A / v / n J L
29 Ocak 1968
CUMHURİYET
"Garipçiler,, okulunun üçüncü şairi
t
?-«Garipçiler» okulunun üçüncü şairi Oktay Rıfat, bizim kuşak içinde en yakışıklı, en sevimli ve zamanına göre en güzel giyinen bir sanatkârdır.
Uzun boylu, kara kaşlı, kara gözlü, mütenasip vücutlu ve gü zel kçnuşan bir şairdir. Daima güler yüzlü, şakacı ve nüktedan olan Oktay Rıfat, sırası gelince bazan da hiç umulmadık bir za manda, canını sıkan, münasebet siz, haddini bilmeden konuşan insanlara karşı evvelâ alaycı, sonra da öfkeli, hırçın çıkışlar yapar. Bu hallerine çok tanıklık etmişimdir. Fakat bütün bu öf keli konuşmalarına kuvvetli bir mantık ve aklı selim hâkimdir.
Değerli fikir adamı ve şair Sa mi'n Rıfat merhumun oğlu olan ve bugün 54 yaşında bulunan Ok tay, baba evinden başlayarak cid di ve sağlam bir eğitim görmüş tür.
Çocuk yaşında iken kalabalık ve hepsi de, kültürlü, yabancı dil bilir bir ev piçinde edebiyat ve şiir terbiyesi almış, başta ba bası olmak üzere ağabeyi ve ab lalarından çok şey öğrenmiş, or ta okul ve lise öğreniminde İken arkadaşları arasında kolayca ken dini göstermiş, irsi diyebileceği miz bir kabiliyetle şiirler yazma ya başlamıştır.
Birçok şairlerimizin aksine, şairlikle yüksek tahsili bir ara da yürütmesini de bilen Oktay Rıfat, Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, bir müddet Maliye Vekâletinde çalışmış, ay nı Vekâlet adına ihtisas yapmak üzere Paris’e gönderilmiş, fakat İkinci Dünya Savaşında P aris’in düşmesi üzerine —o da Cahit Sıtkı Tarancı ile beraber— bisik letle Paris’ten kaçarak yurda dönmüş ve ihtisas tahsilini yarı da bırakmıştır.
★ ★
Oktay Rıfat’ı bana ilk defa 1940 yılında Ankara’da bir yaz günü Kutlu Pastahaneslnde, Orhan Ve li tanıştırdı. Şöhretlerinin ilk ba samaklarında tatlı günler geçiren «Garipçiler» okulunun bu iki de ğerli üyesi karşılıklı oturmuşlar, dondurma yiyorlar ve haklarında çıkmış olan bir tenkid yazısına verilecek cevap üzerinde konuşu yorlardı.
Orhan, gayet sakin ve kendin den emin duruyor, Oktay ise he yecanlı, biraz öfkeli, haksızlığa uğramış insanların isyanı içinde gayet sert, fakat düzgün, inandı rıcı bir dille konuşuyordu. Or han, onu teskin etmek için:
— Hakkımızda her yazılan yazı
RIFAT
ya cevap verecek olursak, şiir yazmaya vakit bulamayız, diyordu. Oktay bu söz üzerine gülerek: — Çok haklısın, bu kıskanç, dar görüşlü adamlara cevap vermeye değmez diyerek bahsi kapattı. Son ra da bana dönerek çok kibar bir tavırla:
— Çok affedersiniz, tam da sinir lerimi bozan bir konu üzerinde ko nuşurken geldiğiniz için sizinle meşgul olamadım, Cahit Paris’te iken her zaman sizden bahsederdi, sizi hepimiz severiz, diyerek gönlü mü aldı.
O günden sonra Oktayla artık ar kadaş olmuştuk. O yılların Anka- rası, güzel sanatların her dalında, özellikle edebiyat ve şiir yönünden çok hareketli idi. Bugünkü ünlü şairlerin pek çoğu Ankarada idi.
Oktay Rifatla sık sık pastahane- lerde, daha çok Ulus’taki Şükran
Lokantasında diğer arkadaşlarla birlikte buluşuyor, şiirler okuyor, tartışmalar yapıyorduk.
Bir akşam Oktayla yalnız ikimiz, Şükran Lokantasından başka bir yerde, ünlü bir şarapçıda yemek yi yip şarap içtikten sonra hesap iste dik. Masamıza bakan garson elin deki hesap puslasını - bizi biraz ça kırkeyf görmüş olacak ki - şişir dikçe şişirdikten sonra masamıza bıraktı. Oktayla birlikte pusulaya inceden inceye göz gezdirdikten sonra itiraz e ttik :
— Biz şunları, yemedik... Biz bu kadar değil, şu kadar içtik...
Garson gayet sert ve hattâ terbi yesizce cevaplar vermeye başladı. Şaraphanenin patronunu çağırdık, ona da aynı itirazları yaptık. Pat ron, bizi uzun uzun dinledikten son ra:
— Ben karışmam, kozunuzu gar sonla paylaşın! diye çekti gitti.
Nihayet, uzatmıyalım parayı ver medik. Karakolluk olduk. Karakol da Şaraphaneye yüz adım kadar var yoktu. Oktay önde, ben arkada, yanımızda beyaz önlüğü ile garson girdi karakoldan içeri.
Genç bir komiser muavini, garso nun şikâyetlerini dinledi dinledi. Ve sonunda ne istediğini sordu. Gar son:
— Hiç beyim... Yakışır mı bu bey lere, versinler 15 lirayı nereye gi derlerse gitsinler,,.
Komiser, sonra bizlere döndü ve hüviyetlerimizi tesbit etmek üzere adlarımızı sordu. Önce Oktay, son ra ben sıkıla sıkıla isimlerimizi, iş yerlerimizi söyledik.
Genç komiserin yüzü bir an da kıp kırmızı oldu. Şaraphane nin arsız garsonuna hışımla :
— Çık dışarı... diye bağırdı. G arson:
— Niçin çıkayım, efendim, di yecek oldu.
Komiser bu sefer daha ydlksek sesle:
— Çık diyorum sana, sen bu beylerin kim olduğunu biliyor musun? diye bağırdı.
Garson dışarı çıktı. Genç ko miserle baş haşa kaldık. Sonra bize dönerek:
-— Affedersiniz efendim, sizi buraya kadar getirmişler. Buyu run, oturun birer kahve içelim, diye hürmetkar bir tavırla
bizle-y.v sen ey karınca taciri gazeteci Ağzının içinde bir sap
ebegümeci Kaşlarında macera
gözlerinde oyun Şeytan gibi kaçan yollu
bisikletinle Tırtık çizmelerin kadife
kasketinle Getir o eski sevincini
çocukluğun Akşamla bacada mavileşince
duman Biten türkü gibi uzaklaşın
kapımdan Kayın ağır ağır gündüzden
geceye Ey İstanbul ağzıyla mal satan
simitçi
Oktay Rifat fonla söylediğim zaman büyük bir sevinçle gülerek şu cevabı verd i:
— Şiir, ilk defa imdadımıza ye tişti... Yaşasın komiser bey! Ya
la dünyaya ve hayata gülerek bakan, zaman zaman da ince bir görüşle alay eden garip, bazan acı, ama yine de her şeye rağ men tasasız gibi görünen bir
tu-uŞiır ilk defa imdada yetişiyor
yaşasm komiser yaşasın şiir ,,
rl misafir etmek istedi. Teşekkür ederek vaktin geç olduğunu söy ledik ve karakoldan ayrıldık.
Birkaç gün sonra öğrendik ki, garsonu hışımla karakoldan ko van ve bize kahve ikram etmek isteyen genç terbiyeli komiser, amatör bir şairmiş, Oktay’ın ve benim şiirlerimizi okur, hattâ bazılarını ezbere bilirmiş.
O günlerde Oktay’a bunu
tele-şasın şiir! diyordu.
Oktay Rıfat da öteki arkadaşla rı gibi şiirden başka çeşitli sanat ve edebiyat konularında makale ler yazdı, tercümeler yaptı, yeni bir anlayış, yeni bir biçim ge tiren başarılı piyesler yazdı. ,Ve hiç şüphesiz en güçlü ve kendi sinin efe en çok inandığı şiirden ayrılmadı.
Oktay’ın şiirlerinde
çoğunluk-İ S T A N B U L
06.25 A çılış, program 06.30 G ünavdm I 07.00 Köve haberler 07.05 G ünavdııı II
07.30 H aberler ve hava durum u 07.45 İstanbulda bustin 07.50 İlân lar ve h afif m üzik 08.00 Hafif Batı müziei 08.15 Saz eserleri 08.30 S. Ersözden şa rk ılar 08.45 Carli Rahci orkestrası 09.00 T ürküler
09.15 Kem an soloları 09.30 Ovun havaları 09 40 Ev için 10.00 Ara haberler 10.05 Hafif Batı m ü z tii
Çocukları eşeğine bindiren sütçü Halil İbrahim bereketi
kesenize.
Y a r ı n
KEMALETTİN
KAMU
1 a 3 4 8 C 7 8 9 10 HAFTALIK BULMACANIN HALLEDİLMİŞ ŞEKLİİstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha To ros Arşivi