman gençlik vardı serde. İnançlardan taviz ver­ memek ilkesi ağır basıyordu her şeyden önce. Bu ilkelere bağlılık yüzünden ne çok kopuşlar olacaktı Varîık’tan daha sonraları.” (Dost Mektuplar, s.7).

Bu satırlardan da açıkça görül­ düğü gibi genç Yaşar Nabi, kendim bir “misyon” sahibi olarak görmek­ tedir. Hatta daha da ileri gitmekte, resmi ideolojinin yargıcılığı görevi­ ni de yüklenip, bir yazısından dola­ yı, Halit Ziya gibi bir yazara “zarar gelebileceğini” düşünmektedir.Hem de Türk müziğini öven bir yazıdan dolayı!

Yıllar geçer, deneyim kazanan Yaşar Nabi, genç Yaşar Nabi’yi

4

“ayıplar” . Yine yıllar sonra, belki de artık toplumsal oluşumların ge­ risine düşme kaygusu içinde şöyle demektedir: “ Hiçbir sanatçıyı yal­ nız şu ya da bu düşüncenin, görü­ şün savunucusu olduğu için tut- muşluğum yoktur. Ama yapıtmda insana yer veren, insanın insanlık yönünü önemseyen sanatçılara karşı özel bir sevgi duyduğumu da yadsıyamam. Panait îstrati hay­ ranlığımın kökeninde bu duygu ya­ tar... Ne fil dişi kule önemlidir be­ nim için, ne toplum yaran. Bunlar gelip geçici şeylerdir. Kalıcı olan sanat gücüdür. Ancak fil dişi kule­ sine kapanarak gerçek yapıtını ve­ rebilecek bir yazan ‘arena’ya çağır­ mak, hem ona hem sanata yazık

et-Yaym kongrelerinden birinde

mektir. Bu, toplumsal dengesizlik­ lere başkaldırmaktan gücünü alan bir sanatçıyı aşk idilleri yazmaya zorlamak gibi saçma bir şey olur.. Zaman zaman sanatçıları ille de fil dişi kuleye tıkıp, onları toplumcu savaştan uzaklaştıranlara, uzaklaş­ tırmak isteyenlere nasıl karşı çık­ mışsam, sanatçı ille de toplumcu ol­ mak, topluma yararlı yolda yürü­ mek diye, yeteneksiz birtakım ya­ zarları gökyüzüne uçurmaya çalı­ şanlara dageneöyle karşıçıkmış im­ dir.” (EdebiyatDostlan, S.3G0-361).

B A SIN I İYİ BİLEN TİTİZ BİR

YÖNETİCİYDİ

Yaşar Nabi’nin oldukça yoğun ve öğretici bir basm yaşamı deneyi­ minden sonra yayınevi serüvenine

atıldığım söylemiştim. Bu deneyim, Varlık dergisi ve Varlık yayınlanyla sürekli bir artış gösterirken, günlük gazete konusunda da ilginç bir dir­ sek çevirmiştir.

Yıl 1965’dir. Şimdiki Kültür Ba­ kam, eski gazeteci Cihad Baban, Tercüman gazetesinin hem ortakla­ rındandır, hem de başyazıları ya­ zar. Gazetede, sağ görüşü yansıtan bir yazar olarak Kadir can Kaflı da sütun sahibidir. Gazetenin çalışan­ ları arasında Nihat Subaşı da var­ dır. Gönlü gazetenin tek yönlü ol­ masına dayanamaz. Cihad Baban’ı ve Yaşar Nabi’yi ikna eder. Kadir- can Kaflı'mn karşısına o zaman için sol görüşün temsilcilerinden olan Yaşar Nabi’yi getirirler. Böylece, bir yıl boyunca, Yaşar Nabi, Tercü- man’da fıkra yazarlığı da yapar.

Şairlikten sonra daha çok dene­ meciliğe kayan Yaşar Nabi pek çok kişi için, bir “yayınevi sahibi” ve bir “dergi yöneticisi” olmuştur. Bakın bu konuda, kendisiyle uzun ve içten bir konuşma yapıp yayım­ lamış olan Mehmet Şeyda ne diyor:

“Yaşar Nabi, çoğumuza soğuk­ kanlı, hesabım kitabım iyi bilir bir insan olarak görünüp gelmiştir. On­ dan mı nedir, ilk tanıştığımız yıllar­ da, yanından ayrılırken hep ‘Hayırlı işler..’ diyerek ayrılmış imdir. On­ da ki güç eğilir bükülür, bildiğinden şaşmaz prensip sahibi kişiliği, ken­ dine ve işlerine karşı taşıdığı so­ rumluluğu, kalın bir kabukla örtül­ müş izlenimini veren iç âleminin iyi, olunılu yanlarım görebilmem için, onu yakından tanıdıkça daha çok beğenenler gibi, benim de biraz za­ mana gereksinmem oldu. Her dos­ tunun, her yazar m gönlünce

(7)

davra-nan bir Yaşar Nabi tasarlayalım; Varlık Yayınevi çoktan topatmıştı.” (Edebiyat Dostlan, s. 356).

Dergisinin sayfalarında yer ver­ diği “ genç şairlerden” Attila Ilhan, ödemelerinin pek cömert olmadığı­ nı, fakat muntazaman ödeme yap­ tığını ve bir şairin ya da yazarın ii- nii arttıkça, Yaşar Nabi’nin de (kendince) ödemeyi artırdığım söy­ lüyor.

BİR DÖNEM İN SİM G ESİY D İ

Dergisi ve yayınlarıyla, Yaşar Nabi, ismet Paşa- Haşan Âli döne­ minin, kültür politikasının simge­ siydi. Yalnız simgesi de değil, onla­ rın ömürlerini aşan bir biçimde, en etkili aracıydı. Yayın görüşünü, yalnız Köy Enstitüleriyle sınırla­ mak, ona büyük haksızlık etmektir. Gerek ulusal kültürümüzün, gerek­ se batı kültürünün gerçekten seçkin ve okunması gerekli imza ve yapıt­ larını okuyucuya sundu. Bu sunuş belki kendi görüşleri doğrultusunda biraz seçiciydi. Ama bu seçicilik, sunulanların ve tanıtılanların de­ ğerini azaltmaz ki.

ömrünün son yıllarında, Türkiye gibi, vefanın, kadirbilirliğin, övgü­ nün ve ödüllendirmenin son derece kıt olduğu bir ülkede, hem de vefa­ sızlığı ile eleştirilen Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı zamanında, belki de yaym alanındaki “tek” liği- ne koşut olarak tarihsel rolüne lâyık biçimde ödüllendirilen “ tek” kişi ni­ teliğine kavuştu: Kültür Bakanlığı Büyük ödülünü aldı.

Adı ile özdeş duruma gelen Varlık dergisi, ölümünden önceki son şa­ yiamda yeni bir atılımı muştuluyor- du:

“YENİ V ARLIK’ ta bugünkü e- debiyatımızm her kuşaktan en değerli yazarlarını okuyacaksınız. Dünya edebiyatından en önemli metinlerin çevirilerini bulacaksınız. En yeni yayınların eleştirilerine genişleyen kitap tanıtma sayfaları­ mızda yer vereceğiz. Yazarlarla ko­ nuşmalar, toplu soruşturmalar, a- çık oturumlar edebiyatımızın en önemli sorunlarını gündeme getire­ cektir.” deniliyor ve Varlık’m, yeni oluşumlara ayak uydurmak için al­ dığı önlemler anlatılıyordu.

Yaşar Nabi artık yok. Belki de o titiz düzenliliği ve sorumluluğu i- çinde, bir görev bilinci ile, artık dö­ nemini doldurmuş eski Varlık’ı da yanma alıp, /o lu yeni Varlık’a aç­ mak için, orsadan çekiliverdi. ■

:$:■%

m

Sanat ve Özgürlük

Yaşar Nabi

Sanatın yaşayıp gelişmesi için birçok şartların gerçekleşmesine 1 ihtiyacı var, ama bunların arasında özgürlüğün payını küçümsemek hiç

de doğru olmaz.

Sanatı Doğunun anlayışına uygun bir şekilde, bir çeşit soyut süs oyunları sayanlar için böyle bir sorun yok elbette. Kendini bildi bileli özgürlükten yoksun Doğuda sanatın İnsan gerçeklerinden böyleslne uzak bir süsleme aşınlığına düşmesinde, Doğu insanının yüzeysel süslere bağlılığı kadar belki bu özgürlük kıtlığının da rolü olmuş ve Doğulu, belki de sonuçlanndan korktuğu “düşünce”yl kafasından uzaklaştırmak için bu sovut sanatı yaratmıştır.

Eski Yunan’da ve Rönesans’tan sonra bütün Avrupa’da edebiyatın tarihi, biraz da özgürlüğünü kazanmak için gösterdiği çabaların tarihi olmuştur. İki yüzlü softa tipinde insanlığın ebedi kusurlarından birini bize tasvir eden Moliöre, bugün hayran olduğumuz Tartuffe’ünü oynatıp bastırabilmek için kiliseye karşı amansız bir savaşa girmiş ve pek güçtü rakibini ancak anlayışlı bir kralın dostluğu sayesinde yenebilmiştl. Bu olay XVII. yüzyıl Fransa’sında geçiyordu. Düşünün ki o türde bir eseri XX. yüzyılın başında memleketimizde yazıp oynat­ maya imkân yoktu. Sanat hayatımızın bu kadar geri ve uyuşuk bir halde kalışında, başka birçok nedenler yanında,bu özgürlük yoksunluğunun payı da büyük olmamış mıdır, dersiniz?

XIX. yüzyılın bütün parlaklığıyla gözleri kamaştıracak olan gür sesli sanatına yol açmak için Voltaire’lerin, Diderot’lann, Rousseau’ların ne şartlar altında ne ağır savaşlara giriştiklerini hep biliyoruz. Yalnız Fransızları anıyorum. Çünkü sanatın özgürlüğü adına Fransa’da kazanılan zaferler, bütün dünya İçin örnek olmuş, başka Avrupa ulus­ tan kültür düzeylerinin yükseklik derecesine göre az veya çok arkadan, Fransa’daki bu parlak gelişmeyi İzlemişlerdir. G ogol’lar, Tolstoy’lar, Dostoyevski’ler, İnsan hakları fikrinin gelişip yerleşmesinde büyük etkisi olan eserlerini Çarlık İstibdadı altında yazabildllerse, bunu Fransa’dan esen o dayanılmaz özgürlük rüzgârlarının sayesinde yapabilmişlerdir.

XIX. yüzyıl sonlarında en yüksek derecesini bulan bu özgürlük görüşü ne yazık ki XX. yüzyılın yarattığı aşın İdeolojilerin, yani yeni dinlerin etkisi altında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir tehlikeye düştü. Bir yandan komünizm, öte yandan onun tepkisiyle or­ taya çıkan faşizm, kendi tutumlarına uygun birer sanat görüşü yaratıp bütün sanat ürünlerini bu dar kalıbın içine sıkıştırm aya kalkışmakla sanatçının yüzyıllarca süren didinmeler sonunda elde edilmiş özgürlü­ ğüne ağır darbeler indirdiler. Hitler Almanyası’nda, Alman edebiyatı İnanılmayacak derecede zayıfladıysa, Mussolini Itaiyası’nda sanat, kansızlıktan sararıp solduysa, Stalln Rusyası’nda, Dostoyevski’lerin, Tolstoy’ların yerini dolduracak yeni sanatçılar yetlşmediyse, bu ortak yoksulluktan, ortak kusuru, yani katı baskılan sorumlu tutmamak nasıl mümkün olur?

Bu aşırı akımların, dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de etkileri görülmüyor değil. Ama, asıl garibi sanatın özgürlüğüne karşı en sert saldırıların, kendileri hesabına siyasal özgürlüklerin alabildiğinegeniş- letMmesini isteyenler arasından gelmesidir. Bu insanlar özgürlüğü bölünebilir bir şey sanmak gafletine düşüyorlar, insan Haklarını Koruma Cemiyeti kuruyor, özgürlük paktına oy veriyor, Meclisin meşruluğu sorununun tartışılmasını İstiyorlar ama, bir yandan da bir şairin yoksul bir insanın hayatından sözetmesi özgürlüğüne yani dünyanın hiç bir yerinde hiç bir zaman itiraz konusu olmamış bir özgürlüğe bile katlanamıyorlar. Tevfik Fikret ve hattâ Mehmet Emin, bazı eserlerini bugün yazmış olsalardı kimbilir zamanımızda ne saldırı­ lara uğrayacaklardı.

Sanat üzerinde şu ya da bu cepheden konuşulmaya bir kere başlandı mı, bunun sonu gelmez. Herkesin sanatçıya yol göstermeye kalkıştığı, her önüne gelenin sanatçıyı kendi görüşüne uygun yollara sürüklemeye çalıştığı bir çevrede sanatın canlı kalması ve bir iz bırakabilmesi Imkânlan azalır.

Sanatçının özgürlüğü elbette ki kanunlarla sınırlıdır. Buna kimse bir şey diyemez. Kanun sınırları tanımayan bir özgürlü* düşünmeye bile İmkân yok. Ama, sözünü ettiğimiz dar ve geri zihniyetin baskısı bazen kanun sınırlarının o kadar üstüne çıkar ki kanunların korumasına rağmen sanatçı gene de nefes alamayacak hale gelebilir. İşte bütün dikkat edeceğimiz nokta, taze ve umutlu sanat hayatımızın böyle bir havasızlığa düşmemesi olmalıdır.

* (Varlık, sayı: 325- 1947)

'M

■m W,

(8)

Yasar Nabi’nin

kültürümüze,

edebiyatımıza

katkıları

Oktay Akbal

O tek başına koskoca bakanlık­ ların başaramadığı işi gerçekleşti­ ren adamdır. Bunda kuşku yok. Tanıyan tanımayan bunu söylüyor. Elli yıla yaklaşan bir süredir yayımlanan ‘ Varlık’ dergisi ve iki bine ulaşmış kitaplar... Bütün bunları başaran da bir tek, evet bir tek kişi; Yaşar Nabi Nayır.

Birçok yabancı yazarın bu olay karşısında şaşırıp kaldığım gör­ düm. Kaç kişi çalışıyor y anınızda? diye sorduklarında Nayır’ m verdiği yanıt onları büsbütün şaşırtırdı. ‘ Hiç kimse’ ... Nasıl olur, nasıl ohır da bir tek kişi bunca kitabın, dergi­ nin yayınlanmasında itici güç olabi- lir? ‘ Varlık’m, Türk ;yazınına kaç kuşak boyu yarar sağladığım, Cumhuriyet yazarlarının, ozanları­ nın yetişmesinde etken olduğunu bilmeyen var mıdır? Atatürk devri- minin, düşüncesinin, ilkelerinin gençlik arasında yaygınlaşmasında, sevilmesinde, öğrenilmesinde de Nayır’ ın hem yazar, hem yayıncı, hem dergici olarak büyük hizmeti yadsınabilir mi? O, bütün bunları devletin yardımıyla değil, belirli parasal çevrelerin desteğiyle değil, ‘ tek başına’ başarmıştır. îşin muci­ ze sayılacak yanı budur.

Yaşar Nabi Nayır'la otuz beş yılı aşan bir yakınlığım, bir dostluğum var. Cumhuriyetle doğan bir kuşa­ ğın ağabeyi oldu yazm alanında... Ben de ilk yazılarımı değilse de, ilk kitaplarımı Varlık’ta yayınladım. ‘ Varlık’ ailesine adı az çok bilinen bir kişi olarak katıklılardanım. Na- yır kendi dergisinde yetişenlere özel bir ilgi, sevgi gösterildi. Buna karşın benim gibi Varlık’a sonradan katıklıları da say gıy k benimserdi. 1947’den bu yana sürekli yazdım, günceler, öyküler, denemeler,

<mı-6

lar... Nayır’k yurt dışı gezilere çık­ tım. Pen kongrelerine katıldım. Menton’da, Roma’da, Seul’de, Ohri’de.Osaka’da, Tokyo’da geçir­ diğimiz o güzel günleri yaşadıkça anımsayacağım. ‘ Varlık’ için Nayır için pek çok yazı yayınladım. Na- yır’ m bir kültür öncüsü olarak başardığı işlevi yıllardan beri belir­ tiyorum. Biz insanları yaşarken değerlendirmiyoruz, ancak ölümle­ rinden sonra onların ne denli önemli olduğunu farkediyoruz. Hep geç kalarak, hep zaman yitirerek... Neyse ki Ecevit hükümeti döne­ minde Kültür ödülü ’nü Nayır’a vermekle bu büyük kültür öncüsü değerlendirilmiş oldu. Bu da bir avuntudur.

Nayır’ m ölümünü hasta ya­ tarken öğrendim. Ne yazacağımı bilemedim. Binlerce anı üşüşüverdi birbirini iterek... Yazacak çok şey var... Anılar en başta... Nayır’ın Türk kültürüne katkısı, Atatürk düşüncesine sağladığı geniş açılım üniversitelerde incelenmeli, tezler yazılmalı bu konularda... öylesine önemlidir Nayır’ m ve ‘ Varlık’ m toplumlunuzdaki, kültür yaşantı­ mızdaki yeri... Birkaç satırla, bir iki yazıyla geçiştirilecek bir şey değil bu...

Sabahattin Kudret

Aksal

Yaşar Nabi’yi 1945 yıllarında tamdım. Bir yaz akşamı Beyoğlu Caddesi’nde birkaç arkadaş bir birahanede oturuyorduk. Cahit Sıt­ kı da vardı. Yaşar Nabi, o çok sev­ diği arkadaşım, Cahit Sıtkı’yı görünce içeriye girmiş, geniş mer­ mer masanın kenarındaki uzun iskemlelerden birine ilişivermişti. ilk izlenimim — sonraki deneyimim de doğrulayacaktı bunu— yeni tanıdığı insanlarla ilişki kurmakta

zorluk çeken, daha da ötesi yeni i- • lişkileri pek de istemeyen bir yara- tılışda olduğu ekseninde çe r­ çevelendi. O sırada Ankara’da oturuyordu. Varlık’ ı yeni biçimiyle çıkarmak için bir yıl kadar sonra İs­ tanbul’a yerleşti. O güne dek dergi­ sinde üç, beş şiirim yayınlanmıştı. Y en i b içim iyle çıkan V a rlık ’ m sürekli yazarları araşma katıldım. Artık sık sık görüşmeye başladık. Uzun bir süre, belki üç-dört yıl, aramızdaki ilişkinin özellikle onun açısından bir rahatlığa ulaştığım söyleyemem. Ama belli bir zaman­ dan sonra da onda çok yakın, ber­ rak ve sıcak bir dostu buldum. Sonuna dek de hiçbir kuşkunun gölgesi düşmeden öyle kaldık. Bir dostluğun serüvenini belirlemekteki amacım, kişisel bir anıya değin­ mekten çok, Yaşar Nabi’nin kişi­ liğine ışık tutmaktır. Yaşar Nabi dostlukları olduğu gibi, düşünce ve beğenileri de uzun sayılabilecek bir süre sınar, bir kez de inandı mı, gücünün tümüyle benimser, savu­ nurdu. Dünyasını güç kuran, kur­ duktan sonra da bütün ayrıntılarıy­ la koruyan, gittikçe de pekiştiren bir aydın örneğiydi. Sanıyorum ki, kültür yaşamımızdaki büyük başa­ rısının kökeni buradaydı. Büyük başarı deyimim ağzınım ucuna ge­

liverdiği için, rasgele kullanmıyo­ rum. Düşünmeli ki, yirmi yılı kap­ sayan bir sürede birkaç kuşağın tanınmasına, yerleşmesine o yar­ dım etti. Gene ona yakın bir süre de ancak bir d evlet kurumunun gücüyle geliştirilebilecek klasik bir kitaplığı, tek başına bir yayınevi olarak, duyarlı bir dikkatle oluştur­ du. Eksikleri söylenmek istendi, hırçın eleştirilerle karşılaştı. Ama bu denli büyük bir girişimi kim başlatsa, üstelik başarıyla siirdür- se, o da tepkiyle karşılaşmaktan, e- leştiriye uğramaktan kurtulamazdı. İlk klasiklerden son çağdaşa değin sayısı bine varan bir kitaplığı top- lumumuza armağan etmek! O gün­ lerde pek de dikkatimizi çeken bir olay değildi belki, şimdi uzaktan bakınca inşam şaşırtıyor. Bundan öte, biçimsel bir görünümün altmda çok ince bir duyarlığı barındıran bir dosttu, doğruları adına savaşımdan kaçmayan bir kalemi, terazisi az yanılan coşkulu bir edebiyat sevda­ lısını yitirdik.

Sunullah Ansoy

Duygusallığımı bastırmaya ça­ lışıyorum ama olmuyor. Yaklaşık kırk yıllık bir dostluğun ölümle

(9)

noktalanmasını, kişi, kolay kolay içine sindiremiyor.

Y aşar Nabi, bir büyük ustaydı. Emeğin ustası. Gerçekten, Yaşar Nabi’nin çalışma yönteminden, so­ rumluluk duygusundan, dirençli, kararlı tutumundan öğreneceğimiz çok şey vardır.

Y aşar Nabi, şiiriyle, öyküsüyle, romanıyla, oyunlarıyla, denemeleri, eleştirileriyle, elbette bir sanatçıy­ dı. Ama neyi, nereye kadar sürdür­ mesini bilen bir sanatçıydı. Sanatçı, yazar yanıyla Türk yazınında yad­ sınmaz yeri vardır.

Yaşar Nabi, çevirmendi. Şiir çevirileriyle, öykü, roman çevirile­ riyle batı yazınının, özellikle Fran­ sız yazınının birçok ustasını, ustaca dilimize kazandırmıştı. “Balkanla­ rın Gorkisi” diye anılan Panait Ist- rati’yi ülkemizde ilk tanıtan, sevdi­ ren de Yaşar Nabi’dir sanırım. Ya­ şar Nabi, çevirmen yanıyla da Türk yazınında saygın yeri olan bir kişi­ dir.

Yaşar Nabi’nin, bunlar kadar, belki de bunlardan da önemli yanı dergiciliği, yayıncılığıydı. “ Varlık” dergisini 1933’lerden 1981’lere ulaştırmayı başaran O ’dur. Dile ko­ lay, Türkiye koşullarında, bir der­ giyi 48 yıl, aralıksız, aksatmadan yayımlayabilmek... Üstelik “ Var­ lık” , sıradan bir dergi de olmamış­ tır. Cahit Sıtkı’lar, Ahmet Mu- hip’ler, Orhan Veli’ler, Melih Cev­ det’ler, Oktay Rifat’lar kuşağının da, benim kuşağımın da (Attilâ Il­ han’lar, Talip Apaydın’lar, Mah­ mut Makal’lar, M. Başaran’lar, Turgut U yarlar vb.) Bizim kuşak­ tan sonrakiler de büyük çoğunlukla " Varlık” ın verimli tarlasında ye­ şermişler, boy atmışlardır. Çünkü “ Varlık” tarlasının bahçıvanı, usta bir bahçıvandır. Hem tarlasını ve­ rimli kılmasını bilirdi, hem de ürün­ lerini sonsuz bir özenle, sevgiyle ye­ şertir, büyütürdü, ö y le ki, Türk yazınım, Cumhuriyet dönemi Türk yazınının varlığını, Yaşar Nabi’ nin “ Varlık” ından ayıramazsınız. Y a­ şar Nabi, “ Varlık” la, “ Varlık” Türk yazınıyla bütünleşmiştir. Tar- j tışmasız bir gerçek bu.

Y aşar N abi’ nin ya yım cılığı 1946’lardan başlar. îlk kitabı Cahit Sıtkı T a ra n cı’ nın “ Otuz Beş Y aş” ıdır. Sanırım bugüne değin yerli yabancı yazarlardan yayımla­ dığı kitapların sayısı ikibini aştı. Bu, gerçekten büyük bir kültür olayıdır. Devletin gerçekleştireme­ diğini Y aşar Nabi gerçekleştirmiş­ tir. Çağdaş dünya yazınının en seç­ kin yazarlarım, yapıtlarını bize ilk tanıtan “ Varlık Yaymlan” dır. Üs­ telik, en ucuzundan. Türk yazının­

dan yetişen kuşakların büyük ço­ ğunluğunu “ kitap” lanyla Uk tanı­ tan Yaşar Nabi’dir. Dergisiyle, yayınlarıyla hep Türk ozanına, öykücüsüne, romancısına, deneme­ cisine, oyun yazarına destek olmuş, omuz vermiştir. Bir an gibi, arın­ mış, sessiz sedasız, kimseleri in- citmemeğe özen göstererek, kimse­ lerden destek beklemeksizin, kim­ selere sığınmadan, onurlu, ak alınlı, dur durak bilmez, saygın, verimli, etkin, yararlı bir çalışkanlığın, ger­ çekten seçkin bir simgesidir Yaşar Nabi. Emek ustası deyişim bundan.

Yaşar Nabi’ nin bir başka önemli yanı da, su katılmamış A ta­ türkçülüğüdür. Bunun üzerinde de önemle durulmalıdır. Kendi kişisel yaşamında da, düşünsel dünyasın­ da da, dergisinde de, en karanlık günlerde bile gerçek , sağlıklı, inançlı bir Atatürkçülüğün yılmaz savunucusu olmuştur. Yapıtları da ortadadır, “ Varlık” ciltleri de. Ta dağ köylerindeki öğretmene dek uzanabilen, onlara bilginin, yazmin ışınlarım ulaştırabilen, inançlı, tu­ tarlı bir tutumun etkinliğini, bütün Anadolu’ya yaymayı başarmış, mutlu bir kişidir Yaşar Nabi. Mutlu

ve saygın.

Bu büyük emek ustası, aziz ve sevgili Yaşar Nabi, şimdi yok artık, öldü. Çocukluk, öğrenim dönemini de içeren 73 yıllık bir yaşama, böy- lesine yoğun bir ürün, emek, hizmet verme nasıl sığdırılabilir? Düşün­ dükçe şaşıyorum, imreniyorum. Türk kültür ve yazm dünyasının her kesiminde, bundan böyle de bir “ Yaşar Nabi 01gusu” nu, bir "Y a ­ şar Nabi Gerçeği” ni yaşayacağı­ mızdan kuşkumuz yok. Bir ölümlü için, bundan da büyük bir anıt olur mu? O, öte dünyada da mutluluk içinde yaşayacaktır. Ustama, yeni­ den sonsuz saygımı sunuyorum.

Mehmet Başaran

Sessiz, ama toplumumuzu derin­ den etkilemiş bir aydınımız, büyü- ğümüzdü Yaşar Nabi. Hemen hemen yarım yüz yıl, tüm engellere, yıpratıcı zorluklara karşın, güçlü bir eğitim kurumu gibi, kafaları iyiye, güzele, yeniye açmaya çalış­ tı. Ona göre, okullarda tutulan yol yanlıştı: “ Edebiyatı öğretmek de­ ğil, sevdirmek gerekir. Çocuklu­ ğunda edebiyat sevgisini edinen bir insan, bütün hayatmca okuyarak bilgilerini kendi kendine genişle­ tir. ” (Edebiyat öğretim i — Varlık 1951).

Evet, 1933’den beri çıkardığı dergisiyle, yazını sevdirdi, kendile­

rini geliştirme yollarını açtı yeni yetişenlere. Yazın kuşakları gelişip boy attı V A R L IK ’t a ... Hemen her okur-yazar evinde, bir Varlık kitap­ lığı vardır b u g ü n ... Şiirimiz, öykü­ müz, romanımız yeni ustalar kazan­ mış, yazınımız, ekinimiz zenginleş­ miş, güçlenmiştir Yaşar Nabi’nin emeğiyle.

Postadan çıkan 40 V A R L IK dergisi önüne yığıldığı gün, deliye döndüğünü anımsıyorum Aksu Köv Enstitüsü Müdürü’nün; oysa eği­ timciler arasında adı geçen , son­ radan Varlık Çocuk Klâsikleri Dizi­ sinde çevirileri yayınlanan biriydi: “ Nedir bu, efendi! Okulda ders kitapları okunur, edebiyat tarihine malolmuş şahsiyetler okunur... Kimler yok ki bu dergilerde: Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih C evdet.. . Bir sürü züppe! Ya şu kitaplar: Kodin, Baragan’m Dikenleri!. . Be­ lâ mı arıyorsunuz siz? Yaşar Nabi’yi tanırız, Haşan A li’nin Tercüme Bürosunda çalışmıştır... İstrati solcudur.. . ”

Böyle idi 1947’le r.. . Demokrasi adına, tümüyle gerilere sürüklen­ meye çalışılıyordu toplum. Atatürk düşmanlığı gemi azıya almıştı. Cumhuriyet dönemi kazanmalarına saldırılıyor, Köy Enstitüleri yozlaş­ tırılıyordu. Kitaplıklara kilit asıl­ mış, bakanlık klâsikleri tehlikeli sayılır olm uştu.. .

Bir Aksu Müdürü’nü değil, nice “maşa”yı hop oturup hop kaldıra­ cak bir atılım yapmıştı Varlık.

“ Yedi Meşale” deyip yola çıkmış bir sanat eriydi, özgür düşüncenin, Atatürk yolunun emekçisiydi Y aşar Nabi. Dergisiyle, yayınlarıyla geri­ ciliğe, yobazlığa karşı çıkıyordu. Haşan Ali döneminde katıldığı coşkulu çeviri imecesini, ekin kiriz­ masını tek başına da olsa, sürdür­ meye kararlıydı. Türk yazınının, dünya yazınının seçkin yapıtlarım sunacaktı okurlarına. Yeninin, ile­ rinin, aydınlığın savunucusu ola­ caktı.

Hoşuna gitmedi egemenlerin, derginin Köy Enstitülerine sokul­ ması yasaklandı, 400 Halkevi abo­ nesi kesildi... Ökuyuculara baskı­ lar yoğunlaştı.. . Ama, Yaşar Nabi özverili, çalışkan bir insandı, diren­ di yılmadı. Hayranlık duyduğu, tüm yapıtlarım dilimize kazandırdı­ ğı İstrati gibi bir yam vardı onun da. İnsana, topluma kafasından, yüreğinden v'ir şeyler katmağa kendini adamıştı. Çeşitlendirdiği kitap yayınlarıyla eylemini güçlen­ dirdi. (Eylem derken burada, din sömürüsünün en yoğunlaştığı bir dönemde Din Ticareti’ni yayınlayı- şım, Atatürkçülük konusunda yaz­ dıklarını düşünüyorum.)

(10)

Giderek çalışmaları, kapatılan Köy Enstitülerinin, Halkevlerinin boşluğunu dolduracak boyutlara vardı, en önemlisi, o dönemde köylerde zorlu bir savaşım veren öğretmene, öğrencilere u la ştı... Onlara da açtı sayfalarım ... Der­ ken, Bizim Köy patlaması yaşandı yazın ım ızd a. .. A n adolu m u zu n , köyün dertlerini dile getiren, ger­ çekçi yazm güçlendi, yazınımız halklaşmaya yöneldi.

Hepimizin dergisiydi V A R L IK . Yazılarımızı, kitaplarımızı basılmış görmenin sevincini o tattırdı bize. Soruşturmalarda yanı başımızday- dı, sürgünlere onunla gittik.

“ Ben sadece sanatçının ve insa­ nın bağımsızlığı, özgürlüğü konu­ sunda direnen, sanatçının başarısı­ nı bu ana hakka bağlayan bir insa­ nım. ” diyen Yaşar Nabi’ye, sanatı­ mız, ekinimiz çok şey borçludur.

Yazınımızın, ekinimizin bu bü­ yük emekçisi, her zaman saygı ile | anılacaktır.

Adnan Binyazar

Yaşar Nabi, Cumhuriyet döne­ minin kültürel ürün verme aşama­ sında etkili olmuş yazarlardan biri­ dir, belki en etkilisidir. Çünkü onun çalışmaları birkaç yönlü olmuştur. Bu nedenle Yaşar Nabi’nin ede­ biyat, sanat ve kültür yaşamına katkılarını birkaç yönden ele almak gerekir.

Başlangıçta çok iyi bir dergici- dir. “ Varlık” daha ilk sayısı ile güç­ lü bir kadronun desteğini görmüş­ tür. Batı’yı nesnel bakışla değer­ lendiren bu kadro, Türkiye’de neler yapılabileceğini, kültürel birikim­ lerin nasıl yönlendirilebileceğini te­ melden düşünmüştür. Denebilir ki, Batı’mn yazınsal, sanatsal ve kültürel üretim inin kökenindeki gerçekler “Varlık” yoluyla aktarıl­ mıştır. Sanatçı kesimin bu gerçeği kavramış olması, köklü değişimle­ rin zorunluğunu da ortaya koy­ muştur.

Yaşar Nabi, döneminin en iyi ya­ yıncısıdır. Kitabı herkesin alabile­ ceği bir duruma getirmekle birlikte,

okumayı da yaygınlaştırma yolları aramıştır. Küçük çapta da olsa, her evde bir kitaplık oluşmasmda bile katkıları büyüktür. Okuma denen o erdemli uğraş, kişinin yaşamına Yaşar Nabi’nin çok yönlü çalışma­ sının ürünü olarak girmiştir, ö y le ki, ben ilk kez, Varlık Yayınları’yla, Diyarbakır'ın bir ilçesinde, çul çaput da satılan bir dükkânda kar­ şılaştım. O günün koşullarıyla böy­ le bir dağıtım düzenini sağlam-ştı

Yaşar Nabi. O dağıtıyor, başkaları da topluyorlardı, yakıyorlardı kitapları ama, önemli olan, kitabın girmiş olmasıydı, ışığın parlama- sıydı.

Yaşar Nabi’ nin başka bir yönü, belki en etkili yönü, bir “ kuşak” oluşturacak denli, edebiyatı ciddiye almasıdır. Kendisi de üretmiştir; şiirleri, oyunları, denemeleri, öbür türlerdeki yazıları belli bir düzeyin üstündedir, ama onun en büyük katkısı, üretici olmasından çok ürettirici olmasında aranmalıdır. Şu açıkça bellidir ki, gençliklerini “ Varlık” sayfalarında yaşamış nice yazar, ozan bugün de dipdiri ayak­ tadır. O kuşağın yarattığı kültür ortamı, sanat anlayışı ve beğeni dü­ zeyi aşılmış değildir. “ Varlık” dı­ şında kalıp da kendini var eden bir­ kaç sanatçı dışta tutulursa, vardı­ ğımız edebiyat, sanat ve kültür aşamasında “ Varlıkçı” lann etkisi her zaman duyulacaktır.

Köy ve köylü sorunlarıyla ilgili yazılar da ilk kez “ Varlık” ta görül­ müştür. Bu yazıların toplumcu ger­ çekçi edebiyatımızın oluşumundaki katkıları yadsınamaz. Yaşar Nabi, Türkiye’nin toplumsal gerçekleriy­ le sanatın gelişimini yakından izle­ miştir. Dergisinde bunu dengeli tutmaya da özellikle çalışmıştır. Bütün bunlara karşın, gelişmelerin gerisinde kaldığı gibi bir kam za­ man zaman yaygınlaşmıştır. Sa­ nat, edebiyat ve kültür çalışmaları bir bayrak yarışı gibidir, önemli olan, bayrağı sağlıklı biçimde, sağlıklı ellere bırakmaktır. Yaşar Nabi, kültür yaşamımızda bunu başarıyla yerine getirmiştir.

Bugün vardığımız aşamada, Türk yazarlarının yoğun biçimde yayımlanmasında, dünya edebiya­ tının en ünlü yapıtlarının kısa şike­ de yurdumuzda da basılmasında, edebiyatımızın yön bulmasında, dergiciliğimizin gelişmesinde onun emekleri her zaman saygıyla anıla­ caktır.

Necati Cumaiı

Y aşar Nabi Nayır’ın kültürümüze hizmetinin önemini, büyüklüğünü değerlendirmek için, bu hizmetin hangi koşullar altında gerçekleş­ tiğini ansımak gerekir.

Varlık, 1933’lerde, Cumhuriyet devrimlerinin hızı içinde yayma gi­ rer. Devrimlerin paralelindedir. Çıktığı dönem ile uyuşma içinde­ dir. Bu dönemde ‘ avant garde’ bir sanat dergisidir Varlık. Şiirdeki,

edebiyattaki bütün yeni atılımlarm çıkış kaynağıdır. Dıranas, Tarancı, Saba, Dağlarca’ mn şiirleri daha sonra Garip akımı, küçük hikâyede Sait Faik, hep ilerici anlayışlardır o dönemde. Hececilerin, Hamit, Ce­ nap, Haşim hayranlarının saldırıla­ rına, alaylarına uğrarlar Varlık’ta.

Varlık, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra başlayan ikinci Dünya Savaşı yıllarında sıkıntılı günler geçirir. Bu iki olay da sars­ mıştır dergiyi. Nedir ki direnir.

ikinci Dünya Savaşı’mn sona er­ mesinden, çok partili döneme girişi­ mizden sonra ise uğradığı değişik­ liği açığa vuran bir Türkiye vardır. Devrimler açıktan açığa saldırıya uğramaktadır. Milli Eğitim Bakan­ lığı’ nda yüz seksen derecelik bir dönüş olur. Köy Enstitüleri, yolun­ dan saptırılır. Klasiklerin yayını durdurulur. Tercüme Bürosu işle­ mez duruma getirilir vb. Yıl 1946’ - dır. Yaşar Nabi Nayır, bu değişik­ likler sırasında. Tercüme Büro- su’ndaki görevinden istifa eder. Evini satarak sermaye koyar. Var- lık’ ı büyük boy bir dergi durumuna getirir. Y aynılarına başlar. Yaptığı işin önemi, 1946’da başlayan geri­ cilik hareketleri hızını, kudurganlı­ ğım artırdıkça daha iyi anlaşılır. O artık, Varlık kurumuyla, Cumhuri­ yet Milli Eğitiminin görevini yük­ lenmiş sürdürmektedir. Durduru­ lan klasiklerin yayımı, Tercüme Bü­ rosunun etkinlikleri, Milli Eğitim Bakanlığı’ ndan Varlık dergisi ile yayınlarına aktarılmıştır. Köy Ens­ titülerinin kapatılmasından sonra köy konular ma, köyün eğitimine Varlık sahip çıkmıştır. 1950’ye gi­ rerken, Mahmut Makal, Varlık’ ın patlattığı bir bombadır sanki. “ Bi­ zim K öy” yılın olayı olur. Varlık’ in okuyucuları çoğaldıkça, Varlık’ta yazan Cumhuriyetçi şairlerin,yazar­ ların da okuyucuları artar. Genç Cumhuriyet edebiyatı, yenilikleriy­ le kültürümüze yerleşir, kök salar. Politikada demagojinin tam an­ lamıyla egemen olduğu 1950’lerde, Varlık, insancıl, Cumhuriyetçi dü­ şüncenin tek savunucusudur .Varlık yayınları her ay on kitap sunar okuyucularına.

Yaşar Nabi Nayır’ m 48 yıl gü­ nünü aksatmadan yayınladığı der­ gisi, 2000’i aşan kitap yayınlamakla gördüğü hizmet, bir sanat kültür havariliğidir. Şu son yıllarda, ne zaman sözünü etsem, bunun içindir ki, Yaşar Nabi Nayır’ın Cumhuri­ yet tarihinin en büyük Eğitim-Kül- tür Bakanı olduğunu söylerim.

(11)

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Y ıl 1949. Sivas’ta subaydım. Bir bayram günü, üç - dört günlük boşluktan yararlanarak, hemen yakınımızdaki Tokat’a gezmeye gittim. Dere içinde, yeşillikler için­ de, güzelden daha güzel bir kentçik. Hele dört tarafı asma ve ortası bü­ yük bir, eskiden “ kameriye” denen kafesten salonlu bir lokantası vardı ki, nasıl övülse az. O asmaların dört uçtan gelip, kameriyeyi tamamen kaplaması, sarı, beyaz, kırmızı, mor üzüm salkımlarının aşağıya sarkmasıyla oluşuyordu. Lokanta­ dan çıktıktan sonra, kentçiği uçtan uca gezerken ne bir gazete, ne bir kitap gördüm. Bu çok tedirgin et­ mişti beni. Postane — o günlerde bir yokuş üzerindeydi— yolunda bir küçük dükkân gördüm. îçi-dışı yal­ nız Varlık Yaymları’yla doluydu. Kitapçıya “ Başka bir işiniz var mı?” dedim. Yalnız bu yayınları satarak geçindiğini, 1-2 kitapla başladığı işini günden güne iler­ lettiğini söyledi. Duyduğum sevinci düşünebilirsiniz. Kitapçıdan çıkın­ ca, doğru postane yokuşunu tır­ mandım. Y aşar Nabi’ye bir telgraf çekerek durumu özetledim, kendisi­ ni yürekten kutladım.

İşte Yaşar Nabi budur. Otuz yıl önceki Türkiye’nin tek lâmbasıdır. Sonraları kendisinin, devletten çok, devletten geniş etkiyle yurdunun aydınlanmasına çalıştığını yüzüne söylediğimde kızarmıştı. Hepimiz yazar olabiliriz, ozan olabiliriz. Çok kolay bu. Güç olan kısacık yaşam içine sığdırılan bu yu rttaşlık görevidir. Onun için ne yapmalı? Hiç olmazsa bu öncü adamın anısını bir yontuyla yaşatmalı.

Vedat Günyol

însan yaşamı, bir milimlik çizgi ile birbirinden ayrılan, bir parantez içine sıkıştırılmış iki tarihte özetini buluyor, örneğin: (1908-1981). Bu özet, 17 Mart gü­ nü, büyük bir tanıdık tanımadık dost kalabalığıyla son yolculuğuna uğurladığım ız Y aşar Nabi Nayır’ ın yaşamboyunun özetidir: O insafsız, o katı, genç yaşlı de­ meden günün birinde hepimizi kıskacına alacak olan bir yazgının kaçınılmaz, kaçımlamaz özetlerin­ den biri.

Yaşar Nabi, rastladığım insan­ ların en çalışkan ve en sorumlula­ rından biridir, sanat emeğine, kafa emeğine içten gönülden değer veren

biri. Onu, Haşan Ali Yücel döneminin ateşli, sıkı, sürekli ça­ lışma günlerinde, üç-dört yıllık kısa bir süre içinde de olsa, yakından ta­ mdım.

1943 yıllarında olmalı. Askerliği­ mi bitirince, Milli Eğitim Bakan­ lığı, o zamanki adıyla Neşriyat Mü­ dürlüğü’ne “ Klasikler Müşaviri’ olarak atanmıştım. Beni bir odaya götürdüler. Küçük bir odaydı bu, iki masalı. Kapmm yakınındaki masada, ilk kez gördüğüm birisi oturuyordu. Tanıştırdılar: Bu, Yaşar Nabi’ydi. Lacivert giysili, in­ ce uzun, gözlüklü, zarif bir insan. Beni, odanm baş köşesinde, pen­ cere yanında bir masaya oturttular. Bu masa bir süre boş kalmış olma­ lıydı. Sonradan düşündüm ve “ Ni­ çin Yaşar Nabi, bir süre sahipsiz kalan bu masaya geçmemiş?” de­ dim kendi kendime. Zamanla anla­ yacaktım ki, Yaşar Nabi böylesi küçük hesapların dışında, üstünde, nerede olursa olsun, çalışma, yarar­ lı olma olabilme tutkusunda is­ tencinde, direncinde bir yaman, bir örnek insandı.

Oda arkadaşlığımız, kısa bir süre sonra, Tercüme Bürosu’na üye olmamla b irlikte, görev ar­ kadaşlığına dönüştü, ama sessiz, konuşmasız, düşünce alış verişin­ den uzakta, belli görevleri üstlen­ menin beraberliğinde bir arkadaş­ lıktı bu.

Yaşar Nabi, her gün saat dokuz­ da masanın başmda olurdu. Gecik­ tiğini hiç anımsamıyorum. Her gün, saat beşe kadar büronun işle­ riyle uğraşır, beşte paydos zili ça­ lınır çalınmaz, masasmm gözünden özel işleriyle ilgili kâğıtları çıkarır, yazıysa yazı, çeviriyse çevirilerinin üstüne kapanırdı.

Konuşm adan anlaşmanın, karşılıklı saygın ın serüvenini yaşıyorduk. Her ay başında, ma­ samın üstünde özenle, saygıyla bırakılmış V A RLIK dergisini bu­ lurdum. Bir gün, öğle tatilinde “ si­ zinle bir konuda konuşm ak istiyorum” dedi. Varlık dergisini, biz Y ü c e l’ cilere devretm ek istiyordu. Derginin yükünü . kal­ dıramaz duruma gelmişti. Arka­ daşlarla konuşayım diye bir iki günlük süre istedim. Durumu, Yücel’ in sahibi Muhtar Enata’ya, Orhan Burian’ a anlattım. Yücel dergisini güç bela sürdürürken Var­ lık’ ı üstlenmemiz olanaksızdı.

İyi ki böylesi bir olanaksızlık çık­ mıştı, yoksa 1946’larda Anka­ ra’daki evini satıp İstanbul’a gitti­ ğinde eli boş kala kaindi Yaşar N abi, ve bugün hepimizin

övgüsünü, hayranlığım kazanmış olan yayınlan gerçekleş tiremezdi.

Varhk dergisi ve Varhk Yaymlan, kırk sekiz yıl boyunca, bir bakanlığın yüzüstü bıraktığı bir çabayı sürdürme kararı, direnci, coşkusu içinde, yazm ve düşünce yaşamımıza süreklilik sağlama, bugün dünyaya açüan açılabilen ne kadar yazar şair varsa, hemen hepsine yetişme gelişme olanağı ya­ ratma bakımından, her zaman övünçle anacağım ız bir iş görmüştür. Bu uğraşta en büyük onur payı Y aşar Nabi’nin olmak­

la birlikte, şunu da söyleyeyim ki, Sait Faik, Orhan Kemal, Oktay Rifat, Necatigil, Dağlarca, Külebi, Cumalı, Oktay Akbal, Yaşar Kemal vb. gibi üstün yetenekli sanatçıla­ rın katkıları da azımsanamaz.

Ahmet Taner Kışlalı döneminin tadı damağımızda kalan günlerin­ de, Kültür B akanlığı Büyük ödülüne lâyık görülen, hem de hakkıyla lâyık görülen Yaşar Nabi Nayır’ m değeri gün geçtikçe daha bir artacaktır.

Varlık dergisinin,silkinip varlığını yeniden gösterme yolunda aldığı tazecik kararların gerçekleşmesini görmeden bu dünyadan ayrılan Ya­ şar Nabi Nayıradlı güzel insanın anısına merhaba.

Cevdet Kudret

Biz yedi arkadaştık. “ Yedi Meşa­ le” derlerdi bize. Ortaklaşa bastır­ dığımız kitaba o adı verdiğimiz için... Edebiyat dünyasına o kitapla adımımızı atmıştık. Bundan tam 52 yıl önce. 1928’de... Hepimiz okul çocukları idik daha... Okul soma­ sında başka başka işlere girmiştik. Başka başka yerlerde ve şehirlerde çalışıyorduk. Topluluğumuz dağıl­ mıştı. Ama yine de birbirimizi uzaktan uzağa izliyorduk. Yavaş yavaş yaşlanıyor, bir yandan da yaşamağa çalışıyorduk. Yaşamak önemliydi bizim için. Çünkü biz, iki dünya savaşı arasından sıyrıl­ mıştık. Birinci Dünya Savaşı’nda altı yedi yaşlarında çocuklardık; ikinci Dünya Savaşı yıllarında orta yaşlı insanlar olmuştuk. Yangından kurtarılan birkaç parça eşya gibiy­ dik. Sanat hayatına Cumhuriyet döneminde başlayan ilk kuşaktık. Bizden öncekilerde Meşrutiyet ve Mütareke bulaşığı vardı. Biz tam anlamıyla Cumhuriyet çocukları idik. Yaşamak istiyorduk; Cum- huriyet’in sanat ve düşünce dünya­ sını hep birlikte kurmak,

(12)

kendimi-Yedi Meşaleciler (ön sıra-soldan): Siyavuşgil, Yaşar Nabi, Muammer Lütfü, (arka sıra)KenanHulusi£iyaOsmanSaba,VasfiMahir Kocatürk,Cevdet Kudret. zin ve kendimizden sonrakilerin ba­

şarılarını görmek için yaşamak... Fakat olmadı. îlk kurbanı, İkinci Dünya Savaşı içinde verdik: Kenan Hulûsi, askerlikte, tifüsten öldü. 36 yaşındaydı. “ Bir meşale söndü” diye yazdı gazeteler. Arkadan Ziya Osman gitti. İçimizde şiiri sürdüren tek kahraman, ya da fedai o idi. Hepimiz üstüne titriyorduk. Onun başarısı bizim de başarımız sayıla­ caktı. O da gidince, eski cümleye bir de “ daha” sözcüğü eklediler, “ Bir meşale daha söndü” dediler... Y ol açılmıştı artık; bu “ daha” lar sık sık yineleniyordu. Bir ordan, bir burdan gitmeğe — gazetelerin deyi­ şiyle, sönmeğe— başlamıştık. Dikkat ediyordum, içimizde en sağlıklı, en sağlam olanlar gidiyor­ du. Kala kala, Yaşar’ la ben kalmış­ tık. İki zayıf, çelimsiz insan... Bi­ zim kuşak, böylece, Darwin’in ünlü kuramını, güçsüzlerin yok olması yoluyla “ doğal ayıklanma” kuramı­ nı boşa çıkarmıştı.

Son olarak Yaşar’la benim aram­ da bir yarış başlamıştı; fakat bu, genel kurala aykırı bir yarıştı; sona kalan kazanacaktı. Dün, çok geç saatte haberim oldu: 15 Martta ya­ rışı ben kazanmışım. Eğer buna ka­ zanmak denirse!..

Kara haberi duyduğum saatte, Bodrum’dan İstanbul’ a hiçbir araç yoktu. Cenazesine bile yetişeme­ dim...

Artık yarış bitti. Dünyada tek başına bir adam kaldı. Yalnız ve yorgun bir adam... “ Yedi Meşale” döneminde bir gün, Abdülhak Hâ- mit’ in kabul günlerinden birine git­ miştik. Maçka Palas’ ta oturuyor­ du. Çevresinde, kendinden sonraki kuşaklardan birtakım yazar ve ozanlar vardı. Kendi kuşağından hiç kimse yoktu. Hepsi ölmüştü. Birden düşünmüştüm; Hâmit’ten sonra insan soyunun üremesi bir­ denbire dursaydı, bu yaşlı adam, yeryüzünde tek başma kalacaktı. Sağa bak, sola bak, hiç kimse yok!.. Bugün, kendimi işte öyle görüyorum...

1927-28 yıllarının genç kuşağı, Servet-i Fünun dergisinde toplan­ mıştı. Tâ Tevfik Fikret zamanın­ dan beri elinin sıkılığıyla tanınan Ahmet İhsan (Tokgöz), yazı parası ödemeyeceği için, dergi sayfalarım gençlere açmıştı. Dergiyi Halit Fahri (Ozansoy) yönetiyordu. Ser­ vet-i Fünun’a gidip gelen gençler­ den yedi tanesi arasında daha bir yakınlık doğmuştu. Bunlar,Servet-i Fünun dışında da buluşmağa baş­ lamışlar, günün birinde, seçme şiir

10

ve öykülerini bir araya toplayarak, Y edi Meşale adlı ortak bir kitap çı- karmışlaidı. Bunun öyküsünü, Y e­ di Meşale’nin 50’ nci yıldönümü do­ layısıyla yazdığım bir yazıda an­ lattığım için (Varlık, 1978, sayı 847) burada yinelemeyeceğim. Genellik­ le, Yaşar Nabi’nin Şehzadebaşı’n- daki evinde toplanırdık. Bir iki ke­ re de Sabri Esat'ın Kadıköy’deki evinde toplandığımızı hatırlıyo­ rum. Yaşar’ m evi, Şehzade Camii ile Damat İbrahim Paşa Medrese- si’nin arasındaki Dedeefendi Soka­ ğı’nda idi. Giriş katında küçücük bir çalışma odası vardı. İşte orada. Hepimiz bir araya geldiğimiz vakit, zor sığışırdık odaya...

Bizler, daha önceki ve daha son­ raki kuşaklar gibi, kahvehane ve meyhanelerde değil, evlerde topla­ nıyorduk. Hani, X V III. yüzyılın

düşünce ve sanat adamları soylu ki­ şilerin salonlarında toplanırlarmış ya; onun gibi bir şey... Ne var ki, Türkiye soylularının sanatla, dü­ şünceyle göbek bağı kopuk olduğu için, bizim düşünce ve sanat adam­ larımız ya halk tipi evlerin küçücük odalarına tıkılmış, ya da kahvehane ve meyhaneye kapağı atagelmiştir.

Bu ev toplantıları, daha sonraki yıllarda, Yaşar Nabi’ nin Ankara’­ daki evinde de sürdü (1938-1946). Ne var ki, bunlar artık aile toplantı­ ları idi. Bir hafta Yaşar’m, bir hafta Sabahattin Ali’nin, bir hafta bizim evde toplanıyorduk.

Galatasaray Lisesi’nin ticaret bölümünde okumuştu. Girişim ce­ sareti vardı. İkinci Dünya Savaşı’- nın kıtlık yıllarında enini boyunu küçülterek kör topal, fakat hiç ak­

(13)

satmadan yürüttüğü Varlık dergi­ sini, savaş sonunda yeni bir biçimle çıkarmayı tasarladı. Bahçelievler’ - deki evini satıp onun parasıyla İs­ tanbul’da Varlık Yayınevi’ni kurdu (1946). Derginin yanı sıra kitap ya­ yınına da başlamıştı. İlk bastırdığı kitabın bir şiir kitabı (Cahit Sıtkı Tarancı), ‘Otuz Beş Yaş’ olması ay­ rıca dikkate değer...

Burada önemli bir noktaya işaret etmek istiyorum:

Bugünün ünlü ya da unutulmuş ozan ve yazarlarının çoğu Varlık sayfalarından geçmiş; ya ilk olarak orada tanınmış, ya da ünlerinin do­ ruğuna orada ulaşmışlardır. Ünlü­ lerden birkaç ad vermek istiyorum:

Ozanlar Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, “ Garip ” kuşağı (Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday) ve daha sonraki kuşak: Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Sa­ bahattin Kudret Aksal, Necati Cu- mah, Ceyhun Atuf Kansu, Gülten Akm ... vb.

öykücü ve Romancılar Saba­ hattin Ali, Sait Faik, Samet Ağa- oğlu, Oktay Akbal, Orhan Hançer- lioğlu, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Mahmut Makal, Haldun Taner, Tahsin Yücel, Muzaffer Hacıhasan- oğlu, Tarık Dursun K ... vb.

Dergi dışında, bunların çoğunun kitaplarım basıp dağıtarak, çağdaş Türk edebiyatımızın yayılıp tanın­ masını; diyebilirim ki, onun kurul­ masını sağlamıştır. Varlık dışında ancak birkaç ozan (Asaf Halet Çele­ bi, Cemal Süreya, Edip Cansever, vb.) ile birkaç öykü ve roman yazarı (Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Aziz Nesin, Kemal Tahir, vb.) başka ya­ yın organlarıyla ünlerini sağlamış­ lardır.

Karısının ölümünden sonra, yavaş yavaş belleği zayıflamaya başla­ mıştı. Dergi yönetim yerine gelen­ leri birbirleriyle tanıştırmakta zor­ luk çek iyor, özellikle adları unuttuğundan yakmıyordu. Bir gün, bana:

“ —Ama seni unutmuyorum. Sen Cevdet Kudret'sin” dedi. Meğer ben Cevdet Kudret’ mişim. Oysa, ben, o güne kadar, Fuzuli’nin bir dizesini mırıldanıp dururdum kendi kendime:

Men kimem? bir bîkes ti bîçâre vü bî-hânüman. (Ben kimim? bir kimsesiz, biçare, evsiz barksız biri­ yim.)

Tasavvuf şiiri dışmdaki dinsel manzumelerde (Mevlid’in kimi par­ çaları bir yana) şiir rüzgârı pek es­ mez. O yüzden sevm em . onları. Ama, Kâzım Paşa’ nm şür yüklü bir beytine bayılırım:

Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya/Cibrîl koş haber ver Sultân-ı Enbiyâ’ya.

İlk dizenin başlangıcım, “ Düştü Y aşar atından...” biçimine sokmak geliyor içimden. Onu rahmetle an­ mak isteyenler için ne güzel bir ağıt...

Ne yazık ki, ben ağıt yakmasmı bilmem. Başkaları olsa, kim bilir neler söylerlerdi. Bense, işte böyle, kupkuru bir iki lâf edebildim.

Y azım ın başın da, “ Cumhu- riyet’in sanat ve düşünce dünyasım kurmak, kendimizin ve kendimiz­ den sonrakilerin başarılarını gör­ mek için yaşamak istiyorduk” de­ miştim ya. Onun en yakın arkadaş­ ları ben ve ötekiler belki hiçbir şey bırakamadık yarma; ama o, tek ba­ şına, kendi elleriyle kurduğu yeni Türk edebiyatım bıraktı; çeşitli dillere çevrilmeğe başlanan, övünü­ lesi bir edebiyat... Bunu görmek bana yeter!..

Haldun Taner

Yaşar N abi Nayır tam kırk sekiz yıldır çıkardığı Varlık dergisi ile, Varlık kitaptan ile Türk edebiyatı­ na, Türk kültürüne büyük hizm et­ ler yaptı. Büyük kentleîden uzak il­ ler ve ilçelerin aydın ve y a n aydın­ lan ayda bir postadan çıkan Varlık dergisini aldıklan anda sanki bir kültür ve sanat dalga uzunluğuyla ilişki kurar olmuşlardı. Y u rtta bir Varlık kültürü oluşm uştu. K öy öğ­ retmenleri, kasaba edebiyatçılan, dünya fikir ve sanat gelişmelerini hep bu dergiden izlediler.

Yaşar Nabi bu kültür havariliğini sessiz, sedasız, gürültüsüz şam a ta­ sız , bir nefer alçakgönüllülüğü ve bir karınca çalşkanlığı ile üstlen­ m işti Onun en belirgin bir n iteliği de inat derecesindeki sebatkâr lığı id i. S a ğ lık sız o lm asın a k a rşın dergiyi de, yayınlan da tek başına çıkarış eneıj isini bunda buluyordu. Yaşar Nabi böylece bir yüzeyin sözcüsü haline getirdiği dergisinde ve yayınlarında nice isim siz yetene­ ği yürüklendirdi. Işığa çıkardı. Varlık, Türk edebiyatının ünlü i- simlerinin yüzde sekseninin ana ku­ cağı oldu.

Bu yayınlar, kültür tarihimizde Haşan A li Yücel’in devlet eliyle çı­ kardığı klasikler dizisinden sonra en önemli yeri tutar.

Varlık’ m .dolayısıyla Yaşar Na- bi’ nin bir başka yararlı m esajı da Atatürkçülüğün her dönemde hiç sapmasız bir savunucusu oluşu idi.

Ölümünün acısını bir derece ha­ fifleten faktör, kültür yaşam ım ıza yaptığı katkının canlı ve sürekli ka­

lacağı inancıdır.

Tahsin Yücel

Orhan Veli Varlık’ ta şiir yayım­ lamaya başladığı zaman, Yaşar Na­ bi şiir yazmayı bırakmıştır. Sait Faik’in Varlık’ta öykü yayımlama­ ya başlamasıyla Yaşar Nabi’ nin öy­ kü yazmayı bırakması aşağı yukarı aym yıllara rastlar. Yeni yazınımı­ zın genç öncüleri Varlık çevresinde toplandıktan sonra, Yaşar Nabi nerdeyse yalnızca deneme alanında sürdürür yazmcılığmı, dergisinin başyazılarım yazmakla yetinir. Bu yazılarda da yazın dışı konular üze­ rinde durur genellikle. Örneğin bir Ataç gibi kendini yazına adamış görünmez. Bununla birlikte, yeni yazınımızın oluşmasında, gelişip tanınmasında payı bulunan birkaç kişi saymak gerekirse, ilk sıralar­ dan birini, belki de birincisini Y a­ şar Nabi’ye vermek gerekir. Yeni yazınımıza birçok çevrelerin ya alaylı, ya kuşkulu gözlerle bak­ tıkları, çok uzun bir dönem boyun­ ca, bu yazmin öncülerini ve izleyici­ lerini sayısız güçlüklere karşın, hiç aksatmadan çıkardığı bir dergi çevresinde toplaması, tek tutamağı olan evini satarak kurduğu yaym- eviyle onlara yapıtlarını kitaba dönüştürme olanağı sağlaması, kü­ çümsenmesi olanaksız bir katkıdır kuşkusuz. Gene de bir kişiyi önemli bir yazın devriminin öncüleri ara­ sında saymak için yeterli bir neden değildir. Üstelik, her şeyden önce bir düzen adamıdır Y aşar Nabi, gi­ yinişinden davranışlarına, dergi­ sinden kitaplarına, hattâ, son bir­ kaç yılı saymazsak, nerdeyse hiç değişmeyen bedensel görünüşüne değin, her şeyiyle bir süreklilik, bir değişmezlik simgesi gibi durur kar­ şımızda. Son yıllarda birçoklarınca hiçbir atılım yapmamakla, yazm ve düşün yaşamımızda görülen geliş­ melerin gerisinde kalmakla suçlan­ masına da bu değişmezlik neden olur. Ne var ki, Yaşar Nabi’yi Y a­ şar Nabi yapan da onun bu değiş­ mezliği, bu sürekliliği olmuştur denilebilir Yazınsal düzlemde ol­ sun, toplumsal ve siyasal düzlemde olsun, düşüncesini ve eylemini be­ lirgin birkaç ilke çevresinde odak­ landırmış, böylece, yapıtları belli bir düzeye ulaşan her sanatçı Var- lık’ta kolaylıkla yerini bulabilmiş, genç sanatçılar da, okur kitlesi de Yaşar Nabi’nin ilkelerini kolayca

paylaşabilmişlerdir. Varlık’ta rahat bir soluk almışlardır. Yaşar Nabi her zaman bir erdem, bir devini biçimi, bir yaratım kaynağı olmuş­

tur. ■

11

Referanslar

Benzer Belgeler

Montanari’ye göre, cam kötü bir ısı yalıtkanı olduğu hâlde bina yapımında çok fazla kullanılıyor, bu da binalarda çok büyük miktarda ısı kaybına neden

Gerçek şu olur: Fikret Mualla’nın ya­ şantısında görülen kabına sığmayış tüm olarak var

1— Tutanakların tespit Maliklerinden Hayrullah kızı Kadriye Sabancı İbrahim oğlu İbrahim Topuz, A li oğlu Haşan Erol, Hüseyin kızı Hüsniye Tıranpeş- li,

Daha sonra adı Güzel Sanatlar Akademi­ si olan Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’nin 1 numaralı “talebesi” Müzdan Safi Arel geçen­ lerde Moda’daki evinde sessizce son

Anadolu’ya bizlerden çok çok önce gelen ve burayı ya- şam alanı olarak seçen oklukirpiyi ve onun yaşam alan- larını korumamız, hem onu, hem yaşadığı alanı ve dola-

doğum gününde hâlâ çok büyük anlam taşıyor Türk yazını için.. Türk yazınında Batılı anlamda ilk deneme yazarı, de­ neme tülünün

Diğer gruplarda, dokuların 10 -4 M L-NAME ile inkübe edilmesi 5-HT’ye bağlı kasılma yanıtları üzerine Ginkgo biloba ekstresi’nin tüm konsantrasyonlarında gözlenen

Senato 13 Mayıs 1920 tarihinde aldığı bîr kararla, Ermeni soykırım iddialarının gerçek olduğunu ifade etmiştir.. Tem- silciler Meclisi 148 sayılı kararı ile