• Sonuç bulunamadı

Hamdullah Suphi Tanrıöver konuşuyor:Dost ve komşu Romanya'nın dünkü ve bugünkü vaziyeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hamdullah Suphi Tanrıöver konuşuyor:Dost ve komşu Romanya'nın dünkü ve bugünkü vaziyeti"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hamdullah Suphi Tanrıöver'le bir konuşma

Dost ve komşu Romanyanm

dünkü ve bugünkü vaziyeti

ÜZÜN SENELER ROMANYADA MEMLEKETİMİZİ TEMSİL EDEN TANRIÖVER, DOST MEMLE­ KETİN GEÇİRDİĞİ BUHRANLARI, DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ VAZİYETİNİ VE BUNLARIN MUHTE­

MEL İNKİŞAFLARINI ANLATIYOR.

[Uzun seneler Romanyada mem lekelimizi temsil etmiş olan bü­ yük elçi, İçel milletvekilimiz Ham dullah Suphi Tanrıöver'e bir mu­ habirimizi gönderdik. Romanya hakkında bazı sualler sorduk. Ge­ çirdiği buhranlar, aramızda umu­ mî bir alâka ve endişe uyandıran dost ve komşu memleketin dünkü ve bugünkü vaziyeti ve bunların muhtemel inkişaflarını onun lisa­ nından dinlemek, istedik. S o rd u ­ ğumuz sualleri ve aldığımız ce­ vapları iki üç gün devam etmek üzere sütunlarımıza alıyoruz:]

A

lmanların ve Sovyetle-

rin Romaııyaya girme- sindenberi bu memlekette vaha­ meti artan bir buhran vardır. Son defa Moskova konferansında

verilen bir kararla bir İngiliz,

bir “Amerikalı ve Rusyamn

Ko--manyada iradesini temsil eden Viçinski’den mürekkep bir heyet Bükreşe gitti. On üç seneden faz­ la bir müddet, Romanyada men* leketimizi temsil eden Hamdı*

lah Suphi Tanrıöver’in; şima

komşumuzun uğradığı ağır müş­ külât hakkında ne düşündüğünü kendisinden sormak - istedik,

Horhordaki evinde bir sabah saatinde onunla karşı karşıya o- turduk. Ben sayın hatibimize ilk sualimi sordum:

— Romanyada hakiki vaziyet nedir, bu memleketin istikbali hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamdullah Suphi Tanrıöver,

en yakın günlere ait bir hatıra- sile söze başladı ve dedi ki:

— Yılbaşı gecesi Taksim gazi- nosundaydım. Toplandığımız

(2)

- V A T A N

? 6

Hamdullah Suphi Tanrıöver'le bir konuşma

A.A, A. A i

Dost ve komşu Romanyanm

dünkü ve bugünkü vaziyeti

w v w v w w w v w v w y w w v y

UZUN SENELER ROMANYADA MEMLEKETİMİZİ TEMSİL EDEN TANRIÖVER, DOST MEMLE- KETİN GEÇİRDİĞİ BUHRANLARL DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ VAZİYETİNİ VE BUNLARIN MUHTE­

MEL İNKİŞAFLARINI ANLATIYOR.

w w w w w w w v w w s w v w v w (Başı 1 incide) de, ışık, ziyafet, dans ve bir eğ­ lenme havası vardı. Arada musi­ ki âletleri ve insan sesi bize, Mo- raritçe adındaki Rumen havasını

dinletti Bu şarkı küçük bir

sevda hikâyesidir. Bir genç Ru­ men köylüsü bir genç değirmen­ ci Rumen kızım seviyor.

Farkettim ki, mes’ut günlerde düşünülmüş, duyulmuş ve beste­ lenmiş bu sevda hikâyesinin bu akşam ruha hiç gizli kalmayan çok mahzun bir edası var. Sanki o, bizim neşeli gecemize, kederli bir hayal gibi gelip karıştı. Beni unuttunuz mu? diyen, ruhu yaralı aziz bir ziyaretçi tavriyle:

Bu havayı dinlerken, derhal kendi iklimimizden ayrıldım. Onüç buçuk sene; genç, ihtiyar; fakir zengin, her meslekten, her fırka­ dan bütün bir milletin memleke­ tim hakkında gösterdiği eşsiz mu habbeti düşünerek, kendimi ora­ ya ait hatıralarımın cereyanına terkettim.

Şimdi size, şahsî görüşlerimin en kısa bir hulâsasını anlataca-j ğım.

Romanya, Balkanların şimalinde bizim için tarihin, coğrafyanın vü­ cuda getirdiği bir dalgakırandır. OsmanlI devrinde bu memleketi bir vilâyet, bir eyalet, bir paşa­ lık gibi idare etmedik. O bizim­ le, dalıa şimalde yaşayan millet­ ler arasında bir siper vazifesi görmeğe tabiaten davetliydi. Onu biz müdafaa ettik. O bize bilerek bilmiyerek zaman zaman bir ka­ le vazifesini gördü. Bu fikri an­ latmak için bir dakika sözü Ata- türke vereceğim. 1937 yılının bir kış gecesi, onun Çankayada sof­ rası etrafında toplandığımız bir saatte bize, uzun uzadıya Bal­ kan milletlerinden bahsetti Ana­ dolu topraklarında Yunan ordu­ larına karşı bir müdafaa harbi yapmış olan Atatürkün; Yunan milleti için düşündüğü yalnız ya­ kınlık ve dot tluk hislerinden iba­ retti. Onlar ve biz, birbirimize istinat etmeğe muhtacız; diyor­ du.

Sırplar için, Balkanların mazi­ sinde olduğu gibi, istikbalinde de daima hesaba katılmağa lâyık er­ kek ve sağlam bir millettir, de­ di.

Bu ¡garların toprak aşkına ve çalışma kudretine hayrandı.

Romanya için benim İkinci Ka-

rol’a, Romanya devlet ricaline

tekrar ettiğim şu cümleyi söyle­ di:

«— Hatırlıyor musunuz, tâ şi

malde bizim Hotin adında biı

ka’emiz vardı.» Hepimiz, evet dedik.

*— Dıvarlarında hâlâ bugün

Yeniçeri ortalarının alâmetleri

çizilmiş duran bu kale, bugün de bizim için kaybolmamıştır.» de­ di.

Hotin büyümüştür, yayılmıştır. Bütün Romanyayı sarmıştır Ro­ manya şimdi hep birden bizim Hotin kalemizdir.

Bilmiyorum bu fikri daha gü­ zel anlatmanın imkânı var mı­ dır?

Elim hakikat odur kİ, muhare­ be küçük milletlerin elinden çık­

mıştır. Bugünkü muharebeler

yalnız l>üyük devletlerin kârıdır.

İkinci cihan harbinin daha ilk

aylarında küçüklerin hepsi dö­

küldü. Ayakta kalanlar, toprak genişliği, servet büyüklüğü, nü­ fus zenginliği ve tükenmez kay­

naklara malik olan imparator­

luklardır. Lehistan gibi 35 mil­ yonluk; Fransa, İtalya gibi kü­ çük i m p a r a t o r l u k l a r , on­ lar bile dayanamadı. Ayakta ka­

lanlar, Uzakşarkta adalara ve

Asya kıtasının bir kısmı üzerine yayılmış olan Japon imparatorlu­

ğu, Çin imparatorluğu, Sovyet

imparatorluğu, Alman impara­

torluğu, İngiliz imparatorluğu ve Amerika imparaorluğudur. Bun­ ların hepsine imparatorluk de­ meme şaşmayınız. Hepsinin geniş arazisi içinde ne kadar birbirine benzemez milletler, ayni davanın peşinde birleşmiş veya birleştiril­ mişler ve harekete geçmişlerdir.

Bugünkü harbin denizde, ka­

rada, havada lüzum gösterdiği

servete ve tekniğe küçük millet­

lerin kudreti yetmiyor. Bu se­

beple, genç ve kahraman Rumen ordusu hiç bir tehlikenin ve kor­ kunun bükemediği, baş eğdire- mediği memleket sevgisine rağ­ men; kendi hudutlarım istemiye- rek Alman ordularına ve yine istemiyerek Sovyet ordularına aç­ tı. O, iki tehlike arasında birini tercih etmeğe mecburdu: Alman - yayı, Rusyaya tercih etti.

İkinci cihan harbinin meydana çıkardığı, acı ve korkutucu bu yeni hakikatlerin karşısında, kü­ çüklere düşen vazife kendi ara­ larında birleşerek büyük olmak ve ayni ideolojiye sahip büyük­ lerin etrafında toplanmaktır.

Ben, eski büyük elçi ve şimdiki İçel milletvekili Tanrıöver’e;

— Her taraftan gelen karışık haberler ortasında, siz Romanya- yı bugünkü felâketini atlatabilir bir durumda mı görüyorsunuz, diye sordum.

Verdiği cevap şudur;

— Romanya hakkında, çok ki­ fayetsiz bir edebiyat vardır^, Bü­ tün yazılanları bir araya koyar­ sanız, bu memleketi öğrenmek is­

teyen yabancı vâzıh bir fikir

edinemez. Ben okuduklarıma ken di gözlerimle gördüklerimi ilâve ederek vardığım neticeyi size an­ latacağım.

Rumen milleti, kendi harabe­ leri ve kendi külleri içinden tek­ rar ve tekrar doğan eski bir mil­ lettir. Romada, Daçya fatihi İm­ parator Trajan’m zaferlerini; bir­ birini takip edecek nesillere nak­ letmek için 41 metre yüksekli­ ğinde, üç metre kutrunda muh­ teşem bir sütun dikmişlerdir. Bu sütunun üstünde bugünkü Ru­ men lerin cedleri olan Dasiar’m resimleri vardır. Başlarında uzun keçekülâhlar, tıpkı şimdi Rumen lerin giydiği gibi;' ayaklarında çarıklar, tıpkı şimdi Rumenlerin taşıdıkları gibi Trajan’m, Daçya seferi ile bugün arasında iki bin

senelik bir tarih vardır. Roma

lejiyonları, Daçya’mn eski sahip­ lerde karıştılar. Bu kaynaşmadan bugünkü Rumen milleti doğdu.

Demek ki, şimdi uğradığı felâ­

ketlerden bahsettiğimiz şimal

komşumuz, o topraklarda çok es­ kidir. Arada karanlık devirler -vardır. Fakat, tarihin ışığı altında gördüğümüz mutlak bir hakikat şudur ki, Romalının ve Das’m kay naşmasından doğan millet, daimî muhaceretlerin ve istilâların yolu

üzerinde bir vatan kurmuş ve

orada bugüne kadar tutunabil- miştir.

RomanyalI, istilâ geldikçe ova­ lardan dağlara; istilâ çekildikçe, dağlardan ovalara taşınır. Yakı­ lan yıkılan, yağma edilen köyle- rini kasabalarını tekrar kurar ve yoluna devam eder.

Bize edebiyat ve tarih bazı mil letlenn mucizelerinden bahseder. Zaman zaman taşan Cermen ve Slav denizleri ortasında muhafa­ za edilmesine beka endişemizle alâkadar olduğumuz Rumen mil­

letinin de bir mucizesi vardır.

Onu, size ben hikâye edeceğim.

Romanya topraklarında en es­ ki ile en yeni yanyana yaşar. Biz Türkler hâlâ orada muhtelif sa-

(3)

Hamdullah Suphi Tanrıöverle bir konuşma

A . 1 ^ A. AA. ,A*

Dost ve komşu Romanyanın

dünkü ve bugünkü vaziyeti

Başı 2 ncide) halarda ne kadar varız. Bunu si­ ze anlatmak isterdim. Fakat bu İzah bugünkü bahsimizin çerçe­ vesi içine girmez. Bu, en büyük bir merakla dinliyeceğiniz şaşıla­ cak kadar zengin bir mevzudur.

Romanya, 75 - 80 sene zarfın­ da size mucize diye tarif etmek istediğim bir gelişmeye mazhar olmuştur. İlmin, sanatın ve tek­ niğin bütün şubelerinde.

Değerli hatip bu gelişmeyi an­ latmak için, bana bir sıra maruf ilim, sanat, ve siyaset adamları­ nın isimlerini söyledi.

— Ecnebi hizmetine girmiş, nankörlük ve hıyanet yoluna sapmış bazı gençlerin yani De-

mirmuhafızlarm Snagov orma­

nında öldürdükleri Bizantinolog Yorga, şöhreti millî hudutları çok tan aşm^ş hir tarihçiydi. Avrupa üniversitelerinde senenin muay­

yen günlerinde ders verirdi.

Âyan meclisinde, Almanyaya ve Almanya hizmetine girmiş demir muhafızlara karşı Rumen milleti­ nin tarihî vicdanı gibi, ağır itham­ larla konuşmaktan çekinmezdi. Bu cesaretini, kanı ile ödedi.

İçtimaiyatçı Gusti, gene Avru­ pa üniversitelerinde dersleri olan

bir profesördür. Parvan çok ta­ nınmış bir arkeolog, Sextil Fus- caru bir filolog, Mehedinti bir

jeoloğraf, Contacuziııo, Babeş

kalp hastalıkları mütehassısı, Da nialopol ve sinir hastalıkları mü­ tehassısı Marinescu milletlerarası sahada mevki almış maruf dok­ torlardır.

Bazı kadınlar vardır. İsimleri­ ni biz biliriz ve dünya bilir.

Contes de Noailles, Princesse Marthe Bibescu, Mm. Vacarescu, İstanbulun pek iyi tanıdığı Pren- cesse Contacuzene, yeni Roman- yanın manevî servetleridir.

Avrupa tiyatroları, gene Ru­

men kadınlarının şerefle mevki aldığı bir sanat sahasıdır.

Elvian Popescu Paris operasın­ da, Mariora Ventura Komedi Eransez’de, Alice Cocea Odeon’da rol sahibidirler.

Cebotati Berlinde takdir edi­ len bir soprano, Grozovescu Vi-

yanada çok takdir edilmiş

bir tenor; Teodorescu Nevyork’ta ölen bir bariton, Ştefancscu Gu- anga Bükreşte yabancıların bü­ yük bir takdirle dinledikleri bir baritondur.

Musiki üstadları. Viyolonist

Enescu Avrupada ve Amerikada

ne kadar alkışlandı. Georges

Georgescu Bükreş filârmoniğini idare eden bir üstattır. Stan Goles tan Pariste sanatile ve şerefile yaşıyor. Sandu Albu ise Bağdat konservatt.“’-”” teşkile davet edi

len bir keman üstadıdır.

Resim, Romanyada kısa bir za­ manda yüksek derecelere erişmiş ve yeni milletlerin genç ressam­ lıkları arasında birinci derecede bir mevki tutmuştur. Bu ressam­ lığın tarihinde Grigorescu, Lu- chian, Andrecescu, Aman hürmet­ le zikredilmek lâzım gelir.

Halbuki dünkü Romanya yani 75 sene evvelki Romanya ne idi. Size iki cümle ile anlatayım. Ge­ niş bataklıklarla örtülü bir top­ rak, nehirlerin üstünde kemer bi­ çiminde tahta köprüler, iki üç Bo­ yar konağı ve irili ufaklı bir kaç kilise etrafında büyük köylerden ibaret fakir kasabalar. Bizim mu­ hacir arabası diye tarif ettiğimiz arabalarla seyahat eden yolcular

Bükr eşteki Monu lıana benzi-

yen üstüste odaları iç avluya ba­ kan hanlar ve 6 — 7 bin Boyar’m sahip olduğu uçsuz bucaksız arazi üzerinde çalışan fakir köylü yı­ ğınları.

Rumen milleti kendi iradesini kullanmağa başladığı günden iti­ baren size demin tasrihe çalıştı­

ğım büyük hamleyi yaptı. Ve

dünkü harap Romanyanın top­ rakları üstünde, ilimde, sanatta, teknikte, siyasette, idarede Ru- rnenin kendisini haklı olarak mağ

rur edecek ve onun dostları­

nı sevindirecek; bir kısmını say­ dığım büyük başarıları elde etti.

Bu değişmenin yanında Roman yayı bir de siyasî sahada ayrıca tetkik etmeliyiz.

S i z i n d e m i n k i sualinize

asıl cevabımı şimdi vereceğim.

Romanya toprağı hiç bir korku, hiç bir felâket önünde cesaretini ve ümidini kaybetmeyen devlet adamları yetiştirir. Onun asıl bü­ yük ve asil serveti budur. Ro­ manya Almanyamn işgali altında iken, bu memleketin başında Ma­ reşal Anteııesco ve Mihai Ante- nesco gibi milletlerinin taliini, Füh rerin zaferine bağlamağı haklı ve

zarurî görmüş devlet adamları

varken, son zamanlarda isimleri komünist mahfillerin gece gün­ dü? tahkirine maruz kalan Ma- niu’lar, Bratianu’lar en ufak bir tazyike ve tezyife maruz kalma­ dılar. Bunların Romanya tarihi ve istiklâlini yapan fırkaları, Ra- descu gibi Alman nüfuzunu hiçe

sayan ihtiyar generaller kendi

emniyetlerini bir defa düşünmek sizin dilin ve kalemin yapabile­

ceği; ne kadar mücadele varsa

bunların hepsini pervasızca üzer lerine aldılar.

Almanya ile ittifak, 500 bine yakın Romanya gencinin kanını Rusya bozkırlarına akıttı, çarpı­ şa çarpışa, Staüngrad kapılarına

ve Kafkas eteklerine kadar gitti­ ler. Rumen milletinin serveti ise gene Almanya hesabına tüketildi. Alman harp cihazmm muhtaç ol­ duğu birçok maddeler Romanya milli bankasının açtığı kredilerle Romaııyadan satın alındı ve Al­ manyaya sevkolundu. Bu, Rumen millî servetinin, Rumen gençliği­

nin kanı gibi ecnebi toprağına

hesapsızca akıtılmasından ibaret ikinci bir facia idi. Doktor Şacht şaşılacak kadar hâyâsız bir cüm­ le ile s e r v e t l e r i n i Almanya hesabına harcayan milletleri teb­ rik ve Almanyadan alacaklı ol­ mayı bu milletlerin bir mazhari­ yeti olarak ilân ediyordu. Fakat size, yeniden asıl işaret edeceğim

nokta şudur. Zaman zaman Al­

man büyük karargâhına giden

Meraşel Antenesco zamanında

Alman orduları ve Alman nüfuzu Romanyanın her köşesinde hâ­ kimken bir tek Rumen gazetesi, Maniu’ya hakaret eden bir satır neşretmedi.

Führerin; Maniu’yu hapsettir­ mek için gösterdiği daimi ısrara karşı mareşalin değişmez cevabı bu idi: Küçük Romanyayı, büyük Romaııyayı kuran siyaset adam­

larımızı hapsederek kendimi mil

letim karşısında bir zalim, bir

hain mevkiine düşüremem. Bugün Romanyanın askeri kuv veti hemen hemen hiç kalmamış­ tır. Almanlar kendilerde beraber muharebe eden Rumen orduları­ nın kaybettikleri silâhları onlara tekrar temin etmediler. Sovyet- ler geri kalmış ne varsa, bunların hepsini topladılar. Fakat Roman­ ya bugün dahi müdafaasız değil­ dir. Onu Sovyetlerin istilâsı altı­ na düşmüş diğer memleketlerle mukayese ediniz. Gözünüze çar­ pan manzara silâh mukavemeti­ nin yerini tutmuş manevî ve ah­ lâki büyük bir mukavemettir.

Alman hapisanesinden çıktık­ tan sonra Sovyet orduları içeri girince İngiliz sefaretine iltica eden ve ismi yar m bir milli Ru­ men destanına mevzu teşkil ede­ cek olan General Radescu 71 ya­ şındadır.

Bir tayyare ile Kahireye ve Mos kova’ya giderek bedbaht vatanının haklarını müdafaa eden Prens Stir bey 72 yaşındadır. Ruhu bugünkü

Romanyanın hudutlarında sıra

sıra kaleler hizmetini gören Ma- nîu 74 yaşındadır. Büyük hizmet lerile maruf hakikî bir hanedan teşkil eden Bratianu ailesinin bu­ günkü mümessili Dinu Bratianu 78 yaşındadır.

Bunlar, yaşlarına ait rakamla­ rın sizi düşündürdüğü ihtiyarlar değildir. Bunlar, Türk dilinin bü­ tün dillerden daha iyi tarif at»

tiği delikanlılardır. Bunların

öbür gençlerden farkları, yalnız gençlikte kıdemlerinden ibarettir.

Maniu’yu Macarların Segedin hapisanesi pek İyi tanır. Bu Tran siivanyalı, doğduğu memleketin kurtulması için millî şair Goga ile birlikte bu meşhur hapisane- ye kaç defa girip çıktı. O, ikinci Karol’u; Romanyaya tekrar da­

vet edenlerin başındaydı. Onu,

millî menfaate karşı gidiyor zan­ nettiği günden itibaren davetlisile mücadeleye başladı. Bu mücade­ lenin uzun bir tarihi vardır. Size burada anlatmak istemem. Sonra Almanya ile ittifakın aleyhinde açıkça çalışmakta tereddüt etme­ di.

Anna Faukerier’in, Luga

Las-lo’ların, Viçinski’lerin idare et­ tikleri Romanyada; ayni adam­ lar, ayni kararla, ayni cesaretle mücadelelerine devam ediyorlar. Asılı eski bir levhadan inmiş gi­ bi otuz beş sene evvelki elbisele­ rini giyen, 30 - 35 sene evvelki yakalarını, boyuııbağlarını takan, Şfintiior caddesinde on numaralı bir evde bodrum katında yatan kendisine bir k a h v e , bir çay verecek tek bir hizmetçisi olmı-

yan Maniu, arkasına dünyanın

tanıdığı böyle büyük bir mazi ot- rakmışken; bugün Romanya ko­

münistlerinin lisanında, «faşist­

tir», «mürtecidir» ve «yeni dev­ rin Romanya milletine vadettiği cennetin kapılarını kapamak is­ teyen bir haindir.» (Arkası yarın)

(4)

' V

Hamdullah Suphi Tanrıöver’le bir konuşma

-A M M.,.* . JA.*A.A..**.Jk..JA^ M.^A^A.^A^A. Jk. 4>.,*. A. ..A.A..A.A. A A* A^jA-^A -A

fk

^D ost ve komşu Romanyanm

^ dünkü ve bugünkü vaziyeti

[Uzun seneler Roman yada mera 1 «ketimizi temsil etmiş olan Bü­ yük Elçi, İçel Milletvekili Ham­ dullah Suphi Tanrıöver’e, arkada­

şımız İhsan Ada’yı gönderen i

bazı sualler sorduk. Geçirdiği bnh ranalr, aramızda nmnmî bir alâ­ ka ve endişe uyandıran dost ve komşu memleketin dünkü ve

bu-Mimarlarımız, Bizansa yepyeni ı

bir sima veren, denizlerin mavisi ile göklerin mavisi arasında; dâhij ellerinin eşsiz ve ilâhî bir çizgi i

ile dalgalandırdıkları, minareleri ve kubbeleri yardımcı sanatkâr! zümreleri olmasaydı kgpdi baş-

(Devamı Sa. 2; Sü. 4 de) !

günkü vaziyetini ve bunların muh­ temel inkişaflarını onun lisanın­ dan dinlemek istedik. Sorduğu­ muz sualleri ve aldığımız cevap­ ların birinci kısmını dün neşret- miştik. Devamını bugün de sü­ tunlarımıza alıyoruz:]

B

oğaziçi, Marmara sahille­

rinde, Bursa ovalarında ve Uludağ eteklerinde eski dede çı­ narlar vardır. Dallarım, memle­ ket ufuklarım şefkatle kucaklar gibi açmıştır. Mevsimlerin gelip geçen fırtınaları onları devirmeğe

kâfi gelmemiştir. Gölgelerinde

nesiller barınmış, ve yetişmiştir. Size Romanyada yaşlarını birer birer kaydettiğim bu mücadeleci ve kahraman eski devlet adam­ ları, bu dede çınarlara benzer.

Benim, memleket gençlerine söylemek istediğim bir fikri şim­ di yazacaksınız. Muayyen bir de­ virde büyük başarılar elde etmiş, halkın şükranına, minnettarlığı­ na hak kazanmış devlet adamları

nerede varsa, bunların etrafında

muhakkak iyi yetişmiş irade sa­ hibi, gözü pek, fedakârlık ruhunu

taşıyan zümreler vardır.

Büyük şair, Kendi kendine ye­

ter. Büyük musikişinas, büyük ressam, büyük heykeltraş kendi kendine yeter. Yalnız, mimar ken di kendine yetmez. Devlet adamı mimara benzer. İstanbulun üçün­ cü tepesinde, Süleymaniyeyi sey­ rediyorsunuz. Bu, Sinan’ın eseri­ dir, deriz. Eğer Kanunî Sultan Süleyman devrinin her biri ken­ di sahasında kemale ermiş, sınıf suuf üstadları olmasa idi, Süley- msniye vtteut bulabilir mi Mi?

(5)

T A T A H

Hamdullah Suphi Tanrıöver’le bir konuşma

A . A ■*•*■*■ A, A A, A .* A A A A A A A A. A. A. A -A A. A. .A A. A A, A. A , A, A A. A» A A Ak-A A A ■*■ A

Dost ve komşu Romanyanm

dünkü ve bugünkü vaziyeti

(Başı 1. inci da) Lanna vûcude getirebilirler mi j-di?

Sinarun hayalini; üç kıta üzeri­ ne yayılsın ve imparatorluğun gu­ rurunu, hayranlıkla seyrettiğimiz bir Süleymaniye şeklinde hakikat haline koyanlar; her biri cezbe ha­ yatı geçiren, her biri ayn bir sa­ hada üstad olan sanatkârlanmız- dır.

Büyük bir devlet adamı olmak için lâzım gelen vasıfları haiz o- lanlar, muhtaç oldukları zümreler mevcut değilse âciz kalırlar. On­ ları hapishaneler, ölüm sehpaları, yalnızlığın, vaktinden evvel gel­ menin cezasına uğratır.

Büyük devlet adamları, yüksek dağ başları gibidir. Dağ başlarının muhakkak uçurumları vardır. Bu uçurumları ergin bir zümrenin müşterek zekâsı, müşterek namu­ su, müşterek tecrübesi ve gayre­ ti doldurur.

Size Romanyanm Maniu’sundan, Braftianu’sundan bahsettiğim va­ kit, bunları tek başına yükselmiş kuvvetler olarak mütalâa etmeyi­ niz. Hepsinin etrafında iyi gün­ lerde olduğundan on kere fazla, felâket günlerinde; sımsıkı topla­ nan sevda ve iman zümreleri var­ dır.

Romanya bize, bu ulvi manza­ rayı gösteriyor.

Maniu’ya, Bratianu’ya, sizden bir hükümet takımının isimlerini istiyoruz; diye müracaat ediniz. Her biri bir iki saatte, size beşer, altışar takım hükümet listeleri ve­ rebilirler. Romanya birbiri ardınca her meslekte, her ihtisasta bir çok değerli adamlar yetiştirmişıtir.

Geniş bataklıkların yerinde

doğmuş yepyeni bir ümran, ilim­ de, sanatta, teknikte, idarede, si­ yasette kuvvetli şahsiyetler yani manevî servetler, birbirine taham­ mül eden, nöbet değiştirerek Ro- manyayı idare eden siyasi parti­ ler, orada mevcuttur. Bu sebeple­ dir ki, her iki istilâ sırasında Ro­ manya, bükülmez, vazgeçmez va­ tanperverliğini herkese gösterdi Dahili mukabelelere düşmedi. Ve yine yağmadan, yangından sonra tekrar milli ve hür hayatına ka­ vuşmak üzere, silâhsız olmakla be raber mücadelesine devam ediyor.

Hamdullah Suphi Tannöver’e: — Gazeteler, kralın Bükreşe av­ det ettiğini ve üç büyük devletin gönderdiği murahhaslarla görüş­ tüğünü yazdı. Bu avdetten ve bu“ müzakerelerden ne mâna çıkarı­ yorsunuz? Kralın vaziyeti nedir? diye sordum.

— Ben Roman yaya gittiğim va­ kit kral, sekiz dokuz yaşında bir çocuktu. Onun bir membadan fış­ kıran sû gibi, çocukluktan gençli­ ğe yükselişini senelerce seyrettim. Bazı sular vardır, aktığı veya fışkırdığı yerde, her şeyden fazla

ışığa benzer. Romanyanm t -gün­ kü genç kralı, kendi memleketinin karanlık günlerinde vatan topra­ ğından ve milli tarihten ışığa ben zer bir su gibi fışkırmıştır.

Onun az konuşması ve pek im­ dir gülmesi tahmin edemiyeceği- niz kadar ayrı ayrı tefsirlere yol açmıştı.

Ben, değişmez surette hüküme­ time seneler zarfında aynı fikri yazdım. Cümleler başka başka idi, fakat fikir daima o: Genç kral, vakti geldiği zaman Romanyanm ondan beklediği vazifeyi kararla, cesaretle, fedakârlıkla üzerine a- lacak bir ruhtadır. Sırası gelince biz, bu müdahalenin vukuuna şa­ hit olacağız. Şimdi bir çok sebep­ lerle seviniyorum, çünkü zaman beni haksız çıkarmadı.

Kral, yalnız değildir. Onun ya­ nında büyük ıstırap yollarından gelmiş, bir anne kraliçe vardır. Bu büyük kadının dünkü çocuk, bu­ günkü kral için ve çok sevdiği Romanya için, nasıl bir sıyanet ku­ şu olduğunu uzaktan tahmin et­ mek kolay değildir.

Böceklerden kuşlara, hayvan­ lara, insanlara kadar; yaratan, ya­ şatan ve esirgeyen büyük sırrın yeryüzünde asıl vekili annelerdir. Hiç bir sevda onlarınki kadar sa­ dık, onlarınki kadar fedakâr ola­ maz. Eğer üzerinde yaşadığımız topraklarda Allahın bu yaratma, yaşatma ve esirgeme kuvvetini temsil eden anne ve onların bü­ yük sevdaları ve fedakârlıkları ol­ masaydı, bizi taşıyan dünya; boş­ luklar içinde kupkuru bir mezar taşı gibi savrulup giderdi.

Romanyanm anne kraliçesi bu sıyanet kuvvetinin en müessir ve en asil örneklerinden biridir. Ken­ disi dışarda yaşarken, çocuk ya­ şındaki oğlu, onu gider, bulundu­ ğu yerlerde arar görürdü. Kraliçe Romanyaya avdet ettikten sonra biraz evvel size tarif ettiğim siya­ sî adamların rüşdünü, cesaretini haiz bir manevi kuvvet daha, es­ ki kuvvetlere inzimam etti.

Anne kraliçe, genç oğlu ile be­ raber Mareşal’e ve onun hüküme­ tine, Alman işgal kuvvelerine sırt­ larını çevirdiler. Ne o hükümeti,

ne bu ynbancı kuvvetleri tamdı­

lar. H»vVo* İJU-—

elçiliğe saraydan haber verdiler: *— Kral, sizi yarm saat 17 d kabul edecektir.»

Bu hatırayı size ve memleketi me derin bir memnuniyetle anla tıyorum.

Kral MişeL, beni yalnız kabu etmedi. Annesi yanında id i Bili­ yordum. O her zamanki gibi m konuşacak ve dinliyecekti Her i- kişi yar,yana bir kanapeye oturdu­ lar.

Konuşmağa başlamadan evvel kral dışarı çıktı. Etrafta ve kori­ dorlarda kimsenin olup olmadığı­ na dikkat etti. Sonra içeri girdi. Es ki yerine oturdu. Çünkü sarayda, başkalarının hesabına gözetleyen- ler ve dinleyenler vardı.

Anne kraliçe, bana sordu: — Harbin cereyanını nasıl gö­ rüyorsunuz? Almanya için muzaf­ fer olmak imkânı kalmış mıdır?

Cevap verdim:

— Majeste, harbin başladığı gün Almanyamn bu harbi kaybedece­ ğine mutlak surette kanaat eden­ lerden biriyim. Bunu her yerde söyledim ve her şekilde alâkadar makamlara yazdım. Harp Almanya için çoktanberi kaybedilmiştir. Bu memleket, zaferlerinin en parlak günlerinde; adım adım ancak mağ lûbiyete yaklaşıyordu. Bugün Al­ man mağlûbiyeti tahakkuk et­ miştir. Buna olmuş bitmiş naza- rile bakmak, ufak bir yanlışlık ihtimalini hatıra getirmez.

Kraliçe, kendi tarafından bir kelime ilâve etti:

— Biz de böyle görüyoruz. İkinci bir sual sordu:

— Almanların oğlumu, Kralı, memleketten çıkaracaklarını tah min eder misiniz?

— Vakit geçmiştir. Bu artık

yapılamaz, dedim. Böyle bir ka­ ran , bugünkü umumî şartlar ds hilinde imkânsız görüyorum.

Bu anda annesinin, ikinci sua­ lini ve benim verdiğim cevabı, genç kralın nasıl bir dikkat ile dinlediğini tahmin edersiniz.

Anne Kraliçe tekrar sordu: — Mareşal bu harpten sonra iktidar mevkiini muhafaza etme­ ği ümit ediyor gibi görünüyor bu mümkün mü?

(6)

Hamdullah Suphi Tanrıöver’le bir

* > A AA İ . â * » O ■fcA A A-jfc.H ■*. A A. A A.A A A A A A- AA-A A^A-A-A-A A-A-^-A»*»

konuşma

Dost ve komşu Romanyanın

dünkü ve

[Uzun seneler Ro manyada mam leketimiri temsil etmiş elan Bü-

y lk Elçi, İçel Milletvekili

Ham-bugünkü

H

amdullah Suphi Tannöver,

sözlerine devam etti:

dnllah Suphi Tannöver*e arka­ daşımız İhsan Ada'yı göndererek, geçirdiği buhranlar ile, aramızda

umtırhi bir alâka ve endişe uyan­

dıran dost ve komşu memleket

Romanyanın dünkü ve bugünkü

vaziyetini bunların muhtemel inki şallarını onan lisanından dinle­ mek üzere bir konuşma yaptık. Sorduğumuz suallere Tanrıöver’in

verdiği cevapların birinci ve i-

kınci kısımlarını geçen gün ve dün neşrettik. Üçüncü kısmını da

bugün sütunlarımıza alıyoruz:!

Bükreşte harp esnasında Ai-

manyayı temsil eden Von Kılin- ger; mutaassıp bir tarikat adamı idi. Hitler mezhebi onu, daimi bir vecd içinde yaşatıyqpdu. Zaman zaman irad ettiği nutuklarda, es­ ki partileri, onların reislerini çok kaba bir lisan ile tahkir etmeği, tehdit etmeği bir usul haline koy­ muştu. Bir nutkunda, bu eski dev let adamlarını Romanyaya hıya­ net ile itham ederek; onların ağız­ larına yumruklarımızı tıkamakta

Bu nutka, evvelce ismini size», hürmetle zikrettiğim General Re- descu; o günlerin şartları ile asla izah edilemiyen bir tezyif mek­ tubu ile mukabele etti ve Tergu- jiu hapishanesine kapatıldı.

Umulurdu ki, Almanya silâhla­ rı ile Romanyada hâkim iken bu cesareti gösterenler mütarekeden sonra başka muamele görecekler­ dir. Halbuki, böyle olmadı.

Von Klinger’in ağızlarına yum ruk tıkamak istediği adamlar, Kralın isim günü, 8 Kasım 1945

(7)

▼.A T A N

j± ____

Hamdullah Suphi Tanrıöver'le bir konuşma

Dost ve komşu Romanyanm

. (Bayı 1 incide)

de halk tarafından saray önünde yapılan bir sadakat nümayişi

vesilesi ile ayni tehdide uğ­

radılar. Yeni istilâyı temsil e- denler, Bükreş sokaklarında; yı­ lan ıslığına benzer sesler duy­ duk, dediler.

Şimdi bu hatıralar zihnimden geçer iken, size ehemmiyeti ev­ velkiler ile kıyas kabul etmiye- cek bir vesikadan bahsedeceğim.

Çekoslovakyada hatırası mil­ letler için çok aziz olan Maza- rik’in halefi Cumhurreisi Beneş, 1943 senesi Aralık ayının on bi­ rinde Moskovayı ziyaret etmişti. Bu ayın on üçünde, yeni bir dost­ luk muahedesi aktedildi ve ertesi gün ilân olundu. Ayın on sekizin­ de ise, Stalin kendisini kabul et­ t i Bu mülâkatta, suallerinizi pek yakından alâkadar eden bir cihet vardır. Beneş, Sovyet Cumhuri­ yetlerinin kudretli mümessili o- lan Satlin’den; Romanya ve bil­ hassa Maniu hakkında bazı sözler işitmişti. Bu sözleri, lâyık olduğu müstesna ehemmiyetle kaydet­ meği unutmadı. 23 Aralıkta Çe- koslovakyanın Rusyaya bağlılığı­ nı ifade eden meşhur nutkunu, ra'dyoda söyledi ve Moskovadan ayrıldı.

Beneş’in biraz evvel bahsetti­ ğim mülâkata istinat ederek Ma- niu’ya yazdığı mektubu, ben; şah­ san okudum ve bunu aynen hükü­ metime yazdım.

Stalin, bu beyanatında Çekos­ lovakya Cumhurreisine, biz Ma- niu’yu tutmalıyız, Romanyanm yarınki- taazzuvunda ondan istifa­ de edeceğiz; demişti.

Mektubun ruhu bu iki cümle içindedir. Ben, Bükreşte ve Ro- manyada, günlerce, haftalarca Sta lin’in, Maniu’yu tutmalıyız, deme­ sinden mütevellid olan tesirleri yakından takip ettim. Bir çok kim seler ne büyük bir ümide kapıl­ mışlardı. Halbuki, bu Maniu’lar ve istiklâli, toprak bütünlüğü ve rejim mahfuziyeti teminat altına alınan Romanya, şimdi ne acıklı bir haldedir?

Devirler değişiyor, istilâlar bir- birini takip ediyor. Fakat, usul­ ler; zihniyetler değişmiyor. Her­ kes, kendi hesabına çalışacak, ö- lecek ve öldürecek, mutlak itaate razı emir kulları istiyor.

Volter, bütün ömründe müna­ kaşa ettikten sonra ibretle tahlil udilmeğe lâyık şu cümleyi söyle­ nişti:

*— Altmış sene bir çok kim- eler ile, fikirler etrafında çekiş­ im durdum. Nihayet anladım ki,

aptığım münakaşaların asıl se- ıebi; her iki tarafın kelimelere yni mânayı vermemesinden hâsıl lmuştur.»

Biz senelerdir, beşeriyetin ümit jağladığı en büyük fikirlerin; 'uhşa uğradığı bir devirde yaşı- zoruz. Son zamanlarda, demokra- ;i fikri kadar iğrenç bir hale gel- niş hangi prensip vardır. Bu nok­ rada anlaşabilsek, herkes rahat e- iecektir.

Fikirler, bir memleketten diğer nemlekete geçerken isim değiş­ tirmez, mahiyetini değiştirir. Her

millet, küçük, büyük herhangi

bir fikri kabul ederken onu ken­ di seviyesine kadar yükseltir ve­ ya indirir.

Coğrafya ve tarih, her millete ayrı bir iklim veriyor. Fikirler bu iklime göre büyüyor, kuvvet­ leniyor veya soysuzlaşıyor.

Dediklerimi iyi anlamanız içini size en meşhur misallerden bir i- kisini zikredeyim:

Roma İmparatorluğu

yıkıldık-bugünkü

tan sonra, bunun âlemşümul ol­

mak davasını katolik kilisesi ken di üzerine aldı. Yunanlılık, Orto­

doksluğu vücude getirerek hıris- tiyanlığı ikiye böldü. Ayasofya-

da lâtince başlayan dua, yunanca

olarak devam etti.

Cermen sahasında, Protestan­ lık, hıristiyanlığı bir üçüncü tak­ sime uğrattı. Vatikam çok ağır it­ hamlar altında bıraktı. Lüter ha­ reketi, tarihin dönüm noktaların­ dan biridir. Protestanlık, Fransa- da Kalvinizm, İngilterede Pürita- nizm ve İskoçyada Knoks’un va­ azları ve mücadeleleri ile Presbi- teryanizm şekline girdi. İngilte- renin resmî dini ise Vatikam az çok kohıyan Anglikanizm merha­ lesinde durmuştur.

Demek ki, dinlerden mezhep-* ler doğuyor, mezheplerden tari- katler veya üçüncü bir bölünme olarak müstakil kiliseler doğuyor. Çünkü bu memleketlerde ayrı coğrafya, ayrı tarih, ayrı bir kül­ tür vücude getirmiştir. Bu ayrı kültür, kendi nev’ine göre; din kadar esaslı olan akideleri birbi­ rinden ayrı bir takım nevilere bö­ lüyor.

İslâmiyet sahasında Şiilik, A- raplığa karşı eski İranın bir müda­ faasıdır.

Bizde ise camiler Arap kalmış, tekkeler ise muhtelif derecelerde; dil, âdetler ve âyin bakımından Tüklüğe daha yakındı.

Atinada Arkeoloji müzesine

girdiğim vakit, birinci salonda ta­ bii nisbetlerden çok daha büyük bir erkek heykeli gördüm. Bu, doğrudan doğruya Mısırlı idi ve Firavun devirlerinin bize tanıt­ tığı, dizleri ve dirsekleri işlemez, kalıp halinde donmuş, adalesiz ve ifadesiz bir adamdı. Öbür sa­ lonlarda Yunan iklimi, Yunan kültürü bu ilk heykeli değiştire değiştire Praksitel’lerin Fidyas’- larm, bildiğimiz insan güzelliği mabutları haline koydu.

İslâm minaresi, İstanbulda, Ka- hirede ve Endülüste birbirine ben ziyor mu?

Yunan heykeltraşisi, Mikel An- j’a; Mikel Anj’dan Roden’e ka­ dar gittikten sonra bizim hudut­ larımızdan içeri girerken, hottâ bu sanatı bize getirenler bazan AvrupalI olmasına rağmen, bir­ denbire ne sefalete düştü.

Taksim meydanından, bir de­ fa gönlüme hüzün düşmeden ge­ çemedim. Anadolunun o müba­ rek halk mücadelesi ve zaferi bi­ zim iklimimizin tanımadığı

hey-vaziyeti

keltraşiye geçince, ne küçük, ne fakir, ne acınacak bir şekil aldı.

*

Rusyadaki demokrasi, İsviçre- de, îsveçte, İngilterede ve Ame- rikadaki demokrasilere nasıl ben zesin. Arada bu kadar ehemmi­ yetli, coğrafya, tarih ve bunlar­ dan doğan mânevi iklim farkları vardır.

Şimal komşumuzda Servaj,

1861 İkinci Aleksandr zama­

nında' lâğvolundu. Kolhoz, ikinci Servaj’dır. Birincisi büyük ara'zi sahipleri lehine, İkincisi bütün , sanayi ve bütün ticaret müesse- seleri ile beraber devlet lehine­ dir.

Çarlar idaresinden bugüne ka­ dar geçen müddet, eski siyasî ve içtimai itiyatların esaslı bir su­ rette değişmesine kâfi değildir.

Bizde orta oyunu şimikdi Şehir tiyatromuzun merhalesine gel­ mek için Abdi ve Kel Hasan de­ virlerinden geçti. Başımıza şap­ kayı geçirmeden evvel, kavuktan Tunus fesine, Tunus fesinden A- ziziye’ye, Aziziye’den bizim genç­ liğimizde giydiğimiz şilik fesine ve önünde biraz siper olan Enve- riyeye, EnVeriye’den nihayet şap kaya geçtik.

Rus, haddi zatında, beşeri me­ selelere çok alâka duyan mistik bir ruha maliktir. Dünyanın en büyük musikilerinden birine sa­

hiptir. Bu musikinin tesirlerini

ben, Türk ocaklarında tecrübe et­ tim. Onda ne kadar, bizim eski Orta Asya ve Bozkırlarımızın ses leri vardır ve bu sesler Türk hal­ kı üzerinde çok derin bir tesir u- yandırıyor.

Edebiyatı, İngiliz edebiyatı ka­ dar âlemşümul bir ehemmiyette­

dir. Tiyatrosu, operası, balesi,

milletlerin bu nevi müesseseleri arasında birinci derecede bir mev ki tutar. Rus cemiyeti tıpta, hu­ kukta, felsefede çok mühim şah­ siyetler yetiştirmiştir.

Ayni kılıfın içinde iki adam oturuyor. Biri; uzun tahakküm asırlarının verdiği bir tiryakilik ile cebre ve kahra meyyaldir. Di­ ğeri, hiç şüphe yok; en büyük ırklardan biri olduğu için derin bir serişle kendisini dünya '.»il­ letlerine yaklaştıracak, cereyarla- I ra, ihtilâllere kaptırıyor. Fated bugünkü safhada, şimal k o r o ­ muzun; kendi hudutlun etrafına teessüs etmesini istediği demokra­ si; koskoca bir hailden ibarettir

(Devamı var>

Referanslar

Benzer Belgeler

Ve onlar Arif beyin âdetini çok iyi bildikleri için hayvanını da alırlar, ilerlerler, uzaklaşırlar, sa­ natkârı kendi kendine bırakır­ lardı. Arif bey

K iş iliğ i genellikle manzara re­ simlerinde beliren Onat ilk döneminde, İstan­ bul’un deniz ve kır gö­ rünümlerini renk ve ışık parlaklığıyla canlandı­

Sur kalınlığı 8 metre, yüksekliği ise 25-30 metre arasında değişen ve mahkûmların korkulu rüyası olan Sinop Cezaevi nde 45 yıl önce vakit geçirmek, can

Askerliğini Ellise Sarayfnda Cumhurbaşkanı François Mitterand'a yemek hazırlayarak yapan Cyrill Laugier ve Gilles Grillot'in aşçı olarak görev yaptığı bistroda Fransız

[r]

An­ ka ra da olduğu gibi, bir konserva­ tuvar tiyatro okulunun açılması, ayrıca bir tatbikat sahnesinin ku­ rulması gerekir.. İstanbul şehrinin en büyük

■ Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, çok sevdiği tango müziğinin efsane Kralı Şecaattin Tanyerli'nin banka he­ sabına sessiz sedasız 50 milyon lira yatırarak,

Pertev Naili “ Karanlıklar dünyasından” kurtulup, günyüzüne çıkmak için uğraşır­ ken, tutkulu çalışmalarına da hiç mi hiç ara vermemiş. Öğrencileri ve