• Sonuç bulunamadı

En güzel eseri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "En güzel eseri"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

\

Jp 1 J o j £ Ü (

Resim tahsil etmek üzere oğlu Gemilin Paris

güzel san’atlar mektebi âlisine gitmesini,- Ah-

jn et Sedat Bey hiç istememiş, fakat çocuğun İsra­ rına mağlûp olmuştu. Türkiyanın şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük ressam olduğu senelerden beri münakaşa edilmez bir hakikat teşkil eden Ahmet Sedat Bey, oğlunda vasat bir istiydat bile göremiyordu. Nakadar çalışırsa çalışsın, onun mütevazı bir ressam olarak kalacağından kor­ kuyor, ve senelerden, şöhretlerin bu büyük ka­ tilinden kurtararak âtiye bir eser bırakabileceğine hiç bir ümit besleyemiyordu.( Oğlu ile aralarında bir kaç kere şu şekilde sözler geçmişti:

— Cemil, başka bir meslek seçmeği niçin istemiyorsun? Ailemizin içinde bir ressam bulun­ ması yetmez mi? Sen de ismini başka bir saha­ da yapsan daha güzel olmaz mı?

— Ben, sizin sahanızda küçük bir isim yap­ mağı başka bir sahada büyük bir nam bırakmağa tercih ediyorum. Benim küçük bir isim bile ya - pamıyacak kadar resimde kabiliyetsiz olduğuma hükmetmek için de, bir az daha beklemeli değil misiniz ?

V e bu cümleyi her sefer o kadar acı bir ses ve eda ile söylüyordu ki, Ahmet Sedat Bey daha fazla İsrar etmeğe cesaret etmedi. Israrda,

mu-\ W

>

(2)

SAN’ATKÂRLAR

halefette devam etmek, Cemile müstakbel şan

ve şöhretinin babası tarafından kıskanıldığı

kanaatini vermekten başka bir şey temin etme­ yecekti .

Cemil Parise hareket ettiği zaman, pek küçük yaşından beri resimle uğraştığı halde henüz esaslı bir vait veren bir taslak bile vücude getirmemiş

bulunuyordu. ^

Oğlu Fransaya gittikten sonra, kendisini orada himaye ve nezaretine tevdi etmiş olduğu pek

• meşhur bir üstada Sedat Bey bir mektup yaz­

mıştı. Bu adam vaktiyle Sedat Beye de hocalık ve hâmilik etmiş olduğu için, bu mektupta hiç bir şeyi gizlemedi, içindeki endişeleri tamamen döktü:

“ Maatteessüf ben oğlumun orta derecede bir san’atkâr bile olamayacağından endişe ediyorum. Şöyle böyle bir ressam bile olamamak şartiyle ressam olmağa ise ne lüzum var! Bahusus ki, pek içli bir çocuktur. Erişmek istediği dereceye var­ mak için sarfettiği ve edeceği bütün emeklerin semeresiz kalacağını henüz bilmiyor. Fakat bunu anladığı andan itibaren, bütün ömrünce betbaht olacağını düşünüyor, bundan korkuyorum. Hü­ kümlerimde aldandığıma ve oğlumun beni geçe­ ceğine, hiç değilse bana yaklaşacağına beni ikna’ etseniz, çok bahtiyar olurdum, üstadım...»

(3)

Fakat Fransız ressamı ona bu saadeti ver­ meyecekti :

“ San’attan ve fenden siyasete kadar, büyük

adamların çocukları hangi sahada babalarına

erişmişlerdir ki, siz oğlunuzun size yaklaşmış, hatta kendinizden büyük bir ressam olmasını istiyor­ sunuz! Birinci Napoleonun oğlu, yirmisinde ve­ remden ölen zavallı bir çocuktu. En büvük mu-babasmın hatırasına hizmeti sayesinde tarihe ge­ çecektir. Götenin oğlu bir isim yaptı mı? Ruben- sin, Vandikin, Mikelanjm, Goyanın, Hüğonun oğulları olup olmadığının farkında bile değilim.

Allah, büyük kudreti, yaratan kudreti, uzun

nesillerce bu uzun nesiller içinden yalnız bir tek adama veriyor . Bu adamın öyle büyük ol­ ması için, yaratması için de, kendinden evvel ve sonra gelen batınlar, her kabiliyet ve her kudreti o tali’liye vakfediyor, terkediyorlar.

“Siz ki şöhreti senelerden beri memleketinin hudutlarını aşarak beynelmilel olmuş bir adam­ sınız, evlâdınızın sizin derecenizi bile aşacağına nasıl ihtimal veriyorsunuz? Ben iki oğlumdan birini mühendis, diğerini de doktor yaptım. Res­ sam yapsaydım, kendilerinden ancak hem baba ve hem oğulun eyi ressam olamayacakları düs­ turu için bir misal zikretmek maksadiyle bahse­ dilecekti. Hayır, Cemilde vasat bir kabiliyet, bir

sikişinaslardan ancak

(4)

SAN’ATKÂLAR

istiydat bile görmedim. Hatları çizmekte hiç bir

kuvveti, renkleri kullanmakta hiç bir şahsiyeti

yok. İnat ve hırs ile senelerce resme çalışmış her genç bu kadarını yapabilir. Lâkin o mademki sizin çocuğunuzdur ve mademki siz onu bana tevdi’ ettiniz, Paristeki ikametinden azamî istifa­

deyi temin etmesine bütün gayretimi vere­

ceğim. Yoksa, atelyeme kendisini devam bile ettirmezdim. „

Ve kendisince meçhul hiç bir şeyi ihtiva et­ memekle beraber, Ahmet Sedat Beyi bu satırlar gene çok mahzun etmişti.

T T

Cemil Pariste dört buçuk sene kaldı/ jA ou müddet zarfında1 hiç yer değiştirme£&â£7''şehrin çok eski ve sakin bir köşesinde, Sen Nehri üze­ rindeki iki adadan Senlüvide oturdu. Romadan sonra Avrupada tarih hatıralarının çokluğu ve ağırlığı ile en ezilmiş bir şehir olan Parisin bu en eski ve sakin mevkiinde, büyük geniş pen­ cereleri nehrin üzerine açılan iki odalı, küçü­ cük bir apartımanı vardı.

Burasını mahsus, haricî hiçbir âmille sâyini unutmamak için intihap etmişti. Senlüvi adasın­ da ne avuç avuç çılgınca para yiyen sefihlere mahsus eğlence mahalleri, ne artistlerin gürültü

(5)

ve kahkaha dolu kahveleri, ne de iş adamlarının hümmalı bir hayatla kaynaşan müesseseleri yok­ tur. Eski evler, ve bilhassa eski konaklar. Bu küçük ada, tramvay ve otobüsün işlemediği ve otomobilin de nadiren geçtiği sokaklarında asır­ ların gûya ki uyuduğu bir yerdir. Senlüvinin dar, loş ve sessiz sokaklarında insan dolaşırken, kendisini o hayat, servet ve velvele dolu Pariste zannedebilmesine imkân yoktur. Senlüvi adası, Parisin hiç olmazsa bir, bir buçuk asırdan beri hiç değişmemiş mahallesidir ve Cemil işte burada, apartmanından hemen daima ya atelyeye, ya da resim müzelerine gitmek üzere ayrılarak, dört bu­ çuk sene büyük bir sebat ve*inat ile çalıştı. Bâzan başı dönerek, gözleri dumanlanarak, bilekleri kı­ mıldanmaktan âciz, sedire düşüp dinlendiği olurdu. Nihayet son sene. Bu sene mektepte bir mü­ sabakaya iştirak etmiş, bilhassa hocasının iltima- sıyjeJbjr az da ecnebi olduğu için bir medalva ka- zanabilmıştn Artık İstanbula dönecekti. Lâkin ça- lıştığı en büyük eseri henüz ikmal etmemişti. (5iıu bir türlü bitiremiyor, nakadar çalışsa mevzuun- daki ehemmiyet ve azamet için sâyini az bulu­ yordu. Tablosunu her halde vatana döndükten sonra bitireck ve Pariste teşhir edeceği sergiye İstanbu’ dan yollayacak, yahut kendi getirecekti. Her kes ona: “ — Büyük bir ressamın oğlu ba­ basının derecesine hiçbir zaman erişemez! „

(6)

SAN’ATKÂRLAR

memiş mi idi? İstiyordu ki, başı dönerek ve göz­ leri dumanlanarak aylardan beri çalıştığı resim, bu sözlere kat’î bir cevap teşkil etsin; o sözleri, o sözlerdeki amansız hükmü yerlere geçirsin.

Babasının^ büyük bir resssufh olduğunu inkâr etmiyordu, £ serleri Avrupa memleketlerinde kapı­ şılmakla kalmayansa^ en g ü zel şeyleri dolarının kuvvetile çeken Amerika milyarderlerinin galeri­ lerine de bir çok tablosu j ffigRgsre Türklerin de garp milletlerindekiler ayarında san’atkârlar yetiş­ tirebileceğini isbat etmiş olan bu baba ile müfte- hirdi. Fakat, dünyanın bin bir manzarası karşı- smda, renklerin hesapsız tenevvuları ve ilâhı

i

cilveleri karşısında aynı hayranlığı, aynı canı, aynı huşuu / mıymuyor îmTTcu?

lerce, bilekleri bitap kalıncaya kadar, başı nünceye ve gözleri dumanlanıncaya kadar eserine

çalışmıyor mu idi? İsmine ressamlık denilen ilâhî /

san’ate o da derin ve mutlak bir hürmetle bağlı değil mi idi? Böyle çalıştıktan, bu kadar çalış­

tıktan sonra, aynı payeye erişmek hakkı

değil mi idi? /

Atelyesinde, bütün bir duvarı baştan başa kaplayan muazzam bir eser hazırlıyorc u. Enğin bir denizde^ufuktan)güneşin ¡doğup yükselmesini tasvir edecekti. V e güneş ufuktan en taze renk­ leriyle yükselir ve denizin sathı tatlı Jbir rüzgâ- heye-d ö-'

(7)

rm nüvazişleriyle yer yer ürperirken, dört tane peri kızı da, sabah güneşiyle bir renkte elbiseler giyinmiş, başlarına aynı renkten çiçekler tak­ mış oldukları halde, çıplak, beyaz ve şeffaf ayakları sulara değmeden, ağır ağır yükselen bu güneşe doğru

il«ı4iy«ı4acdju_-Gençliğin ve denizin zaferini mest anlatan ve tebcil eden bu resmi, mütemadi bir hümma içinde hazırlıyor, Parisin her zevkinden kendi­ sini mahrum ederek, uykusuzluğa, baş dönmele­ rine ve gözlerini gittikçe bürüyen karartılara ehemmiyet vermeden çalışıyor, çalışıyordu...

it

Dört ay evvel Paristen ayrılmış ve İstanbula dönmüştü. Tablosunu artık yakında bitireceğini umuyordu. Bunu Pariste kimseye göstermemiş, istanbula döneli de çalıştığı atalyeye kimsenin girmesine müsaade etmemişti. Babası da dahil olduğu halde, her kes ancak bittiği zaman göre­ cekti. Sanki yakında ölmesi mukaddermiş gibi, o kadar istical ile çalışıyordu. Halbuki henüz yirmi beş yaşında idi, kendisi için ölümün çok uzak olması lâzımdı, V e zaten de ölümü belki çok uzaktı. Fakat kendisini tehdit eden bir ölüm, başka bir ölüm, daha hazin ve daha korkunç bir öiüm vardı. Gittikçe kuvvetten düşen,

gittik-47

(8)

SAN’ATKÂRLAR

çe daha dumaniı gören, gördüğü dumanlar ve karartılar gittikçe artan gözlerinin ölümünden çok korkuyordu. Paristen ayrılmak üzere iken, hakikati behemhal anlamak ihtiyacını duymuş,

büyük göz doktorlarından birine gitmişti. Can

çekişen hastalara bile ümit vermeğe tababet mecbur olduğu için, bu adam vaziyeti tekmil fecaatile anlatmamış, fakat demişti ki: “ — Gözle­

rinizi hiç yormamaksınız. Günde en fazla yarım

saat çalışabilirsiniz! „

Yarım saat. O ise günde on saat, on iki saat

çalışmakta devam ediyordu. Sonra geceleri,

nihayet fırça elinden düşünce, ölüm terleri dö­ kerek, beyni zonklayarak, gözlerinin önünden her şey dakikalarca silinerek sedire düşüyor, Kandillideki yalıları en derin bir uyku içinde uyurken o saatlerce uyanık, acı acı düşünüyordu. Kör olmak! Renklere çıldıran, renklerle mestolan, renklerin kasidelerini levhalarına ebediyen yaz­ mağı hayatına yegâne gâye yapan bir adam için bu ne müthiş bir akıbetti!

_ Ke*Mİ*sinf4ehdit-e4e«- korkunç felâketi baba­ sından gizîiyoîpoîsiMî yanında daima neş’eli gö­ rünmeğe çalışıyordu. Hakikati bilse, Ahmet Sedat Bey tabiî müdahale edecek, onu çalıştırtmayacak ve tabiî o zaman ismini en uzak istikballere götürecek olan eseri bitmeyeceki. Hayatının son günlerine kadar her şeyi bulutlar ve sisler içinde

(9)

yarım yamalak görebilen bir adam olmak için mi hiç bir şey bırakmamağa katlanacaktı? Bir eser, nesillerin karşısında hayran ve mest kalacak­ ları bir eser vermek bahasına gözlerini tamamen feda ediyor, belki bir kaç ay sonra başlayacak bir körlük içinde tekmil hayatının geçmesine rıza gösteriyordu...

O gece, Ahmet Sedat Bey geç yatmış ve belki daldıktan az zaman sonra tekrar uyanmıştı. Pencereden bakınca, oğlunun atelye yaptığı kü­ çük binada halâ ışık bulunduğunu gördü. Saat üçü haber veriyordu. Ahmet Sedat Bey, Cemilin gittikçe zayıflayan yüzünü ve sararan benzini düşünerek, artık bu kadar fazla çalışmasına mani olmak lüzumunu hissetti. Zaten genç adam ese­ rinin hemen de ikmal edilmiş bulunduğunu söy­ lüyordu. Pariste açılacak sergi komisyonu ise gönderilecek resimlerin kabulü için daha iki ay müddet ilân ettiğine göre, bu istical, bu mecnu- nane çalışmak tamamiyle mânasızdı. Sedat Bey robdöşambrını giydi. Oğlunun bulunduğu köşke

gidi 1 1 " ecekti.

{ Kumları çıtırdatmaktan adeta çekinen

hat-* *

ve

(10)

gö-&

SAN’ATKÂRLAR £

rünen pencerelerden birinin camına vurarak lenecekti. Çünkü, tabloyu halâ babasına bile göstermemekte Cemil inat ediyordu. Sedat Bey birden içerden hıçkırıklar, boğuk ıfe acı hıçkı­ rıklar dapsSU

— Cemil, ne var?

Gene girmemiş, cama vurmuştu. Bir dakika içerden hiç bir cevap gelmedi.

— Cemil, niçin ağlıyorsun?

Bir dakika gene cevapsız geçti. Fakat Sedat Bey içerde hareket eden ve sonra düşen, yığılan bir cismin çıkardığı sesleri duydu. Tekrar ve eski­ sinden daha İsrarlı bir sesle adeta bağırdı:

Cemil, benim. A ç kapıyı!

Anahtarı bulamadım, baba. Kırıp girin! Narin ve ahşap köşkün kapısını Sedat Bey çar­ çabuk kırdı, ve içeri girince, oğlunu sedirin üstüne yığılmış buldu. Ona koşarak sordu:

— Söyle, ne oldu?

Delikanlı, yastıkların arasına gömülü başını sesin geldiği tarafa kaldırmıştı. Göz yaşlariyle bü­ tün yüzü ıslaktı.— Gözlerim artık görmüyor, baba! diye inledi.

— Ne diyorsun, Cemil?

Evet baba, zati hemen bir seneden beri gözlerimde karartılar, dumanlar hissediyordum. Paristen gelmeden doktora gitmiştim. “ — Gözlerini

(11)

hiç yormamalısm. Günde azamî yarım saat çalış­ mana muvafakat edebilrim.„ demişti.

— Halbuki sen aylardan beri günde on üç, on dört saat çalıştın!

— Ne yapaydım, baba! Düşünsene, senin

oelunum: sen bu kadar büyükken, ben hiç bir şey olmamağa nasıl «ya göstPrphîIİjpŞft! Hiç olmazsa bir eser, tek bir eser verdikten sonra kör olmağa razıydım. Bunun için de senden her şeyi gizle­ yerek bir çılgın gibi çalıştım. Dün, sabaha karşı bitirebildim. Pencerelerden günün ışığı gelirken gözlerim kararmağa, başım dönmeğe başladı. Şa- atlerce bu sedirin üstünde yattım, baygınlığa ^

benzeyen bir uyku ile uyudum. Uyandığım zainfrrfT ^

gözierimi daha iyi hissettim. Fakat onların artık mahvolduğunu, onları mutlaka kaybedeceğimi

biliyordumT~Öınııı içiıy, "Jmi akşam erkenden yanı­

nızdan ayrılaiStk buraya geldim. Gözlerimin bü­ tün dikkatiyle, onlar beyhude ve feci birer şey hâline gelmeden eserime doya doya bakmak,

eserime veda etmek istiyordum. Bilmiyorum

¡YJ nakadar vakit baktım. Sonra birden gözlerim

i karartılarla doldu; başım döndü, döndü. GL-ta*

I kapaklarımı sımsıkı kapa#fm. Tekrar

"açtigım ya ı3an, (iTankiTbu sayede\her şeyi yeniden görecektim. Başımın o müthiş «dönmesi geçince,

Lâkin hiç bir şey göremedim, görmüyorum*

'$~OL//UULrf)

(12)

SAN’ATKÂÎ

Kör, dğ&B bir kör olmuştu! Heykel gibi hare^ ketsiz ve'ölü gibi sarı, Ahmet Sedat Bey «aui^din-^ liyordu. Cemil elini karşı tarafa uzatarak bağırdı.

— Bak, baba, yaptığım resme bak! Ben onun

için zavallı bir alil olmağa Söyle, bu

fedakârlığa değer mi, baba?

Sedat Bey ancak o zaman gözlerini oğlundan ayırdı, ve dediği yere baktı. Büyük bir tablo, bütün duvarı kaplamıştı. Engin bir deniz üzerinde güneş yükseliyor, ve karşıdan dört tane kız yavaş yavaş, beyaz ayaklar! küçük dalgalara he­ men erişmeksizin güneşe doğru yürüyordu. Oğl sendeliye sendeliye yanma gelmişti. Müthiş ve hudutsuz bir korku içinde Tebaana» sordu:

— Nasıl buldun, baba?

Alelâdeden de aşağı bir eserdi. Batan güneşin ve hududu görülmeyen denizin renklerinde hiç bir ihtişam yoktu, ve güneşe doğru ilerleyen peri Icızı^l bütün gün ç alışmaktan-,¡yırralfHaC

, v—™u*ee» solgun ve geçkin fabrika işçilerine

^n zîybrlard î. Fakat, gözlerini o*u*ı» uğrtPfîa~Teda~ etmiş olan oğluna, Ahmet Sedat Bey yalan söy­

lemek mecburiyetinde~TkduHK38Qrdj*.

— Evet, emsalsiz bîr eser vücude getirmişsin. Seni tebrik ederim, dedi. ^ ravallı çnriîğirrm bağrına basarak alnından ö p tü /S C b& u.

(13)

V

Hırçınlaşmış suların gelip gelip hemen pen­

cerelerine kadar ıslattıkları geniş bir odada

oturuyorlardı. Boğazın mavi suları, kapalı bir gök güzünün altında kurşuni bir renk almıştı.

Hem en^aım a^Cemil,^Kandillideki yalının bu denizle bir hizadaki odasında oturuyor, suların bu musikisini uzun uzun, saatlerce dinliyordu. Ve din­ lerken de, tabiatın, göklerin, dağların, denizlerin ve şehirlerin binbir renklerini, bin bir manzarasını, bu ebediyen kapanmış gözlerinin içinde görür gibi oluyordu. Fakat bugün,denizin musikisi kulaklarına eriş miyordu. Çünkü odayı dolduran başka bir ses, her musikiden daha leziz ve nefis, hem de muhte­ şem bir ses, şan ve şöhretin, zaferin sesi vardı.

Masanın üzerine yığılmış gazeteleri babası okuyordu, ve bu gazetelerin hepsi, serginin dik­ kate en lâyık eserlerinden biri olmak üzere onun (Tulûu selâmlayan periler) isimli tablosunu zik­ rediyor, bu tobloyu aynı hararetli heyecanla anla­ tıyorlardı. Bütün Paris gazeteleri gelmişti,ve Sedat Bey bunları belki iki saatten beri okuyordu.Kör,hiç bir şey söylemeden, lâkin babasının sesiyle tekmil kederlerinden sanki yavaş yavaş soyunup yıka- narak dinlemiştiT^EîObı I^Tdinlediği sözler, istik­ balin "tefetfttl hazin ve elim senelerine tahammül için icap eden metaneti de yavaş yavaş kendisine veriyor) OSMİ0 kudreti tekmil hayatı müddetince yetecek bir kan.damarlarına giriyor, bütün

(14)

OİCL.

duna yayılıyordu. Parise eserle beraber gitmeğe cesaret etmemiş, neticeyi Istanbulda beklemişti. Ve üç gündür telefon ve telgrafla tebrikler yağı­ yor} bütün tafsilatı veren ilk Paris gazeteleri de

işte gelmiş bulunuyordu._____ _ ______

Gazetelerin okunması bitince, Cemil:

— Baba, beni yalnız bırak, olur mu? dedi. — Peki, oğlum.

Sonra Sedat Bey sesinde bir anne şefkat ve endişesiyle sordu:

Uyumak mı istiyorsun? Evet Baba.

Kalktı, yürüdü. Fakat çıkmadan, kapının

önünde bir müddet durup baktı. Cemil başını

oturduğu Koltuğa dayamıştı. Uyumuş mu idi,

bu anlaşılmıyordu. Lâkin çok sakin, bütün

endişe ve ıstıraplarından artık kurtulmuş görü­

nüyordu. Onun göz kapakları inik, uyuyor

görünen ve hiç bir hattı kımıldamayan yüzünde, Ahmet Sedat Bey bir şaheser halkeden san’at- kârın ilâhı sükûnunu ve vakarını seyretti. Sonra, bir gölge gibi dışarı çıktı. Fedakârlığı boşuna gitmemişti.

Cemilin yapabilmek için gözlerinin bütün ışı­ ğını verdiği zavallı resmi bir yere saklayarak, kendisinin humma içinde gece gündüz çalışıp vücude getirdiği, sonra onun imzasını atarak gön­ derdiği aynı mevzulu tablo, işte Çocuğuna ölü-

54

SAN’ATKARLAR

(15)

müne kadar sürecek bir saadet ve belki asırlarca unutulmayacak bir isim temin etmişti. Bütün gazeteler:

Tanınmış bir Türk ressamının oğlu olan Cemil, ilk ve heyhat ki son tablosu ile koca bir ömrün gayretine ve muvaffakiyetlerine rağmen babasının bile erişemediği bir dereceye erişti. „ demiyorlar mı idi? Yirmi beş yaşında gözlerini kaybeden oğlunun karşısında, Ahmet Sedat ba­

balık sevgisinden başka her histen o kadar

ayrılmış ve uzaklaşmıştı ki, şimdiye kadar vü- cude getirmiş olduğu eserlerin en güzelini oğlu­ na feda etmekten hiçbir keder, hiçbir eza duymu­ yordu; kendi hakkı olan bütün bu şeref ve şöh­ reti kışkanmak hiç hatırına gelmiyordu.

Eylül 1931 . Ankara

«

55

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

6.可以勾選多筆資料,做出比較的統計圖,或是拉出引用相關連的圖。 Thomson innovation 心得

藥 科 心 得 報 告 B303097101 翁聖韓 藥三 A

To evaluate the possibility that the N1IC might modulate the gene expression of YY1 target genes through associating with YY1 on the YY1-response elements, we herein investigated

The results of this study support that the objectivity, comparability, acceptability, justice of the psychiatric clinical examinations can be effective perform and foster an

Övün övün sofraya koy, kavanoz kavanoz peçelini, şişe şişe şurubunu, tabak tabak kompostosunu yap, gene bitip tükenemiyecek,. İkindi üstü kahvaltımızı

Ben ve benim gibiler onu bu yönüy­ le değil de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan’nda -iki dö­ nem- genel sanat yönetmenliği sırasında tiyatro üzerine ileri

Haydarpaşa Lisesi’nin bulun­ duğu tarihi binanın bir bölümü­ ne yerleşecek Marmara Üniver­ sitesi Tıp Fakültesi’ne bu yıl alı­ nacak 100 öğrenci ilk kez yaban- cı