• Sonuç bulunamadı

87. doğum yıldönümünde Nazım Hikmet ve oyun yazarlığı:Nazım Hikmet darülbedayi'de

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "87. doğum yıldönümünde Nazım Hikmet ve oyun yazarlığı:Nazım Hikmet darülbedayi'de"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

nâzım hikmet

darülbedayi’de

efdal sevinçli

MUHSİN ERTUĞRUL VE NAZIM HİKMET

" C

L«rcüm end Behzad; Türk sahnesinde ve edebiyatında müstaid gençlerden biridir. Ben kendi şahsıma Nazım Hikmet'ten sonra yeni nazımda Türkçeyi onun kadar kuvvetle kullanan kimseyi daha tanımadım..."'

M. Ertuğrul’un, 1928 yılında, Darülbedayi' de sahnelenen Deyyus temsilinin eleştirisi üs­ tüne yazdığı karşı eleştiri yazısında yeralan bu tümce, N. Hikmet'e ilişkin bir belirleme olur­ ken, Nazım Hikmet'in oyunları daha Darülbe­ dayi sahnesinde görülmemişti. Nazım, M. Er- tuğrul'un gözünde “Türkçeyi yeni nazımda en kuvvetle kullanan" bir ozandı.

Gerçekte, Nazım Hikmet, tiyatro sanatıyla bağını, bir ozan olarak ününün dışında, 1927 yılında, sorumlu müdürü Orhan Seyfi (Orhon) olan Güneş dergisinde yayımlanan Ocak Ba­

şında2 piyesiyle okuyucularına duyurmuştu.

Ancak, Nazım Hikmet’in tiyatro sanatına olan ilgisinin 1927 yılından da eskiye dayandığını,

Ocak Başında'nın 1919-20 yıllarında kaleme

alındığını3, Vâlâ Nureddin’le birlikle Taşyürek (1921) adlı bir oyun daha yazdığını biliyoruz.4

Nazım Hikmet’in tiyatroya, oyun yazarlığı­ na, asıl ilgisi, Sovyetler Birliği’ne 1921 Eylül’ ünde gidişinden sonra başlar. 19221928 yılları arasında (1924-25 arasında, Türkiye'de geçen günleri dışında) Sovyetler Birliği’nde, şiir çalış­ maları yanında, tiyatro çalışmalarının, oyun ya­ zımından Metla'nın kuruluşuna, şiirlerinin, oyunlarının sahnelenişine değin yaşamını yo­ ğun bir biçimde etkilediğini, doldurduğunu bi­ liyoruz5

4 Mart 1925 yılında Sovyetler Birliği'ne gi­ den Nazım Hikmet'in, pasaportsuz olarak Tür­ kiye’ye döndüğü ve Hopa’da yakalanıp6 kısa bir süre tutuklu kaldığı günlerde, Muhsin Er- tuğrul 6 eylül 1928’de, Amerika'dan İstanbul’a dönüyordu.7 Bir an için tümüyle rastlantısal bu geri dönüşleri unutup sözü, Muhsin Ertuğrul’la Nazım Hikmet’in, birbirlerini 1925 yılında Sov­ yetler Birliği’nde tanımalarının olağanlığına ge­ tirelim.

Muhsin Ertuğrul, 1925 yılının 9 Ağustosun­ da, Odessa’dan, Vakit gazetesine yazdığı ilk yazısından8, 14 Kasım 1925’e değin süren 15 dizılik Sanatkâr Gözüyle Bugünkü Rusya baş­ lıklı ilk izlenimlerinin ardından 29 Ocak 1927 tarihine dek Sovyetler Birliği’nde kalır. Bu süre içinde, sonradan yanına giden eşi Neyyire Ne- yir ile birlikte, Moskova’nın bütün tiyatro yaşa­ mım yakından izleyip, Stanislavski, Meyerhold gibi tiyatronun büyük ustalarını yakından tanı­ mışlar ve Muhsin Ertuğrul, Odessa ile Bakü'de çekimleri tamamlanan Tamilla (1925) ile Mos­ kova’da çektiği Spartaküs'ü (1926), filmlerin rejisörü olarak bu süre içinde gerçekleştirmiş­ tir.

Muhsin Ertuğrul, yayıma hazırladığımız anılarında10, Nazım Hikmet’le, Sovyetler Birli­ ği’nde bulunduğu 9 Ağustos 1925-28 Ocak

1927 tarihleri arasında 15 aylık sürede, tanışık­ lığı, görüşmeleri üstüne bir bilgi vermiyorsa da, Moskova’da iki sanatçımızın da ortak dost­ larının olması, özellikle Stanislavski’yi, Meyer- hold'u, Vahtangofu, Tairofu ve Tretyakofu tanımış olmaları, İstanbul’dan gelen tanışmala­ rını" güçlendirmiştir kanısındayım.

Nazım Hikmet’in 1928 yılı sonunda, kısa süreli bir tutukluluk döneminin ardından İstan­ bul’a geçtiğini, Resimli Ay dergisinde "Putları Yıkıyoruz“ başlığıyla, “lâyık olmadıkları halde, kendimize put yapıp taptığımız kimseler üze­ rindeki mukaddes örtüyü kaldırmayı“ amaçla­ yan bir yazı dizisini başlattığını biliyoruz. 1929-32 yılları, sanatçımızın özellikle şiir çalış­ malarının yoğunlaştığı günlerle doludur. 835

Satır, Jokond ile Si-ya-u 1929 yılında, Varan 3

ve 1-1-1 1930’da, Sesini Kaybeden Şehir 1931’de, Benerci Kendini Niçin öldürdü ile

Gece Gelen Telgraf ise 1932 yılında yayımla­

nırlar.

DARÜLBEDAYİ OYUN YAZARI ARIYOR

1927 yılının başında Sovyetler Birliği’nden 20 gün izinle gelen Muhsin Ertuğrul, dönemin belediye başkanı Muhittin Bey"in (Ustündağ) Ve arkadaşlarının ısrarı üzerine, Darülbedayi’de rejisör nitemiyle çalışmaya başlar. 1928 yılın­ da, Darülbedayi’nin Mısır ve Kıbrıs turneleri öncesinde, 31 Mart 1928 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir ihbar mektubuyle başlatılan karalama kampanyasının tek hedefi olan Muhsin Ertuğrul, 1922 yılında Almanya’da çekimine katıldığı Milyoner Kadın filminde "Er­ meni propagandasına alet olduğu" savıyla suçlanınca, Mısır'dan başlayan Amerika yol- culğu sırasında, İstanbul’a uğrayıp görevinden istifa etmiş ve Eylül-1928’de İstanbul'a geri döndüğünde, "Ermeni propagandasına alet olmadığı" kanıtlanan “Yeni Dünyayı görmüş" genç bir rejisör olarak yeniden görevinin başı­ na geçmişti12. İşte, bu ikinci göreve geçişle birlikte, Darülbedayi’de, hızla bir tiyatro ortamı yaratmayı başaran genç Muhsin’in en büyük sıkıntısı, Türk oyun yazarının yetişmemesi, is­ tenilen, özlenen piyesleri yazacak genç yazar­ ların bulunmayışıydı. 1916 yılından beri uyarla­

ma ve çevirilerle oluşturulan repertuvarıyia Da- rülbedayi’in bir Türk tiyatro topluluğu olduğunu kanıtlamak gerçekten güçtü’ 3.

İşte, bu koşullar karşısında, telif piyeslere gereksinimimizi dile getiren "Müellif... Müel­

lif!.."14 seslenişi özlenen karşılığı getirmese de Darülbedayi’de bütün eksikliklerine karşın dö­ nemin genç yazarlarının, Vedat Nedim Tör’ün, Musahipzâde Celâl'in, Faruk Nafiz Çamlıbel' in, Necip Fazıl'ın, Cevdet Kudret Solok’un ve Nazım Hikmet’in piyeslerinin sahnelendiğini, sanatçıların özendirilip alkışlandıklarını biliyo­ ruz15.

KAFATASI: KAPİTALİZM YARGILANIYOR

"Türk tiyatro yazıcıları, tıpkı diğer milletlerin muharrirleri gibi, karanlıkta ve tecrübede bo­ calıyorlardı. Tabii onunçün de canlı ve yeni fikirleri İhtiva eden eserler bir türlü yazlamıyor­ du. Bu ‘Kafatası’ piyesi tecrübeden ayrıldığımı­ zın, orijinal eserler yazabildiğimizin ilk kuvvetli ispatıdır. Hiçbir tiyatro muharririnin tesiri altında kalmadan meydana getirdiğimiz ilk değerli eserimizdir“16.

Mart 1932’de ilk kez sahnelenen Kafatası, konusuyla, kahramanlarıyla tiyatromuzda ilk kez karşılaştığımız bir yapıttır. İlk yazılışı 1927 yılına dayanan K afatası''‘nda Nazım Hikmet, tiyatronun tarihsel ve evrensel özünü, veremi iyileştirecek serumu bulan bilim adamı Doktor Dalbanezo’nun kişiliğinde yansıtır. Kahraman adları ve yaşanılan ülke adı Dolaryan'la (l),biz- leri simgeler dünyasına götüren yazar, kapita­ lizmin bütün değerleri kendi adına kullanışını, insana değer vermeyişini sergilerken 1930 yıl­ larının Türkiyesine çok yabancı, tröst kavramı­ nı, sömürüyle bütünlenen içeriğiyle örnekler.

Veremli kızını bile kurtarmasına izin verme­ yen Dolaryan (I) düzenine karşı seyirciyi uya­ rırken seyircilerin bilgi ve bilinç düzeyinden çok önde bir sanatçının öncü kimliğini de bizlere gösterir.

Ancak üç gece oynanan ve ardından ya­ saklanan Kafatası piyesi üstüne, piyesi sahne­ leyip başrolü Doktor Dalbanezo tipini de oyna­ yan Muhsin Ertuğrul, Ahmet Rıdvan18 takma adıyla yazdığı "Kafatası Piyesi Hakkında"

(2)

unutulan adam’ı

niçin ve nasıl yazdım

nâzım hikmet

Tek bir sözle: Unutulan Adam'ı Muhsin oynasın diye yazdım. Bu kadar açık sözlülü­ ğümü; bu oyunu dinleyecek, görecek onlanlar; benim kimseyi aldatmak istemeyen huyuma bağışlasınlar. Toprağı, dostlarımı, karımı sevdiğim kadar tiyatroyu severim. Sevgilerimin hiçbirinde platonik olmadığım gibi, tiyatro sevgimde de platonik değilim. Tiyatroyu, seyirci, dinleyici, okuyucu gibi değil, yalnız böyle değil, onun içme karışarak, ona bir şeyler katarak, onun için yazarak sevmeyi anlarım.

Yalnız kendim, yalnız bir kişi için hiçbir iş yapmadım bugüne dek... Şiir yazdım: mümkün olduğu kadar çok okuyucu okusun diye; tiyatro yazdım: mümkün olduğu kadar çok seyirci dinlesin,seyretsin diye... Ama, işte bu sefer yalnız bir kişi için bir ış yaptım, yalnız bir kişi oynasın diye bir piyes yazdım, yalnız bir kişi beğensin diye zorladım kendimi..

Yine açık sözlü olayım: Muhsin oynasın diye yazdığım bu oyunu, öteki artist arka­ daşların da beğenmeleri, seyircilerin de anlamaları, bundan onların da hoşlanmaları beni; sandığınızdan çok sevindirir.. Ve böyle bir sevince erebilmek için de elimden geleni yapmadım değil...

Unutulan Adam'da bir melodram kokusu vardır. Ben melodramın hiç eskimeyecek

bir tiyatro unsuru olduğuna kaniim.. Nasıl, muayyen bir anlayışta; romantizm her edebiyat mektebinin içinde varsa; melodram da, şu veya bu şekilde, tiyatronun, benim anladığım tiyatronun; canlı, hareketli, bir şey söylemek isteyen tiyatronun unsurlarından biridir.. Realist bir piyes bile melodramatik unsurun inkârını icap ettirmez.

*

Unutulan Adam'da temel diyalektik olmak şartıyla, abstraksiyon, endüksiyon, de-

düksiyon metodlarını kullanmak istedim.

Bunun için bu eser hem konkre, hem abstre vaka ve karakterlerin bir birliğidir...

Muhsin için yazdığımı Muhsin'e okudum. Beğendi. Oynuyor... Beğenmesi, oyna mak isteği göstermesi bana yeterdi.. Ama insan, buldukça bunar... Şimdi Unutulan

Adam'ın bir gün önce sahneye konmasını, seyircilerin onu alkışlamasını istiyorum

Bunu böylece, belki de bir telâkkiye göre küstahça yazmamı açık sözlülüğüme bağışla

^lfl Darülbedayi, 15 11 1934

kalesinde, piyesi çözümleyen sorularını Nazım Hikmet'e yöneltir ve sanatçıdan aldığı yanıtı da şöyle aktarır:

"Eserde aldığım birinci tez şu: “Kapitalizm istisadiyatm inkişafında öyle bir merhaleye va­ rır ki, bu son merhalesinde yalnız cansız eşya değil, fakat aşk, san’at, ilim v.s. gibi şeyler de tıpkı kundura, diş macunu, kumaş ve traktör gibi piyasaya tabi, üzerinde ticari muameleler yapılan birer emtia, mal haline gelirler. Bu mer­ hale, iktisadiyatın, tröstler, hava, deniz yolları, borsalarla beynelmilelleştiği bir merhaledir. Bi­ naenaleyh yukarıda ileriye attığım tez, meselâ, Fransa, Amerika v.s. memleketler için, aşağı yukarı bütün dünya için varittir. İşte bundan dolayı, benim kahramanlarımın Mösyö yahut Mister, Matmazel yahut Mis diye çağırılmaları, kâh Frank, kâh Dolar para ölçüsünün kullanıl­ ması, kahramanlarımın muhtelif milletlere ait, yahut anonim isimler taşımaları yukarıda söy­ lediğim tezin icabatındandır. Benim kahra­ manlarım, millî hususiyetleri tecrit edilmiş, ferdi psikolojilerinin teferrüatları üçüncü plâna alın­ mış, tarihin inkişâfındaki muayyen bir beynel­ milel devrenin, aşağı yukarı bugün her kapita­ list memlekette yaşıyan tiplerdir.“19

BİR ÖLÜ EVİ’NDEN UNUTULAN ADAM A: AHLAK DEĞERLERİ ÇÖKERTİLİYOR

Üç perdelik bir komedi olan Bir Ölü Evi, ilk kez, 1 ikinciteşrin (Kasım) 1932 Salı günü, Da- rülbedayi'de yine M. Ertuğrul'un rejisiyle sah­ nelenirken, Kafatası piyesinin yasaklanışının yarattığı etkiye karşılık, bir önlem olarak yazarı­ nın adı, sadece Hikmet diye verilir20.

Bir Ölü Evi, yazarımızın tümüyle yerel bir

olayı, bir cenaze töreni anında başlayan miras kavgasını, bu kavganın gelişimi içinde, toplu- mumuzun geleneksel, dinsel, töresel değerlere bağlı görünüp paranın insanı biçimlendirişirii bir karamizah içinde yansıttığı bir yapıtıdır. Oyun kişileri Kafatası’nda olduğu gibi, bizim bilmediğimiz, simgesel değerlere bağlanmış adlar değildir. Tümüyle İstanbul çevresinin ya­ şadığı toplumsal değişmenin taşlaması yapılır. Salt kendi çıkarını düşünerek yetiştirilen, daha­ sı insana kendi çıkarından başka bir şey dü- şündürtmeyen düzen, kim olursa olsun insan­ ları “insanlığından uzaklaştırır".

Nazım Hikmet, sadece Hikmet adı kullanı­ larak sahnelenen piyesi için yazdığı ilginç de­ ğerlendirme yazısında, gerçek varlığını gizle­ meye çalışarak yine Hikmet adıyla şunları ya­ zar:

‘ 1 - Bir Ölü Evi mevzu itibarile bir faciadır. Realist bir hava içinde, zaman zaman melod- lama kaçan bir facia....

2 - Bir Ölü Evi satire, bazan farsa kaçan bir komedidir....

3 - Bir Ölü Evi bir mors piyesidir.... 4 - Bir Ölü Evi kuruluşu itibarile bir tek kahramanın etrafında inkişaf eden bir macera­ nın hikâyesi değildir—

5 — Bir Ölü Evi'nin muharriri tezli bir eser

yazmak istemiştir. Tezini ufkî ve genişliğine değil, bir burgunun açtığı delik gibi derinleme­ sine almıştır. Muharrir sunu açıkça itiraf eder ki, Bir Ölü Evi"nin malûm tabinle tutabileceğin­ den emin değildir. Muharrir, Bir ö lü Evinin bir hafta afiş tutabileceğini bile zannetm iyor1...“

Nazım Hikmet’in bu tahmininin doğru çıktı­ ğını, dört gün sahnelendikten sonra kaldırılan piyese, seyircilerin “mukaddesatımız tahkir ediliyor! Bu ne rezalet!" diye tepkiler gösterip salonu terkettiklerini, yine kendi açıklamasıyla öğreniyoruz22.

Sonuç ne olursa olsun, Nazım Hikmet, ar­ tık amacına ulaşmış, seyirciyi etkilemiş bir ya­ zardır. Bir ö lü Ev/’ nin ardından “Muhsin oyna­ sın diye yazdım23“ dediği Unutulan Adam'\ se­ yircinin karşısındadır: 15 Sonteşrin (Kasım) 1934 tarihinde seyirciyle buluşan piyesin ana teması, burjuva ahlâkının insanları nasıl aldattı­ ğıdır. Uzun bir süre sahnede kalan piyes, Na­

zım Hikmet'in yapıtları açısından en çok beğe­ nilen ve olumlu eleştiriler alan piyesidir diyebi­ liriz24. Özellikle yapıtın sahneleniş düzeninin yeniliği, Muhsin Ertuğrul'un reji uygulamaları içinde özgün bir yer kazanır25.

İçinde bulunduğu toplumsal konumu ko­ rumak adına, kendisini asistanıyla aldatan genç karısına ses çıkartmayan, yaşlı, ünlü bir profesör, ününü zedelememesi için kızının da evli bir erkekten gebe kalışına ses çıkartmaz ve kızına kürtaj yaparken ölümüne neden olur. Ölüme neden olmak suçuyla tutuklanır. Artık ne ün, ne toplumsal konum, hiçbir değer dok­ toru kurtaramaz. Bütün umudu, dışarıya çıkın­ ca, tekrar eski konumuna ulaşmaktır. Cezası bitip dışarıya çıktığında, yaşamın çarkı, şimdi başka ünlüleri tanıtmaktadır. Onu tanıyan kim­ se kalmamıştır, insanı yokeden burjuva düze­ nine tepkisini salt bir yansıtmayla gösteren sa­ natçı, insanı kurtaracak bir dünya görüşünü bizlere çağrıştırırken Kafatası'nda yakaladığı evrensel özü burada daha bir güçle geliştirir. Verem'i bulan Doktor Dalbanezo’nun yanında kanserin ilacını bulmuş, ününün doruğunda bir profesörün, kendi çıkarlarıyla kendini nasıl yokettiğini oyunun sonunda görürüz.

Bugünün oyun yazarlığına konu arama, konu yaratma adına ilginç üç örnek yapıtla 1930 yıllardan seslenen Nazım Hikmet'in, Da- rülbedayi’de, bu piyeslerinin dışında kimi ope­ retlerin librettolarını yazdığını, Nazım Hikmet'in

yorulmaz araştırıcısı sevgili Asım Bezirci ağa­ beyimden duyunca ne denli sevindiğimi anla tamam. Çünkü, yaşamınca salt kalemiyle geçi­ nen, şiir, roman, senaryo26 çalışmalarıyla, oyunlarıyla para kazanan Nazım Hikmet'in çektiği çileleri aşarken, bugün sayısını sapta- yamadığımız sayıda takma ad kullandığını da biliyoruz. Dileğim, bu büyük sanatçımızın bu­ güne değin bilinmeyen yazı ve yapıtlarının da günışığına çıkması ve kültürümüzü aydınlat­ masıdır. Darülbedayi'de 1930'lu yıllarda, Muh­ sin Ertuğrul’un bütün direnmelerine karşın para getirdiği için yaygınlaşan operetlere, örneğin

Yalova Türküsü operetine şarkı sözü - şiirler -

yazan Nazım Hikmet'in, döneminin diğer ope­ retlerine de şarkı sözleri yazdığını tahmin etti­ ğimi belirtip bu gizliliklerin çözülmesi umuduy­ la sözü yine Nazım'la Muhsin Ertuğrul birlikte­ liğine, dostuluğuna, arkadaşlığına getirmek is­ tiyorum: 1947 yılında, Devlet Konservatuarı ve Tatbikat Sahnesi'nden ayrılan Cari Ebert'in ye­ rine, kuruluş hazırlıkları da sürdürülen Devlet Tiyatrosu ve Operası'nı düzenlemek amacıyla Muhsin Ertuğrul, Ağustos 1947'de göreve ge­ tirilir. işte, bu aşamada, Muhsin Ertuğrul'un “Ankara ve İstanbul'daki bütün resmî ve gayrı- resmî tiyatrolara başrejisör olarak vâsi salâhi­ yetle tayin edilmek üzere“ oluşuna karşı olan çevreler, sanatçıyı yıpratmak için bir kampanya başlatırlar. Ve 1947 yılında, siyasal görüşleri

(3)

nedeniyle tutuklu bulunan Nazım Hikmet’le, Muhsin Ertuğrul’u birlikte gösteren eski bir fo­ toğrafı yayınlayan bir dergiden aktarma yapa­ rak dönemin Milli Eğitim Bakam'na yönelttikle­ ri sorularla jurnallerler. Şu anda, hangi dergi­ den alıntılandığını kesin olarak bilemediğim bu fotoğraflı belgeyi yayınlayan Millet gazetesinin 17 Temmuz 1947 günlü sayısını okumanızı istiyorum:

Muhsin Sahneye Dönüyor

Bu haftanın en büyük sanat hareketini Nazım Hikmet’in ’ Unutulan Adam" piyesinin temsili teşkil ediyor. Geçen sene jübilesi dolayısile sahne hayatına veda ettiğini bil­ diren Ertuğrul Muhsin bu güzel piyesin ha­ tırı için tekrar sahneye çıktı ve “Unutulan Adam" rolünü temsil etti. Fotoğrafımız Er­ tuğrul Muhsin ve Nazım Hikmeti yan yana gösteriyor.

ŞİMDİ SAYIN SİRER'DEN ÖĞRENMEK İSTİ­ YORUZ

İstanbul gazetelerinde sık sık neşredilen bir havadise göre Muhsin Ertuğrul Ankara ve İstanbul'daki bütün resmî ve yarı resmî tiyatro­ lara baş rejisör olarak vâsi salâhiyetle tayin edilmek üzere imiş, hattâ bütün mesai arka­ daşlarını da kendisi seçecekmiş.

1 - Evvelâ, memleketin bütün sanat haya­ tını,met odları ve muvaffakiyeti bir çok salâhi­ yetler tarafından bu kadar münakaşa edilen bir kimsenin inhisarına vermek doğru mudur?

2 - Amerika, sola meylinden dolayı Şarlo gibi cihanşümul bir şöhreti hudut harici etmek üzere iken temayüllerini ve kanaatlerini asla saklamıyan ve inkâr etmiyen, Şehir Tiyatrosu­ nun bütün repertuvarı ile isbat eden Muhsine memleketin bütün sahne sanatını teslim et­ mek fikri acaba Pertev Naili Boratav ile yazdığı eser Moskova kitap sergisinde mutena bir mevki işgal eden Halil Vedat Fıratlınm fikri midir?

3 - Memleketin ve dünyanın bu kadar na­ zik günlerinde m illî vicdanın asla razı oiamtya- cağı böyle bir inhisar tarihi mesuliyetini üzeri­ nize alabilecek misiniz?

Bu belgeye hiçbir şey eklemeden, yayın­ lanmak üzere olduğunu bildiğim anılarından, Muhsin Ertuğrul'un "Futbol Alanlarım" başlıklı bölümde, II. Meşrutiyet günlerinden (1908 sonrası) anlattıklarını okuyalım:

*.... Ortaokula giderken futbol alanımız Haydarpaşa’da, İbrahimağa çayırının geniş çi­ menlikleri üstünde kuruldu. Burada da çeşitli yakın semtlerden gelen ortaokul çağındaki ço­ cuklar vardı. Ben futbola biraz daha palazlan­ mış olmalıyım ki Toptaşı Futbol Kulübü başka­

nı oldum. İleride bana öncülük edecek olan Vitali ile Salahattin, futbol oynarken Haydarpa­ şa çayırında edindiğim arkadaşlarımdı. Tiyatro argosuna "Rap Salâhattin" adıyla geçen bu arkadaş, hem beni sahneye çıkartacak hem de bana: "Korkacak hiçbir şey yok, seyircilere hiç bakmayacaksın, yüksek sesle konuşacaksın!" diye aktörlüğün ilk anahtarını verecekti. Vitali' ye gelince: 0 da bize sosyalizm dersleri vere­ cek, Kari Marx'tan, Jaures’den söz edecek, cebinde taşıdığı İtalyanca "Propaganda" adlı aşırı sol gazetenin önemli haberlerini okuyup Türkçe'ye çevirecekti. Bu arkadaşlığın şu etki­ si oldu: Biz onun sözlerinin ışığında öğrenil­ mesi gereken bir sosyalizm eğilimi olduğunu anladık ve bu etki bizim içimize o kadar işledi ki ömürboyu solcu kaldık. Hocamız Vitali, işi borsacılığa dökerek borsacılıkta enzengin sıra­ sını aldı ve bizi yarı yolda bıraktı...."

Acaba kim bu Vitali? Tanıyanınız var mı?.... 1

1- Efdal Sevinçli, Meşrutiyetten Cumhuriyete Sine­ madan Tiyatroya Muhsin Ertuğrul, İstanbul, Broy Yayınları, 1987, s.366.

2 - Nazım Hikmet, Ocak başında, Güneş, Sayı: 10,11,12,13,15 Mayıs 1927 - 1 Ağustos 1927. 3 - Nazım Hikmet, Ocak Başında/Yolcu. Hazırla­ yan: Şerif Hulusi, İstanbul, Pınar Yayınevi, 1966, ss. 5-6.

4 - Ekber Babayev, Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nazım Hikmet, Türkçesi: A. Behramoğlu, İstanbul, Cem Yayınları, 1976, s.296.

5 - y.a.g y., “VIII. Bölüm:Oyunları", ss.291-339. 6 - Nazım Hikmet in Hopa'da tutuklanışı için döne­ min gazetelerinden Vakitin 7 Eylül 1928 günlü sa­ yısında şu bilgiler yer alır:

Nazım Hikmet Beğ-Koministlik maddesinden Hopa'da tevkif edilen Nazım Hikmet Beğ'in dün Rize'den "Reşid Paşa“ vapuruyla İstanbul’a getirile­ ceği bazı refiklerimiz tarafından yazılmıştı. İstanbul müddeiumumiliğinden bu hususta adem-l malû­ mat beyan edilmiş, müddeiumûmiliğe Nazım Hik­ met Beğ'in İstanbul'a gönderileceği hakkında her­ hangi bir iş'arda bulunulmadığı söylenilmiştir. Di­ ğer taraftan istihbaratımıza göre, İstanbul müddei- umûmiliği Nazım Hikmet Beğ’in gıyabî m ahkûm i­ yetine ait ilâmı Rize’ye göndermiştir. Nazım Hik­ met Beğ'in İstanbul’a şevkinin gecikmesi hakkında orada tahkikat yapılmasına atıf edilmektedir. Bina­ enaleyh gıyaben mahkûmiyetini mucib olan hadi­ senin de ora mahkemesinde tevhiden tedkiki m uh­ temel görülmektedir."

Bu haberin ardından, 5 Teşrin'i evvel (Ekim) 1928 günlü Vakitte ise, “Nazım Hikmet Beğ -Dün şehrimize getirildi..." başlıklı bir haber yeralır. 7- E Sevinçli, y.a.g.y., ss.291-292.

8 - y.a.g.y., ss.227-286.

9 - A. Şerif Onaran, Muhsin Ertuğrul'un Sineması,

Ankara, Kültür Bak. Yay., 1981.

10- Muhsin Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın (Anılar), Yayına Haz: Prof. Dr. ö zdem ir Nutku, Dr. Murat Tuncay, Efdal Sevinçli.

11- Muhsin Ertuğrul’un, 1924 yılının 20 Kasım înda, Ferah Sahnesi’nde, Darülbedayi Temsil Heyeti adıyla sahnelediği Leonid A n d- rief'in İhtilâl piyesi­ nin eleştirisini Akşam gazetesinde yapan Nazım Hikmet, M.Ertuğrul'u “artık Türk sahnesi bir rejisöre sahiptir“ yargısıyla alkışlarken dostluklarını da per­ çinliyordu. Bkz. E.Sevinçli, y a.g.y., ss.200-201. 1 2 - E.Sevinçli, y.a.g.y., s.291.

1 3- Ö.Nutku, Darülbedayi'in Elli Yılı, Ankara, D.T.C.F. Yayını, 1969, ss.107-140.

14 - Perdeci, "Müellif... Müellif!..", Darülbedayi,

No.14,15 Şubat 1931, s.1.

1 5- Metin And, Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu (1923-1983). Ankara, T.İş Ban Yay., 1983, ss.493-512.

16- Perdeci, "Akın ve Kafatası", Darülbedayi, no.22,1 Birincikânun 1931, s.1.

17- E.Babayev, y.a.g.y.,s.301-307.

18- Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi dergisini yayınla­ dığı 15 Şubat 1930 tarihinden başlayarak kendi adının dışında Perdeci, Selim Kudret, Ahmet Rıd­ van gibi takma adlar kullanmıştır. Öncelikle daha çok yazmak ve tiyatro yazısı yazacak nitelikte çok az kişinin bulunduğu bir ortamda böylesine bir yolu seçen sanatçının bu özelliği için hazırladığım dok­ tor tezimde ayrıntılı, örneklemeli bilgiler veriyorum. Bu konuda ayrıca bkz. Efdal Sevinçli, "Oyun Yazarı Muhsin Ertuğrul". Dönemeç no.74, Kasım 1986, ss. 16-32.

19- Ahmet Rıdvan, "Kafatası Piyesi Hakkında", Da­ rülbedayi, no. 28, 1 Mart 1932, s.4.

2 0 - Bkz. Darülbedayi, no.32, s.14'leki duyuru ile no.33, ss.89‘daki duyuru ve oyuncu kadrosu listesi. 2 1 - Hikmet, "Bir Ölü Evi", Darülbedayi, no.33,1 Teşrinisani 1932, s.4.

2 2 - E.Babayev, y.a.g.y., s.312.

2 3 - Nazım Hikmet, "Unutulan Adam'ı Niçin ve Na­ zil Yazdım", Darülbedayi, no. 5 2 ,1 5 sonteşrin 1934, s.2.

2 4 - Unutulan Adam piyesinin eleştirileri için bakz.: Tarka, “Unutulan Adam'ın Sahneye Konuş Prensip­ leri", Darülbedayi, no.56, 1 İkincikânûn 1935, ss.15-16; Selâmi izzet Kayacan, "Unutulan Adam",

Darülbedayi, no. 57, 15 şubat 1935, ss 5-6. (Aynı yazı, yazarın Tiyatro Sanatı (1935) adlı yapıtında da yeralır ); N.S. (Necmettin Sadak-E.S.), "Bir Piyes ve Bir Sanatkâr", Darülbedayi, no.57, 15 şubat 1935, s.7.

2 5 - Ö.Nutku, y.a.g.y., ss. 163-164.

2 6 - Muhsin Ertuğrul'un çektiği Kanm Beni Aldatırsa

(1933), Söz Bir Allah Bir D 933), Cici Berber (1933)

Naşit Dolandırıcı (1933‘ ena Yol (1933), Milyon Avcıları (1934), Leblebici Horhor Ağa (1934), Aysel, Bataklı Damın Kızı (1935), Tosun Paşa (1939), Şeh­ vet Kurbanı (1940), Kıskanç (1942) filmlerinin se­ naryolarını Mümtaz Osman takm a adıyla; Kahveci Güzeli (1941) filminin senaryosunu ise Ercümend Er takma adıyla Nazım Hikm et’in yazdığını burada vurgulayıp, Nazım în yaşamıyla filmlerin tarihleri arasındaki uyumdan hareketle, bir dönem sinema­ mızın tek senaristi olan sanatçıyla, Muhsin Ertuğrul arasındaki dostluğun, yakınlığın en güzel örnekleri­ nin bu senaryo ve film çalışmaları olduğunu unut­ mamalıyız.

birölü evi için

cevdet kudret

Geçen ay Darülbedayi en iyi oyunlarından birini oynadı. Halkı biraz düşündürebilmek, onları biraz canlandırmak için elinden geleni yaptı; bütün maharetini ortaya koydu. Galip Bey, filitin karşısında hakiki bir böcek gibi büküldü. Temsil ettiği şahsiyetin bütün ruh çirkinliğini kalıbına da aksettiren bu usta sanatkâr, kendi ifadesine göre, dünyanın en fena ihtirası olan para ihtirası­ nı bütün vücudu vasıtasıyla ifade etmek istemişti. Sırtı sanki ufak bir çekmece idi, elleri, bacakları hep bu çirkin hırsın ifadesine yardım etsin diye öyle bükülmüştü. O kadar ki önümüzde o hırsın sanki canlı bir timsali vardı.

Talât Bey, iki lira avlayabilmek için yarım saat felsefe yapan şair rolünde bize yepyeni bir cephesini gösterdi. Büyük Behzat,

her zamanki gibi yine üstattı. Bedıa Hanım en tazla acıyan yara­ mızı, dejenere olmuş mektepli genç kız tipini büyük bir muvaffa­ kiyetle yaşattı. Neyyire Hanım, ölü evinde sanki hareket eden canlı bir ses olmuştu. Halide Hanım şöyle idi. Vasfi Bey böyle idi, fakat bütün bunların karşısında yalnız bir şey eksikti: Halkın alâ­ kası.

Bu niçin böyle oluyor bilmiyorum; fakat bildiğim bir şey varsa o da, halk ciddi esere, iyi esere, vücudun başka taraflarına değil de kafaya hitap eden esere gelmiyor. Bu büyük facianın üstüne (Komedi) yazılmış olmasına rağmen, nasıl oluyor bilmiyorum, sanki kokusunu evvelden alıyor ve bir türlü aldanıp da içeri girmiyor, girdiyse geri dönüyor. Belki sempati duyduğu aktöre gelir diyorsunuz, Knok'u Hâzım'a oynatıyorsunuz; fakat yine al­ danmıyor, ikinci temsilde afişleri indirtiyor. Halbuki beş on sene evvel bu böyle değildi. O zaman ne ağır piyesleri çıt çıkarmadan dinlemişti ve sevmişti ve alkışlamıştı. Acaba biz mi geriledik diyo­ rum, fakat bakıyorum; bu nevi oyunlar Darülbedayi’nin en iyi oynadığı oyunlar olmuştu. Şu halde gerileyen kimdir? Biz mi, onlar mı?

Darülbedayi, 1.12.1932

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İnsanlığın başlangıcından bugüne değişime uğrayan doğada görülen farklılıklar, değişen toplumsal değerler ve doğa insan ilişkisi ve sanat- sal

Bu raporlardan birincisi daha önce Atatürk'ün Hat~ra Defteri (ilavelerle yay~na haz~rlayan: ~ükrü Tezer, Sunu~: Afet Inan, Türk Tarih Kurumu yay~nlar~, XVI.. SEVR ES'DEN LAUSANNE'A

"C'est avec la plus grande sympathie et une profonde admiration que le peuple hongrois et moi suivons les efforts remarquables par lesquels la nation soeur Turque fait preuve

Nine apansızın ölüp varı yo ğu ka­ panım elinde kalınca baskısız kalan Sadi, K avuklu H am dinin orta oyun­ larında, Şevkinin tiyatrosunda aktör lüğe

A number of independent practice tasks can be suggested for the client following the first consultation, for example, collection of stuttering severity scores during everyday talking

BEN DE FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUM — Sami Güner’e göre Yunus Emre’den Tlırgut Uyar’a şairler, insanın ve doğanın şiirini yazıyor, kendisi de fotoğrafını

SEVSAY: Türkiye’de, merhum Cemal Reşit Rey ile 9-10 yıl süren çalışmala­ rımdan sonra uzun bir süre Viyana Mü­ zik Akademisi’nde Kompozisyon ve Or­ kestra

Hem kiliseler mensuplarının, ¡hem de bütün Ortodoks cema­ atinin kendisinden çok şeyler ¡beklediği bu yeni taht sahib», İdin adamı