• Sonuç bulunamadı

Hasan Ali Yücel'i anarken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hasan Ali Yücel'i anarken"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

15

PAZARIN PENCERESİNDEN

A

Haşan Ali Yücel’i anarken

SELÇUK EREZ

E

skiden bazı padişahlar, yurttaşlarının olup bitenler, süregelenler konusunda ne düşündüklerini anlamak İçin kıyafet değiştirerek halk arasında gezerlermiş: Niçin? Çünkü, padişahlar arasında, vezlr-i azamların ya da bir kademe daha alt düzey yetkililerinin sundukları raporların dalma gerçekleri yansıtmadıklarını anlayacak kadar zeki olanlar varmış.

Cumhuriyete ramak kala, 1918 ilkbaharında, Birinci Dünya Savaşı’nın bizim açımızdan ne kadar olumsuz bir sonuca yol açacağı belirmeye başladığında Veliaht Prens Vahdettin ile Almanya’ya giden Mustafa Kemal veliahta gerçeğin, ona yansıtıldığı gibi olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Zeki Çelikkol tarafından güzel bir dille çevrilmiş olan Benoist-Mechin’in “Mustafa Kemal-Bir imparatorluğun ölümü" (Bilgi Yayınları 1997) adlı eserde bu çaba yansıtılır: “ Mareşal Hindenburg, prens ve kendisini

Başkumandanlıkta kabul etti. Onlara, Suriye Cephesl'nde geçen olaylar dahil, durumun iyimser bir tablosunu çizdi. Kabulün sonunda Mustafa Kemal, Vahdettin’e:

- İşittiklerinizin tek kelimesine bile İnanmak caiz değildir. Bunların hepsi boş laf. Hakikat halde kaybettiler. Suriye Cephesi hakkında söylediklerinin hepsi yanlış. Herkesten daha iyi biliyorum, çünkü oradan geliyorum. Bütün gerisi göz boyama, dedi..”

Her padişahın, her veliahtın yanında daima gerçekleri yansıtan bir refakatçi bulunmazdı. Yukarıda nakledilen olaydaki “gerçekleri söyleyen” refakatçi örneği bir istisnadır. Bunu genç yaşlarında kavramış olan Mustafa Kemal, “Atatürk” olduktan sonra da sorunları, gerçekleri bazen saptıran, bazen de

sulandıran raporlardan çok doğrudan doğruya halkla temasla, kişisel incelemelerle edineceği izlenimler sonucu varacağı teşhislerle giderme yolunu seçmişti: 1930'da, Türkiye’de gerçek demokrasiye bir adım daha yaklaşmak için Fethi Bey’e kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fırka’sının katıldığı yerel seçimler nedeniyle düzenlenen toplantılarda gerici gösterilerin endişe verici boyutlara ulaşması üzerine önce bu partinin

kapatılmasına karar vermiş, sonra da bir yurt gezisine çıkarak bu olumsuz sonucun nedenlerini öğrenmeye çalışmıştır. Bu gezide, seçime katılmış olan her iki partinin adayları ile -bazen saatlerce- görüşerek neyin eksik olduğunu anlamış ve Cumhuriyetin ilkelerinin daha geniş halk yığınlarına hızla

benimsetilmesi™ sağlayacak kurumların oluşturulması gerektiği sonucuna ulaşmıştı. Halkevleri, bu teşhisin ürünüdür.

Gerçeklerin doğrudan doğruya yapılacak - yeterli sayıda- önyargısız yapılması gereken ölçüm ve gözlemlerle öğrenileceği, sadece devlet yönetimi alanında mı anlaşılmıştır? Hayır, bilimde de, hayatın her alanında da bu temel ilke yürürlüktedir: “ En hakiki mürşid ilimdir!" cümlesinde, yaşamın her alanında yapılacak değerlendirmelerde önyargıdan arınmış olmanın, bilimsel kıstas dışında kıstas ve yöntemlere rağbet etmemenin gerçekleri bulmamıza yol açacağı vurgulanmaktadır. Bu gerçeklerin yeterince kavranmamış olduğu zamanlarda bilim alanında da mesela tıbbi bilimlerde de insanoğlunun yaşamına -bazen sadece milyarların boşa akıtılmasına- yol açan yanlışlarla zaman kaybedildiği bilinir: Verem hastalığının dağ havasıyla ve denizdeki iyodu solunmakla giderileceğine

inanıldığından önce dağlarda sonra deniz kenarlarında sanatoryumlar, verem hastaneleri inşa edilmişti... Daha da eskiden sıtmanın, pis havadan kaynaklandığına inananlar, bu hastalığa malarya (= kötü hava) adını-vermişlerdi!

1950’de ilk basıldığında kıyametlerin kopmasına yol açan ‘Bizim Köy’ kitabında doğrudan doğruya yaptığı gözlemlerini yansıtan Mahmut Makal’ın başına gelmeyen kalmamıştı. Gerçeği yansıttığına İnanılmamış, İnanılmak istenmemiş, Makal “ komünistlik” le İtham edilmiş, hapse bile atılmıştı.. Bizim Köy’ün bir yerinde köylerdeki kooperatifler

anlatılır:

- Bizim ilçenin yedi sekiz köyünde Tarım Kooperatifi var. Aslında köylülerin faydası düşünülerek hayırlı bir maksatla kurulan bu kooperatifler bugün köylüyü bir çıkmaza sokmuş vaziyettedir. Çünkü köylü

kooperatiften para alırken İktisat zihniyetiyle hareket ederek her zaman aldığı parayı kârlı bir işe sarfetmiyor. Sadece ölçü aldığı parayı eski borçlarına yatırarak bir an için hafifliyor. “Seneye Allah kerim” düşüncesiyle hareket ediyor. Sene ise çabucak gelip çattığından afallayıveriyor. Ekseriyet borcunu

ödeyemiyor. Bakiye kalıp faiz yüzünden iki katına çıkınca büsbütün ödeyemiyor, neticede icraya veriliyor ve o zaman kara sefalet başgösteriyor. Bu civar köylerinde kooperatife ortak olan köylülerden yarıdan fazlası icraya verilmiştir.”

Devlet ne yapmalıydı? Köylünün çoğunun icraya verilmesini, sefaletinin artmasını bekleyeceğine, uygulamanın hemen ardından köylüye, çiftçiye verilen kredinin nasıl kullanıldığını, nasıl tüketildiğini ortaya çıkaracak anketler, incelemeler yaptırsaydı, bu yolun çözüm değil sorun getireceğini zamanında anlamış olmaz mıydı? Bugüne kadar zıraatte yapılan sübvansiyonların devletin bütçesini allakbullak etmesinin çaresinin bulunamaması bu eksikten kaynaklanmaz mı? Burada da eksik olan

Hasarı Â li Yücel

nedir? Doğrudan, önyargısız incelemedir! Doğrusu neydi? Köylüye, çiftçiye habire kredi vermeye devam etmek mi, yoksa onu hangi ürünün para edeceğini anlayabilecek, aldığı kredileri yerinde kullanacak, ektiğini en randımanlı şekilde ekecek, biçtiğini en verimli şekilde biçmesine yol açacak bilgiyle donatmak mı gerekir?

Bunu kim, nerede ve nasıl sağlayabilirdi? Köy Enstitüleri kapatılacağına

yaygınlaştırılabilseydl bu sağlanabilirdi! Ama çocuklarımıza önyargısız, doğrudan doğruya gözlemler yaparak gerçeği bulmak ve bu sonuca varmak için gerekli bağımsız ve bağlantısız düşünülebilen kafalara sahip olmak yollarını öğretmek yerine, Köy Enstitülerini kapatarak, diğer okullarımızda düşünen değil papağan gibi ezberleyen öğrenciler yetiştirerek, Kuran kurslarında ve imam hatip okullarında dogma ezberleterek sorunlarını çözemeyen kuşaklar yetiştirdik. Her yaştan on milyon gence bunları anlatmak daha kolaydı. Ama Hasan-Âli Yücel’den sonra gelen Milli Eğitim Bakamları ve üyesi oldukları hükümetlerin bu konudaki yanlışları ve günahları birbirini kovaladı: Bugün 65 milyon gence bunları anlatmak, anlayanlara imkan sağlamak pek güç. Sekiz yıllık temel eğitimi kabul eden hükümetin bile bunu pek inanmadan, ite kaka -ve sulandırarak- uyguladığına bakıyoruz da değerinizi daha iyi kavrıyoruz: Nur içinde yatın Hasan-Âli Bey!-<|

Referanslar

Benzer Belgeler

(Lac Léman) m etrafını geceleri nura gark eden yine bu beyaz kömür dür. Honoré diyor ki « bir kaç manetle mü­ zeyyen bir mermer levhanın arkasına 10,000 ve

Araflt›rmac›lar, daha önce bir morötesi (dalgaboylar›nda parlayan) halka ve optik (görünür) ›fl›kta parlayan s›cak noktalarla ayn› yerde bir X-›fl›n›

Neyzen çok içki içerdi, ben ağzıma koymam; Neyzen sigarayı yutardı, ben tadını bilmiyorum, ama ikimizin bir müştereği var: İkimiz de dilimizi tutamıyoruz. O

[r]

Elektronun elektrik yükünün karesinin, ›fl›k h›z›yla Planck sabitinin çarp›m›na bölünmesiyle elde edilen ince yap› sabiti, son bir kurama göre ancak ›fl›k

Fakat o tarihlerde de kayık bütün bu vasıtalar İçinde halk tara­ fından kâh ucuzluğu, kâh her an j emre hazır oluşu bakımından ve yük­ s e k sınıf

lej’de ve Almanya’nuı Magdeburg şehrinde yüksek tahsilini ise An­ kara Hukuk Fakültesinde yap­ mıştır. 17 Nisan 1927 de Dışişleri Bakanlığına intisap

Çiçekleri neredeyse tamamen kapalı sikonyum’lar içerisinde hap- sedilen dişi incir ağaçlarının tozlaşmasına ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve