Müzdan Arel, Sanayi-i Nefise’nin 1 numaralı öğrencisiydi
î
h
• //
Besim ve bütün m anasıyla yalnızlık..
Sanayi-i Nefise Mektebi  lisi’nirı 1 numaralı “<
talebesi” Müzdan
Safi Arel, geçen hafta M oda’daki evinde sessizce son nefesini
verdi. Notlarımı karıştırıyorum. Müzdan A rel’le bundan tam üç
y ıl önce görüşmüşüz, M oda’daki o evde. Yazıyı kaleme almak
bugün kısmet oldu.
ŞAHAP BALC10ĞLU___________ _
Daha sonra adı Güzel Sanatlar Akademi si olan Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’nin 1 numaralı “talebesi” Müzdan Safi Arel geçen lerde Moda’daki evinde sessizce son nefesi ni verdi. Şu gürültülü insan ormanında ha bir kişi eksilmiş, ha elli kişi artmış, kimin umurunda? Tlıhaf bir “cümbüş” yaşıyoruz. Koşullara kendinizi ister istemez kaptırıyor sunuz. Zaman çok hızlı geçiyor.
Notlarımı karıştırıyorum: Müzdan ArelL le bundan tam üç yıl önce görüşmüşüz, Mo da’daki o evde. Yazıyı kaleme almak bugün kısmet oldu.
Oturduğu yeri öğrenince telefonu bulunan bitişik komşusuyla haber salıp gittim.
Apartmanın giriş katında kalorifersiz bir daire. Seksen beşi aşmış, kısa boylu, zayıf, mavi gözlü bir hanım. Ev iki odalı, kutu gi bi. Duvarlarda nem izleri. Bir oda hâlâ re sim atölyesi. Şövale üstünde bir “peyzaj” bo yalar, fırçalar, pislenmiş bir boya bezi. Otur duğumuz ön odanın dip köşesinde eski bir divan. Orada yatıyor. Yanda yayları bozuk, kılıf geçirilmiş köhne bir koltuk. Solda odun kömür karışımıyla tıkırdayan bir soba. Du varda baba resmi, aile fotoğrafları, thap Hu- lûsi’nin armağanı bir “kfifi” yazı. Çevrem- de “can yoldaşı” bir kedi.______________
İstanbul hanımefendisi__________ _____
Yaşlı kadını sezdirmeden inceliyorum: Be yaz pantolon, topuklu beyaz iskarpin, kırmızı zarif bir bluz giymiş, saçları düzgünce taralı dudakları rujlu, tırnaklan ojeli, Osmanh’dan bize kalan bir İstanbul hanımefendisi. Ço cukluğu Büyükada’nm Maden semtindeki şa tafa tlı bir köşkte geçmiş. Evdeki
“matmazel”den özel eğitimin yanı sıra Fran
sızca dersi almış. Dili hâlâ Fransızcaya çalı yor. “Mon cher” ve “ma chirie”li yıllardan sonra Cumhuriyet’le birlikte “Şişli’de bir
apartman"da oturmuşlar. Son durak, Moda.
Eşi Safi Necip Arel, Sümerbank’da satış mü dürüymüş. 1969’da ölmüş. Tam kırk beş yıl bir yastığa baş koymuşlar. “Şair adam”mış. “Edip”miş, “güzel hikâyeler de yazar”mış.
besteci, torunu trompetçi
Müzdan Arei’in oğlu Bülent Arel bir süre Galatasaray ve Bursa liselerinde okuyup son ra Amerika’ya gitmiş. Şimdi orada elektro ma müzik üzerine çalışıyormuş. New York’a
iki saat uzaklıktaki Long Island’da oturuyor. Altmış iki yaşındaymış. On iki yıldır (şimdi on beş oldu) Amerika’daymış. İki yıl önce ge lip gitmiş. Mektup yazar, telefon edermiş. Ki rayı o gönderiyor. Kendisinin de sigortadan ufak bir emekli aylığı var. Kıt kanaat geçi niyor. Evin bütün işlerini bir başına yapıyor: Temizlik, yemek, bulaşık, soba ve... ve resim! İki torunu varmış: Emre, Salzburg Operası’n- da trompetçi. Karısı Türk ve de operada “pri- madonna” ymış. Lâle’yse Los Angeles’ta oturuyor, evli, bir de kızı var.
KÜ PELİ FOTOĞRAF— Müzdan Arel, f o toğrafı çekileceği zaman, çekmeceden çıkar dığı bir kutudan tek bir inci küpe alıyor ve sağ kulağına takıyor.
— Ya siz? diyorum.
Başını eğdi, derin derin düşünüp: — Ben mi? dedi. Burda, bütün manasıy la yalnızım.
Ve ağlamaya başladı.
Bozuldum. Bozuldum ve düşündüm: O tantanalı ve hareketli yaşantıdan bu zor gün lere gelmek kolay mı? Yaşlılık, yalnızlık ve para darlığı kadına daha zor geliyor galiba.
“Havayı tebdil etmek” için konuyu değiş
tirdim, resim dünyasından söz açtım.
“Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’nin 1 nu maralı talebesiyim” dedi. “Onsekiz yaşımda girdim oraya. (1916’lar olacak herhalde). Ziya Bey ‘Menâzır’ (manzara) dersi verirdi, Vahit Bey de Sanat Tarihi dersine girerdi. Belirli bir binamız yoktu. Bazen Gedikpaşa’da bir yer, bazen Tanin Matbaası’mn sokağında bir oda
(Cağaloğlu olsa gerek) dershane olurdu. Son
ra Namık İsmail Bey zamanında Fmdıkiı’ya geçtik. Ben Feyhaman Duran’ın taiebesiydim. Çok figür çalıştım. Sonunda ekspresyoniz mi (dışavurumculuk) tercih ettim. Bir aralık el işlerine ve halı dokumacılığına da heves lendim, onları da öğrendim, ama hayatımı resim üzerine kurdum. Sanayi-i Nefise’den arkadaşımdır Nazlı Ecevit Hanım. O bizden daha sonraki yıllarda okudu. Hâlâ görüşü yoruz. (Bu konuşmadan kısa bir süre sonra
Nazlı Hanım vefat etti). Zaten ikimiz kaldık
hayatta.”
Bin kadar tablo__________________ _
— Ne kadar tablo yaptınız?
— Bin kadar. Çok da sergi açtım. Bir za manlar hepimiz Galatasaray Lisesi’nin salon larından yararlanırdık. 1960’ta Beyoğlu Be lediye Galerisi’nde, 65’te Moda Deniz Kulü- bü’nde, 77’de Göztepe’deki Oya Galerisi’nde sergiledim. Evvelki yıl İş Bankası tabloları mı satın aldı.
— Yeni kuşak ressamları için ne düşünü yorsunuz?
— Şekil ve mevzu olarak çoğuyla ayrı tel den çalıyoruz, bu normal. Ama renk bakı mından içlerinde çok güzelleri var. Zaten ben de renkçiyim.
Durdu: “Benim gözümde modern resmin
Türkiye’de öncüsü Nazmi Ziya Beydir.”
Masanın üstünde kediler horluyor, öteki köşede annesinin giysili ve tam boy bir yon tusu, kızı yapmış. Demek ki ustalığının işçi liğinin bu yanı da var.
Ama önce kadındı o. Yaşama bağlı ve ken disine saygısı olan bir kadın. Neden gerekti bu laf? Anlatayım: Renkli film takılı maki nemle yaşlı sanatçıyı çalıştığı son tablosu nun önüne usulca getirip resmini aldığım an da birdenbire, “durun” dedi, “bir de küpeli
fotoğrafımı çekin lütfen. O da siyah-beyaz ol sun.”
İnci küpe ile poz__________________
Çekmeceyi açıp bir kutu çıkardı, içinden tek, evet, tek bir inci küpe çıkarıp sağ kula ğının memesine taktı, ikici küpe nerdeydi, ne olmuştu acaba? Bunda da bir dram mı giz liydi, bilemem. Sormaya dilim varmadı.
Divanın üstüne oturdu, yan döndü. Küpeli bir profil oluştu.
Deklanşöre bastım.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi